Bakteriyel Vajinoz Nedir

Bakteriyel Vajinoz Nedir



Bakteriyel vaginozis, normal vajinal floranın değişmesi ile laktobasillerin kaybı ve anaerob bakterilerin artarak floraya hakim olması ile karakterizedir. Laktobasillerin azalması ile vajinada laktik asit yoğunluğunda düşme ve pH ‘ta yükselme görülür. Bu değişim ile vajinada az sayıda bulunan mikroorganizmalar çoğalmaya ve epitelyum hücrelerine tutunmaya başlarlar. Başta Gardnerella vajinalis olmak üzere artan anaerob bakteriler, proteinleri parçalayarak kadaverin, putresin gibi aminler oluştururlar. Bu aminler vajinada hoş olmayan kokunun oluşmasına yol açarlar. Anaeroblar tarafından salınan süksinik asit lökositlerin migrasyonunu engelleyerek, bu hastalarda lökositlerin artmamasını açıklar.



Bakteriyel Vajinit Belirtileri ve Tedavisi



Bakteriyel vaginozda süksinik asitin etkisi ile, lökositten fakir, epitelyum hücrelerinden zengin bir akıntı oluşur. Bakteriyel vaginozun klinik tanısı, Amsel kriterlerine göre konur. Bu kriterlerin en az üçünün varlığı tanı için yeterlidir.



1. Akıntı: Homojen, gri beyaz olan akıntı, özellikle vajina duvarlarında ve fornikslerde birikir.


2. Vajina pH’sının 4.5’ten büyük oluşu: Sağlıklı kadında vajina pH’sı 3.8-4.2 arasında, bakteriyel vaginozlularda ise pH 4.5-5.3 arasındadır.3. İpucu hücrelerinin varlığı: Vajen salgısında üzeri bekterilerle kaplı epitel hücreleri ipucu hücreleri olarak tanımlanır. Gardnerella ve anaerob bakterilerin hücreye sıkıca bağlanması ile oluşurlar.


4. Amin koku testi: Vajinal sekresyonlara 1-2 damla KOH eklenmesiyle balık kokusuna benzeyen amin kokusu oluşur (34).



Yapılan bir çok araştırma, bakteriyel vaginozun en sık cinsel temasla bulaşan hastalıklar polikliniğine başvuran hastalarda bulunduğunu göstermiştir. %33-64 arasında bakteriyel vaginoz görüldüğü bildirilmiştir. Böylece bakteriyel vaginozun cinsel tamasla bulaştığı düşünülebilir. Ancak cinsel aktivitesi olmayan kadınlarda da görülmesi, puberte öncesi kız çocuklarından da G. vajinalis’in izole edilmesi, eşli tedavilerde enfeksiyonun tekrarlaması bu düşünceye tezat oluşturmaktadır. Sendrom, cinsel aktiflerde tanımlanmış ve özellikle çok sayıda partnere sahip olanlarda sık gözlemlenmektedir.



Bakteriyel vaginoz gebelerde sık görülür ve kadınların %50’sinde asemptomatiktir. Semptomatik olgularda beyaz gri renkte, homojen akıntı ve fizik muayenede normal vajinal görüntü saptanmaktadır. Enfeksiyon gebe kadınlarda, erken membran rüptürü, preterm eylem ve doğum, koryoamnionit ve sezaryen sonrası endometrit risklerinin artmasına neden olur. Erken membran rüptürünün bakteriyel vaginozlu gebelerde 7.3 kat fazla olduğu bildirilmiştir (5). Erken doğumun gerçekleşmesinde polimorfonükleer lökositler ile lipopolissakkaritler ve peptidoglikanlar gibi ürünlerin, uterus desiduasında makrofajların toplanmasını aktive ederek IL -1beta, araşidonik asit, PGE2 düzeylerinde artışa neden olması ve uterus kasılmasını tetiklemesi şeklinde oluşmaktadır.



Bakteriyel vaginoz 19 yaşından küçük cinsel ilişkide bulunanlarda, HIV pozitiflerde, siyah ırkta ve rahim içi araç kullananlarda daha sık gözlenir (6).



Bakteriyel vaginozlu kadınlarda vajinal akıntının miktarı normalden çok fazla değildir. Vajinal duş, vajinal kanama ve yakın zamandaki cinsel ilişki vajina pH’sını değiştirirler. Vajinal duş florayı değiştirerek, pelvik inflamatuar hastalık ve bakteriyel vaginozis riskinde artışa yol açar. Kadınlar arasında yaygın olan vajinal duş uygulaması, yaş, eğitim düzeyi, sosyoekonomik statüden etkilenmektedir. Vajinal duşun, vajen enfeksiyonlarında artış, ektopik gebelik, preterm eylem, infertilite gibi sonuçları vardır.


