Organik Tarım Nedir, Ekolojik Tarım Hakkında
Organik Tarım Nasıl Yapılır; tamamen doğal yöntemlerle, sanayi bölgelerinden uzak, kimyasal ilaç, suni gübre ve hormon kullanılmadan, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı yapılan çevre dostu bir tarımdır. Bu tarım ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmaya yönelik, insana ve çevreye dost üretim sistemlerini içermekte olup, esas olarak sentetik kimyasal tarım ilaçları, hormonlar ve mineral gübrelerin kullanımının yasaklaması, organik ve yeşil gübreleme, münavebe, toprağın muhafazası, bitki direncinin artırılması, doğal düşmanlardan faydalanmayı hedefleyen, bütün bu şartların kapalı bir sistemde oluşturulmasını öneren, üretimde sadece miktar artışının değil aynı zamanda ürün kalitesinin de yükselmesini amaçlayan alternatif bir üretim şeklidir.
Ekolojik tarımın (Organik Tarım) amaçları;
a) Çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını kimyasalların olumsuz etkilerinden korumak
b) Toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeden miktar ve kalitesini muhafaza etmek
c) Sağlıklı ve besin kalitesi yüksek ürünler elde etmek
d) Küçük çiftçilerin güvenliğini, üretim döngüsü ya da gelir düzeylerini artırmak
e) Genetik erezyonu önlemek, geç nesillerin sağlığını korumak
f) Yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak ve enerji tasarrufu sağlamaktır.
Organik tarımda ürünün miktarı değil, kalitesi önemlidir. Bu tarım yönteminde tümüyle doğal metotlar kullanıldığı için uzun vadede toprağın verimi artmakta ve aynı zamanda ürün miktarında da artış sağlanmaktadır.
Son yıllarda gerek tarımsal ilaçların, gerekse gübrelerin bilinçsizce kullanımı bitkisel üretimde miktar artışının yanında, kalitesiz ve insan sağlığını tehdit edecek ürünlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sanayileşmeden kaynaklanan çevre kirliliğinin de etkisiyle, soframıza gelen sebze ve meyvelerin doğallığı, güvenilirliği neredeyse kalmamıştır. Ülkemizdeki kanser vakalarının artışında tarım ilaçlarının aşırı ve uygunsuz kullanımının payı büyüktür.
Sanayi devrimi öncesi tarım doğal yollarla yapılırken, 1950 yılından sonra ülkemizde tarımsal üretime sağlanan katkılar ve aşırı desteklemeler sonucu entansif tarım süratle yayıldı. Daha fazla üretim için makine, kimyasal ilaç ve gübreler ile kimyasal katkı maddeleri kullanılmaya başlandı. 60'lı yılların sonunda Avrupa Topluluğu'nun kurulması ve uyguladığı tarımsal destekleme politikaları, 1970'lerde pestisitlerin ve kimyasal gübrenin yoğun bir şekilde kullanılmasına yol açtı. Bu tarz bir tarımsal üretim artışının dünyadaki açlık sorununu çözmediği, aksine doğal dengeyi ve insan sağlığını olumsuz etkilediği çok geçmeden anlaşıldı.
1979 yılından itibaren, bilim çevreleri ve sivil toplum örgütlerinin baskısıyla, DDT grubu pestisitlerin kullanımı başta A.B.D. olmak üzere tüm dünyada yasaklanmaya başlandı. 1980 sonrası tüketicilerin oluşturduğu kamuoyu baskısı sebebiyle ekolojik tarım toplum gündemine geldi ve talebin hızla artmasıyla da ticari bir boyut kazandı ve bir çok ülkede en azından 0-2 yaş grubu çocuk maması üretiminde ekolojik ürünlerin kullanılması yasalarla zorunlu hale getirildi.
Çarşı ve pazardan alınan sebze ve meyve örneklerinde, limitlerin üzerinde nitrit, nitrat, kurşun, pestisitlere rastlanmıştır. Bebekler ve çocuklar; erişkinlere göre, gıdalardaki kimyasallardan ve pestisit kalıntılarından dolayı gelişmekte olan sistem ve organlarına daha büyük yük bindiği için daha fazla risk altındadır. Alerji teşhisi konan bebeklerin beslenmelerine geriye dönüp bakıldığında, alerji sebebinin gıdanın kendisi değil, gıdalardaki pestisit, nitrit, nitrat kalıntıları olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, özellikle bebek ve çocukların organik ürünlerle beslenmesi ileriki yaşlardaki yaşam kaliteleri açısından önemidir.
Ticari ve kar amaçlı üretilen besinlerdeki pestisit ve kimyasallar, özellikle çocuklarda, hormonal bozukluklara, kavrama ve öğrenme geriliğine yol açarken kansere karşı da yatkın olmalarına neden olmaktadır. Diğer taraftan, olgunlaşmadan toplanan ticari meyve ve sebzeler besin değeri açısından düşüktür.
Ülkemizde ticari amaçlı ekolojik tarım girişimleri, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı verilerine göre, 1983-84 yıllarında başlamış, ürün sayısı 1999 yılında 90'ı aşmıştır.
Organik ürünler, doğal besin içeriği açısından daha zengindir. Organik tarımla üretimde, hammadde-üretim-son ürün aşamalarının tamamı kontrol altında ve sertifikalıdır. Kontrol ve sertifika işlemleri organik tarımın en önemli basamaklarından biridir. Bu tarz üretim yapıldığı bağımsız yetkili kuruluşlar tarafından denetlenir ve sertifikalandırılır. Sertifika sistemi, ürünün ekolojik standartlara göre üretildiğinin, işlendiğinin ve paketlendiğinin garantisidir. İzlenebilir olmasından dolayı, raftaki üründen, hammadde ve üreticiye kadar her aşamasının güvenliği yüksek düzeydedir.
