Travmatik Amputasyon

Travmatik Amputasyon

Travmatik amputasyon en yaygın olarak ağır tanm makinalan-nı kullanan tarım işçilerinde, motorlu araç kazalarında olur.

Amputasyon arter, ven, sinir, kas, tendon ve kemiği içerir. Ba­şarılı bir reimplantasyonu sağlamak için hızlı hareket etmek, yara ve kopan ekstremiteyi uygun şekilde korumak önemlidir.

Acil Bakım

ABC4 uygulanır
Kanama kontrolü sağlanır
Şayet parsiyel amputasyonsa, ekstremite fonksiyonel anatomik pozisyonunda tutulur
İki geniş damar yolu açılır, % 09 sodyum klorür verilir
Kan örnekleri alınır, tam kan sayımı serum elektrolitleri kreatin, BUN, glikoz, pıhtılaşma faktörlerine bakılır
02 verilir, genellikle nazal kanül kullanılır
Bu amaçla gerekirse hasta daha ileri tedavi çalışmaları yapılıcak başka bir hastaneye gönderilir.
Vazokonstriksiyonu önlemek için oda ısısı ılık olmalıdır.
Cerrahi alana buz uygulaması yapılmaz
Kafein içeren içeceklere izin verilmez

Ampute Olan Kışımın Korunması

Hastada Kalan Kısım: Önce kanama kontrol altına alınır, sonra yara % 09'luk NaCl ile yıkanır fakat sabun, hidrojen peroksit yada diğer antiseptikler kullanılmaz. Bunlar doku hasarı yapar. Ekstremitenin kalan kısmı steril NaCl ile nemlendirilmiş gaz bezi ile sarılır sonra sabitleştirilir ve yükseltilir.

Kopan Kısım

Hasta olabildiğince çabuk hazırlanırken kopan ekstremite de uy­gun şekilde korunmalıdır.

Kopan kısım "4-4°C"ta hipotermik olarak tutulur. Ancak don­durulmaz bu kısma soğuk yaralanmasına sebep olacağı için direkt buz uygulaması yapılmaz. Kopan kısım nemli gaz bezine sardır. Korunması için steril bir kutuya konur. Sonra kutu içi buz dolu bir kaba yerleştirilir. Anatomik pozisyona uygun olarak tutulur.

Hastada başka yaralanma olup olmadığına bakılır ağrıyı geçir­mek için IV morfin, enfeksiyonu önlemek için antibiyotik tetenozu önlemek için, tetenoz serumu ve aşısı uygulanır.
Yaradan kültür alınır, kopan ekstremitenin radyolojik incelemesi yapılır, hasta ameliyathaneye götürülür,

Amputasyonlu Hastalarda

Soğuğa intolerans, etkilenmiş ekstremitede fonksiyonlann sınır­lanması.
Ağrı (% 80 fontom ağrısı olur, yaklaşık bir yıl sürer).
Duyu kaybı.
Depresyon anksiyete, hayal kırıklığı olabilir.

Kompartıman Sendromu

Kompartıman Sendromu

Dirsek ve ön kolda oluşan kırık ve yaralanmalardan son­ra uygulanan sıkı bandaj ya da alçıların arteryal kan akışını veya venöz dönüşü engelleyerek ön kol kaslarında, özellikle ön kolun fleksör ve elin intrensik kaslarında ödem, iskemik nekroz, sinir paralizisi ve kontraktürlere neden olduğu bir durumdur.

Kompartman sendromu kırıkların yanısıra büyük yanık­lardan, hızlı sıvı perfüzyonundan, yılan ve böcek sokmala­rından sonra da görülebilir.
Kompartman sendromu yaygın olarak görülmez. Ancak oluştuğu zaman acil tedavi gerekir, çünkü oluşturduğu nörö-müskülar hasar 4-6 saat içinde irreversible olur.

Kompartıman Sendromu Belirti ve Bulgular

Kırık tespit edildikten yaklaşık 8 saat sonra kompartman sendromuna özgü belirtiler görülür.

Bunlar

Ağrı ilk saatlerdeki en önemli belirtidir.
Etkilenmiş ekstremitenin distalinden nabız alınamaması,
Duyu kaybı,
Paralizi,
Alçı uygulamasından 6-12 saat sonra etkilenmiş ekstremitenin distalinde şişlik, 12-24 saat sonra iskemi gelişmesidir.

Kompartıman Sendromu Tedavisi

Fasyatomi yapılır,
Soğuk uygulama yapılmaz,
Etkilenen ekstremite elevasyona alınmaz.

Alçı Bakımı

Kırık kemik uçlarının yumuşak dokuya arter ve venlere, sinirle­re, zarar vermesini önlemek ve ağrıyı azaltmak amacıyla uygula­nan alçılardan önce ve sonra dolaşım kontol edilir.

Alçı uygulamasından önce, alçı çorabı giydirilir. Kemik çıkıntısı olan yerler pamukla desteklenir.
Alçıdan sonra ağrı, ısı ve renk değişikliği olursa hastaya geri gel­mesi söylenir, gelemeyecek durumda ise klinikte izlenir.

Hastaya; alçılı ekstremitenin parmaklarını oynatması söylenir, alçılı ekstremitenin distalindeki duyu kaybının geri gelmesi gerek­tiği, gelmiyorsa acil olarak hastaneye gelmesi, alçılı ektremitenin elevasyonu, alçılı bölgeden kötü koku geliyorsa hekim ile görüş­mesi hastaya anlatılmalıdır.

Yağ Embolisi Sendromu (YES) Nedir

Yağ Embolisi Sendromu (YES)

YES, % 95 uzun kemik ya da çoklu kemik kırıklarında gürülür. Ölüm oranı %8'dir. Kırıklarda yağ hücrelerinden zengin olan sarı kemik iliğinde yağ globüllerinin dolaşıma katılarak damarları tıka­masına "yağ embolisi" denir. Önceleri YES'nun uzun kemiklerin kırılması sonucu oluştuğu düşünülürdü. Oysa araştırmalar kırığı

YES'nu arttıran Faktörler

Serum glikoz ve kolesterol seviyesinin yükselmesi,
Kapiller frijiditenin artması,
Psikolojik streslerle başa çıkmada yetersiz kalma.
bulunmayan diyabetik, komada olan, pankreatit geçiren osteomi-yelitisli ya da orak hücreli anemisi olan hastaların da risk grubun­da olduğunu göstermiştir. Aynca kırık olmadan YES'na neden olan bazı psikolojik faktörler de vardır.

Yağ globüllerinin kemik iliğinden nasıl salındığını açıklayan bir çok teori vardır.

Metabolik Teori

Travma sonucu katekolaminlerin salımmının artması; yağ glo­büllerinin oluşumuna ve trombosit agregasyonuna yol açan serbest yağ asitlerinin mobilizasyonuna neden olur.

Mekanik Teori

Sarı kemik iliği içindeki basınç artışı nedeniyle yağlar kemik iliğinden direkt olarak salınır. Diğer bir teoriye göre de; yağ glo-bülleri vücudun bütün organlarındaki küçük kan damarlarında depolanır.
Yağ embolisi genellikle kırıktan 48 saat sonra ortaya çıkar, bu nedenle ayakta tedavi işlemi sürdürülen kırıklı hastalar kırıktan 24 saat sonra kontrole çağrılırlar.

YES, herhangi bir yaşta ve cinste oluşabilmesine karşın en faz­la 20-40 yaş arası genç erkeklerde 70-80 yaş arası yaşlılarda ve pelvis kırıklarında görülür.

Belirtileri

Konfüzyon,
Dispne,
Göğüs ağrısı,
Nabız, solunum, kan basıncı ve vücut ısısında artmadır.

Önleme

Kırıklarda gereksiz maniplasyondan kaçınılmalı, Kırıklar uygun bir şekilde tespit edilmeli, Hastanın yeterli sıvı alması sağlanmalıdır.

Yağ ve pıhtı embolisi genellikle karıştırılır. Ancak yağ embolisinde peteşi karakteristik bir bulgudur. Göğüste, koltuk altında, boyun­da kesecik şeklinde peteşiler vardır. Nedeni bilinmiyor.

Ayrıca YES'te bazı laboratuvar bulguları yönlendirici olabilir

Serum lipaz düzeyinde artma,
Sedimantasyon hızında artma,
Trombosit ve eritrosit sayısında artma,
Serum albümin ve kalsiyum seviyesinde azalma YES'na öz­güdür.

Yağ Embolisi Sendromu Tedavi

Oksijen verilir,
Damar yolu açılarak sıvı perfüzyonuna başlanır,
Yatak istirahatine alınır,
İlaç tedavisinde; Yağ eritici özelliği nedeniyle heparin, mikrosir-külasyonu arttırdığı için dekstran, kapiller membranı stabilize et­tiği için kortikosteroidler verilir.

Kirik Cikik Belirtileri ve Bulgulari

Kırık Belirtileri ve Bulguları

A) - Travmaya Özgü Genel Belirtiler

Ağrı; yaralanma anında, şiddetli ağrı olur. Yaralanmadan son­ra görülen ağn, adele spazmı, kırık kemik uçlarının birbirine sürtün­mesi, yada çevredeki dokuların tahrip olması nedeniyledir. Kırık ekstremitenin hareketi ile oluşan, periost tahrişi şiddetli ağrıya ne­den olur.

Şişlik; travmadan sonra damar bütünlüğünün bozulması, çev­re dokular içine kanama ve hematom oluşumu sık görülen bir du­rumdur.
Ekimoz-, travmatize bölgede morarma subkütan dokuya kana­ma olması nedeniyledir.

Fonksiyon bozukluğu.

B) - Kırığa Özgü Belirtiler

Anormal hareket; uzun kemik kırıklarında normalde hareket­siz olan parçanın kırık nedeniyle hareket etmesidir.

Krepitasyon (kıtırtı sesi); kırık kemik uçlarının birbirine sür-tünmesiyle duyulan sestir.

Deformite; güçlü adalelerin çekmesiyle kemik fragmanları üst üste binebilir. Bu nedenle kemiğin şekli bozulur, açılanma, dönme ve ekstremite kısalığı ya da eklem olmayan bölgede eklem varmış gibi görünüm olabilir.

Hassasiyet; kırığın üstünde kalan dokularda ki yaralanmaya bağlı olarak kırık bölge üzerinde hassasiyet vardır.

Duyu ve hareket kaybı; travmadan sonra sinir harabiye-ti oluşmuşsa, ya da ödem, kanama ve kemik fragmanları nede­niyle sinir bası altında kalıyorsa, duyu kaybı; sinir kesileri oluşmuşsa hareket kaybı olabilir. Etkilenmiş ekstremite hareke­tinin doğallığını kaybetmesi kırıkta, gözlenebilen bir diğer bo­zukluktur.

Dolaşım bozukluğu; kırık kemik uçlarının etrafındaki damar­ları etkilemesi sonucu dolaşım bozulur. Distalde nabız alınamayabilir, bu bölge derisi soluk ve soğuktur.

Cocuklarda Yaslilarda Acik Kirik

Dış Ortamla Olan İlişkisine Göre

Bu grupta açık ve kapalı olmak üzere iki tür tank vardır.

Açık Kırık

Kemik fragmanları deri ve derialtı dokuları parçalamıştır,

Kapalı Kırık

Basit tank olarak da adlandırılır, tank deriyle örtülüdür.

Yaşa Göre

Çocuk Kırıkları

Çocuklarda en sık ve çoğunlukla 10 yaşın altında "yeşil ağaç" kırığı görülür. Kemik kırılmadan ziyade bükülür, periost sağlamdır. Çabuk iyileşir.

Yetişkin Kırığı

Yetişkinlerde motorlu araç kazaları sonucu özellikle alt ekstremi­te tanklarına sık rastlanır. Bu yaş grubunda iyileşme zaman alır.

İleri Yaş Kırığı

Özellikle düşme sonucu pelvis ve femur başı kırıktan bu yaş gru­bunda en sık görülen kırık şeklidir. Fizyolojik iyileşme yavaş oldu­ğundan kırık geç ve güç iyileşir. Bazen iyileşmeyebilir.

Kırık Çizgisine Göre

Kırıklar çizgisine göre, transvers, oblik, spiral, longitidunal par­çalı ve segmenter kırıklar olarak gruplanır.

Kırığın Derecesine Göre

Tam Kırık

Kırık hattı kemiği tamamen ayırmıştır.

Tam olmayan Kırık

Bu kırıklarda kemiğin bütünlüğü kısmen bozulmuştur. Yeşil ağaç kırığı, çatlak, çökme, kompresyon kırıkları, bu grupta yer alır.

Kopma Kirigi ve Yorgunluk Kiriklari

Oluşum Mekanizmasına Göre Kırıklar

Bu grupta travmatik, kopma, yorgunluk ve patolojik kırıklar yer alır.

Travmatik Kırıklar

En yaygın olarak motorlu araç, iş, ev ve spor kazaları sonucu oluşur. Travma şiddeti, geliş yönü ve etkilenme süresine göre direkt yada indirekt kırıklar olarak gruplanır.