Kaynak Site: http://zehirlenme.blogspot.com

Trichomonas Vajiniti Nedir

Trichomonas vajiniti Nedir



Trichomonas vajinalis’in etken olduğu vaginit, cinsel yolla bulaşan hastalıklar arasında en sık görülen enfeksiyonlardan birini oluşturmaktadır. Trichomonas vajinalis, anaerob, oval veya armut şekilli kamçılı bir parazittir. Sosyoekonomik durumun düşük olması ve birden fazla cinsel partnerin olması risk faktörleri olarak sayılabilir. Cinsel yol dışında enfekte havlular ve tuvaletlerden de bulaşabilir.



T. vajinalis, üretrit, sistit, servisit, endometrit, pelvik inflamatuar hastalığa yol açmaktadır. Gebelerde ise erken membran rüptürüne ve neonatal solunum yolu enfeksiyonuna, erken doğum ve düşük doğum ağırlığına neden olmaktadır. Diğer vajinal enfeksiyonlarla birlikteliği görülmekle birlikte, gebelerde %22 oranında bakteriyel vaginozla birlikte olabildiği belirtilmiştir. Enfeksiyon en sık 20-45 yaşları arasında görülür. Asemptomatik olmakla beraber kaşıntı, bol miktarda sulu yeşil, köpüklü akıntı, irritasyon, dizüri ve alt karın ağrısına neden olmaktadır. Vajinada eritem, servikste eritemli makül ve papüllerin oluşturduğu çilek görünümü olabilir. Hareketli protozoon olduğu için vajinal mukozaya mekanik sitotoksik bir etki yaratarak mukozal eritemin oluşmasına yol açmakta ve vajinanın pH’sı 5’in üzerine çıkmasına neden olmaktadır (17,45,49,67, 53).


Tanı mikroskobik olarak, kültür, PZR, ELİSA, indirekt fluoresan antikor tekniği ile konabilir. Mikroskobik incelemede, hastadan alınan akıntı örneğinin lam-lamel arası preparatlarda incelenmesi ile oval şekilli kamçılı ve dalgalanan zarın hareketi ile tanı konur. Ayrıca örneğin yayma preparatlarda Giemsa, May Grünwald, Papanicolau ve akridin oranj yöntemleri ile boyanması ile de tanı konulabilir. Tedavide metronidazol, ornidazol, furazolidon kullanılabilir. Tekrarlayan enfeksiyonları önlemek için eşlerin birlikte tedavi olması gerekmektedir.



Kaynak site: http://zehirlenme.blogspot.com

Candida Vajiniti Nedir

Candida vajiniti Nedir



Candida türleri insanlarda ağız, deri, barsak ve vajina florasında yaygın olarak bulunan ve enfeksiyona neden olan mantarlardır. Vaginitlerin büyük bölümünü candidalar oluşturur. Bunların %80-90’ından sorumlu Candida albicans’tır. C. glabrata, C. tropicalis, C. krusei ve C. parapsilosis de etken olabilir.



Erişkin kadınların %75’i yaşamlarında en az bir kez vulvovajinal kandidiyazis ile karşılaşır ve %45’i her yıl en az iki kez enfeksiyon geçirir (8). Candida vaginitine yol açan sebepler, gebelik, ilaç kullanımı (antibiyotik, steroid, oral kontraseptifler), diabet ve obezitedir. Enfeksiyon şiddetli kaşıntı, beyaz akıntı, yanma ve irritasyon ile gözlenir. Vajina girişinde eritem ve papüler lezyonlar vardır.


Candida Vajinal mantar hastalığı tedavi


Maya hücrelerinin epitele adhezyonunu pH ve östrojen artışı kolaylaştırır. Farklı insanlardaki epitelyum hücrelerine adhezyon derecesinin değişmesi ile bazı kadınlarda kolonizasyon yaparken, bazılarında ise enfeksiyona sebep olurlar. Candidalar proteaz ve fosfolipaz salınımı ile dokuya invaze olmakta ve kompleman komponentlerini bağlama yetenekleri ile immunglobulinlerin komplement bağlamasını ve fagositozu engellemektedirler. Tanı, klinik özellikler, pH nın normal sınırlarda olması, %10’luk KOH ile hazırlanmış lam-lamel arası preparatlarda psödohiflerin görülmesi ve kültür ile de konur. Candida türlerinin ayırımı 37 ºC’de üreme, yalancı miselyum, klamidospor ve çimlenme borusu oluşumu, üreaz varlığı, bazı şekerleri fermentleme, karbon kaynaklarını asimile etme gibi özelliklerin incelenmesi ile konur. Tedavide imidazoller, borik asit tuzları, polienler ve laktobasiller kullanılabilir. Hastaların çoğu uygun tedavi ile iyileşirken, %5-20’lik kısmında ise hastalık yineler. Tekrarlayan enfeksiyonların tedavisi oldukça zordur



