Meme Kanseri Risk Faktorleri

Meme Kanseri Risk Faktörleri



Meme kanserinin oluşum nedeni henüz bilinmemekle birlikte, genetik, çevresel, hormonal, sosyobiyolojik ve psikolojik etkenlerin, oluşumunda rol aldığı kabul edilmekte ve pek çok faktörün meme kanseri riskini artırdığı bilinmektedir. Diğer taraftan, meme sağlığı programlarının oluşturulmasında meme kanseri risk faktörleri değerlendirilmeli ve planlamalar bu doğrultuda yapılmalıdır (Bastani ve ark. 1999; Barth ve Barth 2004). Amerikan Kanser Birliği meme kanseri risk faktörlerini rölatif risk özelliklerine göre üç bölüme ayırmıştır (American Cancer Society 2005; 2007a). Buna göre;



Rölatif riski 4.0’den fazla olan risk faktörleri:



Kadın olmak, ileri yaş, genetik mutasyonların varlığı (BRCA1 ve/veya BRCA2), erken yaşlarda iki veya daha fazla birinci derece akrabalara meme kanseri tanısının konması, meme kanseri öyküsünün bulunması, meme dokusunun yoğun olması.



Rölatif riski 2. 1 ve 4. 0 arasında olan risk faktörleri:



Birinci dereceden akrabaların birinde meme kanseri olması, biyopsi ile tanımlanmış atipik hiperplazi varlığı, göğüs bölgesine yüksek doz radyasyon uygulanması, menopoz sonrası dönemde kemik yoğunluğunun yüksek olması.



Rölatif riski 1. 1 ve 2. 0 arasında olan risk faktörleri:



İlk gebeliğin ileri yaşta olması (> 30 yaş), erken menarş (< 12 yaş), geç menopoz (> 55 yaş), hiç doğum yapmama, hiç emzirmeme, oral kontraseptif kullanımı, uzun süreli hormon replasman tedavisi kullanımı, obesite (menopoz sonrası dönemde), endometriyum, over ve kolon kanseri hikayesi, alkol kullanımı, uzun boylu olma, yüksek sosyoekonomik durum, yahudi ırktan olma.


Meme kanserinin oluşumunda etkili olduğu düşünülen bu risk faktörleri ve meme kanseri oluşumuna etkileri Tablo 2-1’de özetlenmiştir (Akyolcu 1985; Dorcas 1996; Aydıner ve ark. 1997; Vogel 2000; Ünal ve Ünal 2001; Tyczynski ve ark. 2002; Darendeliler ve Ağaoğlu 2003; Onat ve Başaran 2003; Barth ve Barth 2004; American Cancer Society 2005; Aslan ve Gürkan 2007).


Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com

Meme Kanseri Hakkinda Bilgiler

Meme Kanseri Hakkında Bilgiler


Meme kanseri dünyada kadınlarda en sık görülen kanser olup, tüm kanserlerin yaklaşık üçte birini oluşturmaktadır (American Cancer Society 2005; 2007a). Amerika Birleşik Devletleri’nde 2005 yılında 211.000’den fazla kadına meme kanseri tanısı konulduğu ve yaklaşık 41.000 kadının bu hastalık nedeniyle öldüğü belirtilmektedir (American Cancer Society 2005; National Cancer Institute 2007). Dünyada şuan yaşayan yaklaşık 4,4 milyon kadının yaşamlarının son beş yılı içinde meme kanseri tanısı konulduğu tahmin edilmektedir (Parkin ve ark. 2005).


Tüm Avrupada, meme kanseri kadınlarda görülen kanserlerin dörtte birinden fazlasını oluşturmakta ve kansere bağlı ölümlerin yaklaşık beşte biri meme kanseri nedeniyle oluşmaktadır (Tyczynski ve ark. 2002; Parkin ve ark. 2005). Meme kanseri insidansının en yüksek olduğu alan Kuzey Amerika iken, en düşük oranlara Asya ve Afrika’da rastlanmaktadır (Parkin ve ark. 2001). Avrupada ise meme kanseri insidans oranları en yüksek batı kuzey Avrupada olup, güney ve doğu Avrupada daha düşüktür. Öyle ki, oranlar batı Avrupada meme kanserine yakalanma riskinin doğu Avrupadan % 60 daha fazla olduğunu göstermektedir. Bu oranlar ışığında Avrupada yılda 180.000 kadına yeni meme kanseri tanısı konulduğu rapor edilmektedir. İngiltere’de 2003 yılı içinde 36.000’den fazla kadına meme kanseri tanısı konulmuş ve 10.500 kadın bu hastalık nedeniyle yaşamını yitirmiştir (Breast cancer statistics in UK, 2006).