Organik tarımla, fiyatı hızla artan kimyasal gübre, pestisit ve enerji girdilerinden tasarruf edilmektedir. Sözleşmeli tarımla üretim yapıldığından, ürün elde kalmamakta ve alınması garanti edilmektedir. İhraç fiyatı diğer ürünlerden % 10-20 oranında daha olduğundan, ülkemiz tarım ürünleri için ilave bir kapasite meydana getirilmektedir. Diğer taraftan, ekolojik tarım modeli özel bir bilgi donanımı istediğinden Ziraat mühendislerimiz için yeni bir istihdam sahasıdır.
Ekolojik tarım, bir ürünün ekim veya dikiminden sonra hiçbir uygulama yapılmadan kendi haline terk edilmesi veya eskimiş bir işletmecilik şekline dönüş olmayıp, geleceğin ihtiyaçlarına yönelik görüşlere dayanan, dikkat, bilgi ve özveri gerektiren bir tarım şeklidir. Bu sebeple, gerek çiftçilerin, gerekse çiftçi kuruluşu yöneticilerinin üzerine düşen görev, doğayla uyumlu böyle bir tarım çeşidiyle üretim yapması için zihinsel dönüşümü gerçekleştirmek ve gerekenleri yapmaktır.
Çevre Haberleri Merkezi (The Online Environmental Cominity)
Çevresel konularda bilgi veren, 150'den fazla ülkede, 1 milyondan fazla insanın gönüllü kuruluşlar hakkında bilgi alabileceği bir haber sitesidir. 1991 yılında Carnegie Mellon üniversitesinden Josh Knaune tarafından oluşturulan bu sitede çevresel konularla ilgilenen, organizasyonlar hakkında bilgi alınabilir.
Bunlardan başka bazı uluslar arası kuruluşlara örnekler aşağıda verilmiştir.
Friends of Nature International
International Instıtue for Environment and Development (ÜED)
Global Forest Watch
Bu bölümde bazı ulusal ve uluslararası çevre kuruluşları ve faaliyetleri hakkında bilgi verilmiştir. Bunların dışında faaliyetlerini sürdüren başka çevre kuruluşları da bulunmaktadır.
Conservation International (CI)
Bu kuruluşun misyonu, dünyanın yaşayan kültürel mirasını, küresel biyoçeşitliliğini korumak, insanlara doğayla uyumlu yaşamı göstermektir.
International Institute of Tropical Forestry (IITF)
1939 yılında kurulan bilimsel çalışmalar yapan bir enstitüdür. Tropik ormanları koruma ve geliştirmeyi hedeflemekte, fiziksel, sosyal ve ekonomik konularda çözümler üretmektedir. Asya'nın bir kısmı, Güney Amerika, Meksika, Karayip adalarında bilimsel araştırmalarına devam etmektedir.
World Forestry Center
1966 yılında, Portland Oregon'da kurulan bu kurum insanları dünyadaki ormanlar hakkında bilgilendirmek, yaşamımız için önemlerinin farkına varmalarım sağlamak, dengeli ve sürdürülebilir bir gelecek için insanları eğitmek gibi misyonlara sahiptir. Bunları gerçekleştirmek için keşif müzesi, ağaç arazileri, dünya orman enstitüsü olmak üzere üç ayrı program yürütmektedir
The Seacology Foundation
Dünyadaki tehlikede olan deniz biyoçeşitliliğini korumak için kurulan bu kurum, doğal kaynaklan korumak ve ekonomik gelişimi sağlamak misyonunu üstlenmiştir. Deniz ekosistemi ile ilgili dünya çapında çalışmalar yapan kurum, deniz bitkileri ve hayvanlarını koruma hakkında insanları eğitmeyi hedeflemektedir.
Forest Stewardship Council (FSC)
Dünya ormanlarının korunmasını hedefleyen bu kuruluş 1993 yılında kurulmuştur ve günümüzde 28 ülke ile işbirliği yapmaktadır. WWF, Greenpeace, Friends of the Earth ve Woodland Trust organizasyonları tarafından desteklenmektedir. Ağaç ve ağaca dayalı ürün tüketicilerinin ürünlerini belirlenen standartlara göre sertifikalandırmaktadır. Çevresel, ekonomik ve sosyal yararları göz önünde tutmaktadır.
Eurapian Environment Bureau (EEB)
Bu kuruluşun misyonu, Avrupa Birliği düzeyinde sürdürülebilir çevresel politikaları kurmaktır. Ayrıca doğal çevreyi korumak, insanlara sürdürülebilir çevre hakkında sosyal duyarlılık kazandırmak ve Avrupa Birliği politikalarını olumlu yönde düzenlemek gibi amaçları vardır.
Earth Watch Institute
Kuruluşun misyonu, insanları dünya çapında bilimsel alan çalışmaları yapmaları için motive etmek, sürdürülebilir bir çevre için harekete geçmelerini sağlamak ve güzel bir dünya yaşamı için bilgi vermektir. 47 ülke ile işbirliği içindedir ve amaçlarını gerçekleştirmek için eğitim programları düzenlemektedir.
Climate Action Network Europe (CAN Europe)
Hükümet, özel sektör ve bireylerin iklimsel değişim hakkında duyarlılıklarını arttırmak için çalışan bu kuruluş 1989'dan beri çalışmalarına devam etmektedir. Kuruluşun vizyonu, sivil toplum kuruluşlarını desteklemek, küresel iklimin korunması hakkında insanları bilgilendirmek ve çevreyi korumaktır. CAN'ın misyonu, sera etkisini ve gaz emisyonunu azaltmak için etkili küresel strateji geliştirmek ve bu stratejileri ulusal, uluslar arası ve yerel düzeylerde uygulamaktır.