Kaynak Site; http://zehirlenme.blogspot.com

Laktobasil Nedir

Laktobasil Nedir



Laktobasiller, Gram pozitif, anaerob veya mikroaerobik, hareketsiz, sporsuz ve kapsülsüz bakterilerdir. Karbonhidratları parçalayarak laktik asit, asetat, etanol, süksinat ve CO2 oluştururlar. Vajinal florada laktobasiller arasından en çok L. acidophilus, L. fermentum ve daha az sıklıkta ise L. plantarum, L. brevis, L. jensenii, L. delbrueckii ve L. salivarius görülür.


Laktik asit salgılayarak vajinal pH’yı düşüren laktobasiller, vajinal enfeksiyonlara karşı birincil derece koruma sağlarlar. Ayrıca hidrojen peroksit, laktosidin, asidolin, laktasin B, bakteriosin ve kandisidin üreterek çeşitli mikroorganizmaların üremesini inhibe ederler. Gardnerella vajinalis, Candida albicans, Escherichia coli, Trichomonas vajinalis, Mobilincus spp. ve Neisseria gonorrhea üremesini baskılarlar. Laktobasiller, sağlıklı kadınların %59-96’sının vajinasında görülürken, bakteriyel vaginozisi olan kadınlarda %6-23 oranına düşer. Laktobasil eksikliği hamileliğin geç döneminde bakteriyel vaginozis gelişimi için risk faktörüdür ve enfeksiyonu önlemek amacı ile hidrojen peroksit üreten Laktobasiller vagene


uygulanmaktadır.



Bununla birlikte birçok çalışmada %10-42 kadında normal vajinal ekosistemlerini sürdürdükleri halde yeterli sayıda laktobasil bulunamamıştır. Sonuçta, vajinal floranın üyeleri arasındaki etkileşim hala yeterince açıklanamamıştır.



Kaynak: http://zehirlenme.blogspot.com

Vajina Anatomisi ve Fizyolojisi

Vajina anatomisi ve fizyolojisi



Vajina; önde üretra ve mesane, arkada ise rektum ve anal kanal arasında uzanan 7-9 cm uzunluğunda fibromuskuler yapıda bir tüptür. Mukoza, musküler ve adventisya tabakalarından oluşur. Çok katlı yassı keratinize olmayan epitel ile döşelidir.



Vajinal flora, vajina yüzeyini oluşturan epitelin özelliği, vajina pH’sı ve hormonal denge, seksüel aktivite, ilaçlar ve cerrahi girişimlere bağlı olarak değişiklik gösterir.


Vajinal floranın esas bakterileri olan Laktobasillerin yanı sıra florada Bacteroides, Peptokoklar, Peptostreptokoklar, Stafilokoklar, Streptokoklar, Corynebacterium, E. coli gibi bakteriler de olabilir. Düşük miktarda ise Candida albicans, Gardnerella vajinalis, Trichomonas vajinalis bulunur. Florada Herpes Simplex Virüs, Human Papilloma Virüs ve Neisseria gonorrhoeae ise bulunmaz



Yenidoğanlarda vajina östrojen etkisi altında, pH’sı düşük ve laktobasillerle kolonizedir. Laktobasiller altı haftada dominant hale geçer. Altı haftadan sonra maternal östrojen seviyesi azalarak, pH yükselmeye ve florada Stafilokoklar, Streptokoklar, Enterobakteriler artmaya başlar. Puberte döneminde ise, florada laktobasiller yine baskın hale geçer. Laktobasillerle birlikte stafilokoklar, streptokoklar, difteroid çomaklar, bacteroides, peptostreptokoklar ve mobilincus türleri gibi anaeroblar florada hakim duruma geçerler



Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com

Pilates Cesitleri

Pilates Çeşitleri



Pilates egzersizleri başlangıç seviyesinden ileri seviyeye kadar uzanan 500'den fazla egzersizden oluşmaktadır. Çalışma temelde 2 şekilde olabilmektedir. Bunlar; Pilates mat çalışması veya Pilates cihazları ile çalışmadır. Bu cihazlar: cadillac, wunda chair, reformer, barrel, spine correctordur.


