Hibridizasyon Nedir
‘Hibridizasyon’un kelime anlamı, ‘birbirini
tamamlayan moleküllerin birleşmesi’dir. Birbirlerini tamamlayan nükleik asitler
DNA ya da RNA olabilir. Moleküller arasındaki bağlanma esas olarak hidrojen
bağıyla sağlanır. Bu bağlar adenin ile timin arasında iki, guanin ile sitozin
arasında üç hidrojen bağı şeklinde oluşur. Hibridizasyon, moleküler biyolojide,
özgün nükleik asit dizilerini tanımlamak için kullanılan güçlü bir yöntemdir.
İki tamamlayıcı nükleik asit dizisinin (iplikçiğin), uygun ortamda çiftli
DNA-DNA, DNA-RNA, RNA-RNA yapılar oluşturması olarak tanımlanabilir. Tek
zincirli nükleik asitlerin çift zincirli yapılar yapmaya eğilimi, bu yöntemin
temelini oluşturmaktadır.
Bu yöntemin ilk aşaması, DNA’nın çift heliks
yapısının ısı ve/veya yüksek pH(>13) ile karşılaştığında bozulması ve tekli
diziler halini almasıdır ki “denatürasyon” olarak adlandırılır . Ancak tekli
diziler uygun tamamlayıcı dizilerle tekrar ikili yapılar halini alırlar (Hybridizasyon-DNA
renaturation, reassociate, reanneal). Tekli dizilerden en az birine,
işaretleyici bir molekül (radyoizotop, floresein vb) bağlandığı takdirde, özgün
ikili yapılar laboratuvarda çeşitli yöntemlerle saptanabilmekte ve böylelikle
hibridizasyon ya da bağlanmanın gerçekleştiği anlaşılabilmektedir. Burada
tamamlayıcı sekansları bulmak için kullanılan işaretli dizilere ‘prob’ adı
verilir. Probun özgün olduğu nükleik asit dizisi ise hedef (target) olarak
adlandırılır. İşaret, floresan boya maddesi olabileceği gibi, IM ile
görülebilecek nonfloresan bir boya maddesi de olabilir. İşaretleyicinin tipine
göre hibridizasyon işleminin adı değişecektir. Hibridizasyon işlemimizin adı;
probumuzda işaret olarak floresan boya maddesi mevcut ise FISH, IM ile
görülebilecek nonfloresan bir boya maddesi mevcut ise CISH olacaktır.
Formalin Nedir ve Organizmaya Etkileri
ve Ne İşe Yarar
Patoloji laboratuvarlarımızın çoğunda, uygun
havalandırma sistemi ve işlemi biten dokuların depolanacağı çalışma ortamından
ayrı odalar mevcut değildir. Çalışanlar, dokuların içerisinde saklandığı mevcut
formalinin buharlaşmasına bağlı belli seviyede formaldehite sürekli olarak
maruz kalmaktadır. Ayrıca makroskopik inceleme, paraformaldehitten solüsyon hazırlama,
formalin hazırlanması, örneklerin formaline transferi, kullanılmış formalinin
atık bidonlarına aktarımı gibi durumlarda, kısa süreli ancak daha yüksek
seviyeli formaldehit maruziyeti söz konusudur.
Formalin buharının havadaki konsantrasyonu ppm
(part per million) ile ifade edilmektedir. 1 ppm, 1m3 havadaki 1.248
mg formalin buharına eşittir (6, 7). Hissedilebilir formaldehit düzeyi 0.1-0.5
ppm (parts per million, yaklaşık 0.12-0.6 mg/m3) iken, 0.5-1.0 ppm
(0.6-1.2 mg/m3) formaldehit göz irritasyonuna, 1.0 ppm’nin üzerinde
formaldehit ise burun ve boğaz irritasyonuna neden olmaktadır.
OSHA (The Occupational Safety and Health
Administration) tarafından belirlenmiş ve kabul edilen formalin buharı güvenlik
düzeyleri TWA*: 1 ppm, STEL*: 2 ppm, TLV*: 0.50-0.75 ppm’dir. Patoloji
laboratuvarlarındaki formaldehit maruziyetinin yüksek olduğu ve 0.5 mg/m3
limitini sıklıkla aştığı bildirilmektedir. IARC kaynaklarında patologlarda STEL
düzeyleri 3 ppm ve üzerinde ölçülmüştür (6, 8). Ayrıca formalin IARC Grup 1
kategorisinde yer alan bir karsinojendir.
Carnoy fiksatifi: Glasiyel
asetik asit, absolü etanol ve kloroformdan meydana gelen bir karışım
fiksatiftir. Her türlü dokunun tespitinde kullanılabilir. Hızlı penetrasyon
gösterir ve bu nedenle bazı laboratuvarların acil işlem gerektiren biyopsileri
için yeğlenmektedir. Glikojen ve plazma hücreleri için iyi bir fiksatiftir.