Commanwealth Forestry Association (CFA)
1921 yılından bu yana çalışmalarını sürdüren bu kuruluşun 1200 üyesi bulunmaktadır. Uluslar arası ormancılık organizasyonu, dünyadaki ormanların korunması ve geliştirilmesini hedeflemektedir. Bu kuruluş kurulma amacını ve misyonunu başarmak için;
Politikacılara, halka ve üyelerine bilgi yaymaktadır,
Üyelerini eğitmektedir,
Ormanlık alanların durumunu iyileştirme çalışmaları yapmaktadır,
Üyeler arasındaki iletişimi geliştirmektedir,
Uluslar arası toplantılar düzenlemektedir
Alternatif Teknolojiler Merkezi (Center for Alternative Technologies)
Yirmi birinci yüzyıldaki çevresel faktörlere pratik çözümler bulmayı amaçlayan bu merkez, özellikle iklim değişiklikleri, kirlilik ve atık maddelerin geri dönüşümü konularında çalışmaktadır.
Bu problemlere çözüm yolları sağlayarak, insanlara daha kaliteli bir yaşam sunmayı hedeflemektedir. İnsanlara geniş çapta araşürma ve iletişim olanağı sağlayan merkez aynı zamanda enerji kullanımı ve korunması, atık maddelerin kullanımı ve geri dönüşümü hakkında fikir sunmaktadır. 1975 yılında halka açılan bu merkezi, çalışmaları hakkında bilgi almak üzere her yıl 65 bin kişi ziyaret etmektedir.
Friends Of The Earth International
Bu kuruluş tüm dünyadan 1.5 milyonu aşkın üyesiyle, uluslararası özerk bir federasyondur. Vizyonu; doğayla uyum içinde yaşayan toplumlara sürdürülebilir ve barış dolu bir dünya sağlamaktır.
Kuruluşun misyonu; doğal kaynakların bozulması ve tükenmesini önleyerek dünyanın ekolojik ve kültürel çeşitliliğini desteklemek ve sürdürülebilir kaynakları korumaktır.
BirdLife International
Bu kuruluş bir küresel koruma organizasyonudur. Kuşları, yaşadıkları alanları, küresel biyoçeşitliliklerini korumak için çalışır. Dünya çapında yaklaşık 100 ülke ile işbirliği içindedir.
Kuruluşun amaçları;
Nesli tükenmekte olan kuş türlerini korumak,
Tüm kuş türleri için koruma programı geliştirmek ve sürdürmek,
Önemli kuşlara yaşam alanları sağlamak ve bu alanları koruma altına almak,
İnsanları kuşlarm biyoçeşitliliğini korumak ve geliştirmek için eğitmektir.
Afrika, Amerika, Asya, Avrupa, Orta Doğu, Pasifikler, Antarktika ve Karayip'lerde çalışmalarını sürdürmektedirler.
Uluslararası Ekolojik Tarım Hareketleri Federasyonu (IFOAM)
Bu kuruluşun misyonu, çeşitlilik içinde organik faaliyetleri yönetmek, birleştirmek ve liderlik etmektir. Amaçları; organik tarımın prensiplerine dayalı olarak ekonomik, ekolojik sosyal adaptasyonları tüm dünyaya yaymaktır. Uluslararası ekolojik tarım hareketleri federasyonu, organik tarımı ekonomik, ekolojik ve sosyal açıdan, uzun süreli ve güvenilir olarak sürdürmeyi hedeflemektedir. 1972 yılından beri çalışmalarını sürdürmektedir.
Amaçları;
Organik faaliyetler için küresel bir platform yaratmak,
Organik tarımın prensiplerini geliştirmek, yaymak ve paylaşmak,
Organik tarımın benimsenmesini kolaylaştırmak,
Organik pazarların gelişimini ilerletmek,
Sürdürülebilir kaynakları ve etkili yönetilen organizasyonların devamlılığını sağlamaktır.
World Wild Foundation (WWF)
WWF, yaklaşık 40 yıldır 130 ülke ile işbirliği içinde hizmet vermektedir. Beş kıtada, 5 milyondan fazla destekçisi bulunmaktadır. Doğal dünya ile uyumlu insan yaşamını sağlamak ve dünyadaki doğal çevrelerin tahribatını azaltmak için önemli kampanyalar düzenlemektedir. Ülkemiz de bu kuruluşla işbirliği içinde çalışmaktadır.
Uluslararası Kuruluşlar ve Faaliyetleri
Greenpeace Nedir
Geenpeace; bağımsız, şiddete karşı olan, küresel boyutta çevresel problemlere karşı duyarlılık gösteren, yeşil ve barış dolu bir gelecek için çözümler öneren bir organizasyondur. Amacı; dünyadaki doğal hayatı ve çeşitliliği korumaktır. 1971'den beri çalışmalarına devam eden bu organizasyon, başarılı çalışmalarıyla sürekli gündemde olmuştur. Pek çok ülkede toksik atıkların yasaklanması, ticari balina avcılığının önlenmesi, tüm nükleer silahların test edilmesinin yasaklanması gibi konularda mücadele etmektedir. Dünya çapında 41 ülkede ofisi ve 2.8 milyon destekleyicisi bulunmaktadır. Gelecek nesiller için yaşadığımız gezegeni korumayı hedefleyen bu organizasyon tüm gönüllülere açıktır.
Ülkemizdeki Gönüllü Çevre Kuruluşları
TEMA Vakfı
Çevre ve Kültür Vakfı (ÇEKÜL)
Türkiye Çevre Vakfı
Türkiye Çevre Eğitimi Vakfı
WWF Türkiye
Çevre Gönüllüleri Derneği
Türkiye Doğal Hayatı Koruma Derneği
Ağaçlandırma ve Doğayı Koruma Derneği
Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği
Çevre ve Kültür Girişimcileri Derneği
Erozyon Önleme ve Ağaçlandırma Gönüllüleri Derneği
Türkiye Tabiatını Koruma Derneği
Çevre Koruma ve Sorunları Derneği
Çevre ve Tüketici Koruma Derneği (ÇEDKO)
Tüketiciyi ve Doğayı Koruma Derneği (TÜDOK)
Çevre Korumacılar Derneği
Çevre Koruma ve Araştırma Vakfı (ÇEV-KOR)
Doğayla Barış Derneği
Ekoloji ve Çevre Dostları Derneği Çevre Eğitimi ve Koruma Derneği Çevre Ekolojisini Koruma Derneği Doğa ve Hayvan Sevenler Derneği Çevre Eğitimi ve Hizmet Derneği
Tabii Güzellikleri ve Çevreyi Koruma Derneği Çevre Koruma ve Geliştirme Derneği
Çevre Dostları Derneğini
Temiz Çevreciler Derneği Çevre Koruma Vakfı
Çevre ve Tanıtım Platformu (ÇETAP)
Temiz Enerji Vakfı
Türkiye Ormancılar Derneği
Yeşil Adımlar Çevre Eğitim Derneği
Çevre Teknolojilerini Uygulama Derneği
Su Ürünleri Derneği
Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği (ETO)
Kırsal Çevre ve Ormancılık Sor. Araş. Der.