A - Direkt Kırıklar: Travma etkeninin kemiğe geldiği yerde kırık varsa direkt kırık adını alır. Direkt kırıklara sıklıkla vurma, çarpma ve ateşli silahlar neden olur. Darbeye uğrayan vücut kısmında ge­nellikle açık kırık ve ezilme yaraları da vardır.

B - İndirekt Kırıklar: Kırığı oluşturan darbenin dolaylı olarak ke­miğe ulaşmasıyla oluşan tanklara indirekt kırıklar denir. Bu tür kı­rıkta kuvvetlerin yoğunlaştığı ve kemiğin en zayıf olduğu yerde kı­rık meydana gelir.

Kopma Kırıkları

Ligament ya da tendonlann çekme gücüne bağlı olarak kemiğe yapış­tıktan yerlerde oluşan enlemesine kırıklardır. En çok patellada görülür.

Yorgunluk Kırıkları

Tekrarlayan küçük travmaların oluşturduğu kırıklardır. Özellikle kas gücü zayıf olan, çalışan ve ayakta duran bireylerde sıklıkla alt ekstremite kemiklerinde görülür. Yorgunluğa karşın yaptığı işi, bı­rakmayan bale okullarının hazırlık sınıfı öğrencilerinde, acemi er eğitimi görenlerde ve yaşlı yük taşıyıcılarında görülür.

Patolojik Kırıklar

Kemikteki herhangi bir hastalık nedeniyle kemik yapısının za­yıflaması sonucu, zorlayıcı bir kuvvet olmadan kendiliğinden olu­şan kırıklardır.

Kirmizi ve Sari Kemik İligi Nedir

Ekstremite Travmaları

Vücudumuzda iskelet 206 kemikten oluşmuştur. Kemik doku­su; hücre, lif ve kalsiyum, fosfor ve magnezyum gibi tuzları içe­ren ara maddeden oluşur. Kemiği eklem yüzleri hariç "periost" denen bir zar örter. İki tabakadan oluşan periost'un dış tabakası bağ dokusu liflerinden, iç tabakası ise, hücreden zen­gindir. Gelişme ve onarım aşamasındaki kemiklerde osteoblastla-rın çok olduğu görülür. Kemik hücrelerinin rejenerasyon yetene­ği yoktur. Ancak periost ve endostium sayesinde kemik onarımı gerçekleşir.

Kemiğin beslenmesi; periosttan gelen kan damarlarının havers ve volkman kanallarıyla kemiğe dağılmasıyla olur.

Kompakt ve Spongioz olmak üzere iki tip kemik dokusu vardır. Kemik iliği kompakt kemiğin kemik iliği kanalında, spongioz kemi­ğin ise, trabekulaları arasında yer alır. Kırmızı ve sarı olmak üzere iki çeşit kemik iliği vardır.

Kırmızı Kemik İliği

Sternum, kostalar, kafa kemikleri, vertebra korpusları ve pelvis kemiğinde bulunur. Hematopoetik fonksiyonu vardır.

Sarı Kemik İliği

Uzun kemiklerin kemik iliği kanallarında yer alır. Yağ hücrele­rinden zengindir.

Kemikler: Uzun, kısa, yassı ve irregüler şekilde olup, kas ve ligametlerle bağlanarak insan vücudunun ayakta kalmasını, hareket etmesini ve organların korunmasını sağlarlar.

Kırık: Kemiğin devamlılığının kesintiye uğraması ve anatomik bütünlüğünün bozulmasıdır.
Motorlu araç kazalan, darbeler, zorlamalar, kemikteki inorganik madde miktarının artması ve organik madde miktarının azalması gibi durumlar kemiklerde kırılmalara neden olur.

Kırığa neden olan durumlar ve oluştukları vücut bölgeleri yaşla da ilgilidir. Erişkinler da en sık kaburga kırıkları, gençlerde ve orta yaştaki erişkinlerde ise, femur kırıkları görülür. Çocuklarda kemik­ler yaşlılara göre daha elastiktir ve büyük bir güç olmadıkça kırıl­maz. Buna karşın yaşlılarda kemik çatıyı oluşturan en önemli ara madde olan kalsiyum azaldığından kırık çabuk oluşur, geç iyileşir. Bu yaş grubunda en sık pelvis ve el bileği kırıkları görülür.
Tüm vücut travmalarının yarısından fazlası ektremitelerde olur. Ülkemizde yapılan bir çalışmada motorlu araç kazası sonucu yara­lananların % 67'sinde ekstremite kırığı saptanmıştır.
Kırıklar tek başına bile önemli sağlık sorunları iken, bunların ya-nısıra damar, sinir, cilt, kas, organ ve diğer yapıların da yaralanma­sı mevcut patolojiyi daha da arttırmakta, acil yaklaşım ve tedaviyi güçleştirmektedir.

Ekstremite Travmalari Anasayfa

Kırmızı ve Sarı Kemik İliği

Oluşum Mekanizmasına Göre Kırıklar

Dış Ortamla Olan İlişkisine Göre

Kırık Belirtileri ve Bulguları

Yağ Embolisi Sendromu

Kompartıman Sendromu

Travmatik Amputasyon

Pulmoner Kontuzyon

Pulmoner Kontüzyon

Pulmoner kontüzyon akciğer parankim dokusunun harab olma­sıdır. Kunt ya da blast travma sonucu oluşur. Akciğerler çok frajil ve kontüzyona duyarlıdırlar. İnterstisyel ve intraalveoler kanama ile pulmoner ödem akciğerin kontüzyonlu bölgesinde alveol ve ka-pillerler arasındaki oksijen ve karbondioksit değişimini azaltır.

Pulmoner Kontüzyon Belirtileri

Hızlı solunum ve siyanozla karakterize respiratuvar distres
Dispne
Takipne
Hemoptizi
Huzursuzluk

Acil Bakım

Uygun ventilasyon desteği ve oksijen tedavisi, Acil bölümde P02 60 mmHg'dan az olduğunda mekanik so­lunum aleti ile pozitif basınçlı oksijen tedavisi yapılır. Bu uygulama akciğer parankim dokusunu koruyucu etkiye sahiptir.

Pulmoner kontüzyon başta enfeksiyon olmak üzere ciddi komplikasyonlara yol açabilir.

Tansiyon Pnomotoraks

Tansiyon Pnömotoraks

Genellikle pnömotoraks zamanında tanılanıp tedavi edilmedi­ğinde oluşur. Bu sorunun temelinde inspiryumda havanın plevral alana girmesi, ancak ekspiryumda çıkamaması ve gittikçe artması sonucu yaralanmış akciğere ve sağlam akciğer ile kalbe ve büyük damarlara baskı yapması vardır

Tansiyon Pnömotoraks Belirtileri

Dispne, siyanoz, taşipne, öksürük,
Cilt altı amfızemi,
Boyun venlerinde dolgunluk,
Etkilenen tarafta göğüs ağrısı, akciğer seslerinde azalma, göğüs duvarı hareketlerinde asimetri,
Nabız ve solunum sayısında artma, kan basıncında düşme,
Hastada ajitasyon ve huzursuzluk, göğüs içinde basınç hissi,

Acil Bakım

Acil bakımın amacı plevral boşlukta artan basıncı azaltmaktır, Bunun için önce;
ABC değerlendirilip sürdürülür,
ABC'nin sürdürülmesini engellemiyorsa hasta favvler ya da se-mifawler pozisyonuna getirilir,
Tansiyon pnömotoraks açık pnömotoraksa dönüştürülür. Böyle­ce giren havanın etkilenen taraftan çıkması sağlanır. Bunu için etkilenmiş bölgeye büyük delikli bir iğne yerleştirilerek dekomp-resyon yapılır.

Eğer tansiyon pnömotoraks açık pnömotoraks yarası örtüldük­ten sonra oluştuysa, bu örtünün çıkarılmasıyla plevral boşlukta basınçlı olarak biriken hava yaradan dışarı çıkacaktır.

Tansiyon pnömotoraks dakikaların önemli olduğu durumlardan biri olarak kabul edilir. Bu nedenle acil ve yerinde bakım bu hasta­lar için yaşam kurtarıcıdır.

Hemotoraks Nedir

Hemotoraks Nedir

Hemotoraks, plevral boşluğa kan toplanmasıdır. Penetran veya kunt travmalara bağlı olarak en sık gelişen sekonder yaralanmalar­dan birisidir. Sıklıkla pnömotoraksla birliktedir.

Hemotoraks Belirtileri

Etkilenmiş tarafta solunum seslerinin olmaması, Dispne, Hemoptizi, Siyanoz, Hipovolemik şok belirtileri, Boyun venleri gergin yada düzleşmiştir.

Acil Bakım

ABC değerlendirilir ve sürdürülür.
Hipovolemi düzeyi değerlendirilerek soruna yönelik girişimlerde bulunulur.
Damar yolu açılır ve sıvı-kan perfüzyonuna hemen başlanır.
Plevral drenaj göğüs yan duvarından 6 veya 7. interkostal ara­lıktan konulan ve ucu apekse kadar ilerletilen göğüs tüpü ile gerçekleştirilir. Hemotorakslı hastaların % 80'inde bu işlem ye­terli olabilir. Ancak penetran ya da kunt travmayı izleyerek olu­şan hızlı ve kontrol altına alınamayan kanamalarda torakotomi için hazırlıklı olunmalıdır.

Sekonder Toraks Travmalar

Sekonder Toraks Travmaları

Bu bölümde primer yaralanma sonucu en fazla ortaya çıkan pnömotoraks, hemotoraks, tansiyon pnömotoraks ve pulmoner, kontüzyona yer verilecektir.

Pnömotoraks

Plevral boşluğa hava toplanmasıdır. Bu durumda akciğerin gö­ğüs duvarından aynlmasma "kollaps" denir. Akciğerin hacmi ve inhale edilen hava miktarı azalır. Genelde kunt ya da penetran trav­malar sonucu oluşan pnömotoraks açık ya da kapalı olabilir.

Açık pnömotoraksta, atmosfer havası inspiryumda toraks duva­rındaki bir açıklıktan girer, ekspiryumda da çıkar. Kapalı pnömoto­raksta ise, atmosfer havası bronş, bronşiyal ya da alveol gibi solu­numla ilgili internal yapılardan plevral alana girer ancak çıkamaz .

Belirtileri

Pnömotoraksın en önemli belirtisi yaralının solunumu sırasında yaradan girip çıkan havanın çıkardığı sesin duyulmasıdır. Diğer be­lirtiler,
Ani göğüs ağrısı,
Taşipne,
Taşikardi,
Göğüs hareketlerinde asimetri,
Etkilenen taraf solunum seslerinde azalmadır.

Pnömotoraksta Acil Bakım

Açık pnömotoraksta yara derhal kapatılır. Bu amaçla varsa ste­ril yoksa temiz örtü kullanılır.
Hastanın bilincini açık tutmak için onunla konuşulur,

Hastanın bilinci açık ise, bakım için işbirliği yapılabilir. Bunun için hastaya çok derin nefes alması ve bunu olabildiğince aşağı sevi­yelere indirmesi istenir. Sonra aldığı soluğu ağzı ve burnu kapat-tılarak etkilenmiş akciğer tarafına aktarmasına yardım edilir. Böy­lece kollabe akciğer tekrar genişlemiş olur. Hasta bunu bir kez da­ha yaptığında nefes almadan önce yaranın üzeri kapatılır.

Açık pnömotoraksa neden olan penetran yara kapatılınca uygun acil tedavi başlayıncaya kadar hasta tansiyon pnömotoraks ve mediastinal flatter yönünde izlenir.

Primer Toraks Travmalari

Primer Toraks Travmaları

Primer toraks travmalan arasında kosta ve sternum kırıkları en sık karşılaşılanlardır.

Kosta Kırıkları

Kosta kırıkları toraks travmaları içinde en sık karşılaşılandır. Pri­mer bir olaydır. Genelde komplikasyonsuz iyileşir. Ancak ortaya çı­kardığı sekonder olaylar önemlidir. Kırığa bağlı olarak etkin solu­num ve öksürmenin sürdürülememesi, sekresyonlarm anlamaması atalektazi ve pnömoniye neden olur. Kostalar içinde en dirençlileri 1 .ve 2. kostalardır. Bu nedenle kırılmaları için güçlü bir travma ge­rekir. Ancak kırıldıklarında sıklıkla klavikula ve bazende skapula kırığıyla birliktedir. Aynı zamanda subklaviyan arter, ven ya da tra-keobronşiyal yaralanmada olabilir. 1. kosta kırığı dışarıdan iyi gö­rülmez ve çoğu zaman travma tam tanımlanamaz.

İkiden fazla kosta kırığı varsa, hasta multipl travmalar grubun­da değerlendirilmelidir. Bu durum solunum fonksiyonlarını etkiler, ağrıya bağlı şok gelişebilir.

