Selülit Tedavisi ve Selüliti Önlemek
Öncelikle selülite yol açan hücre ve bağdokunuza verilen hasarı önleyebilirsiniz. İçsel ya da çevresel kaynaklı hasarın dokularımıza verdiği en yıkıcı zararlardan biri serbest radikal oluşumudur. Serbest radikaller, vücudunuzda hasar zincir reaksiyonu oluşturan saldırgan hücrelerdir. Hasarlar vücuda güneş ışığı ve kirlilik gibi birçok şekilde saldırabilir. Aslında vücudun nefes almak gibi doğal işleyişindeki birçok fonksiyonun yan ürünü serbest radikaldir. Selülit oluşumuna neden olan hasarı engellemek istiyorsak serbest radikalleri etkisiz hale getirmemiz gerekir.
Serbest Radikal Hasarına Yol Açan Kaynaklarından Bazıları
Güneşten gelen UV radyasyonu Kirlilik
Sigara dumanı Stres / depresyon Uykusuz kalmak Ağır egzersiz Yetersiz beslenme
Hatta soluma gibi günlük fonksiyonlar bile serbest radikal oluşumuna neden olabilir.
Serbest Radikaller: Yaşlanmaya neden olan etmenler
Vücudumuzdaki tüm moleküller dönen elektronlarla çevrilidir. Bir molekülün istikrarlı kalabilmesi için çift elektron sayısına sahip olması gerekir. Bir tek tamamlanmamış çift bile, molekülün tamamen dengesiz olmasına yol açabilir. Serbest radikaller vücudunuzdaki hasarlar nedeniyle elektronlarını kaybetmiş moleküllerdir. İç ve dış stres vücudumuza saldırdığında ilk atakta bulundukları yer hücrelerimizin dış bölgesidir - hücre duvarları. Bu güçler hücre duvarındaki bir moleküle saldırdıklarında sonuç bu molekülün elektronlarından birinin parçalanmasıdır. Böylelikle elektron çiftlerinden biri eksik hale gelir ve delice eşini aramaya koyulur. Bunu yapma yöntemi tüm komşularına çarpmak ve onlara zarar vermek, en sonunda onlardan birinin elektronunu çalarak sakinleşmektir.
Bu yıkım sürecinde kendisine saldırılan ve orijinal elektron tarafından hasar gören her bir komşu molekül kendi saldırılarım düzenlemeye başlar ve hasarın orman yangını gibi büyümesine neden olur. Bu yayılmacı hasara oksidatif stres adı verilir. Kontrolsüz bırakıldıklarında büyüyen bu kızgın ve yarım molekül öbekleri hem görünür hem de görünmeyen yaşlanmaya kırışıklıklardan beyin körelmesine (atrofi) ve hatta kansere kadar birçok soruna yol açabilir. İlk olarak saldırıya uğrayan ve tüm bu kargaşayı yaratan molekül serbest radikaldir ve hasara uğramış her molekül kendi yıkımını yayarak bir serbest radikal haline gelir. Elektron kaybına istikrar kaybetmeden maruz kalabilen tek molekül antioksidan molekülüdür.
Resmin içindekiler yukarıdan aşağıya: Sağlıklı molekül - Hasara uğrayarak serbest radikale dönüşür - Daha fazla serbest radikal meydana getirir.
Antioksidanların oksidatif stresi durdurmak gibi kendilerine has bir özellikleri vardır. Bu yüzden selülit oluşumunun engellenmesinde önemli bileşenlerdir.
Antioksidanlar: Gençlik Pınarı
Antioksidanlar sağlık dünyasında özel bir konu başlığı olma özelliklerini yıllardır sürdürmektedir. Tüm vücudunuzun sağlığı için anti-oksidanların faydaları ve önemleri hakkında birçok şey duymuşsunuzdur. Ancak bu yaşlanmaya ve hastalığa karşı etkili savaşçıların ne olduklarını ve nasıl çalıştıklarını bilmiyorsunuzdur. Antioksidanlar doğada bulunan ve vücudu hasara karşı koruyan çok çeşitli maddelerdir.
Her bir antioksidan kendi yöntemi ile çalışır ve her birinin kendine has güçlü tarafları vardır. Her antioksidamn vücutta en etkili olduğu belirli bölgeler vardır. Mesela gingko biloba en iyi beyinde etki gösterirken, coenzyme Q10 en çok kalpte etki gösterir. Vitamin ve mineraller olmak üzere birçok formda bulunabilir. Bazıları vücut tarafından üretilirken diğerleri yiyecek ve gıda takviyelerinden elde edilebilir. Özel infüzyon teknikleri ile C vitamini gibi bazı antioksidanlar yüzeysel olarak cilde uygulandıklarında çok etkili olabilir. Tümünün ortak özelliği - onları antioksidan yapan karakteristik özellikleri - serbest radikalleri etkisiz hale getirip; oksidatif stresin yayılmasını engellemekteki benzersiz kabiliyetleridir. Antioksidanlar tek elektronlarla elde edilir.
Sisteminizde dolanarak elektronları ihtiyacı olan serbest radikallere ulaştırırlar. Şefkatle yeniden yapılandırılan serbest radikaller tekrar tam hale gelebilmek için komşularına saldırarak elektronlarını çalmak zorunda kalmaz.
Vücut serbest radikalleri ve onları savunmasız bırakacak antioksidanları doğal olarak üretir. Bu yolla oksidatif stresi kontrol altında tutar. Ancak dış etkenlerden dolayı serbest radikal miktarı arttığında vücudumuz bununla başa çıkmaya yetecek miktarda antioksidan üretemez. Selüliti dengede tutma savaşı sistemimizdeki serbest radikallerin sayısının artması ile suya düşer. Dengeyi yeniden sağlamak için gıda veya takviye formundaki antioksidanları dışarıdan almamız gerekir. Antioksidanların cildin derindeki katmanlarına kadar nüfuz etmesini sağlayan bilimsel gelişmeler, serbest radikal savaşçılarının kremler ile cilt tarafından kolayca emilmesini sağlamıştır. Bu şekilde cildimizde ilk tehlike belirtisi görüldüğünde kullanılmak üzere koruma rezervi oluşturulmuş olur.
Hazırda Bulunan Antioksidan Kaynakları:
C vitamini: Turunçgiller, goji meyvesi
E vitamini: Buğday ekmekleri, kepek, yemişler
A vitamini: (Beta-carotene) havuç, portakal; diğer sarı meyveler ve
sebzeler
Polyphenol: Yeşil çay, kırmızı ve mor üzümler, nar
Yiyecek ve gıda takviyelerinde sayısız antioksidanın varlığından söz edilebilir. Hepsini bir arada almanız gerekmez, ancak vücudunuza yeterli miktarı sağladığınızdan emin olmalısınız. Her biri vücudun farklı bir bölgesinde etkili olan çok çeşitli antioksidan vardır. Vücudunuzu her zaman tüm zamanların en etkili anti aging mucizeleri ile donatılmış tutmak en büyük amacınız olmalıdır. En iyi kaynak çiğ meyve ve sebzelerdir. 5. bölümde koruyucu ve iyileştirici antioksidanlar içeren birçok yiyecekten meydana gelmiş selülit diyetimi okuyacaksınız. Şimdilik sadece favorim olan ve selülite yol açan serbest radikal hasarını ortadan kaldıran birkaç tanesi üzerinde detaya ineceğim.
Nar: Hayatın Sembolü
Daha önce de söylediğim gibi ilaçlardan önce besinler kullanılırdı. Bilinen en eski ilaçlardan biri olan nar, antik zamanlarda birçok hastalığın tedavisinde kullanılmıştır. Antik Mısır papirüslerinden nardan bahsedilir ve Antik Yunan'da ise narı anti enflamatuvar ve öksürük engellemekte; damar sertliği, astım ve bağırsak rahatsızlıklarında önermişlerdir.
Nar aynı zamanda kolektif dünya görüşümüzü şekillendiren sanat, edebiyat ve folklora da fazlaca konu olmuştur. Cezanne ve Dali'nin çalışmalarında, İncil'de ve Yunan mitolojisinde sıklıkla nara rastlarız. Nar genelde hayat ve doğurganlığı sembolize eder. Narın sağlığa ve uzun yaşama olağan üstü faydası vardır.
Doğadaki en potansiyel polifenol kaynağıdır, polifenoller özellikle ciltte işlev gösteren antioksidan familyasıdır. Narda bol miktarda bulunan ellagic asit en önemli polifenoldür. Bugüne kadar incelenmiş antioksidanlar arasında yaşlanmaya karşı en etkin yeteneklere sahip olanı polifenoldür ve Northwestern Üniversitesi ile VVisconsin ve North Dakota Üniversiteleri'nde yapılan çalışmalar nar özü ve ellagic asidin kansere karşı güçlü savaşçılar olduklarını ortaya çıkarmıştır. Tarım ve Gıda Kimyası Dergisi'nde (Journal of Agriculture and Food Chemistry) yayımlanan çalışmaya göre nar suyunda, yeşil çay ve kırmızı şarapta bulunan antioksidan etkinin üç katı mevcuttur. 1972 yılında tıp dalındaki çalışmalarıma başladığımdan beri antiok-sidanların cildi onarma ve koruma kabiliyetleri üzerinde çalışmaktayım. Narda bulunan ellagic asit antioksidan cephaneliğimize en son eklenenlerdendir. Bağımsız bir çalışma ile nar özünün güneş koruma ürünlerinin SPF (koruma faktörü) etkisini %20 ve nar özünü dâhili olarak güneş kremi kullanmadan önce almanın da SPF etkisini %25 artırdığını kanıtlamayı başardım. Bu da güneşin neden olduğu serbest radikal ve enflamasyona karşı daha az kimyasal ve daha çok antioksidan kullanarak aynı ölçüde koruma sağlayabileceğimiz anlamına geliyor. Aynı zamanda güneşin zararlı etkilerinden korunma konusunda oldukça etkili olduğu için narı güneş bakım serisindeki ürünlerimin tümüne ekledim. Çalışmamın sonuçları karşısında o kadar etkilenmiştim ki, saf nar özünden oluşan bir gıda takviyesi yarattım.
Ciltteki inanılmaz antioksidan etkisi ile ellagic asit, serbest radikal hasarı ile meydana gelen selülitlere karşı savaşta önemli bir müttefiktir. Bu meyvenin ellagic asit içeriği bakımından faydalarını elde edebilmek için direkt kaynağa ulaşmanız gerekiyor. Nar ve nar suyu vücudunuzu korumanın lezzetli yoludur.
C Vitamini ve Üzüm Çekirdeği Özü
Ciltteki (ve aynı konuda tüm vücuttaki) olağanüstü antioksidan etkilerinin yanı sıra üzüm çekirdeği özü ve C vitamini; kolajenaz ve elastaz olarak bilinen ve bağdokudaki kolajen ve elastini parçalayan maddeleri ortadan kaldırır. Yani direkt olarak sarkmış, kırışık ve selülitli bir cilde yol açan hasara engel olan antioksidanlar bunlardır. Bu anti-oksidanlar iki yönlü bir savaş içerisindedir - biri serbest radikallere, diğeri bağdoku parçalanmasına karşı.
Goji Meyvesi: Doğanın Selülit Suikastçıları
Tibet ve İç Moğolistan'da bulunan goji meyvesi çukurları yok etmekte oldukça etkilidir. Şüphesiz gezegendeki besin yönünden en yoğun meyvedir; içeriğindeki besleyici maddeler listesine bakıldığında selü-litten kurtulmada en etkili etkenleri içerdiği görülür. Sadece bununla kalmaz, genel sağlığa olan katkıları da gerçekten inanılmazdır. Her gün goji meyvesi tüketilen köylerde yüz yaşına kadar yaşamanın anormal bir durum olmadığı kayıtlara geçmiştir. Antioksidan faydaları bakımından portakala kıyasla neredeyse beş yüz kat fazla C vitamini, havuca kıyasla ons (önce) başına neredeyse beş yüz kat fazla beta karoten içerdiği tespit edilmiştir. On sekiz tür amino asit, yirmi bir eser minerali ve Bl, B2 ve B6 vitaminleri içerir. Goji meyvesi ayrıca linoleik asit (önemli temel yağ asitlerinden biri) ve beta-sisterol (anti enflamatuvar) bakımından zengindir. Aynı zamanda lezzetlidir. Tatlı ve meyveli içecek karışımlarına karıştırmanızı; salata, yağsız yoğurt, soya yoğurdu ve tam buğday gevreği üzerine serpiştirmenizi veya meyveyi tek başına yemenizi öneririm.
Enflamasyon
Serbest radikal hasarı selülite yol açan doku yıkımındaki öncelikli kuvvetlerdendir ancak tek başına değildir. Diğer bir doğal yaşlanma faktörü ile birlikte çalışır - enflamasyon.
Enflamasyon vücudunuzun hasarı onardığının bir göstergesidir. Enflamasyonu tetikleyen hasar radikal oluşumuna neden olan hasarla aynıdır. Aslında serbest radikal oksidasyonu da tek başına bir enflamasyon tetikçisidir. Yaralanma, enfeksiyon ya da güneş yanığından sonra etki bölgesi kızarır ve şişer. Ayrıca dokunulduğunda sıcaklık hissedilebilir. Bunun nedeni vücudunuzun damarlarını genişleterek etkilenen bölgeye özel anti enflamatuvar besinleri göndermesidir. Burada problem, uzun bir zaman boyunca sürekli böyle yüksek bir alarm halinde kalmanın vücutta yıkıcı bir etkiye sahip olmasıdır. Enf-lamasyona karşı vücudun salgıladığı maddelerin çoğu serbest radikal hasarına ve korumaya çalıştığı hücre duvarlarının yapısının bozulmasına neden olur. Bu durumda enflamasyonun vücudunuza fayda sağlayacağı yerde zarar vermesine engel olmak için hem yüzeysel hem de dahili olarak yatıştırıcı anti enflamatuvar malzemeler kullanmanız önemlidir.
Neyse ki, anti enflamatuvarlar birçok yemek ve gıda takviyesinde bolca bulunur. Aslında antioksidanlar da anti enflamatuvar olarak sayılabilir çünkü enflamasyona yol açan serbest radikal hasarını önler. Enflamasyon hem içerde hem de cilt yüzeyinde oluşabilir. Yatıştırıcı yüzeysel tedavilerle enflamasyonu azaltmak önemlidir ancak vücudun içerisinde özellikle de dermiste meydana gelen enflamasyonu önlemek için ağız yoluyla gıda takviyeleri almak gerekir.