Av-Yaban Hayatını Koruma ve Geliştirme Vakfı
Türkiye Toprak İlimi Derneği
Küresel Denge Derneği
Su Altı Araştırmaları Derneği
Kuş Araştırmaları Derneği
Sürdürülebilir Kalkınma Derneği
Doğa Sevenler Derneği
Su Altı Araştırmaları Derneği Akdeniz Foku Araştırma Grubu (AFAG)
Türk Deniz Araştırmaları Vakfı
Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu
Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD)
DHKD, 1975 yılında kurulmuştur. Bu derneğin amacı; bitki ve hayvan türleri ile bunların doğal yaşam alanlarının değerinin farkına varılması ve koruma altına alınmasıdır. Dernek bu amaçla, koruma projeleri yürütmekte, ilgili yasaların uygulanabilmesi için faaliyetlerde bulunmakta, kamuoyu, yerel/merkezi yöneticiler ve şirketlerle işbirliği yapmaktadır.
Derneğin yürüttüğü projeler; Soğanlı Bitkiler ve Yerli Üretim Projesi, İstanbul'un Doğal Alanları Projesi ve Türkiye'nin Önemli Alanları Projesi'dir.
Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV)
TÜDAV, Türkiye sularını, bu sulardaki yaşamı araştırmak, tanıtmak ve korumak amacıyla bir grup bilim adamı, deniz sektöründe çalışan kişiler ve doğaseverler tarafından 1996 yılında kurulmuştur. Amaçlan; denizlerden doğru olarak faydalanmak ve denizleri korumak için araştırmalar yapmaya yardımcı olmaktır.
Kuş Araştırmaları Derneği (KAD)
1998 yılında kuşları araştırmak, korumak ve bu konuda kamuoyu bilincini geliştirmek amacıyla, kuş gözlemcisi ve araştırmacılarından oluşan bir grupla kurulmuştur. Bu derneğin amaçları;
Türkiye'nin kuş varlığıyla ile ilgili bilgi toplamak,
Kuş biliminin gelişimine katkıda bulunmak,
Kuş bilimi, kuş gözlemciliği ve korumacılığına destek olmak,
Başta kuşlar olmak üzere doğa korumacılığına destek olmak,
Yapılan çalışmalar ile ilgili yayınlar çıkarmaktır.
Dernek; kuşlar, yaşam alanları ve doğa-insan ilişkileri konularında çeşitli projeler yürütmüş, yürütülen bazı projelere danışmanlık yapmış ve her türlü desteği sağlamıştır.
Tür koruma, Alan Koruma, Araştırma ve İzleme, Eğitim ve Bilgilendirme ile KAD Küçük Destek Programı isimleri altında pek çok proje yürütmüştür ve halen yürütmektedir. Bu dernek Ulusal Sulak alanlar Komitesi, Güneydoğu Avrupa Kuş Göç Ağı (SEEN) ve Avrupa Kuş Halka-lama Birliği (EUPJNG) üyesidir
Doğa Derneği, Doğa Koruma Derneği
Bu derneğin hedefi insanın; bütün varlıklara ve ekolojik bütüne saygı duyduğu, varoluşunun doğa üzerindeki etkisini bilerek yaşadığı ve sonucunda doğanın korunmasına bile gerek kalmayan bir yaşam tarzı geliştirdiği dünyaya ulaşmaktır.
Başta kuşlar olmak üzere nesli tehlike altında olan türlerin, önemli doğa alanlarının ve bu alanlar arasındaki geçiş bölgelerinin korunması için;
Eğitim ve kapasite geliştirme çalışmaları yapar,
Kampanya ve benzeri iletişim etkinlikleri yürüterek doğayı korumanın tabanını genişletmeye çalışır,
Bilimsel araştırmalar yaparak sonuçlarını yayar,
Yerinde ve doğrudan koruma çalışmaları yürütür,
Çalıştığı yerin insanlarıyla birlikte hareket eder ve buradaki yaşam kalitesinin arttırılmasını doğa korumayla bir bütün olarak ele alır,
Yerel, ulusal, uluslar arası ölçeklerde işbirliği ağlarını geliştirir.
Doğa derneğinin koruma stratejisi, yeryüzündeki hızlı yok oluşu durdurabilmek için geliştirilmiş uluslar arası bilimsel yöntemler ile Anadolu Medeniyetlerinin temelinde yatan insan-doğa uyumunu bir araya getirmeye çalışmaktır.
Avrupa Çevre Ajansı (EEA)
Bu kuruluşun misyonu; zamanlı, hedefli, ilgili ve güvenilir çevresel bilgi sağlamayı, Avrupa'nın çevresinin sürdürülebilir bir şekilde gelişmesini desteklemeyi ve belirgin, ölçülebilir bir iyileşme sağlanmasına yardımcı olmaktadır. EEA, Avrupa ve ulusal çevre politikalarının ana hatlarının belirlenmesi ve yürürlüğe konmasıyla ilgili olan konularda topluma hizmet etmektedir. Üye ülkeleri; AB ülkelerinin tümü, İzlanda, Norveç, Romanya, Türkiye ve Lihtenştayn'dır.
Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF-Türkiye)
Doğa koruma kuruluşu olan bu vakıf iş dünyasından pek çok şirketle işbirliği içindedir. Panda logosu ile tanınan, uluslararası bir doğa koruma kuruluşu olan WWF, Lafarge, HSBC, Nokia, Nike gibi şirketlerle ortaklık yapmıştır. Bu ortaklıkların temelinde sürdürülebilir gelişmeye dayalı ve hayal gücüne yönelik projeler yürütmek vardır.
Doğal Hayatı Koruma Vakfı, sürdürülebilirliğe uzun vadeli bir katkı sağlamak için küresel ısınmayla mücadele etmek, yenilenebilir enerji sistemleri ve temiz teknolojilere yönelmek, zehirli kimyasalları hayatımızdan çıkarmak, kereste, balık ve tarımsal ürünler gibi ticari malların sürdürülebilir kullanımını sağlamak gerektiğine inanmaktadır. WWF'nin bakış açısına göre, eğer kurumlar sorunların bir parçasıysa, çözümün de bir parçası olmalıdır.
Bu vakfın projeleri arasında; Doğaya Yatırım-HSBC, Koruma Ortaklığı: Lafarge, Nike ve İlkim Koruyucuları ve Öğrenen Bir Proje: Nokia vardır. WWF'nin öncelikli amacı gezegenimize yapılan tahribatı durdurmak ve bunu tersine çevirmektir. İnsanların doğayla uyum içinde yaşayacakları bir gelecek kurulması ulaşmak istedikleri hedefler arasındadır.
Çevre Koruma ve Ambalaj Atıkları Değerlendirme Vakfı (ÇEVKO)
Çevko Vakfı Nedir; "Ambalaj ve Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği" uyarınca, çevre ve orman bakanlığının 31.03.2005 tarihli kararı kurulmuştur. Her çeşit ambalaj atığının geri kazanımı konusunda "Yetkilendirilmiş Kuruluş" olmuştur. Ülkemizde sağlıklı, ekonomik ve sürdürülebilir bir geri kazanım sistemi oluşturmak için 1991'den beri gönüllülük ilkesiyle yürütülen çalışmaları hukuki bir alt yapıya kavuşmuştur.
Çevre ve Kültür Vakfı (Çekül Nedir), Çekül Vakfının Amacı
Ülkemizin doğal ve kültürel mirasını korumak amacıyla 1990 yılında vakıf olarak 25 gönüllü ile kurulmuş bir sivil toplum kuruluşudur. Doğa, kültür, eğitim, tanıtım ve örgütlenme ana başlıkları altında sivil girişimlerini sürdürmektedir.
Bu vakfın doğal çevre projeleri arasında; 7 Ağaç Ormanları Projesi, 77 Metrekare Toprak Kurtarma Projesi, 92 Ormanı Projesi, Biyoçeşitlilik ve Doğal Kaynak Yönetimi Projesi, TEM Otoyolu Ağaçlandırması, Küçük Menderes Havzası Koruma Çalışmaları sayılabilir. Eğitim projeleri arasında ise; Kentler Çocuklarındır Projesi, Çevre Eğitimi Çalışmaları, Okullarda Çevre Eğitimi, Yaz Okulları ve Kent Belgeselleri sayılabilir.
Türkiye Erozyonla Mücadele ve Ağaçlandırma Vakfı (TEMA)
Tema Vakfı Nedir, Tema Vakfı Hakkında
TEMA'nın vizyonu, sürdürülebilir yaşam ilkesiyle doğal varlıkların korunmasında ülkenin ve dünyanın geleceğinde söz sahibi olan, toplumsal barışı sağlayan, bilinçli, halkla bütünleşen öncü bir kuruluş olmaktır. 11 Eylül 1992 tarihinde Hayrettin KARACA ve Nihat GÖKYİĞİT tarafından kurulmuştur. Kasım 2004 tarihi itibariyle 236 bini aşkın üyesi bulunmaktadır. TEMA vakfı öncülüğünde 3.7 milyon fidan dikilmiştir.
Bu kuruluşun misyonu; kaybolan geleceği kurtarmak, açlık ve yoksulluğu gidererek topraktan gelen toplumsal barışı sağlamaktır. Bu amaçla;
Erozyon, çoraklaşma, çölleşme, kirlilik, hatalı tarım teknikleri ve amaç dışı arazi kullanımını önlemek,
Doğa varlıkların tahribine yönelik ulusal ve uluslar arası her türlü idari, siyasi ve ekonomik baskılara karşı mücadele etmek ve sorunlara çözüm üretmek,
Biyolojik çeşitlilik, toprak, su ve diğer doğal kaynakların kullanılması, verimli kılınması ve sürdürülebilir yönetimini gerçekleştirmek,
Doğal varlıkların korunmasına yönelik politikaların hükümetlerce üretilmesini, gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasını, uygulanmasını ve uluslar arası anlaşmalara uyulmasını sağlayacak bilinçli ve etkin kamuoyu oluşturmak için çalışmalar yapmaktadır.
TEMA'nın temel değerleri:
Güvenilirlilik ve saygınlık
Şeffaflık
Gönüllülük
Yaratıcı katılımcılık
Siyasi tarafsızlık
Bilimsellik
Herkesi kucaklamadır.
TEMA'nın projelerinden bazılarının isimleri şunlardır: Bir Milyon Fidan Kampanyası, Karbon Emisyon Projeleri, Çanakkale 10. Yıl Tema Hatıra Ormanı, Tema-Vehbi Koç Doğa Kültür Merkezi, Ankara Köy Hizmetleri Hatıra Ormanı, ATO (Ankara Ticaret Odası Ormanı)'dır.
Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu (TÜRÇEK)
Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu, çevreyi koruma konusunda çevre politikaları geliştiren, demokratik, katılımcı bir anlayışla kamu yararına çalışan bir sivil toplum kuruluşudur.
