Asellüler boğmaca aşısı
Çeşitli Bordetella pertussis suşlarından hazırlanan bugünkü boğmaca aşısı, adsorbe bir aşıdır ve genellikle difteri, tetanoz ve inaktive ya da oral poliomiyelit aşısıyla birlikte kullanılır.
Aşının immünojenitesi, sıçanlarda yapılan intraserebral yükleme testiyle ya da fare vücut ağırlığı artma testiyle ölçülür.
Geleneksel tam hücre aşılarında LPF ve lipopolisakkarid (LPS) endotoksini mevcuttur. LPS, basil sayısının sınırlandırılması yoluyla minimale indirilmiştir. Gerekli antijenite düzeyiyle kabul edilebilir toksisite derecesi arasındaki fark az olmakla birlikte aşılama sonrası komplikasyon veya yan etki oranı, nispeten yüksektir.
Tam hücre içeren boğmaca aşısının etkili olduğu ve immünizasyonun geniş çapta uygulandığı ülkelerde, hastalığın kontrol altına alınmasını sağladığı, kabul edilmektedir.
Bordetella pertussis immünokimyasının daha iyi öğrenilmesi, immünojen yapıdaki birçok antijenin bilinmesini sağlamış ve bu sayede, yapıtaşlarının kullanıldığı, asüllüler olarak adlandırılan aşı geliştirilebilmiştir.
Son yıllarda B pertussis'in birçok antijenik bileşeni izole edilmiştir:
- LPF (lenfosit promosyon faktörü) veya histamin sensitizan faktör ya da pertussis toksini (PT).
- FHA (Filamentöz hemaglütinin); immünojen özellikteki bu yüzey antijeni, organizmanın epitel hücrelerine tutunmasında rol oynar.
- Adenilat siklaz; fagositoz sırasında aktiftir ve organizmanın, dost olmayan bir ortamda yaşamasına olanak verir.
- Isıya dayanıksız dermonekrotik toksin (HLT); öldürücü bir toksindir.
- Lipopolisakkarit endotoksin veya LPS; hastalık patogenezindeki ve immün mekanizmasındaki rolü bilinmemektedir.
Boğmaca sırasındaki ateş, bu endotoksin ile açıklanmıştır.
Trakead sitotoksin veya TCT; polipeptid bir toksindir.
Trakeadaki titrek tüylü hücrelerle epitel hücrelerine zarar verdiği, hamsterlerde deneysel olarak gösterilmiştir.
1978-1987 arasında yapılan çalışmalar, asellüler boğmaca aşısının etkili olduğunu belirtmek gerekir. Nitekim bunlar; boğmacanın klinik teşhisi, bakteriyolojik doğrulanma kriterleri ve aşılanan/aşılanmayan gruplardaki yaş dağılımı açısından farklı özelliklere sahiptir.
Bu çalışmaların bulguları analiz edildiğinde, asellüler boğmaca aşısındaki etkinlik oranının % 88 olduğu ortaya çıkmaktadır; oysa geleneksel boğmaca aşısında bu oran, % 76'dır.
Değişebilen miktarlarda LPF ve FHA içeren ve içerisinde aglutinojen bulunan ya da bulunmayan boğmaca aşısı, Japonya'da 1981 yılından beri kullanılmaktadır. O zamandan bu yana en az 2 yaşında olan çocuklarda yaklaşık 20 milyon doz, üç enjeksiyon şeklinde ve difteri-tetanoz aşısıyla birlikte uygulanmış; bir yıl sonra da bir rapel yapılmıştır.
Genetik Mühendisliği Çalışmaları ve Uygulamaları
Genetik mühendisliği ve Aşılar
Peptidlerin moleküler biyolojisi ve kimyasıyla ilgili olarak yakınlarda kaydedilen gelişmeler, yeni ufuklar açmış ve aşı üretimiyle ilgili yeni bir yaklaşımı gündeme getirmiştir.