Ayrıca, nükleik asitlerin incelenmesini gerektiren durumlarda da
önerilmektedir. Büzülme ve sertleşmeyi önlemek için dört saatten fazla tespit
yapılmamalıdır. Kloroform tehlike yaratabilir. Ayrıca kollajen iyi korunmaz ve
asit fast basiller boyanmaz. Eritrositler lizise uğrar.
Bouin solüsyonu: Pikrik
asit, formaldehit ve asetik asitten meydana gelen bir karışım fiksatiftir.
Özellikle küçük biyopsiler için yeğlenir. Klasik olarak testis biyopsilerinin
tespitinde önerilmektedir. Eritrositler lizise uğrar ve demir ile küçük
kalsiyum depolanmaları çözünürler. Pikrik asit DNA degradasyonuna yol
açabildiğinden, dokuların intakt DNA gerektiren çalışmalarda kullanılmasıyla
çelişir.
Hollande solüsyonu: Pikrik
asit, formalin, asetik asit, bakır asetattan meydana gelen bir karışım
fiksatiftir. Bouin solüsyonunun modifikasyonudur. Özellikle lenfoid sistem ve
gastrointestinal traktüse ait olanlar olmak üzere, küçük biyopsilerin
tespitinde kullanılır. Bouin’e benzer dezavantajları vardır.
Fiksatif Nedir, Günümüzde Kullanılan
Fiksatifler ve Özellikleri
Evrensel Fiksatif: Formalin
Uzunca bir süredir dünya genelinde, patoloji
laboratuvarlarında standart fiksatif olarak kullanılagelmiş bu kıymetli
solüsyonun patolojideki yerini anlayabilmek için, dokudaki etkisini ve bu
etkiyi nasıl gerçekleştirdiğini bilmek önemlidir. Dolayısıyla öncelikle, doku
formalin ile karşılaştığında kimyasal ve moleküler düzeyde nelerin olup
bittiğine göz atmak gerekir.
Formalin, formaldehitin sudaki %40’lık çözeltisidir.
Patoloji laboratuvarlarında, standart fiksatif olarak, 1 hacim formalinin
(formalinin, formaldehitin %40’lık çözeltisi olduğunu tekrarlamak istiyorum!) 9
hacim su ile karıştırılmasıyla elde edilen “%10’luk formalin” kullanılmaktadır.
Dolayısıyla %10’luk formalin, formaldehitin sudaki %4’lük çözeltisidir
(40/100x10/100=4/100).
Aldehitler olarak bilinen organik molekül
sınıfının en basit üyesi olan formaldehit (CH2O), solüsyon
içerisinde polimerize olma eğilimindedir. Yani, monomerik subünitler (CH2O)
bir araya gelerek, molekül ağırlığı daha yüksek agregatlar oluştururlar.
%10’luk formalin içerisinde ise, formaldehit genellikle monomerik formda
bulunur. Ancak fiksasyon ile polimerizasyon belirginleşmeye başlar ve
polimerizasyon ile de molekül ağırlığı artan formaldehit moleküllerinin
penetrasyon hızı yavaşlar (moleküler ağırlık ve penetrasyon hızı genellikle
ters orantılıdır). Bu nedenle de, üreticiler, polimerizasyonun önüne geçmeye
yardımcı olması amacıyla, formalin solüsyonuna metanol eklerler. Metanol her ne
kadar bir alkol olsa da (bir aldehit değil) görece formaldehite yakındır. İki
molekül arasındaki tek fark şudur: metanolde C ve O atomları tek bağ ile bağlı
iken (C-OH); aldehitte C ve O atomları çift bağ ile bağlıdır (H-C=O). Bu da
ayrıca metanolün vücuda neden toksik olduğunu gösterir. Sindirilmiş ya da
absorbe edilmiş metanol, vücutta formaldehite ve formaldehitin oksidasyon ürünü
olan formik asite oksidize edilir (oksidasyon zinciri
metanol-formaldehit-formik asit şeklinde gider).
Formaldehit, non-koagülan bir fiksatiftir. Dokuya
kimyasal olarak bağlanırken, kendinden sonra gelen belirtecin penetrasyonunu
engelleyecek jel-benzeri bir matriks oluşumuna neden olmaz. Formaldehitin
başlıca bağlandığı doku kısımları, aminoasitlerde (aa) bulunan reaktif hidrojen
atomlarıdır. Bütün aa’ler, molekülün bir ucunda bir amino grubu (-NH2)
ve diğer uçta ise bir karboksil grubu (-CO2H) içerir. Böylelikle bir
protein oluşturmak üzere biraraya gelip bağlandıklarında, proteinin bir ucu bir
amino grubu (N-terminali), diğer ucu ise bir karboksil grubu (C-terminali)
olacaktır. Formaldehit molekülü çoğunlukla, proteinlerin N-terminali ile
etkileşir ve protein molekülleri arasında metilen köprüleri (H-C-H) oluşturur.