TÜRÇEK 1972 yılında İstanbul'da kurulmuş, 1975 yılında Bakanlar Kurulu Kararıyla "Kamu Yararına Çalışan Dernek" statüsüne alınmış, 1985 yılında İçişleri Bakanlığı tarafından, kuruluş ismi "Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu" olarak değişmiştir.
Bu kurum, çevrede meydana gelen her türlü (hava, kara,su) kirliliğinin önlenmesi, doğal varlıkların ve yaşam ortamlarının korunması için ülkemizde geçerli olan yasalar, bu yasalara bağlı olarak yürürlükte olan yönetmelikler, tüzükler ve uluslar arası anlaşmalar doğrultusunda geçerli olan mevzuata göre çalışmalar yapar.
TÜRÇEK'in yürüttüğü projeler arasında; Acarlar Doğa Eğitimi Merkezi Projesi, Balıklavalar Vadisi Tabiat Parkı, Büyük Akgöl, Elektronik Atıkların Geri Kazanımı, Kaçkar Dağları Dağ Alanları Yönetimi ve Dağ Turizmi için Koruma ve Kullanma Projesi ve Kardoğa Projesi sayılabilir.
Ulusal ve Uluslar arası Çevre Koruma Kuruluşlar ve Amaçları
Çevre sorunlarının birçoğu insanın var olması ile birlikte başlamıştır. Önceleri nüfusun az olması ve teknolojinin günümüzdeki boyutlarına ulaşmamasından dolayı insanlar doğayla uyum içinde yaşamışlardır. Ancak sanayi ve endüstrileşme, nüfus artışı, teknolojik gelişmelerle birlikte insanlar doğayı hızla tahrip etmeye başlamışlardır. Bunun sonucunda sera etkisi, küresel ısınma, asit yağmurları, çarpık kentleşme ve iklim değişiklikleri gibi pek önemli çok çevre sorunları oluşmuştur.
Geçmişte bilinçsizce doğayı tahrip eden insanlar bir süre sonra doğanın bir parçası olduklarını, doğal dengenin önemini ve bu sistemle uyum içinde yaşamaları gerektiğini anlamışlardır. Çevre sorunları, insanları doğayı koruma konusunda ciddi önlemler almaya yöneltmiştir. Böylece önemli çevre faaliyetlerine girişilmiş ve konu küresel boyutta ele alınmaya başlanmıştır. Ulusal ve uluslar arası faaliyetler hız kazanmıştır.
Ulusal ve uluslar arası çevre kuruluşlarından bazıları bu bölümde açıklanmaktadır.
T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı
Çevre ve Orman Bakanlığı'nın; ormanların işletilmesi, korunması ve geliştirilmesi, orman saha bütünlüğünün korunması, Tabiatı Koruma Alanları, Milli Park ve benzeri korunan alanların geliştirilerek yaygınlaştırılması, orman ve mera planları, sürdürülebilir orman yönetimi ilkeleri doğrultusunda toplum ihtiyaçları, ekosistemin çeşitli fonksiyonları ve nesli tehlikede olan yaban hayatı ile bitki türleri dikkate alınarak yeniden düzenlenmesi gibi amaçları vardır. Bunlardan başka, sosyal, kültürel ve çevresel nedenlerle yeşil kuşaklar ve parklar şeklinde ormanların kurulmasını özendirmek ve yaygınlaştırmak, orman yaygınlarını önleme ve mücadele, kirlenme ve sera etkisi, asit yağmurları, nesli tehlikede olan su ve yaban hayatını koruma konularım öncelikli olarak benimsemektedir.
Orman Genel Müdürlüğü
İlk ormancılık teşkilatı 1839 yılında kurulmuştur. Bu kuruluştan önce ülkemiz ormanlarının yönetim ve idaresinden sorumlu bir teşkilat bulunmamaktaydı. Ormanlarımızın ekonomik bir değer olarak kabul edilmesi ve işletilmesi Tanzimat'tan sonra başlamıştır. Bu dönemde "Orman Müdürlüğü" kurulmuştur.
31.10.1985 tarih ve 3234 sayılı yasa ile ülkemizdeki ormancılık hizmetlerinin yerine getirilmesi görevi, Orman Genel Müdürlüğüne verilmiştir. 07.08.1991 tarihinden 01.05.2003 tarihine kadar orman bakanlığına bağlı olarak görev yapmış, bu tarihte kabul edilen 4856 sayılı kanun kapsamında Çevre ve Orman Bakanlıklarının birleştirilmesi nedeniyle Orman Genel Müdürlüğü, Çevre ve Orman Bakanlığı bünyesinde faaliyetlerini sürdürmeye başlamıştır.
Orman Genel Müdürlüğü'nün görevleri arasında; ormanları usulsüz ve kanunsuz müdahalelere, tabii afetlere, yangınlara, muhtelif zararlara karşı korumak, ormanların devamlılığını sağlayacak şekilde teknik ve ekonomik gerekliliklere göre idare etmek ve işletmek, orman ürünlerinin üretim, taşıma, depolama, pazarlama, ormancılık hizmetleri ile ilgili gerekli araç ve gereçleri tedarik etmektir
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Kültür ve Turizm Bakanlığı 16. 04. 2003 tarihinde 4848 sayılı kanun ile kurulmuştur. Kanunun amacı kültürel değerleri yaşatmak, geliştirmek, yaymak, taratmak, değerlendirmek ve benimsetmek, tarihi ve kültürel varlıkların tahribini ve yok edilmesini önlemek, yurdun turizme elverişli bütün imkânlarını ülke ekonomisine olumlu katkı sağlayacak şekilde değerlendirmek, turizmin geliştirilmesi, pazarlanması, teşvik ve desteklenmesi için gerekli önlemleri almak, kültür ve turizm konuları ile ilgili kamu kurum ve kuruluşlarını yönlendirmek ve bu kuruluşlarla işbirliğinde bulunmak, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör ile iletişimini geliştirmek ve işbirliği yapmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığının kurulmasına, teşkilat ve görevlerine ilişkin esasları düzenlemektir.