Akciğer ve plevra penetrasyonu yoksa kosta kırıklarının tedavi­si semptomatiktir. Ağrının kontrol altına alınması gerekir. Aksi tak­dirde etkisiz solunumun sonuçları kötü olabilir. Bu nedenle interkostal sinir blokları yapılabilir.

Kosta Kırığında Acil Bakım

ABC değerlendirilip kontrol altına alınır,
Tek kaburga kırığında eksternal fiksasyona gerek olmayabilir. Hasta rahat pozis­yonda yatırılır.
Multipl kırıklarda göğüs duvarı dışarıdan immobilize edilerek, hastanın daha ra­hat solunumunu sürdürmesi sağlanır.
Yaşam bulguları değerlendirilir.
Ağrı giderilir. Ancak solunum merkezini deprese eden narkotik analjezikler kulla­nılmaz.

Sternum Kırığı

Kunt bir travma sonucu oluşur. Bıçak saplanırcasına ağn, has­sasiyet, şişlik, çıtırtı sesi sternum kırığının belirti ve bulgularıdır. Te­davi genelde semptomatik olmakla birlikte ciddi kırıklarda cerrahi girişim gerekebilir.

Toraks Travmalari Anasayfa

Primer Toraks Travmaları

Sekonder Toraks Travmaları

Hemotoraks

Tansiyon Pnömotoraks

Pulmoner Kontüzyon

Torasik - Lomber ve Sakral Vertebra

Toraks, Lomber ve Sakral Vertebra Travmaları

Toraks, lomber ve sakral bölge travmalarında da yaralanma me­kanizması servikal bölge yaralanmaları gibidir. Etken çoğu zaman kunt ya da penetran travmalardır.

Toraks ve Lomber Vertebra Yaralanmalarında Fizyopatolojik Değişiklikler

Torasik Yaralanmalar

Spinal kordun bu alanı yapısal olarak daha iyi korunduğundan ve daha az hareketli olduğundan torasik vertebralarda yaralanma daha az görülür. Ancak yaralanma oluştuğunda bu sıklıkla T12 se­viyesindedir. T] seviyesindeki yaralanmalar; solunum gücünde azalma, parapleji ve kısmi bağımlılığa T2 ve T7 seviyesindeki yara­lanmalar ise paraplejiye neden olur.
Travma nedeniyle spinal yaralanma riski altında olan hastalar, aksi ispat edilinceye kadar, spinal yaralanması varmış gibi dikkate alınmalıdır.

Lomber Vertebra Yaralanmaları

Lomber travmalar, görülme sıklığı bakımından servikal travma­lardan sonra gelir. Travma sonucu yaralanma en sık L1 ve L5 se­viyelerinde görülür. Parapleji oluşur, hasta destekle yürüyebilir.

Ölüm yada kalıcı sakatlıklar, genellikle hastanın kaza yerinden, acil bölüme uygun bir şekilde nakledilmemesi
nedeniyle görülür.

Servikal Vertebral Travmalar

Servikal Vertebral Travmaları

Vertebra yaralanmalar içinde en sık görülenler servikal bölge ya­ralanmalarıdır.
Yaralanma mekanizmasında; çok hızlı bir şekilde boynun hi-perekstansiyonu ya da fleksiyonu sonucu oluşan kunt travmalar, silah ya da bıçak gibi sivri uçlu aletlerle olan penetran travmalar ile baş üzerine düşme sonucu oluşan vertikal baskı yer alır

Servikal Vertebralann Yaralanmasına Neden Olan Hareketler

Hiperekstansiyon: Başa önden gelen darbe, servikal vertebrala­nn aşırı gergin bir pozisyona gelmesine neden olur.

Hiperfleksiyon: Başa arkadan darbe geldiğinde aşırı fleksiyon olur .

Kompresyon: Kompresyon vertebralann alt yada üstünden güç gelmesi ile oluşur.

Rotasyon: Aşırı rotasyon başın bir yana dönmesi ile oluşur. Bu durum da servikal vertebralar normal hareket sınırlarını aşan bir güçle karşılaşır.

Yana eğilme: yana eğilme baş ve boyun bir yana eğildiği zaman, bu oluşumların normal hareket sınırlan aşılırsa olur.

Eksen yükü: Baş yada vertebral kolon üzerine yukarıdan bir güç geldiği zaman oluşur.

Servikal Vertebra Yaralanmalarına En Sık Hiperekstansiyon ve Hiperfleksiyon Hareketleri neden olur.

Servikal Travmalarda Fizyopatolojik Değişiklikler

Spinal travmalar en fazla servikal bölgede, özellikle S5 ve S6 se­viyesinde görülür.
Servikal spinal kordun tam kesişi kuadriplejiye neden olur. Travma sonucu S2 ya da S3 seviyesinde yaralanmalar olmuşsa, tam solunum felci görülür. Solunum felcinde hemen solunum desteği sağlanmazsa hasta birkaç dakika içinde ölür. S4_5.6 seviyesindeki yaralanmalarda hasta omuzlarını, deltoid ve biseps adalelerini ha­reket ettirebilir, fakat klavikulalar altında derin tendon refleksi ve duyu kaybı vardır. Servikal yaralanmalar alt seviyelere indikçe, da­ha az fonksiyon kaybı görülür.

Sonuç olarak servikal vertebra travmalarında belirti ve bulgular

Servikal Vertebra Travmalarında Belirtiler

Boyunda hassasiyet ve ağrı, Ekstremitelerde zayıflık, hissizlik, uyuşukluk, paralizi, Kan basıncı ve nabız sayısında düşme, Bilinç bozukluğu, Belden aşağıda sıcaklık hissi, El bileği ve dirsekte fleksiyon (+), ekstansiyon (-), Palpasyon sırasında ağrı, hassasiyet, lokal ödem, deformite, Öksürüğe hassasiyet, servikal ağrı gelişebilir, Pitozis, ağız solunumu, Başın "Cock-Rubin" (ördek başı gibi öne eğik) pozisyonunda olması yaralan­manın S1-2 seviyesinde olduğunu düşündürür. Sırtta terleme, Erkeklerde penisin ereksiyonu. travmatize olan bölgeye, büyüklüğüne ve oluşum mekanizmasına göre değişir. Ancak değişmeyen bir ilke; yaralanma seviyesinin, al­tındaki kısımdan çıkan spinal sinirlerin inerve ettiği beden alanla­rında fonksiyon kaybı olmasıdır.

Vertebral Yaralanma Nedir

Vertebral Yaralanmalar, Vertebral Nedir

Vertebral kolon 33 vertebranın kafa tabanından koksikse kadar birbiri üzerine sıralanması ile oluşur. Vertebralar birbirine kuvvetli bağlarla bağlıdır. Bu bağlar bir vertebranın bir diğeri üzerine kay­masını önler, ancak komşu vertebralar arasında çok küçük eğilim­lere izin verir.
Vücudun merkezi desteği olan vertebralar, servikal (7), torasik (12), lumber (5), sakrum (5), koksiks (3-4) olmak üzere beş bölü­me ayrılır.

Vertebralarm arkasında bir tünel vardır. Birbiri üzerine konul­duğunda içinde spinal kord bulunan kemik spinal kanalı oluştu­rurlar. Spinal kord erişkinde ortalama 45 cm. uzunlukta, 1 cm. kadar genişliktedir. Medulla oblangatadan ikinci lomber verteb­ranın üst tarafına kadar uzanırken, alt ucu incelerek konüs me-dullaris adını alır.
Spinal kord, vertebral kanaldan daha kısa olduğundan aşağı doğru gidildikçe, spinal sinirlerin kökleri daha uzunlaşır.

Spinal kordun impulsları afferent sinirler aracılığıyla çıkan yollar boyunca beyine, beyinden efferent sinirler aracılığıyla inen yollarla kaslara ve bedenin diğer kısımlanna taşımakla görevlidir. Aynca bazı durumlarda spinal reflekslerle impulsu beyne götürmek ya da beyinden getirmek yerine spinal kord düzeyinde yanıt oluşturabilirler.

Spinal travmalar, motor, duyu ve refleks aktivitesinin, barsak ve mesane kontrolunünün kaybı ile sonuçlanabilir. Aynca beden ima­jının değişmesi, kendi kendine yeterli olamama ve benlik saygısının azalması nedeniyle hastada bazı psiko-sosyal sorunlar da ortaya çı­kabilir.

Spinal yaralanmalara yol açan travmaların % 50'si motorlu araç kazaları nedeniyle meydana gelir. Diğer nedenler arasında yüksekten düşme, dalma, futbol ve kayak sporları yer alır.
ABD'de 200.000' den fazla spinal kord yaralanmak hasta olduğu ve her yıl 8000 yeni yaralanma ortaya çıktığı belirtil­mektedir.

Spinal kord yaralanmaları en fazla 15-30 yaş arasında ev­lenmemiş erkeklerde görülmekte olup, yoğunlaşma sıcak mev­simlerde ve 19 yaştadır. (servikal vertebral)

Travma spinal kolonun dengesini bozmuşsa, vertebra artık spinal kordu koruyamaz. Spinal kord spinal kolonun büyük bir kısmını doldurur. Bir vertebranm diğeri üzerinde hafif bir kay­ması bile medulla spinalisin bir yerinde sıkışmaya veya yırtılmaya neden olabilir.

Spinal kord yaralanmalarını, içinden geçtiği vertebralara göre ayırıp incelemek olasıdır. Bu bölümde servikal, torasik, lomber ve sakral vertebral travmalar ve bu travmalarda acil yaklaşım­lar ele alınacaktır.

Vertebral Yaralanmalar Anasayfa

Vertebral Yaralanmalar

Servikal Vertebral Travmaları

Toraks, Lomber ve Sakral Vertebra Travmaları

Kafa İci Basinc Artisi (KİBA) Nedir

Sekonder Kafa Travmaları

Sekonder kafa travmaları primer kafa travmalarından sonra ge­lişir ve sıklıkla hastanın durumunun hızla bozulmasına neden olur, mortaliteyi arttırır. Primer travmaya karşı en sık oluşan yanıt ödem, kanama, serebral otoregulasyonda bozulma ve hidrosefalinin geliş­mesine katkıda bulunan kafa içi basıncının artması (KIBA)'dır. Hipoksemi, hiperkapni ve sistemik hipotansiyon kafa içi basıncının artmasına neden olabilir. Bu gibi durumlarda beyine oksijen ve gli­koz gelmediğinden, beyin dokusu hasarı primer olarak gelişir.

Bu bölümde sekonder kafa travmaları arasında en yaygın olarak görülen KİBA ve kanamadan söz edilecektir.

Kafa İçi Basınç Artışı (KİBA)

Kafa iç basıncı (KİB) ilk kez 1960 yılında Lundberg tarafından ortaya atılmıştır. Yine Monro-Kellie'nin hipotezine göre; kafatasının genişlemeyen bir kutu olması nedeniyle intrakranial kompartmanda volüm sabittir. Temel olarak üç kompanentten oluşan ve kafa hacminde en geniş yeri tutan beyin parankimi normal şartlar altın­da 1000-1200 gram ağırlığındadır. Bir diğer kompartman toplam hacmi 150 mi olan arter, arteriol ve venöz yapılarda yer alan kan iken, son kompartman serobro spinal sıvı (bos) olup, bunun da top­lam hacmi 150 ml'dir.

Santral sinir sistemi (SSS)'nin toplam hacmi 1500 mi olup sabit­tir. Bunun büyük bir çoğunluğu değişkenlik özelliği olmayan paren-kim tarafından oluşturulurken % 20'si ise değişken olabilen bos ve kan tarafından oluşturulmaktadır.

KİB normalde 10 mmHg iken, kafa travması sonrası komaya gi­ren hastaların % 80'inde KİB'da artma saptanmıştır. Artmış kafa içi basıncı, kafa travmalı hastaların hastaneye ulaşmadan ölmelerine neden olur.

KİB arttıkça serebral kan akımı azalır, doku hipoksisi gelişir, se­rum pH düzeyi düşer, karbondioksit düzeyi artar. Bu süreç serebral vazodiletasyona, ödeme ve KİB'nın daha da artmasına neden olan bir döngüdür. Tedavi edilmezse irreversible beyin hasarına ya da ölüme neden olur.

KİB'nı Arttıran İki Tip Ödem Vardır

1. Sitotoksik = Hücresel Ödem


Aktif iyon transportu, sodyum pompası ve hücresel metaboliz­madaki herhangi bir bozukluk hipoksi oluşturabilir. Hipokside beyin oksijeni, glikozu ve glikojeni hızla tüketir ve anaerobik metabolizma meydana gelir. Sodyum pompası iflas eder, sodyum hücre içine girer ve ekstrasellüler boşluktaki sıvıyı hücre içine çeker. Serum sodyum düzeyi 120 mEg/L'den daha aşağı düşer. Sonuç olarak beyin hücre­lerinde anormal sıvı birikir ve ekstrasellüler sıvı azalır. Sitotoksik ödem vazojenik ödeme yol açabilir ve daha ileride de KIB'ni arttırır.