N-terminali ile olan bu reaksiyonun, formalin solüsyonlarının pH’sına ve
aa’lerin biyokimyasal özelliklerine bağlı olduğu düşünülmektedir. Formaldehit
ayrıca aa sisteini içindeki sülfidril gruplarına da bağlanarak, proteinleri
daha ileri stabilize eden çapraz bağlar oluşturur. Bu köprüler ve çapraz bağlar,
dokuyu stabilize edip korumakla birlikte, çeşitli İHK prosedürlerinde epitop
açığa çıkarma (retrieval) basamağına ihtiyaç duyuran oluşumlardır.
Formalin fiksatif olarak kullanılırken, solüsyonun
pH’ı dikkat edilmesi gereken özelliklerdendir. Yukarıda da belirtildiği gibi,
formalin solüsyonu olağan pH aralığında iken, formaldehit molekülleri normal
olarak proteinlerin N-terminal ucu ile bağlanacaktır. Bu pH, genelde nötrale
yakındır. Bir formaldehit solüsyonunun pH’ı çok asidik olduğunda, bu solüsyona
maruz kalan kanlı dokularda, asidik ortamın hemoglobin üzerinde yaptığı etki
sonucu, koyu kahverengi/siyah renkli, insolubl, yapay bir pigment oluşur. Bu
pigment hematin (asit hematin, formalin pigmenti, formene) olarak
isimlendirilir. Bu nedenlerle, formalin solüsyonlarının pH’ı genelde 6’nın
üzerinde tutulur.
Formalin, atmosferik oksijene maruz kaldığında
formik aside oksidize olmaya meyilli olduğundan, solüsyonların çoğu hematin
pigment oluşumunu inhibe etmek için tamponlanır. Yaygın olarak kullanılan
tampon fosfattır (5). Etkili bir tamponlayıcı olmakla birlikte, fosfatı
formalin içinde kullanırken, fosfat çökeltisi oluşumunu önlemek amacı ile,
dehidrasyon işlemi maksimum %70 konsantrasyonda başlanmalıdır. Bu çökeltiler,
dokuda yapay kalıntılara neden olabilir ve daha fazlası, alkol tüpünde blokaja
neden olabilir. Bu oluşumu önlemek için, ilk alkolü %70 ya da daha düşük
tutmaya ek olarak, fosfat dışında bir başka tampon ile tamponlanmış formalin
solüsyonu da kullanılabilir. Bu fiksatifler fosfat-tamponlularla aynı sonuçları
verir ve fosfat çökelti oluşumu problemi de olmaz.
Fiksasyon Nedir
Fiksasyon, klasik doku takip işleminin
ilk aşamasıdır. Dokunun canlı organizmadaki durumuna en yakın şekilde
sabitlenip (protoplazmadaki protein, lipid, karbonhidrat ve diğer maddeleri
koagüle veya presipite ederek), dış etkenlere dirençli hale getirilmesidir.
Fiksasyon işleminde başlıca hedefler
şunlardır
1. Hücresel
enzimlerin neden olacağı otolizi önlemek,
2. İnfeksiyöz
ajanları inaktive etmek/öldürmek ve bakteriyel hasarı önlemek,
3.
Dokuyu şekil ve hacim açısından sabitleştirmek,
4.
Dokunun canlıdaki yapısına olabildiğince benzer şekilde korunmasını sağlamak,
5.
Dokuyu daha sonra uygulanacak takip işlemlerine dayanıklı hale
getirmek,
6.
Dokuyu daha sonra uygulanacak boyama ve inceleme yöntemlerine
elverişli hale getirmek.
Tespit için kullanılan ajanlar fiksatif
olarak adlandılır. Maalesef yukarıda sıralanan fiksasyon hedeflerinin
tümünü karşılayan tek bir fiksatif mevcut değildir. Günümüze kadar, her biri
bir ya da birkaç açıdan diğerinden üstün, farklı yapıda çeşitli fiksatifler
üretilmiştir. Bu fiksatifler aşağıdaki gibi sınıflandırılmaktadır:
1.
Aldehitler (formaldehit, gluteraldehit, glyoxal, acrolein),
2. Oksitleyiciler (osmium tetroksid, potasyum
permanganat, potasyum dikromat),
3. Protein
denatürasyonu yapanlar veya koagülanlar (etil alkol, metil alkol, asetik asit),
4. Çapraz
bağ yapan diğer ajanlar (carbodiiminler),
5.
Fiziksel ajanlar (ısı, mikrodalga),
6. Diğerleri
(civa klorür, pikrik asit, boya maddeleri).
Uzunca bir süredir, patoloji labortuvarlarının
genelinde yaygın şekilde kullanılan fiksatif, aldehit grubu fiksatiflerden olan
formalindir. Patolojide kullanılan diğer fiksatifler arasında Carnoy
gibi alkol bazlı fiksatifler yanısıra, formaldehit içeren Bouin ve B5 gibi
fiksatifler bulunmaktadır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)