T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
Kuruluşundan bu yana dört ana dönemde bazen isim değiştirerek, bazen başka bakanlıklarla birleşerek, kimi zamanda ayrılarak veya kapatılıp tekrar kurularak günümüze kadar gelmiştir.
14 Aralık 1983 tarih ve 18251 sayılı resmi gazetede yayınlanan 183 sayılı kanun hükmünde kararname ile Köyişleri ve Kooperatifler Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığına bağlanarak, bakanlığın adı "Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı" olarak değiştirilmiştir. Sonraki yıllarda bakanlığın adı; Gıda-Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı, Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı o-larak değiştirilmiş, halen Tarım ve Köyişleri Bakanlığı olarak devam etmektedir.
--- Ulusal Çevre Koruma Kuruluşları
Çevre, Orman, Tarım ve Kültür Bakanlıkları
Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu (TÜRÇEK)
Türkiye Erozyonla Mücadele ve Ağaçlandırma Vakfı (TEMA)
Çevre ve Kültür Vakfı (Çekül)
Çevre Koruma ve Ambalaj Atıkları Değerlendirme Vakfı (ÇEVKO)
Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF-Türkiye)
Avrupa Çevre Ajansı (EEA)
Doğa Derneği
Kuş Araştırmaları Derneği (KAD)
Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV)
Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD)
Ülkemizdeki Gönüllü Çevre Kuruluşları
--- Uluslararası Kuruluşlar ve Faaliyetleri
Greenpeace
World Wild Foundation (WWF)
Uluslararası Ekolojik Tarım Hareketleri Federasyonu (IFOAM)
BirdLife International
Friends Of The Earth International
Alternatif Teknolojiler Merkezi (Center for Alternative Technologies)
Commanwealth Forestry Association (CFA)
Climate Action Network Europe (CAN Europe)
Earth Watch Institute
Eurapian Environment Bureau (EEB)
Forest Stewardship Council (FSC)
The Seacology Foundation
World Forestry Center
International Institute of Tropical Forestry (IITF)
Conservation International (CI)
Çevre Haberleri Merkezi (The Online Environmental Cominity)
Biyolojik Çeşitliliğin Korunması İçin Yapılan Yasal Düzenlemeler ve Çalışmalar
Biyolojik çeşitliliğin korunmasına ilişkin olarak Türkiye'nin de katıldığı bazı uluslararası sözleşmeler ve ulusal yasal düzenlemeler şöyledir.
Biyolojik çeşitliliği dünya çapında en iyi koruyan ve Türkiye'nin 1984'te imzalamış olduğu "Avrupa'da yaban hayatı ve yaşama alanlarını koruma sözleşmesi"(Bern Sözleşmesi). Bu sözleşmeyle Avrupa'da 123 tür koruma altına alınmıştır. Türkiye'de ise bu sözleşme uyarınca hünkârbeğendi, güvercinotu, kalın yapraklı adaçayı, etli kekik, yağ otu ve cahsolida bitkileri koruma altına alınmıştır.
Bir diğer uluslararası sözleşme Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından düzenlenen ve Türkiye'nin 1983 yılında imzaladığı "Dünya kültürel ve doğal mirasın korunması sözleş-mesi"dir. Bu sözleşmeye göre, daimi bir temel üzerine ve modern bilimsel yöntemlere uygun olarak, istisnai değerdeki kültürel ve doğal mirasın korunması için etkin bir sistem kurulmasının gerekliliği ön görülmüştür.
1994'te "Özellikle su kuşları yaşama ortamı olarak uluslar arası ö-neme sahip sulak alanlar hakkında sözleşme" (Ramsar Sözleşmesi) yi imzalayan Türkiye'de, bu sözleşmeye göre dokuz Ramsar alanı belirlenmiştir. Araştırmalar 56 sulak alanın uluslar arası ölçütlere göre uluslar arası öneme sahip olduğunu göstermiştir.
Türkiye'nin 1996 yılında imza attığı ve "Nesli tehlike altında olan yabani hayvan ve bitki türlerinin uluslararası ticaretine ilişkin söz-leşme"(Cites Sözleşmesi) sayesinde biyolojik tür kaçakçılığı, kara avcılığı, zirai mücadele, zirai karantina vb. birçok problemin çözümü için ne gibi çalışmaların yapılması gerektiği belirtilmiştir.
Başta bitkisel ve hayvansal gen kaynakları olmak üzere, biyolojik çeşitliliğin kendi başına taşıdığı değerin ve biyolojik çeşitlilik ile bunun unsurlarının ekolojik, genetik, sosyal, ekonomik, bilimsel, kültürel, rekreatif ve estetik önemleri göz önünde bulundurularak hazırlanan ve Türkiye'nin 1996'da imzaladığı "Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi"(Rio Sözleşmesi) nde de biyolojik çeşitliliğin korunmasının gerekliliği ortaya konulmuştur.
Bu uluslararası sözleşmeler dışında Türkiye'nin kendi anayasasında ve diğer yasa ve yönetmeliklerinde yapılan çeşitli düzenlemelerle de biyolojik çeşitliliğin korunması çalışmalarının önemi belirtilmiştir. Bu amaçla hazırlanmış olan yasa ve yönetmelikler arasında; Anayasanın 63. maddesi (Nüfus Kontrolü), Orman Yasası, Milli Parklar Yasası (1983), Kara Avcılığı Yasası, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası, Çevre Yasası, Hayvan Islah Kanunu (2001), Bitkisel Genetik Kaynaklarının Toplanması, Muhafazası ve Kullanımı hakkındaki yönetmelik (1992), Bitkisel ve Hayvansal Ü-rünlerin Ekolojik Metotlarla Üretilmesine İlişkin Yönetmelik (1994), Bitkisel ve Hayvansal Ürünlerin Ekolojik Metotlarla Üretilmesine İlişkin Yönetmeliğin Bazı maddelerinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelik (1995), Doğal Çiçek Soğanlarının Sökiimü, Üretimi ve İhracatına Ait Yönetmelik (1995), Transgenik Kültür Bitkilerinin Alan Denemeleri Hakkında Talimat (1998), Hayvan Genetik Kaynaklarının Korunması Hakkında Yönetmelik (2002) önemli yer tutar.