Yüzeysel ve ağızdan alınan anti enflamatuvarlar
Arnika (öküzgözü) Aloe vera Allantoin Chamomile Çinko
Stratum Corneum (Boynuzsu Katman): Vücut Zırhınızı Güçlendirmek
Vücudunuzu selülite yol açan ve çatlaklara kapıyı aralayan hasardan korumanın son metodu dış etkenlere karşı ilk savunma hattınızı koruma altına almaktır. Stratum corneumun epidermisteki ölü ve ölmekte olan hücrelerde meydana gelen en dış katman olduğunu hatırlarsınız. Sadece 0.015 mm kalınlığında olmasına rağmen cilde girmeye çabalayan toksik maddelere ve dışarı çıkmaya çalışan su ve besinlere karşı temel bariyerimizdir. Ayrıca güneşten gelen zararlı UV ışınlarına karşı doğal savunma oluşturur. Bildiğiniz gibi cildimizdeki önemli bileşenleri kaybettiğimizde, serbest radikal veya enflamasyona neden olan hasara izin verdiğimizde dokularımız zayıflar selülite ortam hazırlar. Hasarı dışarıda suyu içeride tutmak istiyorsak stratum corneumun güçlü ve canlı olması gerekir.
Stratum corneum tuğla bir duvar gibidir. Ölü ve ölmekte olan hücreler tuğla, yerlerinde durmalarım sağlayan lipit katmanı ise harç gibi düşünülebilir. Bu katmandaki hücreler yaşlandıkça (ve buna bağlı olarak kurudukça) cilt bariyer fonksiyonunu kaybeder. Vücudumuz bu durumla üstte bulunan ölü hücrelerin yerine geçebilmek için sürekli yukarı kuvvet uygulayan yeni hücreler üreterek başa çıkar. Bu şekilde stratum corneum hasar ve su kaybına karşı koyarak, bizi korumaya yetecek derecede canlı tutulmuş olur. Ne yazık ki yaşlandıkça hücre yenileme hızımız azalır. Stratum corneum suyu hiçbir şekilde tutmayan hücrelerle dolar. Yirmi yaşına geldiğimizde ve nadiren daha erken cildimize biraz destek vermek gerekli hale gelir.
Soyma (exfoliation): Daha Genç Bir Sizi Ortaya Çıkarmak
Bu önemli bariyeri güçlendirmenin en iyi yolu soyma işlemidir: Yüzeyde bulunan ölü ve etkisiz hücreleri ortadan kaldırarak vücudumuza yemlerini üretmesi için sinyal vermek. Böylece cildimizin yüzeyi genç, nemli ve etkin hücrelerle dolacaktır.
Genç bir hücre ile yaşlı bir hücre arasındaki fark tıpkı taze bir yaprak ile ölü bir yaprak arasındaki farka benzer. Taze yaprağın dış etkilerden korunmasını sağlayan cilalı gibi pürüzsüz bir yüzeyi vardır. Kalın ve güçlüdür. Ölü bir yaprak ise ince ve kırılgandır. Cilalı yüzey kaplamasını kaybetmiştir. Güçlü bir rüzgâr ağaçtan kopmasına ve parçalanmasına neden olabilir. Ölü deri hücreleri için de aynısı geçerlidir. Zayıf ve kurudur ve artık görevini etkin olarak yerine getirememektedir. Genç ve nemli hücreler güçlü ve donanımlı bir bariyer meydana getirirler. Parıldayan ve sağlıklı bir cilt için stratum corneumun olabildiğince genç hücrelerle donatılması gerekir. Soyma işlemi uygulanmadığında yaşlı ve ölü hücreler birikerek donuk ve soluk bir cilt rengine neden olur, yüzde kırışıklık ve vücutta selülit gibi kusurları ortaya çıkarır.
İki temel soyma metodu vardır: Kimyasal ve mekanik. Kimyasal soyma alfa ve beta hidroksi asitleri gibi maddelerin yüzeysel olarak uygulanmasıdır. Bu maddeler stratum corneumdaki deri hücreleri arasında girerek en dış katmanı gevşetir ve hücrelerin daha kolay dökülmesini sağlar. Mekanik soyma; lif gibi sert bir sünger, doğal kıllardan yapılmış fırça ya da jojoba tanesi veya kayısı tohumu gibi hassas aşındırıcı maddeler içeren nazik temizleyicilerin kullanımıyla gerçekleştirilir.
Her gün ya da her iki günde bir, banyodan önce mekanik soyma uygulamak sadece kan akımını hızlandırmak ve cildinizi soymak için değil aynı zamanda banyo veya duştan sonra selülite karşı sürdüğünüz her türlü yüzeysel ürünün de daha kolay emilmesini sağlamak için mükemmel bir yoldur.
Alfa ve Beta Hidroksi Asitleri
Favori kimyasal soyucularım hidroksi asit ailesindendir. Bu asitler çoğunlukla meyvelerde bulundukları için meyve asitleri olarak da bilinir. Mesela malik asit elmada, glikolik asit ise şeker kamışında bulunur. Kleopatra süt banyosu yapması ile ünlüydü. Kulağa hoş gelmese de sütteki laktik asit cildine canlı ve genç bir parlaklık veriyordu. 1980'lerde hidroksi asitlerin yüzeysel cilt bakımında kullanılması konusunda öncülük ettim. Şimdi ise krem ve temizleyicilerin her türlüsünde oldukça yaygın kullanıldıkları gibi dünya çapında milyonlarca kullanıcının cildindeki tazeliği artırmada önemli bir bileşen oldu.
Ciltteki soyma sürecine en büyük katkıda bulunan iki hidroksi asit, glikolik asit ve şahsilik asittir. Yüzdeki ince çizgileri ve kırışıklıkları azaltır. Soyucu etkili bu malzemelerden birini ya da ikisini birden içeren krem, temizleyici ve/veya nemlendiricileri kullanmanızı öneririm. Ama dikkatli davranın. Herkesin cildi kendi hızıyla yeni hücre üretimi yapar. Ölü hücreleri vücudunuzun yenilerini üretme hızından daha hızlı ortadan kaldırmayın. Bu ürünleri kullanırken herhangi bir tahriş veya kızarıklık hissederseniz ya daha az bir miktar kullanmaya başlayın ya da kullanım sıklığınızı azaltın. Unutmayın, herkesin cildi farklıdır ve kendine göre farklı tepkiler verir. Sinyalleri izleyin. Cildiniz daha azına ya da çoğuna ihtiyaç duyduğunda sizi uyaracaktır. Ayrıca glikolik asit içeren her kremin aynı olmadığını da belirtmeliyim. Asidin saflığı ve kremin cilde nüfuz etmesini sağlamak için kullanılan araç ürünün etkinliğinde rol oynar. Bilinen markalar kullanmanızı ya da firmanın ABD farmasötik içerik oranları kullanıp kullanmadığına dikkat etmenizi öneririm. Bu ürünler biraz daha pahalı olabilir fakat daha düşük kalitedeki ürünlere göre daha etkili ve daha az tahriş edicidir. Kanunlar bu ölçekteki malzemelerin kullanılmasını zorunlu kılmaz ama iyi ürün serileri bu maddelerin kullanımında ısrarcı davranır.
Vücudunuzu dinleyin. Cildinizi dinleyin.
Soyma kabiliyetlerinin yanı sıra hidroksi asitlerin inanılmaz bir diğer faydası yüzeysel maddelerin emilimlerini ve etkinliklerini artırmalarıdır. Diğer bir stratum corneum savunması olan nemlendiricileri hidroksi asitlerle birlikte kullandığınızda, ürün epidermiste daha derinlere nüfuz edebilir, böylece de nemlendirme ve koruma kabiliyetleri artar.
Kuru Cilt Fırçalama
Selülit ve çatlak problemi olan ciltler için en etkili soyma tedavisi kuru cilt fırçalamadır. Bu tekniğin düzenli kullanımı sadece vücutta ölü ve ölmekte olan hücrelerin ortadan kaldırılmasına yaramaz aynı zamanda etkilenen bölgelerdeki kan akımını artırır ve lenf sisteminin biriken toksinleri ortadan kaldırma kabiliyetini artırır. Kuru cilt fırçalama düzenli uygulandığında inanılmaz faydaları olan basit bir tekniktir. Etki bölgesine ulaşabilmek için uzun saplı bir fırça gerekir. Ayrıca fırçanın keçi veya domuz tüyü ya da sebze lifleri gibi doğal kıllardan yapılmış olmasına özen göstermelisiniz. Cildinizi günde bir kere tercihen banyodan önce fırçalamanızı öneririm. Fırçayı problemli bölgelerin üzerinde kalbe doğru bir ya da iki kere sürtün. Mesela basen ve popoda yukarıya doğru fırçalama yapın. Midede biraz daha nazik şekilde saat yönünde dairesel fırçalama yapın. Fırçalama seansınızı takiben yaptığınız duş veya banyonun ardından Murad Firm and Tone Serum (Murad Selülit ve Çatlaklara Karşı Onarıcı Serum) gibi nemlendirici, canlandırıcı ve besleyici bir vücut kremi kullanın.
Kuru cilt fırçalama selülit tedavisinde bir üçlü aksiyon metodudur. Önce soyucu etki gösterir, böylece genç sağlıklı cilt hücrelerinin gelişimi tetiklenir ve yüzeysel selülit tedavi malzemelerinin emilimi soymanın ardından güçlenir, ikinci olarak damarları canlandırır, bildiğimiz gibi kan dolaşımındaki yetersizlik selülitin ilk belirtilerinden biridir. Ve son olarak cilt fırçalama lenf sistemini uyarır. Atıkların ve tok-sik maddelerin vücuttan atılması lenf nodüllerinin görevidir. Yaşlandıkça lenf sistemi yavaşlar ve görevim layığıyla yerine getirebilmek için az miktarda da olsa yardıma ihtiyaç duyar. Kuru cilt fırçalama bunun için mükemmel bir yoldur. Duştan önce fırçalama yapıyorsanız duşta mekanik ya da kimyasal soyucular kullanmayın çünkü fazla miktarda soyucu madde cildi tahriş edebilir.
Nemlendiriciler: Suyu Çeken ve Su Kaybını Önleyen Malzemeler
Cildinizde yeterli miktarda nem tutmanın ne kadar önemli olduğunu biliyorsunuz. Stratum corneumun temel fonksiyonlarından biri cildinizdeki suyun kaçmasını önlemektir. Bu katman evin çatısına benzer. Dışarıda hava soğuk ise ısıyı artırırız. Peki, çatıda delikler varsa ne olur? Sıcaklık deliklerden dışarı sızar ve içeride olsanız bile soğukta kalmanıza neden olur.
Stratum corneum da benzer şekilde çalışır. Vücudun evin çatısı olduğunu ve kaçma tehlikesi gösteren ısının da cildinizde hayati önem taşıyan su olduğunu düşünebilirsiniz.
Gençken bu çatı sıkı ve bozulmamıştır. Doğru besinlerden cildimizdeki suyu tutmaya yetecek kadar tükettiğimizde, stratum corneumumuz suyu yerine hapsedecek güçlü bir bariyer oluşturabilir. Ne yazık ki, yaşlandıkça bariyer etkisi azalır.
Genç ve güçlü olanlara kıyasla ölü ve etkisiz hücreler ile dolmakla kalmaz, aynı zamanda hücreler arasındaki sınırı oluşturan lipit katman da incelir. Bu durum bizi trans-epidermal su kaybı adını verdiğimiz probleme sevk eder. Su, ciltteki dokulardan kaçar ve stratum corneumdan geçerek ortama karışır, tıpkı aktarılmamış bir çatıdan kaçan ısı gibi. Birçok insan selülit ve çatlak oluşumuna zemin hazırlayan nemsiz bir cilde sahiptir. Ve ciltlerindeki sınırlı su rezervi de gözlerinin önünde dışarı kaçıyordur.
Bu durum nemlendirici kullanmanın neden bu kadar önemli olduğunu açıklıyor. İyi bir nemlendirici sadece cildi su ile donatmaz aynı zamanda stratum corneumdaki sınırları güçlendirerek suyun kaçmasını engeller ve cildin selülitten kurtulma kabiliyetini artırır. Stratum corneumun bir arada tutma kabiliyeti iki farklı tür madde sayesinde elde edilir. İlk grup hidrofobik yani suyu iten maddelerdir. Bu biraz kafa karıştırabilir. Suyu neden iteriz? Cildimize suyu çekmez miyiz? Evet, çekeriz ama öncelikle kaçmasını engellemeye çalışırız. Bu maddeler dışarı sızmaya çalışan suyu çeker ve dokulara geri hapseder. Seramid adı verilen lipit sınıfı cildinizdeki hidrofobik maddelerden biridir.
Stratum corneuma bariyer kabiliyetini veren diğer madde grubu hid-rofilik maddelerdir. Suyu seven bu maddeler ortamdaki suyu çekerek cilde hapseder. Hidrofilik maddelere örnek olarak sodyum PCA ve hyaluronic asit verilebilir. İyi bir nemlendirici stratum corneuma hem biçim verecek hem de güç katacak her iki tür nemlendirici maddeyi ihtiva etmelidir. Kuru ve yıpranmış cilt yüzeyine uygulandığında yıpranmış dokuları doldurarak ve güçlendirerek bariyer fonksiyonuna kuvvet katar. Bu yolla trans-epidermal su kaybım engelleyerek ve istenmeyen saldırıların cilde girişine ket vurarak, cildin koruyucu kılıfına destek vermiş olur.