2. Vazojenik Ödem

Yetişkinlerde KIB'i arttıran bir faktördür. Serebral damarlardaki anormalliğin sebep olduğu beyin dokusundaki artışla karekterizedir. Bu durumda plazma serebral parankime ait ekstrasellüler boş­lukta normalden daha fazla birikir.

Kafa travmalarından sonra yaygın bir sorun olan Kafa içi Basınç artışı, (KİBA)'nda baş ağrısı, bilinç düzeyinde azalma, görme ya da konuşmaya ilişkin bozukluk, adale zayıflığı ya da paralizi, pupil de­ğişiklikleri, nöbetler, kusma ve solunum değişiklikleri belli başlı bul­gulardır.

Bu sekonder kafa travmasında yapılıcak acil bakımın amacı; KİB'nın düşürülmesi, yeterli serebral perfüzyonun ve doku oksije-nasyonunun sağlanmasıdır.

Kafa Travması Sonrası Gelişen KİBA'da Acil Önlemler/ Yaklaşımlar Şöyle Sıralanabilir

ABC'yi oluşturan hava yolu açıklığının sağlanması, solunum ve dolaşı­mın kontrolü yaşamsal önem taşır.
Hipoksi ve hiperkapni dolayısıyla vazodiletasyon ve KİBA'nın önlenme­si için Parsiyel oksijen basıncı (Pa02) 80-100 mmHg ve Parsiyel karbondioksit basıncı (PaC02), 25-30 mmHg arasında tutulmalıdır.

Başın kaldırılması: baş kalp seviyesinden 15-60 derece kaldırılarak ve-nöz dönüş kolaylaştırılır. Bu şekilde KİB'da belirli bir ölçüde düşme sağ­lanabilir. Ancak semifavvler pozisyonunu uygulayabilmek için hastanın normavoiemik olması gerekir. Aksi takdirde ortalama arter basıncı (OAB) düşebileceğinden beyin perfüzyon basıncında da istenmeyen bir düşme olacaktır.
Sedasyon ve paralizi: Ağrı ve ajitasyon KİBA'nı provoke ettiklerinden analjezik ve sedatiflerin uygun biçimde kullanılmaları gerekir.

KİBA'lı hastaların bakımı yaşamsal öneme sahip olan bir or­ganın etkilenmesinden ve sorun giderilemediğinde geriye dönü­şü olmayan hasarlara yol açmasından dolayı çok önemlidir. Bu nedenle KİBA'lı hastalarda olası sorunlar, sorunu giderme amacı, girişimler ve girişimlerin nedenleri ile sonuçta değerlendir­meyi içeren örnek bir bakım planı hazırlanmıştır.

Kontuzyon ve Konkuzyon Nedir

Kafa Travması Mekanizması

Kafa travmasında 3 temel mekanizma vardır. Hareketli bir ci­sim duran kraniuma (kafatasına) çarparsa beyin kafatası içinde hızla ileri itilmiş gibi olur. Buna "akselerasyon" yaralanması de­nir. Tipik örneği başa sopa veya taşla vurulmasıdır. "Deselerasyon" yaralanmasında ise düşme ve trafik kazalarında olduğu gibi hızla hareket eden baş duran bir cisme çarpar. Çoğu kez aksele­rasyon ve deselerasyon mekanizmaları çalkalanma biçiminde or­tak harekete neden olurlar. Değişik yoğunlukta bölge ve katmanlardan oluşan beyin dokusundaki akselerasyon ve de­selerasyon kuvvetleri farklı yoğunluktaki yapıları aynı hızla yer değişikliğine zorlar, böylece doku katmanları arasında yırtılma ve kanamalar olur. Kafa kaidesinin pürtüklü yapısı bu hasarı arttırır. Kafa travmalarında beyin hasarı en sık frontal ve temporal loplar­da oluşur.
Kafa travmalarında üçüncü mekanizma "deformasyon" yara­lanmalarıdır. Deformasyon darbe nedeniyle kafatasının bütünlüğü­nün ve şeklinin bozulmasıdır.

Kafa travmasında uygulanan acil bakım ve tedavinin amacı ikincil komplikasyonlara bağlı hasarı en aza indirmektir.

Kafa travmaları nedenlerine göre primer ve sekonder olarak iki gruba ayrılır.

Primer Kafa Travmaları

Primer kafa travmaları "kunt" ya da "penetran" yaralanmalar şeklinde sınıflandınlır. Kunt travmalar kapalı, penetranlar ise açık baş yaralanmalarına neden olur.

Kapalı Baş Yaralanmaları

Kunt travmanın oluşturduğu akselerasyon ve deselerasyon ha­reketi kafadaki çeşitli yapıları, beyin dokusu ve kan damarlarını et­kiler. Kafatası içinde bir miktar serbest hareket etme olanağına sa­hip beyinin, kafatasına çarpmasıyla çeşitli kısırdan yaralanır. Be­yin dokusunda ezik ve yırtıklar oluşabilir, damarların zedelenmesine bağlı kanamalar olabilir. Subdural hematomlar çoğunlukla bu tip yaralanmalarda görülür.
Kunt travmanın oluşturduğu kapalı yaralar, Konküzyon, kontüzyon ve beyin laserasyonuna yol açar.

Konküzyon nedir = (Beyin Sarsıntısı)

Kafa ve yüze gelen darbelerle olur. Konküzyon sözcüğü kafa travması sonucu oluşan hafif ve geçici fizyolojik serebral fonksiyon bozukluğunu ifade eder. Acil polikliniklerde görülen kafa travmala­rının çoğunluğu, bu tiptedir. Hafif kafa travmalı hastalarda genel­likle kısa süreli bilinç kaybı ve değişik sürelerde retrograt amnezi vardır. Bu hastalarda baş dönmesi ve bulantı hissi sık görülür. Ok-sipital bölge travmalarında geçici körlük ve afazi görülebilir.
Konküzyonlu hasta primer tanılamadan sonra gözlem altında tutulmak üzere genelde eve gönderilir. Hasta yakınlarına, hastanın bilinç durumunda bozulma, epileptik nöbet, artan baş ağrısı ya da bedenin yarısında kuvvet azlığı gibi bulgular görüldüğünde gecik­meksizin hastayı hastaneye getirmeleri gerektiği açıklanır. Konküzyonu olan hastaların büyük çoğunluğu 24-28 saat içinde tamamen normale dönerler.

Serebral konküzyonda; hücresel ve damarsal zedelenmeye bağ­lı olarak kanama, beyin şişmesi ve ödem gelişir. Bu sekonder deği­şiklikler hastanın bilinç düzeyindeki bozukluklarla ve komanın uzamasıyla sonuçlanabilir.

Kontüzyon Nedir = (Beyinde Ezilme)

Beyini örten en iç tabaka olan piamaterde yırtılma olmaksızın beyin dokusunun ezilmesidir. Kontüzyonun büyüklüğü ve şiddeti darbenin gücüyle doğrudan ilişkilidir. Kafa travması geçiren hasta­ların büyük bir bölümünde kontüzyon, temporal ve frontal lobların alt yüzeyinde ve frontal lobun önündeki kemik tavanının düzensiz ve pürüzlü bir yüzeye sahip olması nedeniyle bu bölümde görülür. Travmada ezilme çarpma vurgu yerinin altında olabileceği gibi beyinin hareketi sonucu travma yerinin karşısında da (Kontr-Kup) olabilir

Beyin Laserasyonu = (Beyin Yırtılması)

Laserasyon duramaterdeki kan damarlarının yırtılmasına sebep olur. Sekonder kanamalara yol açabilir. Kontüzyondan daha ciddi bir tablodur.

Açık Baş Yaralanmaları

Penetran yaralanma sonucu oluşan açık yaralarda, harabi-yet, delici cismin hızına bağlıdır. Kurşun yaralarında olduğu gibi hızlı yaralanmalar kafatasında ve beyinde şok dalgaları oluşturur, beyin dokusunda önemli hasar yapabilir. Açık baş yaralanmaları, kafa içinin dış çevreye açılmasına yol açtığın­dan çoğu zaman ciddi bir komplikasyon olan enfeksiyona ne­den olurlar.

Açık baş yaralanmaları ile birlikte Linear ve çökme kırıklar gö­rülebilir.

Linear Kırık

Tüm kafatası kırıklarının yaklaşık % 80'ini linear kırıklar oluşturur. Bu kırıklar genellikle tedavi gerektirmez ancak yol açtıkları komplikasyonlar nedeniyle önemlidirler. Epidural hematom linear kırıklarda en sık görülen komplikasyondur.

Ciddi Kafa Travmalarında Acil Yaklaşım

Hava yolu açıklığının sağlanması ve sürdürülmesi,
Endotrakial entübasyon,
Yeterli solunumun sağlanması,
Hiperventilasyon (yalnızca hastanın nörolojik durumu bozuk ise uygulanır, aksi takdirde uygulanmaz),
Yeterli oksijen desteğinin sağlanması,
Oksijen saturasyonunun izlenmesi,
Yeterli dolaşımın sağlanması,
Sistolik kan basıncının 90 mmHg'dan fazla olması ve bu şekilde sürdürülmesi,
Nörolojik durumun sık aralarla değerlendirilmesi,
Nöromüsküler paralizi belirtilerinin izlenmesi,
Hasta hastaneye ulaşmadan önce hipertonik sıvı verilmediyse mannitol solüs­yonunun verilmesi,
Hipovolemi ya da metabolik değişiklikler gibi diğer komaya neden olacak du­rumların araştırılması.

Çökme Kırığı

Çökme kırıkları linear kırıklara benzer ancak burada darbe gücü kafatasının parçalanmasına neden olmuştur. Çökme kırığı palpe edilebilir ve direkt kafa grafısinde görülebilir.

Travmaya maruz kalan kafatası bölgesinde ki deri sağlam ise, kapalı çökme kırığı, cilt dokusunda da laserasyon varsa açık çökme kırığı diye isimlendirilir. Eğer çöken kemik parçaları duramateri yır­tıp serebral dokuya batmış ise, komplike çökme kırığından söz edi­lir.

Kafa Travmalari Belirtileri

Kafa Travmaları ve Belirtileri

Travma nedeniyle görülen ölümlerin yaklaşık yarısı kafa yaralanmalarındandır. Trafik kazalarında ölenlerin üçte ikisinde, tek ba­şına kafa travması ya da kafa travması ile birlikte diğer travmalar­da vardır. Kafa travmalarının en bilinen nedeni trafik kazaları olup alkollü araç kullanma ve emniyet kemeri kullanmama bu oranı art­tırmaktadır. Alkollü araba kullanımı nedeniyle oluşan kazalarda hipoksinin ve metabolik bozuklukların daha uzun sürmesine bağlı olarak mortalite ve morbidite oranı daha fazladır. Diğer nedenler arasında, yüksekten düşme, saldırılar ve spor kazaları sayılabilir.
ABD'de her yıl yaklaşık 500,000 kafa travmasının oluştuğu, bunların 100,000'nin öldüğü 70,000'inin iş göremez duruma gel­diği belirtilmektedir.

Konu ile ilgili çalışmalar; kafa travmalarının daha çok ilkbahar ve yaz mevsimlerinde meydana geldiğini, erkeklerde 3 kez fazla görüldüğünü, kafa travması geçirenlerin % 70'inin 10-39 yaşlar arasında olduğunu, ancak yoğunlaşmanın 15-24 yaşlarda olduğu­nu göstermektedir.
Kafa travmalarında yaş mortalite oranını önemli derecede etkile­mektedir. 20 yaşından genç hastalarda mortalite oranı % 20 iken, 60 yaş üzerinde bu oran % 71'dir. Ayrıca tüm ölümlerin % l'i kafa travmasındandır.

Görülme sıklığı ve mortalitesi yüksek olan kafa travmalarında tedavi ve bakım giderleri bir hayli fazladır. ABD'de kafa travması nedeniyle tedavi görenler için her yıl yaklaşık 44 milyar dolar har­candığı belirtilmektedir.

Ülkemizde her yıl nüfusun yaklaşık 300/100.000 oranında has­ta kafa travması nedeniyle hastaneye kabul edilir, 9/100.000 ora­nındaki hasta ise aynı nedenle kaybedilir. Bu verilere göre Türkiyede yılda en az 5500-6000 kişi kafa travması nedeniyle ölmektedir. (kafa travmaları ppt)

Kafa Travmalı Yaşlı Hastalar

Aşağıdaki faktörler kafa travmalı yaşlı hastalarda mortaliteyi yükseltir.

Kapalı baş yaralanmaları subdural hemotoma sebep olarak düşme,
Sistemik strese toleransın azalması, fazla çevresel uyaran,
Hipotansiyon, hipertansiyon ve kardiyak problemler gibi
tıbbi komplikasyonlar,
Koruyucu sistem ve mekanizmaların zayıflaması, enfeksiyona
özellikle pnömoniye yatkınlık,
Kafa travması nedeniyle immun yanıtta zayıflama.
Kafa travmasına bağlı ölümlerin bazıları kaçınılmazdır, bazılarım ise önlemek olasıdır.