Genler, çeşitli büyüklükteki DNA parçalarıdır; DNA, karakteristik segmenter alt-ünitelerin (nükleotidler) 4 komponentini birleştiren sıralanmalarla çift-sarmal şeklini almıştır. Nükleotidler adenin (A), timin (T), sitozin (C) ve guanin (G) olmak üzere 4 baz içerir; bu bazlar, genetik bilgiyi kodlarlar.
Bu bazlardan DNA molekülündeki düzeni, çoğu zaman bir protein olan gen ürününün yapılması için gerekli bilgiyi kodlar.
Gen teknolojisindeki deneyler, genom içerisinde bulunan ve klonlanacak olan DNA fragmanının izolasyonuyla başlar. Klonlama işlemi restriksiyon enzimlerinin (kromozomal DNA "endonükleazları") kullanıldığı enzimatik parçalanma ile başlar; daha sonra DNA parçaları, "ligaz" adı verilen diğer enzimlerle birleştirilerek, çoğalması için uygun bir vektöre ve çoğu zaman bir bakteri plasmidine yerleştirilecek hibrid ("melez") DNA molekülleri meydana getirir. Klonlama sayesinde çok miktarda viral DNA elde edilebilir
Değişiklik geçiren bakteri daha sonra aynı yöntemle üretilebilir ve böylece istenilen genden bol miktarda elde edilebilir.
Başlangıçtaki moleküler klonlama işlemiyle daha sonraki bazı manipülasyonlar; Bacillus subtilis, maya mantarları (Saccharomyces cerevisiae) ve çeşitli hayvan hücre kültürleri gibi ortamlarda gerçekleştirilerek gen ekspresyonu ve gen ürünün ekstraksiyonu sağlanır. Bu bakteriler, sanayideki mayalama sistemlerinde sonsuza kadar kullanılabilecek birer kültür ortamı olarak hizmet görür. Bu yöntem, geleneksel kimyasal sentezle veya ekstraksiyonla imal edilmesi zor olan moleküllerde özellikle değer taşır.
Seçilen antibiyotikler, vaccinia virüsü veya BCG gibi bir vektör kullanılarak bağışıklarma uygulanacak konağın organizması içerisinde doğrudan üretilir.
Farklı antijenler taşıyan şimerik "vaccinia" virüsleri meydana getirilerek laboratuvar hayvanlarında test edilmiştir ve nötralizan antikor yapımında kullanılmaktadır.
Bugünkü durumuyla genetik teknoloji, tıpta 4 uygulama alanına sahiptir:
-Tedavi amaçlı proteinlerin üretilmesi,
- Herediter hastalıkların teşhisi ve gösterilmesi,
- Virüs, bakteri veya parazit aşılarının yapılması; (bu aşılar öncelikle, bugün karşılarında çaresiz olduğumuz parazit hastalıkları gibi sağlık sorunlarına yönelik olarak hazırlanır.)
- Temel araştırmalar; (genom) yapısının ve kanserojenez mekanizmasının daha iyi anlaşılması için.)
Aşıların genetik mühendisliği aracılığıyla imal edilmesi, son derece saf aşıların elde edilmesi gibi bir üstünlüğe sahiptir. Bu aşıların fiyatı, geleneksel yoldan hazırlananlardan daha ucuzdur ve bunlar ayrıca, çok daha çabuk üretilebilir.
Hepatit B, poliomiyeiit, kuduz, sıtma ve bazı veteriner hastalıklarının aşıları günümüzde, genetik rekombinasyon kullanılarak üretilmeye çalışılmaktadır. Bunların büyük bölümü, henüz hayvan deneyleri veya insanlardaki ön-çalışmalar düzeyindedir. Maya mantarı (Saccharomyces cerevisiae)7579 veya memeli (Çin hamsteri över hücreleri: CHO) hücrelerinde genetik rekombinasyon yoluyla imal edilen hepatit B aşıları, bugün bile mevcuttur. CHO hücreleri, hücre kültür supernatantından saflaştırılma yoluyla elde edilmiştir ve hepatit B virüsünün S ve pre-S2 gen ürünlerini içeren partiküllerden meydana gelmiştir. Bol miktardaki PreS2 antijeni, nötralizan antikorların plazma aşılarına kıyasla daha çabuk meydana gelmesini sağlar ve anti-HBs cevabını güçlendirir.