Selülit’in Yarattığı Hasarı Onarmak
Selülit Bakımı ve Doğal Tedavisi
Yaşlanma ve hasarın sebeplerini açıklayan mevcut yüzlerce teorinin yanı sıra - toksinlerden serbest radikallere hatta enflamasyona kadar - su yüzüne çıkmamış daha birçok teori vardır. Uzmanlar bu sebepler üzerinde o kadar çok tartışır ki; ne yapacağınızı bilemeyecek kadar kafanız karışır. Önemli olan şey sebep değil sonuçtur. Yaşlanma ya da hasarın sebepleri ne olursa olsun sonuç aynıdır - dokularınızdaki su kaybı. Japonların bir deyimi vardır "problemi çözün, ayıbı değil". Sebebi ne olursa olsun, problem dokuların zayıflamasına ve selülit gibi kusurların ortaya çıkmasına neden olan su kaybıdır. Pürüzsüz, çukursuz ve sağlıklı bir cilde sahip olmak için bu hasarı onarmamız ve kaybedilen suyu yerine koymamız gerekir. Selülite karşı ilk savunma hattınız bağdokunuzdur. Bu bölümde tarif edeceğim tedavi ve besinler tüm vücudunuzdaki bağdokuları onaracaktır. Selülitinize direkt olarak etki eden bağdokularınız, damarlarınız ve cildin dermis tabakasıdır.
1.Derece Selülit Kan Damarları
Selülit oluşumunun ilk aşaması damarlardaki kalite kaybıdır. Damar-lardaki kalite kaybı, selülite ait görünür izler ortaya çıkmadan uzun bir zaman önce meydana gelir. Damarlarınızın görevi vücudunuzda ihtiyaç duyan tüm dokulara besin, oksijen ve su taşımaktır. Kan olarak düşündüğümüz şeyin büyük çoğunluğunu su oluşturur; kan hücreleri ve besinler de bu karışıma dâhildir. Serbest radikal, enflamasyon ve diğer hasar kaynaklarından gelen saldırılar nedeniyle damarın bütünlüğü bozulur ve duvarlarında küçük delikler meydana gelir. Önce bu delikler kan hücrelerinin dışarı çıkmasına olanak tanımayacak kadar küçüktür ancak suyun dışarı çıkmasına izin verir. Bu su, cilt hücreleri ve dermis de dahil olmak üzere tüm vücudunuzdaki hücreleriniz ve bağdokunuza taşınan sudur. Damarlarınızdan dışarı sızan su çaresizce kendisine ulaşılmasını bekleyen dokulara asla ulaşmaz. Bu su atık su olarak hiçbir fayda sağlamadan vücudunuzun çeşitli bölmelerinde dolanmaya devam eder, bu bölgelerin şişmesine ve sizin de şişkinlik hissetmenize neden olur. Sonuç olarak; damarlarda meydana gelen hasar, damar fonksiyonlarını olumsuz yönde etkiler. Her gün meydana gelen hasarın şiddeti artarak devam ettikçe damarlar açlıktan ölmek üzere olan derinize besin ve oksijen taşıma konusunda gitgide daha yetersiz bir hale gelir.
Kitapta daha önce vücudunuzu otomatik olarak işleyen bir fabrikayla kıyaslamıştım. Örnekteki fabrika, ortaya çıkabilecek her türlü problemin onarılmasına programlanmıştı. Vücudumuzun ideal haline den-geleşim (homeostasis) adı verilir.
Vücudun dengeleşim (homeostasis) hali, vücudun her parçasının ve onu meydana getiren her sistemin maksimum kapasitede düzenli bir şekilde çalışması demektir. Herhangi bir şey hizadan çıktığında vücut otomatik olarak burayı düzeltmek için işe koyulur. Mesela insan vücudunun ideal ısısı 36,5 derecedir. Vücut ısımız 36,5 derece olduğunda dengede dururuz. Vücut ısısı bu derecenin üzerine çıktığında serinlemek için terleyerek dengeyi sağlar. Sistemimizde ter üretmeye yetecek kadar su olduğu sürece dengeleşimde kalabiliriz. Bağdoku parçalandığında vücut gayri ihtiyari bir şeylerin hizadan çıktığının farkına varır - artık dengeleşimde olmadığımızı anlar. Hemen düzenden çıkan dokuyu tamir etmek ve bu bölgeyi yeniden yapılandırmak için bileşenlerini kullanarak harekete geçer. Vücudumuz gereksinim duyduğu parçaları bulduğu sürece doku yenileme konusunda uzmandır. Ne yazık ki, her zaman durum bu şekilde gelişmez ve sonucu da önlenebilir hastalıklar, olgunluk öncesi yaşlanma ve çukurlu cilt yüzeyidir.
1. Bölümde bağdokunun vücudun yapı maddesi olan glukosamin veya diğer adıyla GAG'lardan meydana geldiğinden bahsetmiştim. Bağdokunuzu onarmak için vücudunuza bu yapı maddesinin bileşenini yani glukosamin temin etmeniz gerekir. Ayrıca damarlarınızı sıkı tutan ve şekillerim korumalarına olanak tanıyan kolajen ve elastin için yapıtaşları amino asitleri de vücuda sağlamak gerekir. Bunun yanı sıra vücudunuzda amino asitleri işlevsel hale getirerek kolajen ve elastin oluşumuna sevk eden vitamin ve eser minerallerini de almanız gereklidir. Son olarak damarları yeniden nemlendirmesi ve atık suyu kendisine yeniden çekebilmesi için vücuda gerekli besinleri de sağlamanız gerekir - örneğin temel yağ asitleri. Öğünlerinize bu besinleri de dâhil etmek başta kulağa karmaşık gelebilir ama aslında çok basittir.
Canlı Bir Cilt İçin Gerekli Besinler, Selülit Tedavi Yöntemleri
Bir hastam (adını vermeden ona Emily diyeceğim) bacağındaki kılcal damar problemi için bana geldi. Otuzlu yaşların sonundaydı. Güney Kaliforniya'da büyümüş ve burada aktif bir hayat yaşamış, yirmili yaşlarında plaj voleybolu oynamıştı. Evlendikten ve oğlu dünyaya geldikten sonra profesyonel olarak voleybol oynamayı bırakmış ancak arkadaşları ile düzenli olarak oynamaya devam etmişti. Birkaç yıl önce üst bacaklarında kılcal damarların görünür hale geldiğini fark etmeye başlamıştı. Bacaklarını göstermekten çekinir olmuştu, uzun pantolonla voleybol oynamaktansa voleybol oynamayı bırakmıştı. Sonunda bu konuyla ilgili bir şeyler yapılması gerektiğine karar vermişti.
Emily bana her geldiğinde damarın kapanarak vücuda geri kabul edilmesini sağlayacak tuzlu su enjeksiyonu yapıyordum. Hasar görmüş damarlarla uğraşırken daha çok kozmetik fayda sağlamaya yarayan bu yöntem, bir süreliğine onun da durumdan memnun kalmasını sağladı. Hatta arkadaşları ile tekrar voleybol oynamaya başladı. Bacağında ne zaman yeni damarlar çıksa yok edilmeleri için bana geliyordu. Bu tedavinin eksik yönü, problemin temeline inememesi, dolayısıyla nedeni ortadan kaldıramadığı için yeni kılcal damar probleminin oluşumuna engel olamamasıydı. Emily kısa bir süre sonra yeni damarların sürekli ortaya çıkmasından yoruldu ve en kötü kısmı da yeniden ortaya çıkma sıklığının artmasıydı. Gittikçe artan aralıklarla gelmesi bile Emily'nin bacaklarını kusursuz hale getirmeye yeterli olmayabilirdi. İlk olarak yeniden plaja gitmeyi kesti. Bitmek bilmeyen bu sorun yüzünden Emily fazlasıyla mutsuz olmuştu. Emily için uzun soluklu ve etraflı bir çözüm önermek istedim. Kendime şunu sordum; Emily'nin vücudunda damarların kalite kayıplarım önleyerek, kılcal damar oluşumuna engel olacak bir ortamı nasıl yaratabilirdim. Damarların neden meydana geldiğini sorguladım. Cevap açıktı: Bağdoku, kolajen ve elastin - tıpkı ciltteki dermis gibi. En iyi çözüm Emily'i damarlarının kendi kendilerine daha güçlü hale gelmeleri için gerekli tüm besinleri alacağı bir diyete sokmaktı. Damarların bu üç bileşenlerinin yapıtaşlarım sağlayabilirsem yeniden yapılanabileceklerini ve güçlü kalacaklarını biliyordum. Uygun besinlerle kılcal damarların ölmeyeceği ve kılcal damar görünümünün oluşumunun ortadan kalkacağı açıktı. Bu geleneksel olmayan bir tedavi metoduydu ve eğer Emily şans verirse sonuçlar karşısında çok heyecanlanacağını biliyordum.
Vücut bir ağaç gibidir. Yeterli miktarda su ve güneş ışığı almazsa zayıflar. Bir asalak ile karşılaştığında ne kadar ilaç kullanırsanız kullanın ağaç ölecektir. Ancak ağaca ihtiyacı olan tüm besinleri verdiğinizde hastalıktan (ilaçların yardımı olmadan) kendi kendine kurtulacak ölçüde sağlıklı olur. Öyle olmasa bile ağaç yeteri kadar sağlıklı ise ilaçlar hastalığı ortadan kaldırmakta daha etkili şekilde çalışabilir.
1. Adım. Yapı Maddesi
Ne yazık ki vücudumuz için gerekli besinleri yiyeceklerden elde etmek her zaman kolay olmaz. Bildiğiniz gibi bağdoku vücudun yapı maddesi yani GAG'lardan meydana gelir. Bu da chondroitin, dermatan ve en yaygın olarak da hyaluronic asit içerir. Bu maddeleri meydana getirmek için vücudunuz glukosamin adı verilen besini dönüştürür. Vücudunuz glukosamin üretir ama tüm bağdokunuzu yeniden sağlığına kavuşturacak miktarda değil.
Vücudumuzun yeni ve sağlıklı dermis dokusu meydana getirebilmesi için bu yararlı besin ile dışarıdan takviye edilmesi gerekir. Glukosamin yiyeceklerde hazır bulunmadığı için Emily'e gıda takviyelerinden kullanmasını önerdim. Günlük 1000 ile 2000 mg arası bir doz, vücuttaki bağdokunuzun GAG'lar ile güçlendirilmesi için yeterlidir. Bağdokunun yapıtaşı glukosaminden dönüştürülen GAG'lardan biri olan hyaluronic asit ayrıca dokularınıza su çekme özelliğine sahiptir. Öncelikli olarak eklemlerde, gözlerde ve en çok da deride bulunur. Cildinizin doğal nemlendiricisidir. Bu maddenin kendi ağırlığının bin katı suyu çekme gücü vardır. Bağdokunuzu yeteri kadar nemli ve maksimum sağlık ve canlılık düzeyinde tutmak önemlidir. Yaşlandıkça vücutlarımız bu olağanüstü maddeden azalan miktarlarda üretmeye başlar, bu durum ağrılı eklemler ve kırışık bir cilde sahip olmamıza neden olur. Hyaluronic asidin yapıtaşı olan glukosamini beslenmenize ekleyerek vücudunuzun içeriden ve dışarıdan suyla donatılmış ve nemli olmasını sağlarsınız.
2. Adım. Amino Asitler, Selülit Çözümleri
Emily'nin beslenmesinin ayrıca damarlarındaki kolajen ve elastin üretimini sağlamak için amino asitlerle de desteklemesi gerekiyordu. Genelde vücudumuz amino asit ihtiyacını kendi amino asit havuzundan veya protein bakımından yeterli beslenme ile karşılar. Protein içeren yiyecekler tükettiğimizde vücudumuz proteinleri çeşitli amino asitler halinde parçalar. Daha sonra bu amino asitleri emerek vücudun ihtiyaçlarına göre sırayla ihtiyaç duyulan bölümlere göre yeniden yapılandırır. Yirmi amino asit arasından sadece on bir tanesi vücudumuz tarafmdan üretilebilir. Ama vücut tüm yirmi amino asit olmadan tam olarak işlev gösteremez, bu sebeple geri kalan dokuz amino asidin yiyecek maddelerinden alınması çok önemlidir. Bu nedenle Emily'nin kaslarını, bağdokusunu ve özellikle kolajen ve elastini kuvvetlendirmesi için gerekli olan vücudumuzun üretemediği temel amino asitler olarak adlandırılan dokuz amino asitten aldığından emin olmak istiyordum.
Vücudunuzun ihtiyacı olan tüm amino asitleri etten alabileceğinizi duymuş olabilirsiniz. Hem evet hem de hayır. Etteki amino asitler -hayvanlarda kolajen ve elastine dönüşmüş halde bulunmaktadır. Vücudunuzun hayvandan aldığı kolajen ve elastini kullanılabilir hale getirmek için önce tekrar amino aside çevirmesi gerekir. Bu besinlere daha direkt ulaşabileceğiniz yiyecekler fasulye, tam tahıllar, yemişler, çekirdekler, sebze ve favorim olan goji meyvesi de dâhil olmak üzere meyvelerdir. Bu bitkisel yiyecekler yeterli miktarda yenerek kalori ihtiyacınızı karşıladıklarında vücuda yeterli miktarda temel yağ asidi sağlayabilir. Vücudunuzun kullanmasının daha kolay olduğu amino asitler içerir.
Emily bitkisel yiyecekler ve tofu gibi zengin protein içerikli besinlerle beslendiği bir diyete sadık kalarak kırmızı et yerine omega 3 yönünde zengin balık ve (derisi ayıklanmış) beyaz etli kümes hayvanları ile beslendi.
3. Adım. Temel Yağ Asitler!
Emily'nin bağdokusunu onarmaya yarayacak başarılı bir diyet ayrıca damarlarına yemden su alabilmek için su çeken maddeler de içermeliydi. Bağdoku için su çeken maddelerin başında keten tohumu ve ceviz gibi çeşitli yemiş ve çekirdekler ile soğuk su balıklarında bulunan temel yağ asitleri (EFA'lar) gelir. Temel yağ asitleri diğer bir mucize besindir. Bu kitap boyunca birçok kez duyacağınız üzere sağlık için faydalarla doludur. Ancak ne yazık ki vücudunuz fazlasıyla ihtiyaç duyulan bu asitleri kendi başına üretemez, bu sebeple temel yağ asitlerini yiyecek kaynakları ve gıda takviyelerinden elde etmeniz gerekir. Emily'e günde iki adet 1000 mg balık yağı EFA gıda takviyesi almasını önerdim, (vejetaryenler için buna alternatif olarak 1000 mg keten tohumu gıda takviyesi ile 100-300 mg mikro yosundan elde edilen DHA gıda takviyesi almalarını öneririm.) EFA gıda takviyeleri almanın yanı sıra Emily'e beslenmesindeki kırmızı et ve margarin içeren hidrojenize yağlar gibi doymuş "kötü" yağları, balık, canola (kolza) yağı ve zeytinyağı gibi " iyi" doymamış yağlar ile değiştirmesini önerdim. Kendisini bu yağları abartısız miktarlarda tüketmesi konusunda uyardım, - iyi yağ da olsalar - fazla tüketmek kilo almaya neden olabilirdi.