Penetran Termal ve Kunt Yaralanmalar

Travmaya Bağlı Yaralanma Tipleri

Travmada vücudun maruz kaldığı güçler; kunt, penetran ve ezil­me olmak üzere üçe ayrılır. Ancak kunt ve penetran yaralanmaları içeren patlamaya bağlı yaralanmalar ve termal yaralanmalarda di­ğer travmaya bağlı yaralanma tipleri olarak kabul edilebilir.

Künt Yaralanmalar

Travmalarda kunt yaralanmaya neden olan etkileyici kuvvetler geniş bir vücut alanına çarparlar. Derinin bütünlüğü bozulmadan alttaki organlarda çeşitli derecelerde yaralanmalar oluşur. Çarpma çok hızlı ise, genellikle deri altındaki dokular yırtılabilir, deri altı ve daha derin dokularda kanamalara yol açabilir, bu tip travmalar da içi boş organlar yırtılır, böbrek, karaciğer ve dalak gibi içi dolu or­ganlar ise parçalanabilir.

Penetran Yaralanmalar

Delici ve kesici aletlerin yol açtığı yaralanmalardır. Bu tür trav­malarda etkenin cilde temas ettiği bir nokta vardır. Çarpma gücü bu noktada toplanır ve yaralanmaya neden olan alet derinin o nokta­sından girerek laserasyona veya kesiğe yol açar. Deri penetran bir alet ile kesildiğinde oluşan yaraya açık yara denir. Penetran alet sadece deriyi kesmiş olabilir ya da vücudu baştanbaşa geçip başka bir noktadan çıkmış olabilir. Bu durumda geçtiği yol üzerindeki bütün oluşumları yaralar. Bu tip yaralanmalann ciddiyeti etkilenen doku­nun yeri ve büyüklüğü ile ilişkilidir.

Bütün travmalar sadece hareketli bir cismin vücuda çarpması sonucu olmaz, vücut hareket halinde iken bir yere çarptığında yine aynı şekilde ciddi yaralanmalar olabilir. Çarpma anında ani durma veya hız azalması olur ve hem kunt hem de penetran yaralanma­lar görülebilir. Aynca vücudun bazı bölgeleri diğerlerinden daha ön­ce durduğu için deselerasyon yaralanmaları da oluşabilir. Örneğin, bir araba kazasında baş öndeki cama vurunca kafatasının öne hakereti hemen durur, fakat kafatası içindeki beyin, kafatasının iç yü­zeyine çarpana kadar harekete devam eder. Genellikle beyin trav­malarının nedeni bu ikinci çarpmalardır.

Bu tür yaralanmanın şiddeti dış belirti ve bulgular fazla olmadı­ğı için primer değerlendirmede pek anlaşılmaz, fakat iç organların deselerasyon yaralanmaları öldürücü olabilir.

Ezilme Yaralanmaları

Bu tür travmalarda, ezilmeye neden olan güç vücuda, delici ve kunt travmada olduğundan daha uzun süre etki eder. Yumuşak do­kuya yapacağı direkt hasardan başka, ezilme sırasında yumuşak dokuların sürekli, baskılanması ile dolaşım bozulur ve hasarın de­recesi artar. Ezilme yaralanmalarında hasara neden olan güç kaldı­rılana kadar etkisini sürdürür.

Ezilme yaralanmalarında yumuşak doku travması ve dolaşım bozukluğu yanısıra ödem gelişir. Ödem yaralanmaya bir yanıttır. Kafatası gibi sınırlı bir boşlukta gelişen ödem yaşamı tehdit eder. Ödem sıvısının oluşturduğu basınç dokulara baskı yapabilecek ka­dar artabilir. Basınç, kan damarlarına baskı yaptığı zaman, dokuya gelen kan akımı azalacağından daha fazla hasara yol açar.

Patlamaya Bağlı Yaralanmalar

Patlamadan sonra bir basınç (şok) dalgası oluşur ve merkez­den çevreye doğru yayılarak çarptığı tüm yüzeylerde hasara neden olur. Bazı patlama tiplerinde aşırı miktarda ısı da vardır.
Basınç dalgasının hemen arkasından patlama rüzgarı gelir ve beraberinde bombanın kendisinden ya da çevesinden binlerce keskin maddeyi çevreye savurur. Dolayısıyla bombalar kunt ve delici yaralanmaların ve yanıkların tümünü birden içeren multipl travmalardır.

Termal Yaralanmalar

Organizmanın bölgesel olarak ısı, ateş, kostik madde ya da rad­yoaktif ışınlarla karşılaşması sonucu oluşan yaralanmalar ülkemiz­de ve dünyada sık karşılaşılan yaralanma şeklidir.
Multipl Travmalardan Sonra Görülen Metabolik Değişiklikler
Vücutta protein yıkımı olur. Büyük travmalardan sonra idrarla günde 8-10 gram nitrojen atılır. Bu da ortalama günde yarım ki­logram ağırlık kaybı demektir.
Vücudun oksijen kullanımı, vücut ısısı ve nabız sayısı artar.
İdrarla nitrojen, potasyum, fosfat ve sülfat atılır.
Büyük kemik kırıklarından sonra bazal metabolizmada % 30 artma görülür.
Adrenalin ve noradrenalin salgısı artar.
Serum albümin düzeyi 15-20 gün düşük seyreder.
Sedimantasyon hızında artma görülür.
Özel bir protein olan C-reaktif protein (CRP) pozitiftir ve yüksek düzeylerde ölçülür.
Haraketsizlik, kas atrofısi, kuvvet azlığı, eklem sertliği, eklem kontraktürleri, kemik dokusundan kalsiyum (Ca) yıkımı, Ca'un idrarla atımında artma ve buna bağlı olarak bol sıvı almayan hastalarda böbrek, üreterler ve mesanede taş oluşumunun baş­lıca nedenidir.
Yukarıda sayılan bu metabolik değişiklikler travmanın şiddeti, hastanın yaşı, bireyin beslenme durumu, uygulanan tedavi ve ba­kım ile yakından ilişkilidir.

Travma ve Acil Cerrahi

Travma Mekanizması, Travma ve Acil Cerrahi

Yaralanma vücudun herhangi bir enerji ile aniden karşılaşması so­nucu olur. Enerji, ısı, elektrik veya kinetik enerji şeklinde olabilir. Ki­netik enerji hareket halindeki enerjidir. İnsan vücudu sık sık kalıcı, bazen öldürücü olabilecek yüksek miktarda enerjiye maruz kalır.

Hareket halindeki bir nesnenin kinetik enerjisi, hareket durdu­ğunda başka bir enerji şekline dönüştürülmelidir. Araba frenine ba­sınca olduğu gibi, hareket yavaş yavaş durursa, kinetik enerji ısıya dönüşür. Bunun tam tersi arabanın sert bir yere çarpmasında oldu­ğu gibi aniden durursa çarpma enerjisi hareket eden nesneyi, çarpı­lan nesneyi veya ikisini de travmatize eder. İnsan vücudunun ani travmalara toleransı oldukça sınırlıdır. Buruna hafifçe vurulması burnun geçici olarak deforme olmasına ve çarpma enerjisini kalıcı hasar olmadan alabilmesine neden olur. Ancak şiddetteli bir darbe, burun dokusunda aşırı deformasyona ve hasara yol açar. Travma da, doku hasarı bütün kinetik enerji harcanana kadar devam eder.

Multipl travmalar aynı anda birçok organ ve sistemin etkilendi­ği yüksek enerjili yaralanmalardır. Yaralanmalarda uygulanan enerjinin miktarı, hızı ve vücutta etkilendiği bölge olayın ciddiyeti­ni belirler.

Hareket eden bir cismin kinetik enerjisi, ağırlığına (kütle) ve hı­zının karesine bağlıdır.

Kinetik Enerji Hesaplama Formülü:

Kinetik Enerji = MV72 (M= kütle, ağırlık, V=hız)

Bu formülden de anlaşıldığı gibi yaralanma olayında en önemli faktör hızdır. Çarpan cisim ne kadar hızlı ise, dokularda yapacağı hasar da o kadar fazladır. Bunun en güzel örneği ateşli silah yaralanmalarında görülmektedir. Ateşli silahlar merminin çıkış hızı 200 feet/saniyeden fazla olan silahlar ve düşük olan silahlar olmak üze­re ikiye ayrılır. Yüksek hızlı silahlarda doku hasarı çok daha fazla­dır. Etkileyen kuvvetler önce vücut derisinde ezilme sonra yırtılma­lara neden olur. Etkileyen kuvvet fazla ise, yumuşak doku yırtılır ve açık yaralanmalar ortaya çıkar.

Multipl Travma Nedir

Travma ve Yaralanmalar, Travma Acil Cerrahi

Multipl Travmalar



Travma sözcüğü genellikle yaralanma olayını anlatmak için kul­lanılmakta olup, fiziksel ve psikolojik olmak üzere ikiye ayrılır.

Çarpma, vurma, darbe, yaralanma gibi anlamlarda kullanılan fi­ziksel travma, gençlik döneminde sık karşılaşılan yaşamın ilk kırk yılındaki ölümlerin çoğundan sorumlu olan ve neden olduğu ölüm­lerin yaklaşık iki katı kadar da kalıcı sakatlığa yol açan bir sorun­dur.
Amerika Birleşik Devletlerin (ABD)'de, yapılan bir araştırmada 1 -44 yaş ölüm nedenleri arasında travmanın birinci sırada yer aldı­ğı saptanmıştır. Bir diğer çalışmada; yine aynı ülkede yılda 150.000 bireyin travmadan yaşamını yitirdiği 50 milyon insanın yaralandı­ğı vurgulanmaktadır. İngilterede trafik kazası geçirenlerin % 24'ünün en az altı ay süreli sakatlıklarla karşı karşıya kaldığı belir­tilmektedir.

Hızla gelişmekte olan ülkemizde bir yandan nüfus patlaması­yla ortaya çıkan çarpık kentleşme, öte yandan dehşet verici bo­yutlara ulaşan motorlu araç kazaları travmaya bağlı ölüm ve sa­katlıkların artmasına neden olmaktadır. İstanbul'da bir hastane­nin acil polikliniğine sadece 20 günde 906 kaza olgusunun baş­vurduğu ve bunlardan 10'unun ilk saatlerde yaşamını yitirdiği belirtilmektedir.

Motorlu araç kazalarına bağlı travma, dünyanın bir çok ülkesin­de olduğu gibi, ülkemizde de genç, erişkin yaş grubunun önde ge­len ölüm nedenlerinden birisidir. Sağlık Bakanlığının 1994 yılı ista­tistiklerine göre ülkemizde 200.000'in üzerinde motorlu araç kaza­sı meydana gelmiş, 100.000'in üzerinde insan fiziksel travmaya maruz kalmış, bunların 6108'i olay yerinde, 3145'i ise hastanede yaşamını yitirmiştir. Bu sonuçlara göre her gün 28 insan motorlu araç travması sonucu yaşamını yitirmektedir

Motorlu araç kazaları sonucu en fazla travmaya uğrayan bölge baştır. Bunu daha az oranlarda alt ve üst ekstremiteler, toraks, abdominal bölge ve boyun izlemektedir.

İnsan vücudunda iki ya da daha fazla sistemin ciddi şekilde ya­ralanması anlamında kullanılan multipl travmalar nedeniyle görü­len ölümlerin % 50'si dikkatli bir acil tıbbi bakım uygulanmasından önce ortaya çıkmaktadır.

Travmaya Bağlı Ölümleri Üç Dönem Olarak Ele Alabiliriz

1. Dönem Ölümleri; genellikle beyin, spinal kord yaralanmalan, geniş damar yırtılmaları ya da büyük organ yaralanmalan sonucu herhangi bir tıbbi girişim yapılmadan, travmadan hemen sonra görülür (Toplam travma ölümlerinin %50'si birinci dönemde olur. Birinci dönem ölümlerinin %5'i ise ilk 5 dakikada olur).
2. Dönem Ölümleri; baş, toraks, batın yaralanmaları ve aşırı kan kaybına bağlı olarak yaralanmadan sonraki 2 saat içinde olur (Toplam travma ölümlerinin %30'unu oluşturur).
3. Dönem Ölümleri ise; sepsis veya çok sayıda organın fonksiyon yetmezliğine bağlı olarak yaralanmadan sonraki gün ve haftalarda görülmektedir (Toplam travma ölümlerinin %20'sini oluşturur).

Multipl Travmalar Anasayfa

Multipl Travmalar

Travma Mekanizması

Travmaya Bağlı Yaralanma Tipleri

Kafa Travmaları ve Belirtileri

Kafa Travması Mekanizması

Sekonder Kafa Travmaları

HIV ve HBV Hastaliklari İcin Onlemler

HIV ve HBV ye Karşı Alınması Gereken Önlemler

I. Açık cilt lezyonları olan sağlık bakım elemanlarının alması gereken önlemler
Bunlar direk hasta bakımı yapmamalı ya da durum ke­sinleşinceye kadar kontamine araçları çıplak elle tutma­malıdırlar.