Herpes Nedir, Herpes Tedavisi ve Aşı
Herpes Virüsü grubu hastalıklarına karşı aşılanma
Herpes virüs grubunda 5 virüs vardır:
1. Herpes simplex tip I (HSV 1) ve tip II 5HSV 2)
2. Varicella-zoster virüsü
3. Sitomegalovirüs
4. Epstein-Barr virüsü (enfeksiyöz mononükleoz ve Burkitt lenfoması etkeni)
5. B virüsü; primatlarda ensefalit yapar ve insana nadiren geçer.
Bu virüsler morfolojik bakımdan birbirinden farksızdır ve yaklaşık çapı 180 nanometre olan konsantrik elementlerden, DNA'dan yapılı merkezi bir çekirdekten, 162 kapsomerin meydana getirdiği bir nükleokapsid'den ve temelde lipoid olan ve virüsün immünolojik spesifitesine katkıda bulunan bir zarftan meydana gelirler.
Anti-herpes aşılar
Bundan yarım yüzyıl önce ilk defa tarif edildiği günden bu yana, herpes enfeksiyonunun kontrol altına alınması yolunda pek az ilerleme kaydedilebilmiştir.
Primer herpes enfeksiyonu, vakaların çok büyük bölümünde tamamen latent olarak seyreder ama son derece karakteristik semptomlara ve daha çok gingivostomatite yol açabilir. Özellikle bağışıklık sorunları olanlarda ya da çiçek aşısının uygulanması sırasında keratokonjunktivit, meningoensefalit veya sistemik hastalıklar gibi ağır komplikasyonlar gelişebilir.
Primer enfeksiyonu, virüsün özel hedef hücrelerde latent olarak varlığını devam ettirirken belirli etkilerle yeniden aktivasyonu sonucu tekrarlayan herpes belirtileri izleyebilir.
Herpes virüsünün 2 antijenik tipi vardır:
1. Herpes simplex virüs tip I (HSV I); gingivostomatit ve herpetik keratit yapar.
2. Herpes virüs tip II (HSV 2); cinsel ilişkiyle bulaşır, tekrarlayan genital herpes nedenidir. Hemen bütün ağız-dışı ve genital organ-dıpı herpetik durumlardan da yine HSV 2 sorumludur.
Herpes aşısı
Bugün için elimizde anti-herpes aşısı mevcut değildir.
Veterinerlikte kullanılan canlı aşılar, virüsün onkojen potansiyeli nedeniyle insanlara uygulanamaz. Bu nedenle de insanlarda kullanılmak üzere bir aşı hazırlanacaksa bu, herhangi bir olası onkojen veya genetik materyal içermeyen, seçkin suşlardan yapılmalıdır.
İnaktive bir aşı ilk olarak URBAN ve SCHAEFFER.41 ve diğerleri tarafından 1930'da geliştirilmiştir. Hem hayvanlarda, hem insanlarda denenmesine rağmen bu aşı, antijenisitesinin yetersizliği ve immünizasyon sağlamak bakımından sık sık başarısız sonuç vermesi nedeniyle terkedilmiştir.