4. Adım B Vitaminleri ve Eser Mineraller
Ayrıca glukosamine, amino asit ve EFA'ları harekete geçirerek yeni ve sağlıklı bağdokular elde edebilmek için belirli besinlere daha ihtiyacımız vardır. Bunları fabrikanın çarklarındaki yağlar olarak düşünebilirsiniz. Bunlar vitamin ve manganez, magnezyum, bakır ve çinko gibi eser minerallerdir.
Günlük olarak en az B vitamin komplekslerinin günlük değerinin (GM) yüzde yüzünü karşılayacak bir multivitamin/multimineral kompleksi seçmenizi öneririm. Bu tür bir kompleks en pahalı vitaminlerden biri olduğu için çoğu üreticinin içeriğe eklemekten kaçındığı biyotini de içermelidir.
Ayrıca günlük kullanımın en az yüzde 100'ü oranında eser minerali de içeren bir multivitamin/multimineral kompleksi seçmenizi öneririm. Günlük değer hükümetimizce belirlenmiş bir zorunluluktur ancak vücutlarımızın belli ihtiyaçlar durumunda bu değerden fazlasına ihtiyacı olduğu fark edilmektedir. Bu nedenle birçok durumda GM'den daha fazla oranlarda tüketim yapmanız uygun olacaktır.
Magnezyum veya kalsiyum gibi minerallerden yüzde 100 GM içerecek bir multivitamin/multimineral bulmak oldukça zordur çünkü bu mineraller oldukça fazla yer kapladıkları için yapılacak haplar yutulamayacak kadar büyük boyutta olabilir. Bu minerallerin bazıları için ancak çok yüksek oranlar verimli olabilir.
Ayrıca silikon, bor, vanadyum, nikel ve kalay gibi eser mineralleri için belirlenmiş bir GM oranı yoktur, bu nedenle bu ultra-eser minerallerini de içeren bir multivitamin / multimineral faydalı olacaktır.
Emily'nin diyetini tamamen değiştirmesi ve zor bulunan yiyecekleri tüketmeye başlaması yerine tüm bu vitamin ve mineralleri günlük bir gıda takviyesi tableti ile almaşım önerdim. Aslında tüm bu malzemeleri antioksidan ve anti enflamatuvarlarla birlikte Murad® Glukosa-mine ve Amino Acid Complex Gıda Takviyesi ve Murad® Wet Süit Gıda Takviyesi'ne ekledim. Emily ilk başta biraz şüpheci yaklaştı. "Vitaminler kılcal damar problemimi tedavi mi edecek?" diye sordu. Ondan bir şans vermesini rica ettim ve eğer beş hafta içerisinde sonuçlardan memnun kalmazsa tekrar tuzlu su zerk etme işlemine geri dönebileceğimizi söyledim. "Şu an çok umutsuzum, kaybedecek neyim var ki?" diyerek denemeye karar verdi.
Sadece üç hafta sonra sonuçlara hayret ederek beni aradı. Kılcal damarları gözle görülür şekilde yok olmaktaydı. Beş hafta sonra tekrar arayarak neredeyse hepsinin gözden kaybolduğunu söyledi. Üstelik dahası da vardı.
Vücudu sıkılaşmıştı - sadece basenleri değil her yeri. Yıllar önce kurtulmaya çalışmaktan vazgeçtiği poposunda bulunan küçük selülitli bölge gözle görülür şekilde kaybolmuştu. En iyisi ise voleybol sahasına geri dönmüştü. Oynarken yıllardır olduğundan daha enerji dolu hissettiğini söylüyordu.
2.Derece Selülit: Dermis
Selülitin ilk aşaması olan damarlardaki kalite kaybı her zaman gözle görünür kılcal damarlara yol açmadığı için birçok kadın, durumu Emily kadar erken fark ederek tedaviye başlamaz ve durum sonunda dermiste kalite kaybı seviyesine ulaşır. Dermis damarlarınızdan taze su ve besin sağlayamamaya başladığında kuru ve kırılgan bir hal alır ve canlılığını kaybetmeye başlar. Güçsüz kalan dermis ise; güneş ışığı, sigara dumanı ve her gün maruz kaldığımız sayısız hasara karşı savunmasız hale gelir. Dermis ve içindeki kolajen ve elastin demetleri parçalanır ve dermis altı yağ hücrelerinin bağdoku içerisindeki yukarı doğru hareketine müsaade eder. Bu noktada selülit parmaklarınız la sıktığınızda görülür haldedir ve etkilenen bölgeye parmaklarınızla dokunduğunuzda selülitin varlığı fark edilir.
Endişelenmeyin - bunun iyi bir tarafı da var. Dermisiniz tıpkı damarlarınız gibi -bağdokudan oluşur.
Damarlarınızı onarmak için ihtiyaç duyduğunuz tüm besinler selülitin görünür hal almasını engellemek adına dermisi onarmakta da etkilidir. Dermis savunma diyeti o açıdan çok yönlüdür. Kırışıklıklar da kolajen ve elastinde kalite kaybının sonucu olarak ortaya çıkar. Glukosamin, amino asit, temel yağ asitleri, B vitaminleri ve eser mineraller bakımından zengin gıda takviyeleri alarak ve bu tür yiyecekler tüketerek kolajen ve elastin liflerinizi savunursunuz ve bu durum kırışıklıklarınızın da azalmasını sağlar.
Vücuda maksimum cilt sağlığı için gerekli olan tüm besinleri sağlamakla bağdoku yıkımının tüm etkilerinin onarılacağını biliyordum. Ancak kanıt istiyordum.
Çalışmamızdaki deneklerin normal beslenmelerine devam etmelerini istedik. Bazıları reçete ettiğim gıda takviyelerini kullandılar ve bazıları kullanmadılar.
Deney çift-kör bir çalışmaydı. Yani ne denekler ne de araştırmacılar kimin takviyelerden aldığını bilmiyorlardı. Bunun amacı araştırmacıların görmek istediklerim görme ya da gördüklerini sanma riskini ortadan kaldırmaktı. Çalışmanın başlangıcında ve beş hafta sonra deneklerin kırışıklık ölçümleri yapıldı. Gıda takviyelerini alan deneklerin kırışıklıklarında beş haftada yüzde 34 iyileşme görüldü.
3.Derece Selülit Görünen Cildiniz
Cildinizin en üst tabakası olan epidermis, selülit ve çatlaklara karşı savunmadaki sınır hattınızdır. Selülit dermişten itildiğinde sadece sıkılınca görülebilir haldedir. Epidermis hasar görmüş ve güçsüz ise selülit her zaman görülebilir bir hal alır. Bildiğiniz gibi cildinizin bu katmanı hücrelerden meydana gelir. Vücudumuzun bu parçasım savunmak için bu bölgeye sağlıklı hücrelerin ihtiyaç duyacağı her türlü besini sağlamamız gerekir.
Daha önce de bahsettiğim gibi hücreler hasara maruz kaldığında duvarları parçalanır ve su dışarı sızar. Güçsüzleşmelerine ve etkisiz bir hal almalarına neden olur. Sonuç olarak bu durum yüzeyde kuru ve sert bir cilde neden olur. Güçsüzleşmiş bu hücreler altlarında görünmez halde duran yağları daha fazla tutmaya dayanamaz. Dermiş tabakasını delerek yukarı doğru çıkan dermis-altı-yağlar epidermise yakın hale gelir ve burada görünür selülit haline gelir. Bunu önlemek, cildi yumuşak ve esnek tutmak için hasar görmüş hücrelerin kaybettiği besinlerin yerine konulması gerekir.
Lesitin ve Lipitler
Parçalanan hücre duvarları lesitin ve lipitlerden meydana gelir. Lesitin birçok yiyecekte bulunur, özellikle de yumurta sarısı ve soyada. Hücreleri kuvvetlendirmek için en iyi lipit kaynağı yine dermişe suyu çeken temel yağ asitleridir. Bunun yanı sıra bu EFA'lar sadece hücre duvarlarınızı yeniden yapılandırmaz aynı zamanda kaybedilen suyun da hücreye geri çekilmesini sağlar. Lesitin ve EFA'lar yönünden zengin bir beslenme biçimi hücrelerinizi nemlendirmek ve böylece tüm vücudunuzdaki organları savunmak ve güçlendirmek adına harikalar yaratacaktır. Bu şekilde korunan hücreler için selülit diye bir şeyden söz edilemez. Çok fazla su kaybetmedikleri varsayı-lırsa bu hücreler ele avuca sığmayan yağ hücrelerinin bulunmaları gerektiği yerde yani cildin altında tutulmasını sağlar. Temel yağ asitlerinin yanı sıra beslenmenize Lesitin bakımından zengin ürünleri de eklemenizi tavsiye ediyorum.
Besinlerin yiyeceklerden alınması her zaman daha çok tercih edilir. Ancak düzenli olarak tofu, yumurta vs yemiyorsanız her gün soya lesitini veya onun yapıtaşları olan choline ya da phosphatidycholine içeren gıda takviyeleri almanız faydalı olacaktır, işinize yarayacak miktar günde yaklaşık 2000 ila 4000 mg.'dır. - bir yemek kaşığı dolusu soya lesitin granülü veya bir yumurtaya denk miktarda.
Bilinen En Yaygın Lesitin Kaynakları
Soyalı yiyecekler (mesela tofu)
Soya Lesitin granülleri
Yumurta
Ispanak
Kıvırcık salata
Karnabahar
Fıstık ve fıstık ezmesi
Elma
Portakal
Patates
Ne yazık ki birçoğumuz gerekli besinlerden hücrelerimizin sağlığını koruyacak miktarda tüketmeyiz ve bu sebeple fazla miktarda hücre suyu kaybederiz. Hücre içi su kaybını selülit dışında birçok şekilde hissedebiliriz.
Diyelim ki bol bol su içmemize rağmen kendimizi hala susamış hissediyoruz. Burada bize nemsiz kaldığının mesajını gönderen hücrelerimiz devreye giriyor demektir. Hücreleri su içerek beslemeye çalışabiliriz ancak bu ancak duvarları bütünlüklerini kaybetmemişse ve su içlerinden - yani içimizden - geçip gitmeyi başaramayacaksa mümkün olabilir.
Su prensibi tüm vücudunuzun sağlığını tanımlamaya yönelik unsurlardan meydana gelir. Susuz kalmış hücreler suya doygun olanlara kıyasla işlerini daha az verimle yapar. Karaciğerimiz, beynimiz, kalbimiz, akciğerlerimiz ve diğer tüm organlar maksimum su seviyesinde olmadıkları sürece en verimli şekilde çalışamaz. Eğer hücreleriniz böyle bir durumdaysa hastalık ya da enfeksiyon riskinde iyileşme suya doygun hücrelerle donatılmış olduğunuz duruma göre daha zor gerçekleşir. Nemsiz kalmış beyin hücreleri maksimum verimlilikte çalışmaz bu sebeple zihinsel anlamda yorulmanız çok daha kolay olur. Cildiniz daha kuru ve çatlak olur. Daha az enerjiye sahipsinizdir ve yiyecekleri daha zor yararlı hale gelecek şekilde sindirirsiniz. Hücresel susuz kalma durumunun sonuçlarına selülit gelişimi de dâhil olmak üzere daha birçok kalite kaybı durumunu ekleyebiliriz. Buradan yola çıkarak vücudunuzu nemlendirici besinlerle donatmanın ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlayabilirsiniz.
Su Kaybının Zayıflatıcı Etkileri
Hafta sonları Santa Monica Dağları'nda oğlum ve kızlarımla yürüyüş yapmaya bayılıyorum. Yıllardan beri yürüyüş yaparım ve kondisyonum gayet iyidir. Ancak zaman içerisinde daha erken nefessiz kalmaya başladığımı fark ettim. Daha önceleri kolaylıkla yürüyebildiğim mesafeleri daha çok yorularak tamamlayabilmeye başladım. Geçmişte ihtiyaç duyduğumdan daha fazla suya ihtiyaç duymaya başladım.
Yürüyüşe kavruluyormuş gibi devam ediyordum. Su içmek çok kısa bir süreliğine susuzluğumu yatıştırıyor ancak dakikalar içinde tekrar biraz daha su içme ihtiyacı hissediyordum.
Vücudumun suyu bir zamanlar yaptığı kadar etkili kullanamadığının farkındaydım. Bu yüzden vücudumdaki dokuları nemlendirmek için bilinçli şekilde daha fazla yumurta, soya, balık ve yemiş gibi yiyecekler tüketmeye başladım.
Beslenme düzenime bu besin trafolarından yeteri miktarda ekleyeme-me riskine karşı her sabah lesitin ve EFA gıda takviyesi aldım. Birkaç haftada yürüyüşlerimde çok daha canlı hissetmeye başladım. Çok kısa bir süre sonra yanımda şişeyle su taşıma ihtiyacı hissetmemeye başladım, artık susama hissi yürüyüş boyunca rahatsızlık vermemeye başladı. Los Liones adı verilen zirvedeki bitiş çizgisine ulaştığımda bile hala kendimi enerjik hissediyordum. Zirve enfes bir boğazı ve ardında serilmiş uçsuz bucaksız Pasifik Okyanusu'nu kapsayan nefes kesici bir manzaraya sahiptir. Böyle güzel bir anı çocuklarımla paylaşmak kadar gençleştirici çok az şey vardır. Bu uğruna yaşamak isteyeceğim türden deneyimlerden biridir kesinlikle.
Bu nemlendirme diyeti ile vücut hücrelerime canlılık kazandırdım. Organlarım, sinir sistemim, kalp ve damar sistemim ve diğer her bölgeme uzman tarafından ayar yapılmış oldu. Günlük beslenmenize kısa liste halindeki bu ürünleri ekleyerek basit bir adım atmakla başlarsanız selülit ve çatlaklarınızda şok edici bir iyileşme görmekle kalmayacak aynı zamanda vücudunuzun yenilendiğini hissedeceksiniz. Hem daha iyi çalışıyor olacak hem de dokunduğunuzda daha sıkı olduğunu hissedeceksiniz. Sadece doğru yiyecekleri yiyerek bu maddelerin hepsinden yeterli miktarda aldığınızdan emin olamayacağınız için hastalarıma her zaman yanında gıda takviyeleri de almalarını öneririm. Bu maddelerden yüzde yüz GM'nin üzerinde tüketmek size hiçbir zarar vermeyecektir. Bu besinleri tek tek de alabilirsiniz ya da bunların hepsini birden içeren Murad Glukosamine ve Amino Acid Complex Gıda Takviyesi ve Murad Wet Suit Gıda Takviyesi kullanabilirsiniz.