Dünyada meme kanseri sıklığı ülkeden ülkeye, ülkelerin bölgelerine ve etnik gruplara göre farklılık göstermektedir. Meme kanseri görülme sıklığındaki en büyük artış ise Kanada, Amerika, İspanya ve İsveç’de ortaya çıkmıştır (Topuz ve ark. 2003). Meme kanseri sıklığı Hawai, Kaliforniya ve Kanada’da yüz binde 80- 90 ile ilk sıralarda olup, Japonya’da yüz binde 12–15 arasındadır. Avrupa ülkelerinde ise görülme sıklığı kuzey ülkelerinden güneye ve batı ülkelerinden doğuya doğru gittikçe azalmaktadır. Görülme sıklığındaki farklılıklar aynı ülkede yaşayan farklı etnik gruplar arasında (Kuzey Amerika’da yaşayan Hawaili, Çinli ve İspanyol kökenliler gibi) ve beyaz-siyah ırk arasında da izlenmektedir. Meme kanseri için henüz genetik bir köken bilinmediğinden bu fark çevresel faktörler, yaşam tarzı ve sosyo-ekonomik etkenlere bağlanmaktadır. Meme kanseri otuz yaşından önce nadir olup, bu yaştan sonraki yıllarda hızlı bir artış gösterir. Özellikle menopoz sonrası yıllarda devam eden bir artış ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle 85 yaşındaki her dokuz kadından birinde meme kanseri gelişebileceği tahmin edilmektedir (Darendeliler ve Ağaoğlu 2003).


Meme kanseri insidansındaki artışa paralel olarak mortalite de artmaktadır. Kadınlarda kansere bağlı ölümlerin % 18’i meme kanseri nedeniyle oluşmakta ve meme kanserine bağlı ölümler, akciğer kanserinden sonra ikinci sırayı almaktadır (American Cancer Society 2005; 2007a). Mortalite oranları yaşa bağlı olarak artmakta ve 80 yaşından sonra yüz bin kadından 155’i meme kanserinden ölmektedir. Dünyada meme kanserine bağlı mortalite oranları, görülme sıklığında olduğu gibi ülkeden ülkeye değişmekte olup, İngiltere ve Galler’de en yüksek, Japonya ve Tayland’da ise en düşük seviyededir (Darendeliler ve Ağaoğlu 2003). Avrupada kadınlarda meme kanseri mortalitesinin batı ve kuzey Avrupada yüksek olduğu belirtilmektedir (Tyczynski ve ark. 2002). Meme kanseri mortalite oranı, gelişmiş olan ülkelerde yüzde 30 (190.000 ölüm/ 636.000 olgu), az gelişmiş ülkelerde ise yüzde 43’dür (221.000 ölüm/ 514.000 olgu). Diğer taraftan, meme kanserli hastalarda tüm evrelere göre beş yıllık sağ kalım oranları, gelişmiş ülkelerde % 73 iken, gelişmekte olan ülkelerde % 53 olarak bildirilmektedir (Özmen 2006).