O zamandan beri araştırmalar, zayıflatılmış, canlı bir aşının geliştirilmesini hedef almıştır ama böyle bir aşının kullanımına geçilmeden önce, çözüm bekleyen birçok sorun vardır. Başlıca sorun, hiç onkojen içermeyen-yani DNA taşımayan aşılar imal etmektir. Aşıların saflaştırılmasıyla ilgili olarak yakınlarda kaydedilen gelişmelerden yararlanan CAPPEL ve arkadaşları22, DNA içermeyen bir herpes virüs geliştirmişler ve bunun hayvanlarda etkili olduğunu görmüşlerdir. Ancak bu aşılar acaba primer herpes enfeksiyonunu ve bunun tekrarlamalarını, herpeste her zaman için en büyük tehlike sayılan herhangi bir onkojen etki yaratmaksızın önleyebilecek midir?
Aids Aşısı Bilgileri, Aids Aşı
Bir AİDS aşısının geliştirilmesindeki başlıca zorluk, virüsün (HIV) son derece değişken olmasıdır. Böylece belirli bir suş karşısında etkili olan bir aşı, diğer suşlara karşı korunma sağlamayabilir.
Gelecekte geliştirilebilecek bir aşıda şu iki temel özellik, mutlaka mevcut olmalıdır:
1. Aşılananlar için tamamen tehlikesiz olmak,
2. Mümkün olan en yaygın şekilde uygulanabilmesi için, büyük miktarlarda üretebilmek.
Bugün geliştirilen bir AİDS aşısının insanlarda kullanılmadan önce etkinlik ve güvenlik açısından değerlendirilebileceği herhangi bir hayvan modeli yoktur. İnsanlarda hastalık yapan AİDS virüsünün, bu virüse karşı duyarlı tek hayvan olan şempanzelerde üretilmesi, sessiz enfeksiyona ve antikorların gelişmesine neden olmaktadır.
Zayıflatılmış virüs suşlarının kullanılması fikrinden, mutasyon veya tersine rekombinasyon sonucu virülans artışından veya tümör gelişme tehlikesinden çekinilmesi nedeniyle artık vazgeçilmiştir.
Öte yandan rekombinan aşılar, insanlarda ve maymunlarda kullanılmış ve gp 160 veya gp 120 ya da NEF, POL, Vif veya GAG virüs proteinlerini içeren vaccinia rekombinant ürünleri test edilmiştir. Bu rekombinasyon ürünleri tarafından meydana getirilen sıvısal reaksiyon, bir bütün olarak zayıftır ve yetersizdir; şempanzeleri, test amacıyla enjekte edilen virülan virüse karşı koruyamamaktadır. Bu durum, enjeksiyonlar tekrarlanarak kompanse edilememektedir; çünkü antivaccinia bağışıklığı gelişmekte ve bu da antijen proliferasyonunu önlemektedir'
ZAGURY, HIV pozitif kimselerden aldığı lenfositleri vaccinia rekombinantlarıyla in vitro koşullarda enfekte edip daha sonra formol inaktivasyonundan geçirerek tekrar donöre vermeyi ve bu sorunların üstesinden gelmeyi denemiştir. Fikse hücreler kullanılan bu rapelin etkili olduğu bulunmuştur ama yöntemin uygulanması, kolay değildir.
Beta-propiolakton ve formol ile inaktive edilip adjuvan olarak MDP (muramil dipeptid) ile birlikte kullanılan tüm virüs aşısının, şempanzelerde antikor oluşumuna yol açtığı gösterilmiştir.
İnaktive aşı+canlı rekombinan aşı ile uygulanan çift-aşılama, yüksek düzeyde anti-GAG ve anti-Env antikorlar meydana gelmesini sağlamakla birlikte bu hayvanları, HIV test enjeksiyonuna karşı koruyamamıştır.
SALK ve arkadaşları, tam virüsü değil de viral genetik materyali kullanarak inaktive bir virüs aşısı yaklaşımında bulunmuşlar ve bunu korunma amacıyla değil de tedavi amacıyla kullanmayı düşünmüşlerdir. Önceden enfekte olmuş ve insanlarda kullanılan bu aşıyla elde edilen ilk bulgular, cesaret vericidir.