II. Direk hasta bakımı veren sağlık bakım elemanlarının alması gereken önlemler

A. Tek kullanımlık eldiven giymeyi gerektiren durumlar
1. Cilt bütünlüğü bozulmuş tüm hastalarla temas, giysi­lerin değiştirilmesi, oral, nazal ya da endotrakeal as-pirasyon, nazogastrik tüp uygulaması, oral bakım veya termometreleri tutarken,
2. Arter ya da vene girme, arteryal infüzyondan kan as-pire etme, Swan-Ganz ya da Hickman kateterleri ve­ya diğer vasküler giriş araçlarını elle tutma, laboratu­ar ya da yataktaki analizler için kan veya vücut sıvı örneklerini alma veya bu örneklerin elde tutulması sı­rasında,
3. Vaginal kanama veya inkontinans için kullanılan pe­rine pedlerinin değiştirilmesi sırasında,
4. Kan veya kan ürünlerinin değiştirilmesi, verilmesi ya da asılması sırasında,
5. Sürgü, ördek ve böbrek küvetler boşaltılırken ve sto-ma bakımı verilirken tek kullanımlık eldiven giyilir.

B. Eldiven yırtılır ya da delinirse çıkarılır, eller yıkanır ve yeni eldiven kullanılır

C. Eller kan ya da vücut sıvılarıyla kirlendiğinde, hasta­dan hastaya geçerken, kirlenmiş cansız objelere doku­nulduktan sonra hemen yıkanmalıdır

D. Travmalı hastaların resüsitasyonu ya da acil doğumlardaki gibi kan veya diğer vücut sıvılarına aşırı derecede maruz kalma olasılığnda eldivenle birlikte maske, göm­lek ve gözlük gibi uygun engel oluşturacak giysiler giyilir

D. Kan veya vücut sıvılarıyla kirlenmiş giysiler veya örtü­ler düzenli olarak çamaşırhaneye gönderilip yıkanır.

1. Ağızdan ağıza suni solunumun yerine suni hava yo­lu ve resüsitasyon araçları kullanılır.

2. Batma yaralanmaları riskini arttırdığından dolayı iğ­neler kullanıldıktan sonra uçlarına takılmaz, bükül­mez ya da kırılmaz. Acil işlemler sırasında iğneler de-linmez kutulara direk olarak atılır. İğnelerin yatak üs­tüne, yatak kenarlarına, yerlere düşmemesi için bü­yük çaba gösterilir.

III. İndirek hasta bakımı veren sağlık bakım elemanlarının alması gereken önlemler

A. Tekrar kullanılacak kesici aletler temizlendikten sonra özel koruyucu kaplarında taşınır, elde taşınmaz.

B. Araçlar üzerindeki kan ve dokuların tümüfırçalandık-tan sonra dezenfekte edilir. Temizliği yapan kişiler el­diven giyer. Personel, hasta banyolarındaki kirli mad­delere dokunma sırasında eldiven ve torba kullanmaya cesaretlendirilir.

C. Kan ve vücut sıvılarıyla kirlenmiş özel analiz materyalle­ri ve izleme araçları, acil sedyeler, çalışma alanları, ban­kolar emici havlularla temizlenir ve daha sonra uygun dezenfektanlarla yıkanır. Ancak kullanılacak dezenfek­tan ajanların aletleri bozucu etkisi bilinmeli, özellikle alü­minyum gibi metallerde aşındırıcı olduğundan dolayı sodyum hipoklorid kullanımında dikkatli olunmalıdır.

D. Atıklar uygun şekilde yok edilirler

1. Kan, vücut sıvı atıkları ya da diğer kirli sıvılar uygun şekilde bir atık yerine boşaltılır, kanalizasyon sistemi içinde yıkanır.
2. Katı kirlenmiş maddeler dayanıklı plastik torbalara konulur, etiketlenir ve hastanenin kirli maddeler için belirlenen yöntemine göre imha edilir.

IV. ABD Hastalık Kontrol Komitesi'nin Enfeksiyon Kontrolü İçin Önerdiği Protokol
A. Eğer birey enfekte kan veya vücut sıvıları ile temas ederse, gözlere, yüze, ya da açık cilt lezyonlan üzerine kan veya vücut sıvıları sıçrarsa bu önemli bir risktir.

B. HIVli olduğu düşünülen bireyin olası bulaştırıcılığını belirleyebilmek için birey klinik ve epidemiyolojik ola­rak değerlendirilir. Enfekte hasta, insidans ve serolojik testler hakkında bilgilendirilir.

C. HIV enfeksiyonu bulaşmış bireye olabildiği kadar ça­buk serolojik testler yapılır. Eğer kaynak kişi HIV bul­gularına sahip bir AİDS'ti ise, test tekrarlanır-

1. HIV enfeksiyonuna yeni maruz kalmış birinin testle­ri negatif sonuçlanırsa, test 6 hafta içinde tekrarlanır ve geçiş olup olmadığını belirlemek için periyodik olarak 3. 6. ve 12. aylarda tekrar test yapılır.

2. Yeni olarak maruz kalan birey özellikle ilk 6-12. haf­talarda gözlenir.
HIV, HBV ve diğer kanla geçen hastalıklar için kan en önemli kaynaktır. Semen ve vajinal sıvılar yoluyla enfeksiyon geçişi genel­likle seksüel yolla olmasına rağmen bu sıvılarla temasta da önlem­ler uygulanır. Aynı zamanda dokular, serebrospinal sıvı, sinovial, peritoneal, perikardial, amniyotik sıvı ve diğer bilinmeyen sıvılarla bulaşma riskine karşı da önlemler uygulanır. Feçes, nazal sekres-yon, ter, gözyaşı, idrar ya da kusmuk kanla bulaşmadıkça önlem almaya gerek yoktur. Bu sıvılar ve materyallerden HBV ve HIV ge­çiş riski çok düşük veya yoktur.

Çoğu hastanede enfeksiyon kontrolünü sağlayan komite genel­likle acildeki enfeksiyon kontrolünden de sorumludur. Sorumluluk-lan; enfeksiyon riskini azaltma konusunda eğitim, izolasyon ön­lemleri, mesleki risklerin yönetimi ve yeni çalışmaya başlayanlar için oryantasyon programlarıdır. Enfeksiyon kontrol komitesi üye­leri, acil ünitesinde politika ve yöntemlerin geliştirilmesinde konsül-tan olarak da görev alırlar.

Bazı enfeksiyon hastalıktan il ve bölgesel düzenlenmelere göre kaydedilir. Kaydetme genellikle kontrol komitesi üyelerinin sorum­luluğundadır. Acil ünitesinde kayıtların hangi hastalıkla ilişkili ol­duğu önemlidir. Uygun kişi veya ajanın kaydedilmesinde hastane­nin politikası izlenir.

Enfeksiyonun Gelisimi

Enfeksiyonun Gelişimi

Enfeksiyon hastalığı bireyde genel olarak şu dönemleri izler.
Kuluçka Dönemi: Patojen mikroorganizmanın vücuda girme­siyle ilk belirtilerin görülmesi arasındaki süredir.

İlk Belirtilerin Görüldüğü Dönem: İştahsızlık, hafif ateş ve halsizlik gibi hastalığın erken belirtiler gösterdiği başlangıç dönemi­dir. Bu dönemde hastalığın bulaşma olasılığı yüksektir.
Hastalık Dönemi: Hastalığa özel belirti ve semptomların sergi­lendiği dönemdir.

İyileşme Dönemi: Hastalığın akut semptomlannm ortadan kalktığı dönemdir. İyileşme süresi enfeksiyonun şiddetine ve hasta­nın genel sağlık durumuna bağlıdır.

Enfeksiyon Kontrolünde El Yıkamanın Önemi

El yıkama.enfeksiyon zincirini kırarak mikroorganizmaların ya­yılmasını engelleyen basit ve son derece etkili bir işlemdir.

Ellerin yıkanması gereken durumlar

Çalışanların acil durumlar dışında ellerini kesinlikle yıkama­ları gereken durumlar şunlardır:
1. Ameliyat, kardiyak kateterizasyon, anjiyografi, doğum gibi beden boşluklarına ya da organlara küçük cerrahi girişim ve acil servis polikliniklerindeki işlemlerden önce ve sonra,
2. Yenidoğan ve yoğun bakım ünitelerinde yatan ve/veya im-munosupresif tedavi gören hastaların bakımından önce ve sonra,
3. Cerrahi işlemlerde ve hasta bakımında kullanılan aletlere do­kunmadan önce ve sonra,
4. Kan, idrar, balgam gibi beden atıklarıyla temastan sonra,
5. Hastanın atıklarıyla bulaşmış malzemeye dokunduktan sonra,
6. Aynı hastanın bakımında farklı işlemleri gerçekleştirme sıra­sında,
7. Enfekte hasta bakımından sonra,
8. Hastanın oral ilaç tedavisinden, beslenmesinden önce ve son­ra eller yıkanmalıdır.

Acil ünitelerindeki hastalarda enfeksiyon ya da enfeksiyon hastalıkları her zaman olabilir. Acil ünitesine solunum sistemi enfeksiyonuyla gelen hastalar, toplumu ve mevsimsel insidansı yansıtırlar. Genellikle viral olan bu tip enfeksiyonlar acil perso­neli için daima risk oluştururlar. Aynı zamanda tanısı konmamış hastaların kanları, HIV ve HBV(Hepatit B virüsü) yönünden bü­yük tehlike oluşturur. Bu nedenle acil personelini tehdit eden en­fekte kan ve vücut sıvıları için "Üniversal" ya da evrensel ön­lemler" olarak tanımlanan bazı önlemlere uyulması son derece önemlidir.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'nde Hastalık Kontrol Merkezi'inde yürütülen çalışmalar, HlV'le enfekte olduğu bilinen hastanın kanı ile kontamine bir iğnenin batması sonucu bulaş­ma riskinin %1' den daha az, ancak hepatit B riskinin %6-30 arasında değiştiğini göstermektedir. HIV de ölüm olasılığının %100 olmasından dolayı toplumsal duyarlılık HBV den daha yüksektir.

Enfeksiyon Riski

Enfeksiyona Karşı Vücudun Savunma Düzeni ve Enfeksiyon Riskleri

Patojen mikroorganizmaların vücuda girmesiyle enfeksiyon baş­lar. Vücudun enfeksiyonlara karşı doğal savunma mekanizmaları vardır. Bu mekanizmalar yetersiz kaldığında enfeksiyon yayılır. Vücudun savunma mekanizmaları şunlardır:

Deride, mukozada ve çeşitli vücut salgılarında bulu­nan normal flora: Deri, mukoza üzerine ve çeşitli vücut salgıları içine doğal olarak yerleşen mikroorganizma florala­rı vardır. Bu doğal flora hastalığa neden olmaz tam tersine bireyin sağlığının sürdürülmesine yardım eder. Özellikle de­ride, ağızda ve barsaklarda yerleşmiş pek çok mikroorganizma bulunur. Deri yoğun bir kalıcı floraya sahiptir ve bu flo­ra deri kıvrımlarının derinliklerine yerleşmiştir. Derinin do­ğal florası deri üzerinde biriken mikroorganizmaların çoğal­masını önler. Ağız mukozası ve salya da doğal flora açısın­dan çok zengindir. Dışkılama yoluyla da hergün barsaklar-dan çok sayıda mikroorganizma dışarı atılır. Barsak florası bölgeyi patojenlere karşı savunur ve antibakteriyal madde­ler salgılar. Vagina mukozası ve salgısı da aynı şekilde böl­geyi patojenlerin yayılımmdan korur.

Çeşitli organlardaki özelleşmiş yapılar: Birçok organ kendilerini koruyan özelleşmiş yapılara sahiptir. Örneğin so­lunum yolunu büyük ölçüde kaplayan silialar, biriken mü-küsü ve mikroorganizmaları ritmik hareketlerle sürekli ola­rak farenkse doğru iterler ve sonra bunlar yutulur. Sigara iç­me gibi silialarm savunma gücünü kıran etkenler enfeksiyon olasılığını arttırır. Aynı zamanda tonsiller de farenksi koru­yan organlardır.

Travma ve enfeksiyon gibi herhangi bir yaralanma­ya karşı enflamasyon gelişimi: Yaralanmaya karşı vücu­dun bir yanıtı olan enflamasyon, patojenlerin yayılımını önlediği gibi doku onarımını da gerçekleştiren bir süreçtir.