Yerde, minder üzerinde yapılan Pilates egzersizlerine mat çalışması denmektedir Pilates en iyi yer hareketleriyle (mat work) bilinmektedir; ayrıca, yardım özelliğine, yer çekimi merkezini değiştirmeye, manivela uzunluğunu kısaltmaya ve destek temelini değiştirmeye izin veren yeniden yapılandırılmış jimnastik aparatlarının dizaynı ustacadır. Bunlar Reformer, Cadillac, Chair ve Barrel'dir. Pilates, 500'den fazla egzersiz tasarlamıştır. Öğrencileri, tek bir düzene bağlı olarak vücudu geliştirmek için bu egzersiz listesine, 1500 varyasyon eklemişlerdir



Pilates egzersizleri sırtüstü, yüzüstü, oturarak, dizüstü, emekleme pozisyonunda, ayakta


ve diğer pek çok postürde uygulanabilmektedir. Hareketler tıpkı günlük yaşam


aktivitelerimizde olduğu gibi vücudun ilgili bölümünün koordinasyon içinde


çalışmasına izin verir



Pilates sistemindeki prensipler, kişinin hareketi yapabilme gücü ve açısına göre ayarlanabilmektedir. Eğer aletli çalışmakta zorlanılıyor ise yer çalışması önerilmektedir.


Yere yatmak problem yaratıyor ise de birçok ekipmanla kişi en rahat pozisyona getirilerek çalıştırılabilir. Eğer reformerdaki ağırlık fazla ya da az ise yaylarla daha zor veya kolay hale getirilebilir.



Pilates egzersizinde herkes için bir şey bulunmaktadır ve bu metot, programın devamlı bir şekilde uygulanabilmesi için çeşitli varyasyonlara sahiptir. Bundan dolayı da pilates sistemi yaşlılara ve fiziksel olarak bazı engelleri ve sakatlıkları olanlara kolaylık sağlamaktadır. Tam teknik, kasıtlı hareketler, doğru şeklin ince nüansları, nefes ve gözde canlandırılan direktifler, yaylarla özelleştirilmiş araç, manivelalar ve yuvarlanan parçalar, yüksek düzeyde eğitilmiş bir eğitmenin becerisidir. İdeali bire bir seanslar ve küçük gruplardır.



Joseph Pilates tarafından geliştirilen mat ve cihazlarla yapılan egzersizler, mevcut hareket teorileri ve kanıta dayalı rehabilitasyon prensipleri nedeniyle modifıye edilmiştir. Modifıye Pilates geleneksel yöntemden adapte edilmiş ve basitleştirilmiştir


Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com

Pilatesin Yararlari Nelerdir

Pilatesin Yararları Nelerdir



Esnekliği geliştirir ve eklemlerin tam hareket açısında çalışmasını sağlamaktadır.


Dayanıklılık ve kuvveti arttırmaktadır.


Hareket sırasında tam ve derin nefes almaktan faydalanmayı öğretmektedir.


Core stabilizasyonunu geliştirir, içeriden dışarıya çalıştırmaktadır.


Daha uzun, ince ve dengeli vücut oluşturmaktadır.


Ayakların ve bileklerin işlevini geliştirmektedir.


Postürü düzeltmektedir.


Yaşamı daha kaliteli hale getirmektedir.


Vücudun zayıf bölgeleri arasındaki dengeyi kurmaktadır.


Pilates koordinasyon, denge, esneklik, kassal dayanıklılığı geliştirebilen ender egzersizlerden biridir. Pilates metodu, egzersizin fonksiyonel bir şeklidir, çünkü hareketlerin değişik düzlemdeki kombinasyonu şeklindedir.



Pilates egzersizlerinin ilk çıkışı tedavi amaçlı olmuştur. Daha sonraları kasları kuvvetlendirmek için kullanılmıştır. Günümüzde ise özellikle, konsantrasyon gerektiren bu egzersiz türü vücut postürünü geliştirmek ve sağlıklı bir vücuda sahip olmak için kullanılmaktadır.



Pilates'in fiziksel yararlarının yanı sıra psikolojik yararları da bulunmaktadır. Bireylerin içe dönük bakmasına yardımcı olmaktadır. Bu egzersiz ile vücudun ne yaptığı üzerine beynin odaklanmasına yardım eden nefes vurgulanmaktadır. Pilates temelli egzersiz yapan kişiler, çalışmaların kendilerini daha sakin, enerjik, yenilenmiş hissettirdiğini ve kendilerinin farkına vardıklarını söylemişlerdir.



Pilates Egzersizinin Temel Prensipleri



J. Pilates hem doğu felsefesini hem de batı tekniklerini geliştirerek karma bir egzersiz yöntemi geliştirmiştir. Pilates, temelini oluşturan bu 6 prensibe dayanmaktadır.