İzole viral proteinlere dayanan, daha başka birçok aşı test edilmiştir. Doğrudan doğruya HlV'den izole edilen veya çeşitli ekspresyon sistemlerinin CHO hücreleri, E coli, bakülovirüsler) kullanılmasıyla genetik rekombinasyon üzerinde hazırlanan, saflaştırılmış gp 120 veya gp 160, bu tür aşılardandır. Bunların immünojenitesi, lipozom gibi aduvanlar kullanılarak artırılmıştır.
Virüsün hem hücre kültüründe hem de organizmada gösterdiği antijenik çeşitlilik, zarf proteinlerinde hatırı sayılır değişikliklerle sonuçlanır. Bu, AİDS'e karşı aşı geliştirilmesi yolunda karşılaşılan önemli zorluklardan biridir.
Virüslerin vücuttaki belirli hücreler içerisinde, hücre genomuyla bütünleşmiş bir provirüs olarak uzun süre maskelenmiş durumda kalması veya bir hücreden öbürüne yayılması ya da merkezi sinir sistemi gibi bağışıklık sisteminin pek az etkili olduğu doku bölmelerine kaçarak bağışıklık sisteminin etkilerinden kurtulması; AİDS aşısının geliştirilmesine ikinci bir engeldir.
AİDS aşısının etkili olabilmesi için yalnızca antikorlar meydana getirmekle kalmaması, aynı zamanda sitotoksik lenfositlere dayanan hücresel bir bağışıklık da sağlaması gerekmektedir. HIV enfeksiyonu, sitotoksik lenfositlerin gelişmesiyle birlikte güçlü bir bağışıklık cevabına neden olur. Bu sitotoksik lenfositler in vitro son derece etkilidir ama, seropozitif kimselerdeki in vivo enfeksiyon karşısında etkisiz kalmaktadır.
Sitotoksik lenfositlerin tamamen faydalı oldukları da söylenemez; ancak hastaların akciğerlerinin veya beyinlerinin bazı bölümlerinde enflamasyon gelişmesi, sitotoksik lenfositlerin enfekte makrofajlar üzerindeki sitolitik etkisine bağlanmaktadır. Ayrıca bu sitotoksik lenfositler T4 hücrelerini, B lenfositlerini ve makrofajları tahrip edip HIV antijenlerinin bunların yüzeyine çıkmasına yol açarak, semptomların daha da şiddet kazanmasına neden olabilmektedirler.
Şempanzelerle yüksek dozda insan nötralizan antikorların verilmesi, hücre kültürlerindeki başarılı nötralizasyonun aksine hayvanı test enjeksiyonuna karşı koruyamamaktadır. Buna karşılık, viremi, pasif immünizasyon uygulanmış olan hayvanlarda, kontrol hayvanlarına kıyasla daha çabuk gelişmektedir. Bu ise antikorların her zaman yararlı olamayıp zararlı da olabilecekleri anlamına gelmektedir. Zaten bazı hastaların serumlarında, bu tür "kolaylaştırıcı" antikorların bulunduğu gösterilmiştir. Bunlar, nötralizan antikorlarla birlikte bulunmakta ve çok başarılı şekilde meskelenmektedir.
Parazitozlara karşı aşılanma, Parazitoz
Parazitozlarda aşı yaklaşımı, birçok neden yüzünden oldukça yavaş şekillenmiştir. Bu kısmen, parazitolojinin immünolojik yönünün bilimsel bakımdan geç anlaşılmasına, kısmen de belirli parazitlerin in vitro üretilmesinin mümkün olmamasına bağlıdır.
Günümüzde hayvanların parazitozlara karşı aşılanmasıyla elde edilen veriler aynı önlemin pek yakında insanlarda da mümkün olacağını gösterecek düzeydedir. Antiparazit aşıların yapımında genetik rekombinasyon uygulanmasıyla, daha şimdiden cesaret verici sonuçlar alınabilmiştir.