Yabancı maddelere karşı bağışıklık gelişimi: Yabancı bir madde vücut dokularına girdiğinde, vücut buna karşı enflamasyona benzer bir yanıt verir. Bu yabancı maddeye antijen adı verilir ve bu antijenler genellikle bireyin vücu­dunda bulunmayan proteinlerden oluşur. Bazı antijenler vü­cudun biyolojik yapısında değişikliğe neden olduklarından, daha sonra bu antijenlere verilen yanıtlar ilk yanıttan farklı olur. Bu değişmiş yanıta vücudun bağışıklık yanıtı denir. Bu karmaşık süreç sırasında vücut antijenlere karşı antikor ürettiğinde humoral bağışıklık olarak isimlendirilir. Bundan başka lenfosit sayısında da artış görülür, buna da hücresel bağışıklık adı verilir. Bağışıklık mekanizması vücudu çeşitli mikroorganizmalara karşı koruduğu gibi malign hücrelere karşı da korur.

Enfeksiyon Riskini Etkileyen Faktörler

Bireyin uygun konakçı olup olmamasını aşağıdaki faktörler etkiler

Sağlam deri, mukoza, mide sekresyonunun ve genitoüriner ka­nalın normal pH düzeyi mikroorganizmaların yayılmasını önler. Vücuttaki lenfositler patojenlere karşı direnç gösterirler. Nedenleri tam olarak açıklanamamakla beraber yaş, cins, ırk ve kalıtım gibi faktörler uygun konakçı olup olmamayı etkiler. Ye-nidoğan ve yaşlılar enfeksiyona daha yatkın olurlar. Doğal ve kazanılmış bağışıklık enfeksiyona karşı direnç sağlar. Yorgunluk, iklim, beslenme ve genel sağlık durumu, başka bir hastalığın varlığı, daha önce uygulanmış ya da halen devam eden bazı tedaviler uygun konakçı olmayı etkiler. Stres, vücudun savunma mekanizmasını olumsuz etkiler. Hastalara uygulanan yoğun tedavi veya çeşitli kateterler enfek­siyon olasılığını arttırır.

Enfeksiyon Kontrol ve Sureci

Enfeksiyon Süreci ve Enfeksiyon Kontrol

Patojen mikroorganizmaların varlığı her zaman hastalığın oluş­masına neden olmaz. Bir enfeksiyonun ortaya çıkması enfeksiyon süreci zincirinin tamamlanmasıyla gerçekleşir. Enfeksiyon süreci zinciri altı aşamalıdır.

1. Enfeksiyon ajanı (mikroorganizma)
2. Kaynak (rezervuar)
3. Çıkış kapısı
4. Taşınma yolu
5. Giriş kapısı
6. Uygun konakçı

Enfeksiyon Ajanı, Enfeksiyon Kontrol hemşireliği

Enfeksiyon oluşturma yeteneğine sahip organizmalara enfeksi­yon ajanı denir. Bu organizmalar ya kökenlerine göre bitkisel ve hayvansal ya da türlerine göre bakteriler, virüsler, funguslar, riket-siyalar, protozoonlar, helmintler olarak sınıflandırılabilirler.

Organizmanın hastalık yapması çeşitli faktörlere bağlıdır. Bunlar:
Mikroorganizmaların sayısı
Mikroorganizmaların hastalık yapma yeteneği
Bireyin bağışıklık sistemi
Bireyin bağışıklık sisteminin yeterliliği
Bireyin mikroorganizma ile temas süresi ve yakınlığıdır.

Enfeksiyon Kontrolü Programı

Mikroorganizma normal koşullarda hastalık yapmayabilir. An­cak yukarıdaki faktörlerin etkisiyle zararsız görünen mikroorganiz­malarda hastalık yapabilirler. Vücudun çeşitli bölgelerine yerleşen bazı mikroorganizmalar, vücudun doğal savunma sisteminin bir parçası olup normal flora adını alırlar. Örneğin; escheria coli, bar-saklarda normal olarak bulunur ancak, üriner kanala taşındığında enfeksiyona neden olur.

Vücutta deride, nazal pasajda, orofarenkste, ağızda, özofagusta, ince barsaklarda, kalın barsaklarda, üretral girişte, vajinada kalıcı bakteri floraları vardır. Bunlar genellikle nonpatojen olmak­la beraber, çoğunun patojen nitelik taşıdığı unutulmamalıdır. Di­ğer taraftan trakea, bronşlar, akciğerler, üretra, mesane, üreterler, böbrekler, sinir sistemi, kan ve lenf sistemi normal koşullarda ste­ril alanlardır.

2. Kaynak

Mikroorganizmaların büyüyüp çoğaldığı doğal ortamdır. İnsan­lar, hayvanlar ve toprak enfeksiyon ajanlarının başlıca kaynakları­dır. Aynı zamanda, su, süt veya cansız cisimlerde kaynak olabilir. Örneğin; birey HIV (Human Immune Defıciency Syndrome= İnsan İmmün Yetersizliği Sendromu) taşıdığı halde kendisi AİDS (Adult Immun Defıciency Syndrome) belirtilerini göstermeyebilir ancak, cinsel ilişki ve kan yoluyla hastalığı başkalarına taşıyabilir. Bu şe­kilde, vücudunun içinde veya üzerinde başkalarına bulaştırdığı pa­tojenleri taşıdığı halde kendisi hastalık belirtileri göstermeyen birey­lere taşıyıcı (portör) denir. Burada bireyin normal florası patojenle­re kaynak olmaktadır. Bazı hayvanlar kuduz virüsünün, toprak ise gazlı gangren ve tetanoza neden olan organizmaların kaynağı ola­bilir.

3. Çıkış Kapısı

Mikroorganizmalar orijinal kaynağından çıkmadıkça etkilerini göstermezler. Her organizma için kaynaktan bir çıkış kapısı vardır. Örneğin; insanlarda solunum, sindirim, üreme ve idrar kanalları, bütünlüğü bozulmuş deri ve kan mikroorganizmaların çıkış kapısı olur.

4. Taşınma Yolu ve hastane enfeksiyon kontrol

Enfeksiyon ajanının uygun konakçıya en yaygın bulaşma şekli direk, indirek ya da damlacık yoluyla olur. Çeşitli taşıyıcı­lar organizmayı bir yerden diğer yere taşırlar. Organizmalar vü­cuda; dokunma, öpme ve cinsel ilişki gibi direk temas yollarıy­la, kontamine gıda, su, bireysel eşyalar, sivrisinek ve bit gibi vektörlerle indirek olarak ya da öksürme, hapşırma ve konuş­ma sırasında damlacıklarla veya tozlarla tutunarak hava yoluy­la taşınabilirler.

5. Giriş Kapısı

Organizmanın konakçıya girdiği yoldur. Bu yol genellikle aynı zamanda çıkış kapısıdır.

6. Uygun Konakçı

Mikroorganizmaların varlıklarını sürdürebilmeleri için uygun bir konakçı bulmaları ve konakçının savunma gücünü kırmaları gere­kir. Toplumda bu tür konakçıları bulmak mikroorganizmalar için hiç zor değildir.

Enfeksiyon sürecindeki zincir bir yerinden kırılırsa enfeksiyon önlenmiş olur. Bütün patojenleri kaldırmak olanaksızdır. Ancak zinciri kırmak enfeksiyon kontrolünde temeldir.

Enfeksiyon Kontrolu Anasayfa

Enfeksiyon Süreci ve Enfeksiyon Kontrol

Enfeksiyona Karşı Vücudun Savunma Düzeni

Enfeksiyonun Gelişimi

HIV ve HBV ye Karşı Alınması Gereken Önlemler

İleri Yasam Destegi İlaclari

İleri Yaşam Desteği ve İlaçlar

1. Hipoksemi Durumunun Düzeltilmesi

Kritik hastalarda hipoksemi ve yetersiz doku oksijenasyonuna neden olan pek çok faktör vardır. Mümkün olduğu kadar en yüksek oksijen konsantrasyonu (%100) en kısa zamanda verilir. KOAH şüphesi hariç diğer hastalara 8-10 L /dk gönderilir.

2. İntravenöz Sıvılar

Kritik hastalarda özellikle akut kan kaybı olanlarda kan volümünü arttırmak gerekir. Damar yolunu açmak ve fazla sıvı yüklen­mesine engel olmak için %09'luk NaCİ yerine diyabetik değilse %5 Dekstroz ya da Laktatlı Ringer tercih edilir.

3. Morfin Sülfat

Mİ' da ortaya çıkan ağrıyı gidermek için analjezik olarak kul­lanılır. Ayrıca akut akciğer ödemini tedavi etmede kullanılır. Ve-nöz kapasiteyi arttırır, venöz dönüşü azaltır, arter ve venlerde vazodilatasyon sağlar, hastalarda endişeleri giderir, lgr'lık am­pulleri vardır. Küçük dozlar halinde 2-5mg IV 5'er dakika ara ile 3 kez verilebilir. Total doz: 60 mg /l2 st. Solunumun yakın ta­kip edilmesi gerekir.

4. Kalp Ritmini ve Hızını Kontrol Eden İlaçlar


a. Lidocaine: PVC, VT, VF de kullanılır; İki şekli vardır: %2'lik 5 ml=100 mg (bolüs), %10'luk 10 ml=500 mg (perfüzyon ile) uygulanır. 1-1.5 mg / kg bolüs verildikten sonra ilave olarak 0.5 mg /kg bolüs olarak her 8-10 dk.da bir verilmeye devam edi­lir. Total doz:3 mg/kg/st. Bolüs yapılan dozun iki katıyla perfüz-yona devam edilir. Başarılı bir KPR sonrasında 1-4 mg/ dk. Kar-diyak output artmaya başlayınca doz azaltılır. Bolüs ile birlikte perfüzyona da başlanır. Yarılanma ömrü: 7-8 dk. 24 saatin so­nunda yanlanma ömrü uzar kanda birikir, böbreklerden atımda uzama olur, bu nedenle 24 saat sonra dozun düşürülmesi gere­kir. Toksik doz; konuşmada değişikliler, bilinç düzeyinde bozukluklar, adale seyirmeleri ve nöbetler gibi, merkezi sinir sistemi (MSS)'ne ait belirtilerle kendini gösterir. Bu belirtiler farkedildiğinde doz azaltılır.

b. Procainamide hydrochloride (Pronestyl): PVC 1er-de 2. olarak tercih edilen ilaçtır. 5 mi ampulleri=1000 mg ve 10 mi flakonları=1000 mg vardır. Procainamide PVC ve VT'yi bastırır. Her 5 dk. da 50 mg sulandırılarak IV verilir. Acil durumlarda 20 mg/dk verilebilir. Total doz: 1 g dır. İn-füzyon halinde devamlı dozu ise 1-4 mg /dk. Hipotansiyon ve ORS kompleksinde genişleme yapabilir. Böbrek yetmezli­ğine ait belirti görülürse doz azaltılır. 24 saati bulan tedavi­lerde kan seviyesi dikkatle izlenir. EKG ve tansiyon takibi yapılır.

c. Cordorone: 3 mit' lik ampullerde 150 mg, 200 mg'lık tabletleri var. Yaşamı tehdit eden PVC, VT, VF, PAT ta kullanı­lır. Ciddi bradikardi yapabilir. Karaciğer enzimlerini arttırabilir. Uzun vadede tiroid anormallikleri, bulantı, kusma, konstipas-yon gibi gastrointestinal sistem (GİS) bozuklukları, tremor, koordinasyon bozukluğu, istemsiz hareketler, periferik nöro-pati gibi MSS bozuklukları görülür. Yan etkilerinden dolayı sık kullanılmaz. Bir kez yapılıp kesilir. Doz (oral)= 800-1600 mg /günde (4-8 tb), daha sonra 600-800 mg ve 400 mg idame dozu ile devam edilir. IV perfüzyonda hipotansiyon ve bradi-kardiye dikkat edilmelidir.

d. Mexitil: Özellikle ventrikül kökenli aritmilerde (-) inotropik etkilidir. Kardiyojenik şokta, KKY' de kullanılmaz 200 mg'lık kapsülleri var. Yan etkisi; hipotansiyon, bradikar­di, tremor, uyku hali, kulak çınlaması, yorgunluk gibi MSS şikayetleri, bulantı, kusma, konstipasyon gibi GİS şikayetle­ri, karaciğer enzimlerinde yükselme görülür. Doz: 200-300 mg / her 8 saatte bir, etkili olmazsa en fazla 400 mg/ 8 sa­atte bir verilir.

e. Rhymonorm: 20 mit ampuller sadece ventrikül aritmile­rinde değil atriyal aritmilerde de etkilidir. Bradikardi ve hipotan­siyon yan etkilerinden dolayı, tansiyon ve nabız takibi çok önemlidir.

5. Adrenerjik Reseptör Bloke Edici İlaçlar

Beta blokerler: (-) kronotrop, (-) dromotrop etkileri vardır. Hipotansiyon, bradikardi, bronkokonstrüksiyon yaparlar. SVT, taşikardi ve malignant ventriküler aritmilerde kullanılırlar. Kardi-yak fonksiyonların deprese olduğu durumlarda kullanılmamalı­dırlar. Özellikle hemodinamisi stabil olmayan astım veya kardi-yak yetmezliği olan hastalar çok sıkı izlenmelidir. Doz-. 1-3 mg her 5 dakikada IV olarak verilir. Total dozun kg başına 0.1 mg'ı geçmemesi gerekir. Beloc, Lopresor (100 mg tb, 5 mg ampul) tensinor, Nortom tb, Prent (200 mg tb) kardiyoselektiftir. Visken nonselektiftir.