Türkiye’ye ilişkin ulusal veriler, kadınlarda kansere bağlı ölümlerin ¼’ünün meme kanseri nedeniyle oluştuğunu göstermektedir (Sağlık Bakanlığı 2003). Gelişmiş ülkelerde meme kanseri sıklıkla erken dönemde belirlenirken, gelişmekte olan ülkelerdeki profile uygun olarak Türkiye’de bu durum aksi yöndedir. Türkiye’nin ilk nüfus tabanlı kanser kayıt merkezi olan İzmir Kanser İzlem ve Denetim Merkezi öncülüğünde yapılan İzmir Kanser İnsidansı ve Veri Toplama Projesi verilerine göre meme kanserli olguların % 35’inin erken evre (I, II), % 61’inin lokal ileri, % 5’inin metastatik evrede olduğu saptanmıştır (Haydaroğlu ve ark. 2005). Türkiye’de tanı sırasındaki meme kanseri evrelerine göre bölgeler arasında belirgin farklılıkların olduğu ve Doğu Anadolu’da tanı sırasındaki evrenin daha çok lokal ileri ve metastatik meme kanseri olduğu, İstanbul Tıp Fakültesi Meme Ünitesi verilerine göre meme kanserlerinin büyük çoğunluğunun evre I ve II’de olduğu raporlandırılmıştır (Özmen 2006).


Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com

SCA Komplikasyonlari

SCA KOMPLİKASYONLARI



Maternal Komplikasyonları



SCA geçiren kadınlardaki ana riskler; anestezi, puerperal enfeksiyon, şiddetli sepsis, mesane ve üreter yaralanmalan, daha fazla kan kaybı ve tromboembolik olaylardır (Scott ve ark. 1997 p 565; Cunningham FG ve ark. 2001 p 545; Berkman S 2004 p 65; Günalp ve Tuncer 2004 p 169). Hastalann %25-50'sinde bu sayılan komplikasyonlar gelişirken, maternal mortalite 1-2/1000 dir (Cunningham FG ve ark. 2001 p 545; Berkman S 2004 p 65). Her 100,000 doğumda maternal mortalite vajinal doğum için 3,6, tüm SCA 1ar için 21,8, acil SCA lar için 30, elektif SCA 1ar için 2,8'dir (Günalp ve Tuncer 2006 p 169).



En sık görülen komplikasyon %20-40 oranında görülen endometrittir ve uzamış travay, çok sayıda vajinal muayene ve erken membran ıütürüne maruz kalan hastalarda daha sık meydana gelir. Proflaktik antibiyotik kullanımıyla yan yanya azaltılabilir (Berkman S 2004 p 65; Günalp ve Tuncer 2006 p 169).



Üriner sistem enfeksiyonu ise sonda takılanlarda daha sık olmak üzere %2—16 oranında görülür (Berkman S 2004 p 65 ).


Maternal hipotansiyon ve buna bağlı uteroplasental perfüzyonda azalma supin pozisyonun iyi bilinen olumsuz etkileridir. KondÜksiyon anestezisi alt ekstremitede sempatik sinirler aracılığı ile olan vazokonstriksiyonu bloke ettiği için kardiak outputu azaltır. Bu durumda uterin kan akımının daha fazla azalmasına neden olabilir. Özellikle spinal anestezide hipotansiyon insidansı yüksektir. Epidural anestezinin majör dezavantajı ise operatif anestezinin başlaması için zaman gerekliliğidir; bu nedenle de çoğu acil durumda kolay uygulanamaz. Genel anestezi hızlı başlar, indüksiyon anestezisi süresince azalmış uteroplasental perfiizyon söz konusudur. Genel anestezinin en önemli komplikasyonlanndan biri gastrik muhtevanın aspirasyonu ile gelişen aspirasyon pnomonisi (Mendelson's sendromu) dir. Operasyondan önce tek başına veya H2 reseptör blokerleri ile birlikte partiküllü olmayan antiasitlerin kullanılması bu komplikasyonun azaltılmasında önemlidir (Günalp ve Tuncer 2006 p 170).



İnfeksiyon oram tüm vajinal doğumlar için tüm SCA doğumlara göre daha düşüktür. Planlı SCA plansız SCA ya göre daha düşük infeksiyon oranına sahiptir fakat infeksiyon oram vajinal doğumdan daha yüksek orandadır (NIH State-of-the-Science Conference 2006)



Yara enfeksiyonu da %2-l 5 , oranında, daha çok acil koşullarda SCA yapılan hastalarda görülür (Berkman S 2004 p 65).