Konsantrasyon


Kontrol


Merkezleme


Akıcılık


Duyarlılık


Nefes Alma



Konsantrasyon



Konsantrasyon, bütün hareketlerin anahtarı olmakla beraber piktesin ilk yol gösterici prensibidir ve çok önemlidir. Çünkü vücudun her detayına saygı duymayı öğretmektedir. Pilates'e göre her egzersizinizde doğru hareketlere konsantre olunması gerekmektedir. Uygunsuz yapılan hareketler sonucu, hayati kazanç değerleri bununla doğru orantılı olarak azalmaktadır.


Pilates hareketlerini etkili bir şekilde yapma vücudun hareketine tamamen konsantre olmayı gerektirmektedir. Hareket ve kaslara odaklanma, bedeni ve zihni birbirine Bağlamaktadır


Kontrol



Pilates egzersizleri kişiye kendi vücudunu kontrol etmeyi öğretmektedir . Kontrol aynı zamanda bütün programın arkasındaki amaç ve düşüncedir J.Pilates, her egzersizi tasarlarken çoklu kas gruplarının titiz ve odaklanmış bir şekilde çalışmasına özen göstermiştir. Egzersiz sırasında gelişigüzel hareket etmek sakatlılara yol açabilmektedir. Merkez kasları harekete geçirmek ve vücut pozisyonuna önem vermek egzersizin üzerinde kontrollü olunmasını sağlayacaktır.



Pilates, vücut hareketlerini kontrol etmede düşüncenin gerekliliğini vurgulamıştır. Hareketi kontrollü ve düzgün bir şekilde yapma, onu hangi derecede fleksiyon ve ekstansiyonda yaptığından veya ne kadar güç harcadığından daha önemlidir



Merkezleme



Joseph Pilates merkezi "güç evi" olarak tanımlamıştır. Güç evini doğru kullanmayı öğrenmek postürü düzeltmekte, omurgayı stabilize etmekte ve hareketin kalitesini arttırmakadır. Merkez, lumbopelvik bileşkeden oluşmaktadır. Merkezleme, sırtı korumak, bütün hareketleri ve uygun durum sağlamak için kasların düzgün bir şekilde yönlendirilmesini içermektedir. Bu, Pilates'in odaklanma noktasıdır. Güçlü bir merkez vücudun güç kaynağıdır. Hareketlerde bel düzgünlüğüne dikkat edilmektedir. Belde uygun olmayan yüklenmelere izin verilmemektedir. Nefesi verirken, karnı içeri çekmeye odaklanan kişilerde aktif tranversus abdominus kasılması sağlanarak, gövde kassal bir korse ile desteklenmiş olmaktadır. Özellikle yatan hastalarda, uygun olmayan yatış pozisyonları nedeniyle yatak içinde yığılma sık görülmektedir. Kassal korsenin oluşturulması, gövdenin uygun pozisyonda stabilizasyonuna katkıda bulunmaktadır.



Akıcılık


Hareketler belirli bir ritimle yapılmaktadır. Hareketlerin arasında keskin bitişler yoktur. Esnek geçişler bulunmaktadır. Pilates egzersizleri, duraksamadan, devamlılığı sağlanarak yapılmalıdır. Vücud ortalandığı zaman ve egzersize konsantre olunduğunda bütün hareketlerin düzgün bir şekilde merkezden akışı sağlanacaktır. Ritim olarak ne çok yavaş ne çok hızlı bir frekans tutturulmalıdır.



Duyarlılık



Prensiplerz bir araya geldikçe akıl ve hareketler de bir araya gelir ve dengeli bir vücut oluştururlar. Duyarlılık zor egzersizlerin kolay görünmesini sağlamaktadır. Efor göstermeden bir aşamadan diğer aşamaya geçme sırasında duyarlılık harekete zarafet katmaktadır. Pilates'e göre düzgün bir şekilde yapıldığı zaman ve bilinçaltının reaksiyon noktasına ulaşıldığında bu egzersizler rutin aktivitelerde zarafet ve dengeyi yansıtmaktadır.



Nefes Alma



Nefes alıp verme, Pilates antrenmanının anahtar elementlerinden biridir. Omurganın ve ekstremitelerin sabit ve hareketli olmasını kolaylaştırmaktadır. Solunum her harekete eşlik etmektedir. Genelde kişi vücut düzgünlüğünü koruma yönünden hareketlerin zor evresinde nefes verir, kolay evresinde nefes alır, ancak bu nefes döngüsü katı bir kural değildir, bazı hareketlerde değişebilmektedir. Pilates uygun solunumun gerekliliğini vurgulamıştır. Pilates kanın oksijenlenmesi ve atıklarından arınmasının en etkili yolunun alt torakal bölgeye tam bir nefes alma ve verme ile mümkün olacağını düşünmüştür. Pilates, bunun aynı zamanda etkili bir solunum için önemli olan akciğerlerin tam ekspansiyonu ve kontraksiyonuna izin verdiğini düşünmektedir. Nefes merkezin güçlenmesine yardımcı olmaktadır. Her egzersizin bütünlüğünün korunmasını ve baskı döngüsünün kırılmasını, işlem sırasında rahatlamayı sağlamaktadır. Etkileyici bir araştırmaya göre nefes alma teknikleri kalp rahatsızlıkları ve yüksek kan basıncı gibi çeşitli sağlık sorunlarından kurtulmaya yardımcı olmaktadır


Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com

Pilates Hakkinda Bilgiler

Pilates Hakkında Bilgiler



Pilates, vücudu forma sokmak, esnekliği artırmak, dengeyi ve koordinasyonu geliştirmek, akıl ve vücud arasında çözümleme sağlamak için yer egzersizlerini kullandığı gibi direnç sağlamak için ekipmanların da kullanıldığı, bir fıtness rejimidir



Pilates daha çok kadınlar arasında popülerdir . Pilates düşük kas konsantrasyonunun etkisiyle oluşan bir seridir. Yapılan egzersizler, zincirleme şekilde vücudun merkezinde olur. Pilates egzersizi diğer aerobik ve dans egzersizlerine göre daha az şiddette bir egzersiz olmasına rağmen sağlıklı bir vücut için oldukça önemli bir yere sahiptir. Kalp hastalıkları riskini azaltmakta, osteoporozu önlemekte, vücudu güzel bir şekle sokmakta, denge ve esnekliği geliştirmektedir.


Pilates'in bilgilendirmesine göre, 10 seans sonunda farklılık hissedilmeye başlanır, 20 seans sonunda farklılık gözle görülür ve 30 seans sonunda ise tamamen yeni bir vücuda sahip olunur. Pilates aerobik bir egzersiz olmasının yanında fizik tedavi alanında da kullanılmaktadır.



Pilates düşük etkili esneklik ve kas direnç egzersiz serilerinden oluşmaktadır. Egzersizler kendi içinde ilerleme özelliğine sahiptir. Pilates egzersizleri ülkemizdeki fizyoterapistlerin son yıllarda ilgisini çekmesine rağmen Pilates yöntemi yaklaşık yüzyıl önce Almanya'da ortaya çıkmıştır. Bu egzersizler, Joseph Humbertus Pilates (1880-1967) tarafından geliştirilmiştir. Pilates, çocukluğunda astım, rikets ve romatizmal ateşten dolayı güçsüzleşen vücudunu daha güçlü hale getirmek için egzersiz yapmaya başlamıştır. İlk önce vücut geliştirme amacıyla egzersiz yapmaya başlayan Pilates, daha sonra doğu ve batı felsefelerini birleştiren egzersiz yöntemlerini denemiştir. Daha çok bedenin ve zihnin uyumu ile ilgilenmiştir. Zamanla “kontrol etme sanatı” adını verdiği bir egzersiz sistemi geliştirmiştir. “Düşünce vücudu yönetir” sloganını benimseyerek yaşamını bu egzersiz modelini yaymaya adamıştır.


Özellikle hasta eğitiminin içinde olduğu, akıl ve bedeni bir bütün olarak ele alan egzersiz yöntemleri dikkat çekmektedir. Akıl-beden (mind-body) bütünlüğünü sağlayan egzersizlerde temel görüş düşüncelerin, duyguların, tavır ve davranışların fiziksel fonksiyonu etkilediği yönündedir. Bu yöntemlerde kişi, vücudunu kontrol etmeyi, gerektiğinde gevşemeyi ve postürünü düzeltmeyi öğrenmekte ve bunu yaşamı boyunca sürdürebilmektedir. Birçok fıtness programı egzersizlerin yüzeysel yanıyla, dış görünüşteki sonucuyla ilgilidir. Pilates ise daha derindeki, içteki yapıyı güçlendirmeye çalışmaktadır. Egzersizler bedene yapısal bir destek sağlamak için hatalı vücut duruşlarını düzeltmek üzerine tasarlanmıştır.



Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com

Atorejenik Dislipidemi Nedir

Atorejenik Dislipidemi Nedir



Yüksek trigliserid düzeyi (150 mg/dl), düşük HDL kolesterol düzeyi (kadında 50 mg/dl, erkekte 40 mg/dl ) ve artmış küçük yoğun LDL partikülleri ile karakterize edilmektedir. Bu sendromda total non- HDL kolesterol düzeyi yükselmiş olup, sıklıkla gerçekte LDL kolesterol düzeyi anlamlı olarak artmamıştır.