Selülit ve Çatlak Arasındaki Farklar
Selülit
Damarlarda meydana gelen hasarla başlayan karmaşık bir hastalık ya da sorun. Hormona! ya da kalıtımsal olabilir.
Kadınların %80-90'ını etkiler, erkeklerde nadiren rastlanır.
En çok basen, kalça, diz, üst kol ve karın bölgesinde rastlanır.
Herhangi bir kadında rastlanabilir.
Çatlak
Belirli bölgelerin gerilmesi ile meydana gelen akut bir hasar sonucu ortaya çıkar.
Ergenlik çağındaki kadınların %70'ini, genç erkeklerin %40'ını ve hamile kadınların %90'ını etkiler, (hamileliğin 6 ila 7. aylarında)
En çok kadınların karın, basen ve göğüs, erkeklerin koltukaltı bölgesinde rastlanır.
Aniden büyüme gösteren ergenlerde, devamlı ve ağır şekilde çalışan vücut geliştirmecilerde, yüzeysel ve vücuda tesir eden steroid kullanıcılarında, fazla kilo alıp veren insanlarda (hamilelik de dahil) ve tüberküloz gibi belirli hastalıkları olan kişilerde rastlanabilir.
Çatlaklara İlişkin Biraz Bilgelik, Çatlak ve Selülit
Kitabın başlığı "Selülite Çözüm" olduğu halde genelde selülit ve çatlakları beraber kullanırım. Bunun nedeni birçok benzer yönlerinin olmasıdır. Çatlaklar da dermişte meydana gelen hasarlar sonucu ortaya çıkar. Ancak daha akut bir versiyonudur. Çatlaklar söz konusu olduğunda hasar vücudun uzun bir süre boyunca gerilmiş bir bölümünde meydana gelir. Selülit ile çatlak arasındaki en önemli benzerlik her ikisinde de cilde şeklini veren ve esnek orta katman olan dermişte oluşan zarardır.
Uzun zaman boyunca gergin tutulmuş lastik bir şerit düşünün. Zamanla esnekliğini kaybeder ve güçsüzleşir. Aynı şey bağdokunuzda da meydana gelir. Bağdokunun bir kısmı hasar görerek kırılgan bir hale geldiğinde sivrilen ve esnekliğini kaybeden kısımları görünür hale gelir.
Büyüme, kilo dalgalanmaları, hamilelik ve çeşitli hastalıklar sonucu dermiş gerildiğinde çatlaklar meydana gelir. Bu olduğunda cilt esnekliğini kaybeder ve bağ lifler parçalanır, yüzeyde dalgalı bir görüntü oluşur.
Sonuçta meydana gelen enflamasyon cilde rengini veren hücrelere yani melanocytelere hasar verir. Cildin normal rengine göre çatlaklar önce pembe veya kırmızıdan koyu kahverengi izlere ve hatta daha sonra daha belirgin bir mora dönüşebilir. Bu renk, doku gerildikçe damarların gördüğü zarardan kaynaklanıyor olabilir. Zaman geçtikçe izler düzleşir ve cildinizin normal renginden birkaç ton açık bir renge dönüşür.
Bu pigment eksikliği, zaman içerisinde; olgunlaşmış çatlak izlerine dönüşerek beyaz veya yarı saydam bir hal alır.
Selülit Aşamaları ve Selülit Hakkında Bilgiler
Selülitleriniz olduğu halde onları fark edemiyor olabilirsiniz. Selülitin ilk oluşumları sizin göremeyeceğiniz dermis tabakasında meydana gelir.
1. Aşama
Selülit oluşumundaki başlangıç hareketleri dermis tabakasında meydana geldikleri için görünür değildir. Dermisin kalite kaybı selülit oluşumunun ilk safhasını meydana getirir. Etkilenen bölgelerdeki damarlar parçalanmaya başlar, bu durum da dermisteki kılcal damar ağlarının kaybıyla sonuçlanır. Kalite kaybı devam ettikçe, cilt ihtiyaç duyduğu besinlerin tümünü almaya devam edemez bu da dermis ve epidermisin daha da fazla bozulmasına neden olur. Su, hasar görmüş damarlardan dışarı sızmaya başlar ve atık su şeklinde dokular arasında birikir. Yağ hücreleri kendi büyüklüklerinin iki üç katma genleşir ve bir araya toplanmaya başlar. Bu aşamada epidermis hala sağlıklıdır ve dermis de nispeten sağlığını korumaktadır. Selülite dair hala daha güçlü bir belirtiye rastlanmaz.
Atık su, 1.aşama selülitte de birikmeye başlar. Araştırma merkezimde akne, kırışıklık ve selülit gibi çeşitli rahatsızlıkları olan hastalarla çalışmaktayım. Tüm diğer şeylerin yanında hastalarıma tansiyon, eğik doku oranı, hücre içi ve hücreler arası su seviyesi gibi konularda da testler uygulamakta ve bu seviyeleri de kontrol etmekteyim. Bir hastanın henüz görünür olmasa da biyo-elektriksel özdirenç analizi uygulayarak selüliti olup olmadığını söyleyebilirim. Bu analizde insanın vücudundan çok küçük bir elektrik akımı geçirilir. Akımın ne kadar engelsiz akıp gittiğine bağlı olarak ekipman bize akımın ne kadarının atık su tarafından engellendiğini gösterir. Atık su miktarının fazla olduğunu gördüğümde selülit öncesi doku hasarının başlamış olduğu belli olur.
2. Aşama
İkinci aşamada dermişin kalite kaybı ileri boyuttadır. Bazı bölgelerde hala kan akımının varlığından söz edilebilirken komşu bazı bölgelerde kan akım hızında yüksek oranda düşme gözlenir. Yağ hücreleri daha da çok şişmiştir ve aşırı güçsüz bir hal alan dermisten dışarı ve yukarı doğru itilmeye başlar. Bu durum kan akımını da kötü yönde etkiler çünkü şişkin yağ birikintileri damarları da sıkıştırmaya başlamıştır. Bu da besinlerin cilde ulaşmasını engelleyerek cildin daha da güçsüzleşmesine neden olur. Bu tür bir doku yıkım döngüsü selülit oluşumunu hızlandırır.
Bu aşamada genel olarak vücutta amaçsızca turlayan atık su etki alandaki alanlarda yüksek oranlarda birikim göstermeye başlamıştır. Yüzeysel etkiler hala minimum seviyededir, "portakal kabuğu" görünümü daha hala sıkıştırma testi ile görünür bir hal almaktadır. Yine de cilt yüzeyindeki genel eşitsizlik ve şişkinlik dikkat çekmeye başlar. Selülitin gözleriniz önünden kaçmayı başararak tüm yönlerde sayısız dokuya yapılan saldırı ile vücudunuza nasıl yayıldığına tanık olabilirsiniz. Bu sebeple vücut sisteminize tamamen sağlık ve canlılık getirecek bir ortam yaratmayı amaçlayan kapsamlı bir tedavi öneriyorum. Bu kapsamlı tedavide fiziksel bakımın yanı sıra, kişinin kendisine gösterdiği duygusal bakım da büyük önem taşımaktadır. Ayrıca erken müdahale ve tedavinin de selüliti ne kadar büyük ölçüde engellediğini fark edeceksiniz. Eğer yeteri kadar erken davranabilirseniz ve cildinizi sıkı, genç kalması için gerekli besinlerle donattırsanız bir daha bu pürüzlerle karşılaşmak zorunda kalmayabilirsiniz.
Bu besinlerin iç organlara ve bağdokuya sağladığı, göremediğiniz ancak hissedebildiğiniz yararlarından bahsetmeye gerek bile görmüyorum.
3. Aşama
Bu aşamada 2. aşamada görülen süreçlerin devamı söz konusudur. Damarların kalite kaybı cilt dokularının metabolizmasını etkilemeye başlar. Damarlardaki besin kaybı vücudun protein üretme ve kendini onarma kabiliyetini azaltır ve dermişin incelmesine sebep olur. Ciltteki yağ hücrelerinin çevresinde septum adı verilen sert birikintiler oluşmaya başlar. 3. aşamada cildi sıkıştırmasanız dahi portakal kabuğu görünümü meydana gelir ve selülitlerin dokusu sert ve engebeli bir hal alır.
4. Aşama
Selülitin bu son aşamasında dermis bölgesindeki çıkıntıları kolaylıkla görebilirsiniz: Yağ öbekleri sert protein katmanları ile çevrelenmiştir. Selülite maruz kalan bölgeleri çimdiklediğinizde sert nodüllere rastlayabilirsiniz. Ciddi selülit genelde dördüncü aşamaya ulaşılıncaya kadar uzun yıllar ilerlemiş demektir. Bu aşamada, ciltte aşırı kalite kaybı nedeniyle selülite eşlik eden, hem yüzey hem de deri altı katmanlarındaki sıkılık kaybı da göze çarpar. Selülitin bu aşaması ağrılı olabilir özellikle uzun süre ayakta durulduğunda bacaklardaki su birikimi maksimum seviyeye ulaşır.
Selüliti ne kadar erken tedavi etmeye başlarsanız o kadar başarılı olursunuz. Ancak 4. aşamaya geldiğiniz halde tedaviye başlamamışsanız umutsuzluğa kapılmayın. Programım tüm selülit aşamalarını tedavi edilebilir çünkü asıl olarak vücudunuzda selülite yol açan hasarı tedavi ediyor olacağız.
Selülit Dokusunun Nedenleri
Tüm yağ hücreleri septa ile -yani lifli şeritlerle- çevrilidir. Hücreler zarar gördüğünde bu şeritler sertleşir ve katılaşır. Selülitin ilerlemesi ile güçsüzleşen dermis, yağ hücrelerini yerinde tutma kabiliyetini kaybeder. Güçsüzleşen dermis nedeni ile özgür hale gelen selülit hücreleri şişerek genleşir. Dermisin asıl görevi bağ doku üretmek olduğundan, genleşen bu yağı çevrelemek için daha fazla bağdoku üretir ve septumun daha da sertleşmesine neden olur.
Sertleşen septum yağ hücresinin etrafında genleşemeyecek kadar katılaşmıştır. Yağ lifli materyalin yanlarından dışarı sızmaya başlar tıpkı bir balonun kauçuk lastiklerle sıkıştırılması gibi. Bu nedenle de normal yağ yumuşak ve pürüzsüzken selülit sert ve tümsekli bir dokuya sahiptir. Bu durum ne kadar ilerlemeye devam ederse septum o kadar sertleşir ve septumun çok daha katı olduğu ileri selülit seviyelerine ulaşılır.
Selülitin Temel Bileşenleri
Bozulmuş Kan Damarları
Hasar Görmüş Dermiş
Birikmiş "atık su"
Gittikçe yüzeye yaklaşan, şişmiş yağ hücreleri
İncelen epidermis
Çukurların Ortaya Çıkması
İki temel selülit tipi vardır: yumuşak ve sert
Yumuşak selülit alttaki doku üzerinde kolayca kayarak hareket eder ve geniş bölgeleri kaplar. Vücut hareketi ile sallanır ve sert selülite göre daha çok göze çarpar.
Sert selülit alttaki dokuya sıkı sıkıya bağlı kalın bir dokudur. Vücudu iyi durumda olan genç kadınlarda göze çarpar. Sert selülit genelde dokunmaya karşı duyarlıdır.
Selülitiniz Ne Kadar İleri Seviyede?
Dokularınızı başparmağınız ile işaret parmağınız arasında ya da avuç içleriniz arasında sıkıştırın. Eğer selülit var ise cilt engebeli bir hal alır. Daha ileri safhalarda engebeler herhangi bir kuvvet uygulamadan görünür haldedir.
Selülitin Kronolojisi
Selülitten ilk kez Avrupalı doktorlar tarafından on dokuzuncu yüzyıla girilirken bahsedilmişti. Tıp literatüründe kulağa ilginç gelen bir çok isimle adlandırılmıştı; bunlardan bazıları mezenkimal hastalığı, selülitik dermo-hipodermoz ve panniculosis'tir. 1920'de Fransız bilim adamları Alquier ve Paviot durumu ilk kez tarif etti.
1966'da İspanyol dermatolog M. Bassas Grau selülit dokusunun etrafında sıvı biriktiğini onayladı.
1972'de G.Muller ve F.Nurnberger adlı doktorlar, selülitin meydana geldiği yerde ayrıca elastin sayısında düşüş ve kolajen demetlerinde düzen farklılıkları olduğunu gözler önüne serdi.
1994'te italyan anatomi patologu ve moleküler biyolog Profesör Sergio Curi selülitle normal yağı karşılaştıran çalışmalar yürüterek selüliti farklı bir sendrom olarak ifade etmek suretiyle selülite bilimsel geçerliliğini kazandırdı. Buna rağmen doktorların pek çoğu hala selülitle ilgili tedavilerinde; selülite normal yağ muamelesi yapmaktadır. Bu nedenle de geçmişteki selülit tedavileri ya çok az etki göstermekte ya da hiç etki göstermemektedir.