6. Atropin Sülfat
Parasempetolitik bir ilaçtır. Vagusun kalp üzerine olan etkin­liğini azaltır. SA düğümün uyarılarını düzenler, AV düğümün iletimini sağlar. Sinüs bradikardi hemodinamik bozukluklarla birlikte olduğunda kullanılırsa tedavi edici değeri vardır. PVC ve AV blokların tedavisinde de etkilidir. 1/4 : 0.25 mg , 1/2 : 0.5 mg ve 1: lmg'lık ampulleri vardır. Doz : lmg IV olarak verilir, asistoli halinde 5 dk. içersinde tekrar edilir. Semptomatik bra-dikardilerin tümünde en fazla 2 mg ; 0.04 mg / kg /24 st kul­lanılır.

7. Isoproterenol Hydrochloride (isuprel)
Sentetik sempatomimetik bir ilaçtır. (+) inotropik ve (+) kronot-ropik etkisi vardır. Bradikardilerde (+) kronotropik etkisi nedeniyle atropinden sonra kullanılan 2. ilaçtır. Doz: 0.01-0.1 mcg / kg /dk dır. Sempatik sistemin etkisini arttırır. Taşikardi, hipertansiyon ya da hipotansiyon görülebilir.

8. Verapamil (İsoptin, diltizem, nidilat, adalat, kardilat):
40, 80, 240 mg tabletleri, 5 mg ampulü vardır. Kalsiyum kanal blokeridir. Kalsiyum hücre içine girdiğinde kasın kontraksiyonunu sağlar. Bu ilaçlar kalsiyumun hücre içine girişini yavaşlatarak kontraksiyonu azaltırlar. Vazodilatatör etkilerin­den dolayı tansiyonu düşürürler. KKY'ni şiddetlendirirler. İsoptin ve diltizem vazodilatasyon etkileri nedeniyle anjina pekto-riste ağrıyı azaltır. Başlangıçta 5 mg doz IV olarak verilir ve 10 mg'lık doz 15-30 dakika içersinde verilir.

9. Rardiyak Outputu ve Tansiyonu Düzelten İlaçlar

Bu ilaçlar kalp üzerine direk inotropik veya kronotropik etki ya­pan ilaçlardır. İskemik kalp hastalıkları (İKH)'nda, KKY ve şokta özellikle kardiyojenik şokta kullanılırlar.

a. Epinefrin: Adrenalin; sempatomimetik bir ilaçtır, kardiyak arest sırasında etkilidir. Miyokardın ve MSS'nin kan dolaşımını arttırır. Tansiyon, nabız artar, bronşlar dilate olur, damarlar konstrükte olur; ciltte solukluk ve soğukluk görülür. Doz: Her 3-5 dk. da 1 mg sulandırmadan SC, 10 cc SF ile sulandırılıp IV ve­rilebilir. Perfüzyonda 0.01 mcg /kg /dk Alkali solüsyonlarla aynı damardan verilmemelidir.

b. Norepinefrin (Arterenol).• Vazokonstrüksiyon yapar. Genellikle renal ve mezenterik vazokonstrüksiyon etkisi nede­niyle ağır hipotansiyon ve düşük periferal direnci olan hastalara endikedir. %5'lik dekstroz veya SF içinde 4 mg norepinefrin ve­ya 8 mg norepinefrin bitartrate karıştırılır IV yolla verilir. Etkisi­ni bozacağında alkalen solüsyonlarla aynı yoldan IV verilmez. Tedavi sırasında nabız ve intra arteryal basınç izlenir. Hipovolo-mik hastalarda kontrendikedir.

c. Dopamine (Glidop): 50 mg ve 200 mg'lık ampulleri var. Sempatomimetiktir.
2-5 mcg/kg/dk = RENAL doz : renal arterlerde ve
mezenterik bölgede dilatasyon yapar, idrar miktarı artar.
5-10 mcg/kg/dk = KARDÎYAK doz : Kalp üzerine (+)
kronotrop (+) dromotrop ve (+) inotrop etkisi var. Yan etki olarak kalp atım sayısını fazlaca arttırabilir.
10 mcg/kg/dk = Sadece reseptörlere etkisi ile vazokonstrüksiyon yapar. Perfüzyon şeklinde uygulanır. Perifer damarı çabuk zedeleyip flebit gelişimini arttırdığı için santral damardan verilmesi gerekir.

d. Dobutamine (Dobutreks 250 mg) : Sempatomimetiktir. (1 etkisi (+) kronotrop, (+) inotrop ve (+) dromotrop etkisi vardır. Periferde vazodilatasyon yapar. Myokardiyumun kasılma gücünü arttırdığından kalp yetmezliği tedavisinde kullanılır. Doz: 2.5-10 mcg / kg / dk.dır. Taşikardi yapma etkisi dopamine göre daha za­yıftır.

e. Kalsiyum: Myokardiyal kontraksiyonda ve uyarı oluşumun­da rolü vardır. Kardiyak arest sırasında bir yararının olmadığı belir­lenmiştir. Doz: 2-4 mg /kg , tansiyon normalse kesinlikle sulandı­rılıp verilmelidir.
f. Digital preparatlari: Acil kardiyak müdahalelerde inotropik olarak kullanımı nadirdir. Ventriküler hızı azaltırlar, aynca AF, A flatter veya SVT'te kullanılırlar,

g. Nitrogliserin: Perlinganit ; perfüzyon şeklinde kullanı­lır. Düz adaleleri rahatlatır. Akut anjina pektoris tedavisinde yaygın olarak kullanılır. SL (dil altı) kullanıldıklarında çok ça­buk etki yaparlar ve 1-2 dk.da anjinayı rahatlatırlar. 60 mcg /dk'nın üzerine çıkarsa sistemik arterlerde dilatasyon yapar. Doz: 0.5-5mcg /kg /dk. kullanılır. Düşük dozda koroner, pul-moner, yüksek doz arterlerde dilatasyon yapar. Hipotansiyon etkisinden dolayı tansiyon kontrolü yapılmalıdır.

h. Sodyum Nitroprussid: Niprus ; kendi sulandırıcısı ve­ya %5 Dextroz kullanılır. Hipertansiyon ve kalp yetmezliği te­davisinde kullanılır. Periferik direnci azaltır. Kardiak outputu arttırır. Myokardın oksijen tüketimini azaltır. Doz: 0.5-5 mcg /kg /dk. İlaç ışıktan bozulacağı için solüsyon opak bir mater­yalle iyice sarılmalıdır. 12 saatte bir ilaç ve seti değiştirilmeli­dir. Monitorize olmayan hastalarda tansiyonu 10 dakika ara­larla ölçmek gerekir. Tansiyonu hemen düşürdüğü için dikkat­li olunmalıdır.

/. Sodyum Bikarbonat: Kardiyak arestte kullanılır. Alve-oler ventilasyonu arttırır ve asit baz dengesini düzenler. Meta-bolik asidozda kullanılır. Arestte kan gazlarına bakılamazsa 1 mg /kg dır. Her 10 dakikada ilk dozun yarısı uygulanır. Bu uy­gulama kardiyak arest ortaya çıktığında ilk 10 dakika içinde yapılmalıdır. Kardiyak arest olan bütün hastalar kullanacak diye bir kural yoktur. Hasta değerlendirilirken gereksinimi olup olmadığına karar verilir. Hiç bir şeyle karıştırılmamalıdır.

J, Diüretikler: Furosemide en etkili diüretiktir. Renal tüp­lerde ve henle kulpunda sodyumun reabsorsiyonunu inhibe eder. Akut pulmoner ödemi olan hastalarda ventilasyonun et­kinliğini arttırır. IV uygulamadan 5 dakika sonra vasküler etki daha sonra diürez etkisi ortaya çıkar. Pulmoner ödem tedavi­sinde başlangıç doz 0.5-1 mg / kg IV olarak yavaş yavaş en-jekte edilir.

Cocuk ve Bebek İleri Yasam Destegi

Bebek ve Çocuklarda İleri Yaşam Desteği

Bebek ve çocuklarda genellikle kardiak hastalık ya da disritmiler olmadan hipoksi sonucu kardiyak arest oluşur. Havayolu obstrüksiyonu, suda boğulma, travma, yanıklar, duman inha-lasyonu, zehirlenme, üst solunum yolu enfeksiyonları ve ani bebek ölümü sendromuyla kardiyak arest oluşur. Kardiak arestte VF'den asistoli oluşur. Çocuk ve bebeklerde ileri yaşam desteği önlemleri yetişkinlere benzerdir. Hava yolu açıklığını sağlarken; baş -çene ve çene kaldırma pozisyonları kullanılma­lı, hava yolunun kollebe olmasını önlemek için boynun hipe-rekstansiyonundan kaçınılmalıdır. %60-95 oksijen konsantras­yonu sağlanır, akış hızı 10-15 L /dk verilir. Ventilasyon uzadı­ğında gereken oksijen maske ile sağlanamazsa entübe edilir. Entübasyon tüpü (ET) çocuğun yaşına ve tartısına göre uygun boyda olmalıdır. Tüpün yerinden oynamaması içinde baş ve boyun hareketsiz tutulur. Endotrakeal tüpün başarılı olarak ye­rine yerleştirildiğinden emin olmak için; simetrik göğüs hare­ketleri gözlenir, solunum sesleri iki tarafta da eşit olarak dinle­nir. Mide üzerinde solunum sesleri olmaz ve ekspirasyon sıra­sında ET de buhar gözlenir. Gastrik distansiyonu önlemek için bir mide tüpü yerleştirilir.

Temel yaşam desteği aşamasında kalp masajıyla dolaşım sağlan­dıktan sonra gerekli acil ilaçlann verilmesi önemlidir. İlaçlar endotra­keal yolla verilebileceğinden dolayı entübe edilen bebek ve çocuklar­da damar yolu açmak gerekmez. Fizyolojik olarak sıvı dengesini sağlamak için Ringer Laktat gibi bir solüsyon 20 ml/kg/IV puşe verilebi­lir. Femoral, internal ve eksternal juguler ve subklavian venler gibi merkezi bir yol kullanmak daha kolaydır. 21-23 nolu kelebek iğneler veya 20-22 nolu kanüller ilaçların verilmesi için uygundur. Hızlı da­mar yolu yoksa 5 yaşından küçük çocuklarda proksimal tibianın 1-2 cm aşağısına ya da tibianın orta bölgesindeki düz yüzeye; daha bü­yük çocuklarda ve erişkinlerde distal tibia üzerine sıvı kanülasyonu yapılabilir. Selülit ya da yanıklarda bu işlem kullanılmaz.

İlaçlar

Hastanın tartısına göre ilaç dozlan hesap edilir. Atropin, epinef-rin, lidocaine ve naloxone ET yoluyla verilir. Çocuk hastalarda standart erişkin dozu aşılmaz. VF çocuklarda çok nadirdir. Bu ne­denle defıbriasyon sık kullanılmaz. Defıbrilasyon kullanılacaksa de-fıbrilatör kaşıklarının birbiriyle temas etmemesi için çocuk için uy­gun boyda olması gerekir. Uygun boyda kaşık bulunamıyorsa, ye­tişkin kaşıkları ters çevrilip kullanılabilir.

Yenidoğan Bebeklerde İleri Yaşam Desteği

Temel yaşam desteğinde ABC si sağlanan yenidoğanda 110 atım /dk.dan daha fazla atım, spontan solunum varsa, bebek ılık tutulur ve yakın takiple gözlenir. El ve ayaklarının mor olabilmesi normaldir. Eğer solunumu sıkıntılı ya da yoksa ancak kalp hızı 100 atım/dk dan fazlaysa aspire edilir, kuvvetlice kurulanarak uyarılır. Çoğu bebekte bu solunumu başlatır. Başa pozisyon verilerek mas­ke ile oksijen sağlanır, yeterli olmazsa entübe edilir.

Yenidoğanda kardiak arest uzamış intrauterin hipoksiden dolayı şok veya asfıksi nedeniyle oluşur. Bu vakalarda uzamış resüsitas-yon çoğu zaman beyin hasarıyla sonuçlanır. Yalnızca nabız yoksa KPR kullanmak etkili olur. Brakiyal arter palpe edilerek ve kalp din­lenerek nabzın olmadığı tanımlanırsa; nabız yok veya 60 atım dk.dan azsa hemen kalp masajına başlanır.

Genellikle ventilasyon ve oksijenasyon ile 100 atım/dk. dan da­ha fazla bir atım sağlanır. İlaç verilmesi nadiren gerekir. Venöz yol umblikal ven kateterizasyonuyla sağlanır.