SCA'da ortalama kan kaybı 1000 cc'dir. SCA, uzun iyileşme zamanı ve laserasyon ve kanama gibi ameliyat komplikasyonlannda bu oran, elektif SCA da %6, acil SCA' da %15 içermektedir (Hannah M 2004)



Bir kez SCA ile doğum yapanların uterustaki skar yerinde rüptür riskini artırdığı gerekçesiyle daha sonraki gebeliklerinde de SCA ile doğurtulmalan alışkanlığı yaygındır. Oysa son zamanlarda yapılan klinik uygulamalar, eski SCA lann %60-80'inin vajinal doğum yapabileceğini ortaya koymuştur. Burada önemli olan daha önce geçirilmiş olan SCA operasyonunun şeklidir. Uterusa yapılan klasik vertikal insizyon rüptür olasılığım artırdığı için (%4—7) vajinal doğum denenmemelidir (Berkman S 2004 p 65; Günalp ve Tuncer 2004 p 170). Oysa en sık kullanılan alt segment transvers insizyonlu (Kerr iıısizyonu) gebelerde vaginal doğumun sakıncası çok azdır, bunlarda rüptür riski % 1-2'dir. SCA operasyonu geçiren kadınların daha sonraki gebeliklerinde plasenta previa ve akreta riski artmıştır. Geçirilen SCA sayısı arttıkça bu iki komplikasyonun ortaya çıkma olasılığı da artmıştır. Plasenta previa saptanan bir eski SCA' nın da aynı zamanda akreta olma olasılığı en az %25'dir. Bu durum en az %50 olasılıkla histerektomiyle sonuçlanır ve kadımn fertilitesi sona erer (Berkman S 2004 p65).


SCA doğumun uzun dönem maternal komplikasyonlan şunlardır:



1. Uterustaki yararım gecikmiş nekrozundan kaynaklanan hemorajiler,


2. İntraabdominal adezyonlara bağlı barsak obstrüksüyonlan,


3. Uterus insizyonlannda endometriozis veya plasenta akreata gelişmesi,


4. Sonraki gebeliklerde SCA doğum yapılması gerekliliğidir (Scott ve ark 1997 p 565; Günalp ve Tuncer 2006 p 170)



The Ethics Committee of the Society of Obstetricians and Gynaecologists of Canada hazırladığı rapora göre SCA, sonraki gebeliklerde başlıca kanama risklerini arttırmaktadır. Plasenta previa için her 1000 canlı doğumdan 5,2 ve plasenta ayrılması her 1000 canlı doğumdan 11,5 dir (Hannah M 2004).



Diğer bir araştırmaya göre vajinal yoldan doğum yapan kadınlar SCA doğum yapanlar ile karşılaştırıldığında plasentanın ayrılma riskini her 1000 doğumda 13,7 arttırmaktadır. Her 1000 doğumda 6,9 plasenta previa riski vardır. Ayrıca plasenta akreta olma riskini de düşündürmektedir.



SCA oranının artmasına eşlik eden plasenta akreta insidansı da yükselmekte ve önceki SCA insizyon bölgesinin üzerine implantasyonu ile akretanın bulunmasını düşündürmektedir (Terhaar M 2005).


Elektif SCA'lar febril morbidite transfüzyon ve histerektomi riskini arttırmaktadır, fakat tamamen uterus rüptürü ve perinatal ölümden korumamaktadır. Veriler göstermiştir ki, SCA ile doğum kadınlarda plasenta previa, plasenta akreta, plasenta ayrılma riskini sonraki gebeliklerde anlamlı olarak arttırmaktadır (Franzcog ve ark 2004; NIH State-of-the-Science Conference 2006).



1988 ve 2000 yıllan arasında önceki doğumunu SCA ile yapan 308,755 Kanadalı kadm üzerinde retrospektrİf kohort çalışması yapılmıştır. Uterus rüptürü (%0.65), transfüzyon (%0,19) ve histerektomi (%0,10) anlamlı derecede doğumu deneyen grupta yüksektir. Hastanede anne ölüm oram vajinal doğum yapan grupta (100,000 da 1,6) elektif SCA grubuna göre (100,000 da 5,6) daha düşüktür (Wen ve ark 2004).


Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com