Schistosomiasis'e karşı aşılama
Schistosomiasis; Schistosoma mansoni, Schistosoma haemato-bium, Schistosoma japonieum veya Schistosoma ıntercalatum adlı parazitler tarafından meydana getirilen ve tatlı su sivrisinekleri tarafından bulaştırılan hastalıkların ortak adıdır.
Bugün elimizdeki herhangi bir kemoprofilaktik ya da kemotera-pötikajan, enfeksiyonun tekrarlanmasını önleyemediğinden aşı, bu hastalık karşısında önemli bir savunma silahıdır.
Hayvanlarda yapılan deneyler primer enfeksiyonun, parazitle tekrar enfeksiyon gelişmesine karşı bağışıklık sağladığını göstermiştir. Epidemiyolojik çalışmaların sonuçlarına göre de son Berece endemik bölgelerde yaşayan kimselerde, bu hastalığa karşı bir derece bağışıklık gelişmektedir.
Bugün insanlarda kullanılabilecek bir aşı mevcut değildir ama yakın gelecekte bir aşı geliştirilirse, bu iki tipten biri olacaktır:
İnsanları hasta etmeyen parazitlerden hazırlanan, canlı, heterolog birası
Tam parazitten veya saflaştırılmış bir fraksiyondan hazırlanan ölü aşı.
Trypanosomiasis 'e karşı aşılanma
Afrika tripanozomiazıyla (uyku hastalığı) Amerika tripanozomi-yazını (Chagaz hastalığı) birbirinden ayırmak gerekir.
Afrika Tripanozomiyazına karşı aşı
İnsanlarda kullanılmak üzere hazırlanmış bir aşı yoktur. Hayvanlarda yapılan deneyler, radyasyon uygulanmış tripanozomlarla aşılananlarda güçlü bir bağışıklığın elde edildiğini göstermektedir. Ama bu bağışıklık yalnızca, aşıda kullanılan parazit tipine karşıdır.
Parazitin saflaştırılmış bir antijenik fonksiyonunun kullanılması, hastalığa karşı geçici bir direnç sağlar.
Chagas hastalığına karşı aşı
Bu hastalığı geçirenlerde koruyucu antikorlar ve bağışıklık gelişir.
Öldürülmüş tam organizmalardan veya bunların antijenik fraksiyonundan hazırlanan bir aşı kullanılmıştır ama, sonuçlar birbirini pek tutmamaktadır.
Radyasyon uygulanmış parazitlerle hazırlanan zayıflatılmış, canlı aşılar, parazit yüklenen hayvanda kısmi bir korunma sağlamaktadır.
Haemophilus influenzae tip b' ye karşı aşılanma
Haemophilus influenzae tib b, yaşamın ilk yıllarındaki önde gelen bir bakteriyel menenjit nedenidir. Yeterli tedaviye rağmen hastaların % 5 kadarı ölür ve % 25-35 vakada da önemli nörolojik sekeller kalır.
Bu etkene bağlı pürülan menenjit Fransa'da yalnızca bebeklerde görülmektedir. Yenidoğan döneminde ender görülmekle birlikte vakaların % 80'i, 2-25 aylık çocuklarda; % 90'ı ise 1 aylık ile 5 yaş arasındaki çocuklarda ortaya çıkar.
ABD'de her yıl, 5 yaşından küçük çocuklarda 12.000 kadar pürülan menenjit vakası teşhis edilmektedir. Menenjitin ve diğer invaziv hastalıkların insidansı en çok, 6-7 aylık bebeklerde yüksektir.
Haemophilus influenzae tib b ayrıca epiglottit, sepsis, sellülit, septik artrit, osteomiyelit, perikardit, pnömoni ve otit de yapabilmektedir.