Selülit ve Normal Yağ Arasındaki Farklar Selülit
Sadece kadınları etkiler
iç bacak, dış bacak, basenler, diz içi, alt ve üst karın, kalça, but, üst kolların arkası, bilekler de gözlemlenir
Sıkıldığında çukur, tümsek ve pürüzlü bir görünüm alır
Cildin içindedir
Vücudun enerji kaynağı olarak kullanılamaz
Normal Yağ
Hem kadınları hem de erkekleri etkiler
Vücudun her yerinde gözlemlenebilir
Sıkıldığında görünümü pürüzsüzdür
Cildin altındadır
Vücut tarafından enerji kaynağı olarak kullanılabilir
Selülit Nedenleri, Selülit Neden Olur
Selülit en çok hormonlar sebebiyle ortaya çıkar. Aslında erkeklerin selülitlerinin olmayışının temel nedeni de vücutlarında kadınlara oranla daha az östrojen hormonu bulunmasıdır. Diğer bir faktör de kalıtımdır. Eğer annenizde selülit var ise sizde de olma olasılığı yüksektir. Bu hormonal ve kalıtımsal faktörler, bazı bölgelerdeki dermisin daha kolay zarar görmesine neden olur. Selülitli bölgelerdeki dermis altı yağ hücreleri deri yüzeyine daha yakındır çünkü dermis hasar görmüştür. Kadınlardaki dokular erkeklerdekilere göre daha az esnektir, bu da kadınların erkeklere göre yaş ve çevre etkileri ile neden daha çabuk hasar gördüklerini gösteren diğer bir etkendir. Bazı nedenlerden dolayı kadınların bacaklarında çok kolay çürümeler meydana gelir ve görünür kılcal damarlar çıkabilir. Bu da zayıf damarların varlığına işaret eder, bu durum da selülitin temel nedenlerinden birini oluşturur. Bu durumun nedeni hormonal veya kalıtımsal olabilir.
Dermis bu hasara dayanmaya çalışırken su kaybeder ve güçsüzleşir. Sonuçta parçalandığında altında sessizce yatmakta olan dermis altı yağlar dikkat çekici bir biçimde yukarı doğru yol almaya başlar. Epi-dermis güçsüz ve susuz ise; incelir ve selülit yüzeyden görülebilir bir hal alır. Selülit ve çatlaklardan kurtulmak için yağları yakmaya değil dermis ve epidermisi onarmaya odaklanmamız gerekmektedir. Selülite ilişkin tanımlar ve nasıl tedavi edileceğine ilişkin öneriler yıllardır tartışmalara yol açmaktadır. Selülit daha çok kozmetik bir problem olarak görülür ve aslında öyledir. Fakat selülit aynı zamanda da tıbbi bir durumdur.
Selülit tıbbi bir bozukluk olarak ifade edilebilir. Önce, gözle görülmeyecek kadar küçük değişimlerle başlar ve bu değişimler yüzeye yansımaz. Görünmeyen bu değişimler daha sonra kendilerini kozmetik problemler olarak su yüzüne çıkarır, biz de bunu genelde çukurlar olarak görürüz. Selülit sürekli ilerleyen bir durumdur. Çok küçük bir pürüz olarak başlayabilir ancak daha sonra hem özgüveni hem de vücut sağlığını derinden etkileyen büyük bir engele dönüşebilir.
İki Tür Vücut Dokusu
Vücudu geniş bir açıdan anlamaya başladığımda aslında iki tür doku olduğunun farkına vardım.
Hücreler. Sert deri hücreleri, mesela karaciğer hücreleri ile aynı değildir. Sadece temel özellikleri aynıdır. Her hücrenin lipidler yani yağlardan ve lesitinden oluşan bir zarı ya da koruyucu duvarı vardır. Hücre duvarlarının içerisinde sitoplâzma adı verilen bir madde ve sitoplâzmanın içinde de hücre çekirdeği vardır. Çekirdek hücrenin kontrol merkezidir, yani beynidir. Hem sitoplâzma hem de çekirdek baskın olarak sudan meydana gelir.
Kalp, beyin, kemikler ve epidermis hücrelerden meydana gelir.
Bağdoku. Bu dokuda çok sayıda hücre bulunur ve baskın olarak lifli materyallerden meydana gelir. Birçok organı vücudun geri kalanına bağlar. Bağdoku vücudun yapı maddesini ihtiva eder (Glycosami-noglycan veya GAG'lar.)
Bu, kendi ağırlığının 1000 katı kadar su taşıyabilen su sever hyaluronic asit gibi materyallerden meydana gelen yarı katı bir maddedir. Hyaluronic asidin yapıtaşı glukosaminedir. Kolajen ve elastin bağdokuyu gergin tutar ve şeklini korumasını sağlar. Kolajen ve elastinin yapıtaşları ise; yiyeceklerden aldığımız amino asitlerdir. Damarlar, sinirler, tendonlar, kiriş dokular ve dermis bağdokudur.
Selüliti onarmak için vücudunuzdaki hücreleri ve bağdokuları besinlerle takviye edip, su ile sağlıklı kalmalarını sağlayarak güçlendirmeli ve nemlendirmelisiniz.
Damarlar
Damarların besini dolaştırma kabiliyetlerini kaybetmeleri selülit oluşumunun en önemli nedenlerindendir. Cilt vücudun en dış tabakası olduğuna göre besinlerin damar yolu ile tüm yolu geçerek en sonunda cilde ulaşmaları gerekir. Damarlar kalbin bağdokuları oldukları için ciltteki dermisle aynı şekilde hasar görebilir ve aynı hasar verici sonuçları meydana getirir.
Hasar görmüş damarlar sağlıklı damarların ulaştıkları yerlere ulaşamaz. Selüliti olan kadınlarda sıklıkla hasarlı kılcal damarlara, varis damarlarına rastlanır aynı zamanda çürüklere ve morluklara karşı savunmasızdır. Damarları güçlendiren ve bölgeye kan akışını artıran herhangi bir etken dermisi ve üstündeki cilt hücrelerini de güçlendirecektir. Onarılmış damarlar, dermis ve epidermise yeniden gerekli besinleri ve suyu taşıyarak hücre duvarlarını ve bağdokuyu onarabilir.
Bu durum da çukurları ve varisli damarları azaltır.
Selülit durağan bir sorun değildir. Tedavi edilmediği takdirde kötüleşir. En iyi tedavi erken müdahaledir.
Meydana Çıkan Selülit
Basen bölgesi selülit birikimine karşı en dayanıksız bölgelerden biridir. Normal sağlıklı bir basene baktığınızda, yüzeydeki epidermis yumuşaktır. Cilt sıkıdır çünkü dermis kalın ve hasar görmemiştir. Kolajen ve elastin demetleri güçlüdür. Kılcal damarlar dermisin en üst bölgelerine kadar ulaşabilmekte ve besin ve arındırıcı sıvılar taşıyarak kan takviyesi yapmaktadır.
Normal basen dokusunun ultrason görüntüleri çok az atık su içeren kalın ve nemli dokuların varlığını gösterir. Mikroskop ile fibroblastların aktivitelerini görebiliriz. Bunlar, bağdoku içerisinde bulunan ve kolajen ve elastin üreten hücrelerdir. Fibroblastların bir elma ağacı olduğunu varsayarsak; kolajen ve elastinleri de elma olarak düşünebiliriz. Sağlıklı bir basende fibroblastlar aktif olarak dermis içerisindeki sıkılaştırıcı iskeletleri üretmektedir. Dermisteki yağ hücreleri şişmez ya da kümeler halinde bir yerde toplanmaz. Tamamen birbirlerinden ayrı ve belirli bir çap mesafede durabilirler. En önemlisi ciltte görünen selülit yağ birikintisine rastlanmaz.
Şimdi bunu sağlıksız bir basen ile kıyaslayalım. Damarlardaki hasarın sonucu cildin yüzeyinde hasar görmüş kılcal damarlar ya da örümceğe benzeyen varisler görebilirsiniz. Cildin en üst katmanı stratum corneum kuru ve sert dokuludur. Parçalanmakta olan nemsiz kalmış hücreler sebebiyle çatlamalar görebilirsiniz.
Cilt sıkı değildir ve cildin sıkılığını sağlama kabiliyetini kaybeden hasar görmüş bağdoku sebebiyle torbalar oluşmuştur. Sağlıksız basendeki dermis altı yağlar şişmeye başlamıştır ve çevrelerinde lifli öbekler oluşmuştur. Sonuçta, kadınların tümünün ciltlerinde görmekten en rahatsız oldukları sorun selülit ortaya çıkmış olur. Dermisin ve epidermisin nemsiz kaldığı ve az beslendiği bölgeler dermis altında bulunan yağların yüzeye çıkmasını engelleyemeyecek kadar güçsüzdür. Bu geleneksel yöntemlerdeki kilo kaybının neden işe yaramadığının göstermektedir. Selülit bir "yağ" problemi değildir - bu "dermatolo-jik" ve "hücresel" bir problemdir. Bu sebeple kullanılan metodlar yağ hücreleri yerine komşu bağdoku ve cilt hücrelerinin değiştirilmesini hedeflemelidir.
Çatlak Nedenleri ve Selülit İçin Bilgiler
Selülit Nedir
Bildiğiniz gibi yağ dokusu vücudun birçok bölgesinde değişen oranlarda bulunur. Öncelikli olarak organlar için koruyucu bir kılıf oluşturur ve enerji deposu olarak işlev görür. Normal yiyecek alımınızı azalttığınızda; vücudunuz, otomatik olarak depolanmış yağ rezervini yakmaya başlar. Düşük kalori diyetlerinde birçok bölgede yağ atılırken selülit öbekleri olduğu yerde kalır.
Cildin altında bulunan yağ, kasları kaplayan yağdır. Harcayacağınızdan daha fazla kalori aldığınızda; yağ birikme yapar ve bu yağlar ancak diyet ya da egzersiz yaptığınızda yok olur. Uyguladığınız diyet ya da egzersiz ne olursa olsun, kilo verdiğinizde vücut yağ oranınız düşer fakat ölçülebilir bir selülit oram düşüşü gözlenmez. Burtun nedeni selülite yol açan yağların dermal tabakada hapsolması ve vücudun bu yağları yakıt olarak kullanmamasıdır. Diğer selülit tedavilerinin çoğunun temel sorunu; sadece cilt ve deri altında tabaka oluşturan bağdokulardaki yağları hedef almalarıdır. Bu yaklaşım işe yaramaz; çünkü dermal tabakadaki yağ normal yağın yanıt verdiği tedavilere aynı şekilde yanıt vermez.
Derinin alt tabakasındaki yağ ne yazık ki her zaman yerinde kalacaktır Ancak iyi haber, her gün uygulayacağınız birkaç basit adım ile onları görünmez kılabilirsiniz.
Cildin Katmanları
Stratum corneum (boynuzsu katman) cildin en üst tabakasıdır. Ölü ve ölmekte olan hücrelerin lipid (yağ) bir zar ile bir arada tutulmuş halinden meydana gelir. Bu hücreler atıldıkça epidermisin altında yeni hücreler meydana gelir ve üstlerinde ne var ne yoksa iterek ilerler. Stratum corneumun evinizin çatısı olduğunu düşünebilirsiniz. Tıpkı çevresel hasarlara karşı koruma sağlayan bir kılıf gibi.
Canlı epidermis cildin üst tabakasıdır, stratum corneum ile altında bulunan cilt tabakasını birbirine bağlar. Ölmekte olan hücrelerin ihtiva ettikleri su miktarı gitgide azaldıkça stratum corneuma doğru ilerler. Bu durum güneş ışınları ve diğer çevresel stres gibi yaklaşmakta olan hasar için önemli bir savunma yöntemidir. Dermis vücudun yapı malzemesi olarak bilinen lifli materyaller ve diğer maddelerden oluşur. Bir bakıma vücudun geri kalan kısmını temsil eden daha küçük bir bölümü denebilir. Kan damarları, sinirler, bağdoku, bezler ve tüy folikülü gibi daha küçük organellerin birleşiminden meydana gelir. Dermis cildinizin esasını oluşturur. Cilde esnekliğini verir. Sağlıklı bir dermis sıkı bir cilt olarak sağlıksız bir dermis ise; sarkma ve kırışıklık olarak kendisini gösterir. Dermis şunlardan oluşur:
Glycosaminoglycan (GAG) adı verilen maddeler; su tutma kabiliyetini geniş ölçüde etkileyen yarı katı maddeler.
Kolajen ve elastin, dermisin iskeletini oluşturur. Dermisin kerpiç bir ev olduğunu düşünecek olursak; yapı malzemesini oluşturan çamur, kolajen ve elastin ise; bütünü bir arada tutan saplı lifler olarak düşünülebilir.
Kırışıklıkların direkt nedeni kolajen ve elastinin hasar görmesidir. Deri altı yağı dermis tabakasının altında sıkışıp kalan, yakıt olarak yakılamayan yağdır. Üzerinde bulunan dermis ve epidermis hasar görür, zayıflarsa; bu yağlar kendini yüzeye doğru itecek ve görünür selülitleri meydana getireceklerdir.
Bağdoku tabakası vücut bileşenlerini birbirinden ayıran lifli materyaldir. Bir bifteği düşünecek olursak; bağdoku tabakası bifteğin yağı ile etini ayıran tabakadır.
Normal yağ fazla yediğinizde ortaya çıkar, egzersiz yaptığınızda ise; yakıt olarak yakılır. Selülite yol açmaz.
Kilo kaybı, esneme, güçlendirme egzersizleri ve aerobik vücudunuz için faydalı olduğu halde selüliti iyileştiremezler çünkü selülitin yaşadığı dermiş tabakasını değil sadece kas ve yağları hedef alırlar.
Çatlaklar ve Selülit Hakkında Bilgiler
Selülit Nedenleri
Selülit ve Normal Yağ Arasındaki Farklar
Selülitin Tarihçesi
Selülit Dokusunun Nedeni
Selülitin Aşamaları
Çatlak Oluşumu ve Selülite İlişkin Bilgiler
Çatlak ve Selülit Arasındaki Farklar
Selülitin Yarattığı Hasarı Onarmak
Selülit Tedavisi ve Selüliti Önlemek
Selülit Diyeti
Selülitte Murad Gıda Pramidi
Selülit Azaltıcılar
Selülit İçin 9 Yol
Anti-Selülit Tedavisi ve Selülit Giderme
Detox Diyeti
Lazer Lipoliz ve Liposuction
Bağdoku Üretimini Desteklemek
Aleo Vera ve Spa Bakımı Tedavisi
Mezoterapi
Etiketler: Selülit ve Çatlaklar
HIV'e Karşı Dezenfeksiyon Yolları
Çağın bu en tehlikeli bulaşıcı etkeni aslında oldukça dayanıksız bir virüstür. Enfekte vücut sıvılarından eşyayı temizlemek için yalnızca yıkamak bile oldukça yeterli bir yol. Sabun da virüsün eşyaya tutunmasını büyük ölçüde engelleyen bir madde Güvencede olmak, sağlıklı kalabilmek için gereken temizlik kurallarından bu bölümde sözedeceğiz.