Yağ dokusunda ortaya çıkan serbest yağ asitleri karaciğere gelişi artarsa, karaciğerde trigliseridden zengin çok düşük dansiteli lipoprotein (VLDL) yapımı da artar. Fizyolojik şartlarda insülin VLDL'nin sistemik dolaşıma geçmesini önlemektedir. Bu cevap kısmen insülinin apo B nin parçalanması üzerine olan etkisindendir. insülin aynı zamanda lipojeniktir, trigliserid yapımı ile ilgili birçok genlerin enzim aktivitesini irarttırmaktadır . Ayrıca insülin lipoprotein lipaz enzimini de inhibe etmektedir insülin direnci durumunda abdominal yağ gluteal ve femoral yağdan daha aktifdir ve lipolizi stimüle eden adrenerjik agonistlere daha hassastır. Ayrıca omental yağ insülinin antilipolitik etkisine derialtı yağ dokusundan daha az hassastır. Bu nedenle yağ doksundan salınan serbest yağ asidi miktarı artmaktadır. Her iki şekilde açığa çıkan serbest yağ asitlerinin az bir kısmı hemen yağ hücresinde tutulur ve tekrar esterifıye olarak trigliserid haline dönüştürülmektedir. Büyük bir kısmı da albümine bağlanarak sistemik dolaşıma girmektedir. Dolaşımdaki serbest yağ asitlerinin bir kısmı iskelet kasları tarafından alınarak az bir kısmı enerji kaynağı olarak kullanılmakta, büyük bir kısımda kasta yağ olarak depolanmaktadır. İskelet kasında yağ toplanması insülin direncine neden olduğundan glukoz alımı önlenir. Yine dolaşımdaki serbest yağ asitlerinin bir kısmı karaciğer tarafından alınarak, bir kısmı oksidasyona uğrayarak enerji haline dönüşerek, bir kısmı da VLDL partiküllerine dönüştürülerek dolaşıma verilmektedir.



insülin direnci durumunda, insülin lipolizi arttıran lipoprotein lipaz enzimini yeteri kadar suprese edemediğinden abdominal yağ hücrelerinden serbest yağ asidi salınımını da engelleyememektedir. Her iki şekilde açığa çıkan serbest yağ asitleri, hem karaciğerde VLDL sentezinin ve sekresyonunun artmasına, hem de karaciğerde yağ toplanmasına neden olmaktadır. Böylece plazma VLDL ve LDL kolesterol düzeyleri yükselmektedir



Atorejenik dislipidemi gelişmesindeki anahtar faktör, obezitede hepatik lipaz aktivitesinin artmasıdır. Hepatik lipaz HDL kolesterol partikülünü parçalamakta ve kanda düzeyini düşürmektedir.



Diğer bir majör lipoprotein bozukluğu HDL kolesteroldeki düşüklüktür. Bu azalma HDL yapı ve metabolizmasındaki değişikliktendir. Karaciğerde artmış serbest yağ asidi stimülasyonu ile trigliseridden zengin VLDL yapımı artar. Lipoprotein çekirdeğinde trigliserid artarken kolesteril ester azalmasından dolayı HDL içindeki kolesterol azalır. Trigliseridden zengin HDL ve LDL oluşur. HDL ve LDL partiküllerinin trigliseridden zengin muhtevaları metabolizmalarını değiştirir. Bu HDL 1er çabuk hidrolize olur ve düzeyleri düşer. Ayrıca lipoprotein yapısındaki bu değişiklik HDL nin dolaşımdan



klirensinide arttırır Trigliseridden zengin LDL partikülleri lipolize maruz kalarak küçük yoğun LDL partiküllerini oluşturur. Meydana gelen dislipidemi birhayli atorejeniktir ve insülin direnci olan bireylerde kardiyovasküler riski arttırmaktadır.



Küçük yoğun LDL, LDL den daha atorej eniktir. Çünkü;



1-Endotel için toksiktir,


2-Küçük olduğu için endotelden rahat geçer,


3-Glukozaminoglikanlara iyi yapışır,


4-Oksidasyona hassastır,


5-Monositten oluşan makrofajlar üzerindeki çöpçü reseptörlere seçici olarak


Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com

Metabolik Sendrom Nedir

Metabolik Sendrom Nedir



Metabolik sendrom dünyada giderek daha fazla sayıda insanı etkileyen önemli bir morbidite nedenidir. Pandemiye doğru ilerleyen bu büyümede, hareketsiz yaşam tarzının benimsenmesi ve beslenme alışkanlığında değişmeler gibi çevresel etkenler yanında, kalıtımla gelen bazı özellikler de rol oynamaktadır.



Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 1998 yılında metabolik sendromu, diyabet, bozulmuş açlık glikozu, bozulmuş glikoz toleransı veya insülin direnci ile birlikte, hipertansiyon (>160/90mmHg), hiperlipidemi, santral obezite ve mikroalbuminüriden en az ikisinin olması olarak tanımlamıştır



Metabolik sendromun pek çok yönü henüz açıklanamadığı gibi fizyopatolojik bozuklukların birbirleriyle olan ilişkileri de tam olarak anlaşılamamıştır ' . Bu nedenle tanı için standardize edilmiş çeşitli kriterler kullanılmaktadır. Bunların en bilinenleri; WHO (Dünya Sağlık Örgütü) , Avrupa İnsülin Direnci Çalışma Grubu (the European Group for the Study of Insulin Resistance EGIR) , NCEP/ATP III (National Cholesterol Education Program/, Amerika Klinik Endokrinologlar Birliği (American



Association of Clinical Endocrinologists AACE) ve Uluslararası Diabet Federasyonu (International Diabetes Federation IDF) tarafından yapılan tanımlamalardır.



En yaygın kullanılan tanı kriterleri WHO tanımlaması ve 2005 yılında güncellenen NCEP/ATP III tarafından yapılan tanımlamadır. NCEP/ATP III tanı kriterleri metabolik sendromun değerlendirilmesinde günlük pratik kullanıma daha uygun parametreler içermektedir ve kriterlerden üç tanesinin pozitifliği tanı için yeterli olmaktadır.



ATP III kriterleri için önerilen değişiklikler ; bel çevresinin azaltılması ile lipidler ve hipertansiyon için mevcut değerler veya bunları düzeltmek için ilaç kullanıyor olması ve açlık serum glukozunun 100 mg/dl üstünde olması veya bunu düşürebilecek herhangi bir ilaç kullanıyor olması şeklindedir.


Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Derneği Metabolik Sendrom çalışma grubu tarafından 2007 yılında yayınlanan ulusal kılavuzda tanı kriterleri arasında insülin direncinin yer alması gerektiği savunularak aşağıdaki kriterler önerilmiştir.



Aşağıdakilerden en az biri:


Diabetes mellitus veya


Bozulmuş glukoz toleransı veya


İnsülin direnci Aşağıdakilerden en az ikisi:


Hipertansiyon (sistolik kan basıncı >130, diyaastolik kan basıncı >85mmHgveya antihipertansif ilaç kullanıyor olmak)


Dislipidemi (trigliserid düzeyi >150 mg/dl veya HDLdüzeyi erkekte <40 mg/dl, kadında <50 mg/dl)


Abdominal obezite (vücut kitle indeksi(VKİ) >30 kg/m veya bel çevresi erkeklerde >94 cm, kadınlarda >80 cm)


MS tanısı tüm dünyada giderek artan bir sıklıkla konmakta olup pek çok kişide obezite ve sedanter yaşam tarzı ile ilişkilidir. Metabolik sendrom sıklığı faklı coğrafi ve etnik özelliklere göre değişiklik göstermekle birlikte küresel bir artış vardır. Metabolik sendrom prevalansı bilindiği üzere tüm Dünya'da artış göstermektedir 100. Amerika Birleşik Devletlerinin en yüksek MetS prevalansına sahip olduğu, her 4 kişiden birinin MetS riski taşıdığı bildirilmektedir 33. Benzer şekilde ABD'de 1990-2001 yılları arasında erişkinlerde obezite prevalansı %74, diyabet ise %61 oranında artış göstermiştir.



Dünya Sağlık Örgütü (WHO)' nün bir çalışmasına göre; normal glikoz toleransına sahip bireylerin %10'unda, glikoz intoleranslı bireylerin %50'sinde ve tip 2 diyabetli hastaların %80'inde MetS görülmektedir. Türkiye genelinde yapılan MetS araştırması (METSAR)'na göre, 20 yaş üstü nüfusun üçte birinden fazlası (%35) MetS sorunuyla karşı karşıya bulunmaktadır.



Kır-kent arasında önemli fark görülmezken, (kırsal bölgede %35.3, kentsel bölgede %34.8) cinsiyetler arası fark kadınların aleyhine olmak üzere (%29'a karşı %41) belirgindir 60. Türkiye'de değişik bölgelerde yapılan diğer araştırmalarda da MetS sıklığı, kadınlarda erkeklerden daha yüksek bulunmuştur 78-38-61. Kadınların çalışma hayatına katılımının düşük olması, teknolojik alandaki gelişmelerin yaşamı kolaylaştırması ve sportif aktivitelere zaman ayırmama gibi nedenlerle, Metabolik S özellikle kentte yaşayan kadınları tehdit etmektedir.



http://zehirlenme.blogspot.com