Kapsüler tip belirlemeleri, organizmanın 6 farklı tipi olduğunu göstermiştir (a, b, c, d, e ve f). Hemen bütün menenjitlerden ve diğer sistemik hastalıklardan, tip b sorumludur.
Tip b polisakkaridi saflaştırılmış ve bunun yapısı tanımlanmıştır, immünojen olan bu yapı ->3 riboz -B1 -> ribitol 1 fosfat - 5 -> veya PRP (Poliribozil-Ribitol-Fosfat) şeklindedir.
Anneden gelen pasif antikorlar bebeği, yaşamın ilk üç ayı boyunca korur. Bu antikorlar bazen, üçüncü ay gibi erken bir zamanda kaybolmaktadır. Bundan sonra artmaya başlayan enfeksiyon tehlikesinin en yüksek olduğu dönem, altıncı-on ikinci aylar arasıdır.
Aşılanma sonrası antikor cevabı, hastanın yaşıyla ilişkilidir. Aşıya pozitif cevap veren çocuk yüzdeleri 6. ay öncesinde yalnızca % 10'dur ama 6-12 aylar arasında % 40'a ve 12. aydan sonra da en az % 80'e yükselir; en yüksek cevap oranı, 2 yaşından büyük çocuklarda görülmektedir. Aşı sonrası serum fitresinin mililitrede 1 mikrogram olması, koruyucu etkinin elde edildiğine kanıt sayılır.
Bağışıklık süresi 1-3 yıl arasında değişir ve aşılanma sırasındaki yaşa ve aşı sonrası antikor titresine bağlıdır. Antikor titresi aşılanmadan 3 hafta sonra mililitrede en az 1 mikrograma yükseldiğinde bağışıklık, en az 6 ay devam edecek demektir.
Haemophilus influenzae tip b'deki PRP polisakkaridinin 18 aydan küçük çocuklarda yeterli immünojen etki göstermemesi ve rapel etkisinin de bulunmaması, kullanımını sınırlamaktaydı.
Bu polisakkaridin taşıyıcı bir proteinle birleştirilmesi, "T-hücresine bağımsız" bir antijen olma özelliğini ortadan kaldırır ve bebeklik dönemindeki immünojeniteyi özellikte artırır133.
Bu aşının boğmaca aşısıyla birleştirilmesinden çabuk vazgeçilmiş ve aşı, bunun yerine önce difteri toksidiyle ve daha sonra da tetanoz toksoidiyle beraber kullanılmıştır.
PRP polisakkarid/difteri toksoid beraberliği, bebeklerdeki ve 15 aylıktan küçük çocuklardaki immünojeniteyi artırır.
Finlandiya'da yapılan bir çalışmada bu aşının 3,4 ve 6 aylık çocuklarda yapılmasıyla % 90 oranında etki elde edilmiştir
Yakınlarda yapılan bir çalışmada LEPOVV ve arkadaşları, 90 difteri toksoidiyle birlikte yapılan uygulamadan sonra koruyucu antikor düzeyinin en az 4 yıl devam ettiğini bulmuşlardır.
Toksoidi bir protein taşıyıcısı olarak kullanılan bir diğer birleşik aşının tehlikesiz ve en çok bebeklerde immünojen olduğu kanıtlanmıştır.
Haemophilus influenzae tip b polisakkaridi + tetanoz toksoidi şeklindeki aşıyla ilgili ilk çalışmaların sonuçları, bu birleşik aşının 3, 4 ve 5. aylarda 10 mikrogram PRP+ 20 mikrogram tetanoz toksoidi dozunda kullanıldığında son derece immünojen olduğunu göstermiştir. Bu aşıyla birlikte aynı zamanda, vücudun farklı 1-2 yerine DPT-IPV aşısı uygulanmıştır. Serolojik çalışmalar antikor düzeylerinin ilk dozla anlamlı şekilde yükseldiğini, ikinci ve üçüncü dozların ise rapel etkisi yaptığını göstermiştir