Virüsün vücut dışında bir laboratuar-da gün boyunca yaşatılabildiği doğru mu?
Evet. Paris Üniversitesi'ndeki Pasteur Laboratuarında bilim adamları virüs için ideal olan steril şartları deney tüpünde sağlayarak bunu gerçekleştirmişlerdir. Bu deney günlük hayatta steril şartların var olması sözkonusu olamayacağından geçerli kabul edilemez. AİDS'in dünyaya yayılışı ve bulaşma tehlikesi açısından bu deneyin açıklayıcı bir özelliği yoktur.
AİDS mikrobuna etkili dezenfeksiyon maddeleri nelerdir?
Temelde klor ve alkol içeren bütün dezenfeksiyon maddeleri Özel olarak: Hipoklorit çözeltileri: Çamaşır suları, klor içeren ev temizlik maddeleri, formaldehit, propil-ve izopropil alkol, etilalkol AİDS virüsüne karşı düşük konsantrasyonlarda bile etkilidir. Hidrojen peroksit ve lizol de aynı etkiye sahiptir. Eczanelerden bu maddeleri kapsayan ürünlerin adları öğrenilebilir. Diğer pek çok kimyasal dezenfeksiyon maddelerinin de AİDS virüsüne karşı etkili olduğu söylenebilir.
AİDS virüsü hangi ısılarda zarar görmeden yaşayabilir?
Pek çok kapsamlı araştırma AİDS virüsünün 56 derecenin üzerinde hemen öldüğünü göstermiştir. Hücreden zengin bir materyal değilse iki dakika içinde, hücreden zengin bir materyal ise 10 ila 30 dakikalık süre sonunda istenilen sonuca ulaşılır.
Hangi dezenfeksiyon maddeleri etkisizdir?
Genelde kullanılan deyimiyle deterjanlar. Etkisiz olduğundan kuşku duyduğunuz dezenfektan maddeler için eczacınıza danışınız.
AİDS virüsleri UV (ultra viole) ışınlaması ile öldürülebilir mi?
Yapılan bir araştırmada AİDS virüsünün öldürülebilmesi için kullanılması gereken UV dozunun normal kullanımdaki dozdan çok daha fazla olması gerektiğini göstermiştir. Araştırmalar sona erdirilmemiştir. Yine de alışılmış dozda bir UV ışınlamasının araç ve gereçleri sterilize ve dezenfekte etmeye yetmeyeceği düşünülmelidir.
AİDS'e Karşı Duyulan Gereksiz Korkular
AİDS danışma merkezleri bu kişileri iyi tanır. Yaptırdıkları on antikor testi negatif sonuç vermesine karşın, hala enfeksiyon kaptıkları korkusu içinde ve panik halindedirler. Riskli bir durum yaşamışlarsa, veya kan nakli yaptırmışlarsa antikor oluşması uzun sürebileceğinden endişe içinde olmaları, test sonucunu tatminkar bulmamaları doğaldır. Test yaptırmaya kısa aralıklarla devam etme çözümsüzlüğü içine itilirler. AİDS'e yakalanma korkusunu içlerinden söküp atmaları kolay değildir.
Kısa bir süreden bu yana kilo kaybı ve îşyerimde yorgunluktan şikayetçiyim. Bunlar AİDS hastalığına yakalanmış olduğumun işaretleri midir?
Hayır. AlDS'li olduğunuzun kesin tanısı virüsün kanınızda belirlenmesi iledir. AİDS virüsünü taşımanız da AİDS hastalığına yakalanacağınız anlamına gelmez. Bu tür şikayetlerinizin pek çok başka nedeni de olabilir. Ama bu nedenler aydınlatılmalıdır.
Enfeksiyon riski taşıyan bir durum yaşamadığım halde AİDS virüsünü almış olabileceğim endişesinden kendimi kurtaramıyorum. Ne yapmalıyım?
Bu sizin uzun süreden buyana bilinçaltınızda yaşamınıza dair endişelerinizin, suçluluk duygularınızın olduğunu gösterir. Bu suçluluk duyguları ve korkularınız şimdi AİDS'le kendini ortaya koymaktadır. Tıbbi olarak da antikor testiniz negatif sonuç verip enfekte olmadığınız belirlendiğinde yatışıp, bir süre sonra korkularınız yeniden depreşiyorsa, köklerini geçmiş yaşamınızdan alan bu durumunuzun psikoterapi ile ele alınması gerekir. Sizi bu korkulu hale iten nedenin belirlenerek tedavisinin yapılması Almanya'da sigorta şirketlerinin karşıladığı bir tedavi biçimidir. Bu tür psikiyatrik tedavilerin yürütülebileceği merkezleri aile doktorunuzdan, tabip odalarından, AIDS-yardım ve danışma merkezlerinden öğrenebilirsiniz.
AİDS Taşıyıcıları ve AİDS Hastaları ile Evde Yaşam
Aids Korunma Yolları
Antikor testi pozitif çıktığında hastanın ailesi ve çevresinin duyduğu endişe, tıpkı hastanın duyduğu endişe kadar büyüktür. Enfeksiyonu taşıyan kişinin soyutlanmaması gerekmektedir. Korku ve endişelerine karşın yakınları ve eşi onunla yaşamaya devam etmek durumundadır. Bu korku ve endişelerinin temelinde mikrobun kendilerine bulaşması tehlikesi var-dır. Çaresizliğin, ölümü düşünmenin yarattığı bu korkuyu tamamen ortadan kaldırmak mümkün değil. Bu bölümde AİDS taşıyıcısı veya hastalarıyla birlikte yaşamanın tehlikeleri nelerdir, bu hastalığın şanssızlığını hafifletmenin yolları nelerdir, bunlardan söz edeceğiz.
AİDS tablosu bütün belirtileriyle ortaya çıkmış durumda. Yaşamak için ne kadar süre kalmış demektir?
Kalan süreyi şu kadar ay veya şu kadar yıl şeklinde tanımlamak güçtür. Her AİDS hastası kendine özgü bir süreç yaşayacaktır. Kişinin AİDS tablosu içinde ne kadar süre yaşayacağı, hangi hastalıkların baş göstereceğine, doktorların enfeksiyonlarla ne ölçüde baş edebileceklerine bağlıdır. AİDS'le ilgilenen doktorlar hastaların kendilerine oldukça geç başvurduklarından, böylelikle enfeksiyonla mücadelede şanslarını oldukça azalttıklarından yakınmaktadırlar. Tıbbın bütün olanaklarının seferber edilmesine karşın pek çok hasta hastalığın ortaya çıkışından üç ila beş yıl sonra pek çok enfeksiyondan biri nedeniyle kaybedilmektedir.
AİDS taşıyıcısı veya hastası ile aynı evde yaşamak tehlikeli midir?
Hayır. Evdeki temaslar, örneğin ortak yemek takımı, banyo ve tuvalet kullanımı bulaştırıcılık tehlikesi taşımaz. Bu bilimsel olarak da ABD'nde virüs taşıyıcısı birer kişi bulunan 30 ailede uzun süren gözlemler sonucu belirlenmiştir. Diş fırçası, traş takımı, manikür aletleri ortak kullanılmamalıdır. Manikür aletleri gibi aletlerin ortak kullanımı gerekiyorsa mikropsuz hale getirilmeleri gerekir, ki bu da klor içeren dezenfeksiyon maddeleri ya da alkol ile mümkün olabilir. (Eczacınıza danışınız)
Kendim için değil, ama çocuklarım için endişe duyuyorum. AİDS'ti kişi evimize
ziyarete geliyorsa veya onunla aynı evde yaşıyorsak çocuklarım tehlikede mi?
Hayır. Bulaşma yollarını göz önüne getiriniz. Sperm sıvısı veya kan, sizin kanınıza bulaşmadıkça enfeksiyon tehlikesinden söz edilemez. Gündelik yaşamda çocuklar için bir tehlike söz konusu değildir. Onunla öpüşmek veya bardağından su içmek tehlikeli kabul edilmez.
AİDS taşıyıcısı veya hastalarının gece terlemelerinde bulaşma söz konusu olabilir mi?
Hayır. Terde bugüne kadar AİDS virüsüne rastlanmamıştır. Dünyada bugüne kadar bu yolla bulaşma bildirilememiştir.
AİDS hastalarının idrar ve dışkıları dezenfekte edilmeli midir?
Hayır. Bu vücut salgıları tehlikeli değildir. Bu salgıların dezenfekte edilmeden tuvaletten kanalizasyona sevkedilmeleri uygundur.
Gökkuşağı renklerini taşıyan amblemin AİDS'le ilgisi nedir?
Bu renkleri taşıyan amblem AİDS'e yakalanan kişilerin arasındaki dayanışmayı simgeler. Elbette kişinin bulaştırma riski taşıdığını da simgelemektedir aynı zamanda.
AİDS taşıyıcısına ait çamaşırlar dezenfekte edilmeli midir?
AİDS virüsü 56 derecede ölmektedir. 95 derecede yıkanan çamaşırlar AİDS virüsünden doğal olarak arınmaktadırlar. Bulaşmanın enfeksiyon etkeninin doğrudan kana karışması ile mümkün olduğunu bilmekteyiz. Bu nedenle AİDS taşıyıcısı ya da hastasına ait çamaşırların ilk bakışta bulaştırma riski taşıdığından söz edilemez. Yinede düşük derecede yıkanacak çamaşırların akşamdan dezenfekte edici bir solüsyon ya da çamaşır suyu içinde bekletilmeleri uygun olacaktır. Bu maddeler eczanelerden temin edilebilir.
Birlikte yaşadığım AİDS hastasında deri tümörleri var. Mikrop bana bulaşır mı?
Hayır. Deri tümörü olmasına karşın dokunabilir, sarılabilir ve ona bakmaya devam edebilirsiniz. Derideki kanserleşmiş mavi mor düğümcükler bulaştırıcı değildir. Hasta kişinin kanı sizin kanınıza karışmadıkça onunla deri teması tehlikeli değildir.
AİDS Virüsü Bulaştığında Yapılacaklar
Aids Hastası Olanlarda Durum
Antikor testi pozitif çıktığında iş işten geçmiş midir? Genellikle bu sonuçla karşı karşıya kalan kişilerde vahşi bir yaşama açlığına dönüşen panik ve depresyon görülmektedir. Oysa hastalıktan uzak kalmak, yıllarca normal sayılabilecek bir yaşam sürebilmek olasılığı da vardır. Bu şans rastlantısal değildir. Hastalığı sakin karşılamakla artar, paniğe kapılmakla kaybedilebilir. Önemli olan test sonucunun şokunu atlattıktan sonra yaşamınıza tekrar sahip çıkmanızdır. Arkadaşlarınız, belki de eşiniz mümkün olduğunca kendisini bir kenara çekecek, meslektaşlarınızın değişen davranışları ile karşılaşacaksınız, sosyal çevrenizde değişiklikler başgösterecek.
Bu bölümde karşılaşacağınız zorluklar konusunda size yol gösterilecek, neler yapıp neler yapmamamız konusunda fikir verilmeye çalışılacak.
Kişi AİDS virüsünü almışsa sağlığını korumak için nasıl davranılmalıdır?
Kişi,
Savunma sistemini olabildiğince korumağa
çalışmalıdır.
Yeterli uyku, iyi beslenme, nikotin ve alkol benzeri zararlı alışkanlıklardan uzak durmak gibi sağlıklı yaşam ilkelerine uyulmalıdır.
Fazla güneşlenme ve solariumdan uzak durulmalıdır.
Cinsel yolla bulaşan belsoğukluğu vb. hastalıklardan, seyahatlerde bulaşabilecek sıtma, hijyen koşullarının yetersiz olduğu ülkelerde söz konusu olan barsak enfeksiyonlarından, B-Hepatit gibi ağır enfeksiyon hastalıklarından korunmak gerekir. Çünkü bunlar immün sisteme daha fazla yük olurlar.
Prezervatif kullanarak yeniden AİDS etkeni HIV almamaya da dikkat etmek gerekir. Yeniden, daha çok sayıda virüs almak hastalığın gidişini etkileyecektir.
Ruhsal çöküntü ve panik duygularına karşı psikoterapi yardımıyla yeniden denge kazanmaya çalışmak gerekir. Çünkü ruhsal durum vücut savunma sistemini etkilemektedir.
Ateşli hastalıklar, gribal enfeksiyonlar gibi hastalık hallerinde derhal doktorunuza başvurmalı, tedavi altına girmelisiniz. Sağlığınızla ilgili bir şikayetiniz olduğunda bunun AİDS hastalığının ilk belirtisi mi olduğu konusunda korku duymanız doğaldır. Bu nedenle derhal AİDS konusunda uzman bir doktora ya da kliniğe başvurarak şikayetinizin nedenini aydınlatmalısınız. Sözkonusu belirti AİDS hastalığının bir belirtisi midir, yoksa başka bir nedeni mi vardır? Örneğin yorgunluk hissetmek genel bir dolaşım yetersizliği nedeniyle de olabilir. Lenf düğümlerindeki büyümenin nedeni ilgili bölgedeki bir iltihap olabilir. Başvuru adreslerini sağlık meslek odalarından elde edebilirsiniz. Kitabın sonunda da bu adreslerde sözedilmektedir.
AİDS taşıyıcısının virüsü başkalarına bulaştırmaması için nelere dikkat etmesi gerekir?
Genel olarak bu kişilerin kan, sperm, anne sütü, çok az bulaştırıcı özellik taşısa da tükrük gibi vücut sıvılarının bulaştırıcılığından başkalarını korumaları gerekir. Bunun için: Hiç bir koşulda kan ve sperm vermemeleri, organ bağışlamalarının mümkün olmadığını bilmeleri gerekir.
Cinsel ilişkide güvenli seks kurallarına dikkat etmeleri gerekir.
Bugüne kadar ilişkide bulundukları kişileri durumlarından haberdar etmelidirler. Bu kişilere açıklamada bulunmak sizin için güç olacaksa, bunu başvurduğunuz merkezin halletmesi için bilgi veriniz.
Sizle herhangi bir nedenle ilgilenecek her doktoru durumunuzdan haberdar ediniz.
AİDS virüsünü almış kişide gelişecek aşırı korku hali hastalığın başlamasında etkili midir?
Evet. Korku ve vücut direnci arasında ilişki olduğu açıktır. Aşırı korku vücut savunma sisteminin gücünü azaltır.
Antikor testimin pozitif sonuç verdiğini öğrenmiş bulunmaktayım. Şimdi ne yapmalıyım?
Testten sonraki altı hafta içinde kesinlikle yapmamanız gerekenler şöyle sıralanabilir:
Virüsü alan her kişinin hastalığa yakalanmadığını düşünerek, yaşamınızın son bulacağı gibi bir düşünceye kapılmamalısınız. Mikrop alındıktan sonra hastalık tablosu ortaya çıkana kadar çok uzun bir süre geçebilir. Bu süre içinde yeni tedavi yöntemleri keşfedilebilir.
Sizinle mikrobu bulaştırabileceğiniz yakınlıkta bir ilişkisi olmamış, uzak tanıdıklarınıza durumunuz hakkında bilgi vermeyiniz.
İşvereninizi durumunuzdan haberdar etmeyiniz.
Mesleğinizle ilgili yeni kararlar vermeyiniz.
Ekonomik durumunuzla ilgili yeni kararlar vermeyiniz.
Geleceğinizle ilgili konularda kararlar almayınız.
Test sonucunuzun pozitif olduğunu öğrendiğinizde yapmanız gereken üç şey ise şunlardır:
İlk haftalarda sizi baskı altına alan, korkutan bu haberi AİDS merkezlerindeki uzmanlarla göğüslemeye çalışınız. Bu uzmanlar gözlemlemişlerdir ki, genellikle kişilerde bu ilk zaman sonrasında yeni yaşama durumuna uyum sağlayacak psikolojik güç gelişmektedir.
İlk haftalarda korku, öfke, isyan duyguları gelişse de, anlamsız bir suçluluk duygusuna kapılmamalısınız.
AlDS'liler dayanışma ve danışma merkezleriyle ilişki kurmalısınız.
Antikor testim ve onay testim pozitif. Yani HIV taşıyıcısıyım. Psikolojik yardım alacağım yerler nereleridir?
Aranızda güven duygusunun geliştiği ev doktorunuz ve bir psikoterapistin işbirliği ile,
AlDS'liler dayanışma gruplarından birine katılımla,
AİDS danışma merkezlerinden birine müracatla,
Uyuşturucu bağımlılarına hizmet veren merkezlerden de bu konuda yardım alınabilir.
AİDS virüsünü alan kişide hastalığın başlamasını engelleyecek bir tedavi biçimi var mıdır?
AİDS'in gidişini frenleyecek terapi denemeleri vardır.
AİDS virüsü alan kişinin hastalığa yakalanma tehlikesi ne ölçüdedir?
Bilim adamları bu konuda kesin bir görüşe varmış değillerdir. Bugüne kadar araştırmacıların geneli, riskin %40 ila %60 arasında olduğunu söylemektedir. Bu mikrobu alan her on kişiden dört ila altısının belki de hastalığa yakalanmayacağı anlamına gelmektedir. Enfeksiyonun hastalığa dönüşmesi için uzunca bir süre geçeceği bilinmektedir.
Normalde virüsü alan kişide AİDS hastalığı ne kadar sürede ortaya çıkar?
Kuluçka devresi AlDS'de oldukça uzun sürebilir, sekiz, dokuz hatta onbeş yıl gibi. Ama tablo altı ay gibi kısa süre sonra da ortaya çıkabilir. Genelde pek çok kişi 5 veya 10 yıl sonra hastalık tablosu ile yüz yüze gelmektedir.
AİDS virüsü taşıyorum, ama hastalığa ait belirtiler yok. İmmün sistemimin zarar görüp görmediği belirlenebilir mi?
Evet. İmmün sistemin o anki durumunu belirleyen laboratuar testleri vardır. Bu testler al ve akyuvarların sayılarını belirleyen kan sayımı, vücut savunma sistemine ait T-Yardımcı hücreleri ve onların karşı oyuncuları olan T-baskılayıcı hücrelerinin karşılaştırılması, derinin yabancı maddelere karşı savunma kapasitesini ortaya koyan deri testi (Merrieux test) olarak sayılabilir.
Bu testler immün sistemin o anki durumunu ifade eder ve olması gereken değerlerle karşılaştırılarak fikir edinilir. Yine de bu testler AİDS hastalığının ne zaman başlayacağını kesin olarak belirlemeye olanak tanımaz.
AİDS virüsü taşıyanlarda immün sistemi harekete geçirici yollara başvurmak vücudun AİDS'le mücadele gücünü arttırır mı?
Bu yola başvurmak keskin bir kılıçla oynamaya benzeyecektir. İmmün sistemi stimüle etmek aksi sonuçlara. yol açabilir. Bu yolla savunma sistemi hücreleri çoğalmak üzere bölünecektir. Bu durumda vücutta AİDS etkeninin de çoğalma göstereceğini hesaba katmak gerekir. İlk bakışta bile bu yolun bir çelişki olduğu ortadadır. AİDS virüsleri vücutta savunma hücrelerine musallat olurlar. Bu hücreler bölünerek çoğaldıklarında virüsler de çoğalacaktır.
AİDS taşıyıcısı olduğu belirlenen kişi derhal işinden mi olacaktır?
Hayır. Hastalık belirtileri ortaya çıkıncaya kadar taşıyıcı kişi işinin başında olabilecektir. Belirtisiz geçecek süre uzun yıllar sürebilir. Hatta bu süre on beş yıla kadar uzayabilir.
HIV taşıyan bir kişinin koleranın hala ratlandığı ülkelere yapacağı zorunlu yolculuk nedeniyle kolera aşısı olmasını önerir misiniz?
Kolera aşısının pek çok yan etkileri vardır. Böyle bir durumda aşının koruyuculuğu ile yan etkileri kıyaslandığında uzak durulması görüşündeyim.
AİDS virüsü taşımama karşın tetanoz aşısı olabilir miyim?
Evet. Tetanoz aşısı tetanoz etkeninin değiştirilmiş, güçsüzleştirilmiş zehirinden elde edilen toxoid bir aşıdır. Vücut aşıya karşı antikor, karşı zehir üreterek korunma sağlar. HIV enfeksiyonunda toxoid aşılardan sakınmak gerekmez. Ama yine de durumunuzu bilen bir hekimle görüşmek yararlı olacaktır.
HIV taşıyıcısının kendini ağır seyredecek enfeksiyonlardan korumak amacıyla grip aşısı yaptırmasını önerir misiniz?
HIV taşıyıcısının immün sisteminde değişiklikler baş göstermediği sürece grip aşısı yaptırması uygundur.
Güneydeki ülkelere yolculuk yapacak bir AİDS taşıyıcısının tifüse karşı aşılanması öneriliyor mu?
İmmün sistem işler halde, sağlam ise bu aşıyı yaptırmamak için bir neden yoktur.
AİDS virüsü taşıyıcısıyım. Sıtma riski olan bir ülkeye zorunlu bir seyahat yapmak durumundayım. Korunmak için ne yapabilirim?
Böyle bir ülkeye gerçekten gitmek zorunda iseniz "Resochin" profilaksisine gereksiniminiz var demektir. Ama bu ülkelerdeki sıtma etkeninin "Resochin"e kısmen direnç kazanıp kazanmadığının da bilinmesi gerekir. Bu durumlarda "Fansidar" adlı ilaç da diğer ilaçla birlikte kullanılmalıdır. Diğer tedbirler konusunda doktorunuz ve sizle ilgilenen sağlık kuruluşuyla konuşmanız gerekir. Her olasılığa karşı sıtma etkeni ile ilgili ilaçları yanınızda bulundurmalı ve sinekler tarafından ısırılmamaya dikkat etmelisiniz.
Uyuşturucu Bağımlıları ve Aids Tehlikesi
Uyuşturucu bağımlıları içinde özellikle tehlikede olan grup uyuşturucu maddeyi damar içine enjekte eden gruptur. Bu kişilerin çok daha fazla yardıma gereksinimleri vardır. Bağımlı oldukları maddeyi çılgınca ararken kendilerini koruyacak düşünce ve enerjileri olmaz. Bu kişilerden çoğu uyuşturucu parasını yasadışı yolla yaptıkları fahişelikle elde etmektedirler. Böylelikle sağlık kuruluşlarının denetiminin de dışında kalırlar. Uyarı ve öğütler onları etkileyememektedir. Bu nedenle şimdiki bölümde onların taşıdıkları özel tehlikelerden söz edeceğiz. Bu kişiler için kitabın sonunda yer alan uyuşturucu bağımlıları için kurulmuş danışma merkezlerinin adları ile kendi kendilerine yardım için oluşturdukları grupları belirtir liste yer almaktadır.
Uyuşturucu kullanıyorum. Bağımlı olduğum maddeyi damarıma enjekte ediyorum. AİDS virüsünden kendimi nasıl koruyabilirim?
AİDS uyuşturucu kullananlar arasında büyük yayılma göstermektedir. Çünkü kullanılan iğneler sterilize edilmeden elden ele dolaşmakta, ortak kullanılmaktadır. Uyuşturucu bağımlısının kendini hastalığın bulaşmasından koruması ancak erkek ya da kadın arkadaşına kesinlikle kullandırmayacağı kendine ait özel iğnesini kullanmasıyla mümkün olur.
Bütün uyuşturucu bağımlıları aynı ölçüde tehlikede midir?
Hayır. Tehlikede olanlar uyuşturucuyu damarına enjekte eden ve bu esnada ortak enjektör kullananlardır.
Vücut Bakımı ve Kozmetik Ürünleri Kullanımında Aids Tehlikesi
Yalnız doktorda değil manikür, pedikürde, epilasyonda, hatta kuaförde içinde virüs bulunma olasılığı olan kanama meydana gelebiliyor. Bu gibi işlemlerin uygulandığı güzellik salonları hakkındaki söylentiler müşterileri rahatsız edecek boyutlara ulaşmış durumda. Keskin aletlerin dezenfekte edilmeden üstüste kullanıldığı yerlerden kuşku duymak haksız bir davranış değil.
Meslek odaları, diğer mesleki örgütlenmeler üyelerini hijyen kurallarına sıkı sıkı uymaları konusunda uyarmaktalar. Bunun ötesinde sağlık üst düzey yetkilileri güzellik salonları için on yıl önce hazırlanmış hijyenle ilgili kanunları sıkı denetimlerle tam uygulanır kılma arzusundalar.
Homoseksüel bir berbere saç ve sakal traşı olmak tehlikeli midir?
Hayır. Birinci neden her homoseksüel olarak tanınan kişi seropozitif, yani hastalık taşıyıcısı değildir. Berber taşıyıcı bile olsa bu müşterileri için bir risk değildir. Cilt teması AİDS bulaştırmaz. Ancak taşıyıcı berber kendini yaralar ve müşterisinde o anda bu kanın karışabileceği bir açık yara varsa tehlike söz konusu olur. Bu da bir göktaşının üzerine düşecek kişi olarak bizi bulması gibi bir olasılıktır.
Traş aletleri ile AİDS etkeni HIV bulaşır mı?
Bulaşma tehlikesi çok büyük değildir. Küçük bir olasılığı dahi ortadan kaldırmak için traş takımları ortak kullanılmamalıdır. Kesikler, kabuğu kopan sivilceler virüsün vücut kan dolaşımına katılmaları için uygun giriş kapılarıdır. Bu da bir önce traş olan virüs taşıyıcısının kanı hala aletler üzerinde duruyorsa söz konusudur.
Diş fırçalarının ortak kullanımı tehlikeli midir?
Evet. Taşıyıcı kişideki dişeti kanamaları hastalığa ait virüsü taşır. Bu nedenle herkes kendine ait diş fırçasını kullanmalıdır.
Sahne sanatçısı, bir homoseksüel makyaj uzmanı tarafından sahneye hazırlanıyorsa AİDS tehlikesinden uzak olduğu düşünülebilir mi?
Elbette. Homoseksüel olan her erkek mutlaka AİDS virüsü taşıyıcısı değildir. Makyöz virüs taşıyıcısı olsa bile makyaj esnasındaki cilt teması bulaştırma olasılığı taşımaz.
Güzellik salonunda yapılan manikür ya da pedikür esnasında AİDS bulaşma riski var mıdır?
Her kullanımdan sonra aletler dezenfekte ya da sterilize ediliyorsa hayır. Alman eyaletlerinin çoğunda manikür ve pedikür yoluyla sağlığa zarar verilmemesi için kanun çerçevesinde uygulanması zorunlu kılınmış hijyen kuralları vardır. Bayern gibi eyaletlerde ise bu kanunlar oluşturulmak üzeredir.
Epilasyon yaptırıyorum. Ama içimi bir korku kapladı. Kullanılan iğne AİDS taşıyor olabilir mi. Haklı mıyım?
Epilasyon uygulayan kişi iğne ve diğer aletlerini her müşteriden sonra kurallara uygun olarak sterilize ya da dezenfekte ediyorsa bu korku yersizdir. Bu konuda da Alman eyaletlerinin çoğunda uyulması zorunlu hijyen kuralları vardır. Diğer eyaletlerde de konuyla ilgili çalışmalar sürdürülmektedir.
Masaj yağlarını ve kremlerini ortak kullanıyoruz. AİDS açısından davranışımız yanlış mı?
Hayır. Bu maddeler cilt üzerinde uygulanmaktadır. AİDS enfeksiyonuna yol açmaz.
Sık sık masaj yaptırmak bulaşma tehlikesi taşır mı?
Hayır. Sağlam deri aracılığıyla AİDS etkeni vücuda giriş yapamaz. Aynı şekilde cilt de virüs salgılayamaz.
Bir kulağa üç hatta beş küpe birden takmak moda, Pek çok genç kulaklarını kendileri deliyorlar. Hijyen kuralları açısından nasıl davranmak uygun olur?
Kulak deldirmek bazı toplumlar için geleneksel bir olay. Burada önemli olan delme işlemini yapan iğnenin eczacının önerisi göz önüne alınarak bir dezenfeksiyon maddesi ile ya da alevin mavi kısmından aleti geçirerek yapılacak dezenfeksiyon işlemidir. Kulak doktorda deldiriliyorsa sorun yoktur. Güzellik uzmanlarında, süpermarketlerde, ya da seyyar kişilere kulak deldirilecek ise tek kullanımlık iğne ucu kullanıp kullanmadıkları sorulmalıdır. Böylelikle risk ortadan kaldırılmış olur.