Ayrıca, Türkiye'de biyolojik çeşitliliğin korunmasına yönelik stratejik eylem planları hazırlanmıştır. Bunlardan beş yıllık kalkınma planları içerisinde yer alanlarından bazıları şunlardır: ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı, Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı, Çölleşme İle Mücadele Ulusal Eylem Planı, Ulusal Gündem 21, Ulusal Ormancılık Program. Bu amaçla hazırlanan uluslararası programlar arasında Akdeniz'in Deniz Çevresinin Korunması ve Kıyı Alanlarının Sürdürülebilir Kalkınma İçin Eylem Planı, Karadeniz Stratejik Eylem Planı Türkiye açısından da önemlidir.
Türkiye'de sivil toplum örgütlerinin katılımı ile yürütülen ve biyolojik çeşitliliğin korunmasını amaçlayan çalışmalar da yapılmaktadır. Bunlardan bazıları is şunlardır: Kaçkar Dağı'nda ekoturizm planlanması ve eğitimleri, Ağrı Dağı yaban hayatının usulsüz avcılıktan korunması, Kızılcahamam Soğuksu Milli Parkı'nda kara akbabalarının korunması, İskenderun'da halka kuş göçücünün anlatılması, Van Gölü endemik İnci Kefali balıkçılığının sürdürülebilmesinin sağlanması, Kangalların geleneksel hayvancılıkta kullanılmasının desteklenmesi.
Yukarıda verilen bilgilerden de görüldüğü üzere Türkiye'de tüm dünya insanları için hayati önemi olan çok sayıda biyolojik zenginlik kaynakları bulunmaktadır. Bu kaynakların korunması için ulusal ve uluslararası kuruluşlar yardımıyla, uluslararası sözleşmeler ve ulusal yasal düzenlemeler çerçevesinde çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. Ancak, bu çalışmaların yürütülmesinde bir takım eksiklikler de mevcuttur. Bu eksikliklerin en aza indirilmesi sonucunda Türkiye'nin biyolojik zenginlikleri hem daha iyi korunacak, hem de bu kaynaklar insanların başta tarım olmak üzere pek çok faaliyeti için uzun süre değerlendirilebilecek kaynak özelliğini koruyabilecektir.
Özel Çevre Koruma Bölgeleri
Gelecek nesillere bozulmamış zengin bir biyolojik varlık mirası, kültürel ve tarihi değerler ile yaşanabilir, sağlıklı, temiz bir çevre bırakmak, bunun yanı sıra sürdürebilir kalkınmayı sağlamak amacıyla uluslar arası mevzuata dayanılarak Bakanlar Kurulu Kararları ile bazı bölgeler "Özel Çevre Koruma Bölgeleri" olarak tespit ve ilan edilmiştir. Türkiye'deki özel çevre koruma bölgeleri aşağıda verilmiştir.
Muğla - Köyceğiz-Dalyan
Muğla - Fethiye-Göcek
Muğla - Gökova
Antalya - Kaş-Patara
Antalya - Kaş-Kekova
İçel - Göksu Deltası
Ankara - Gölbaşı
Denizli - Pamukkale
Aksaray - Ihlara
İzmir - Foça
Muğla - Datça - Bozburun
Antalya - Belek
Konya - Tuz Gölü
Trabzon - Uzungöl
Tabiat Parkları
Tabiat parkları, bitki örtüsü ve yaban hayatı özelliğine sahip manzara bütünlüğü içinde halkın dinlenme ve eğlenmesine uygun tabiat parçalarına denir. Türkiye'de toplam 16 tabiat parkı bulunmaktadır. Bunlardan bazıları aşağıda verilmiştir:
Ölüdeniz (1983)
Abant(1988)
Çorum - Çatak (1984)
Uzungöl (1989)
Kurşunlu Şelalesi (1994)
Bafa Gölü (1994)
Polonezköy (1994)
Ayvalık Adaları (1995)
Tabiat Anıtları
Tabiat ve tabiat olaylarının meydana getirdiği özelliklere ve bilimsel değerlere sahip ve milli park esasları dâhilinde korunan tabiat parçalarına tabiat anıtları denilmektedir. Türkiye'deki bazı tabiat parları aşağıda verilmiştir.
Samandere Şelalesi (1988)
Fosil Ardıç (1994)
Görkemli Meşe (1994)
İlk Kurşun Çınarı (1995)
Örümcek Ormanı (1995)
Tabiatı Koruma Alanları
Bilim ve eğitim bakımından önem taşıyan, nadir, tehlikeye maruz veya kaybolmaya yüz tutmuş ekosistemler, türler ve tabii olayların meydana getirdiği seçkin örnekleri ihtiva eden ve mutlak korunması gerekli olup, sadece bilim ve eğitim amaçlarıyla kullanılmak üzere ayrılmış tabiat parçalarıdır. Bu alanlar aynı zamanda biyogenetik ve biyosfer rezerv alanlarıdır. Türkiye'de bulunan bazı tabiatı koruma alanları aşağıda verilmiştir:
Hacı Osman Ormanı (Samsun)
Sütçüler Sığla Ormanı (Isparta)
Sultan Sazlığı (Kayseri)
Seyfe Gölü (Kırşehir)
Gala Gölü (Edirne)
Yumurtalık (Adana)
Kazdağı Göknarı (Balıkesir)(1988)
Beykoz-Köknarlık (İstanbul) (1987)
Milli Parklar ve Milli Parkların Yerleri
Milli park kavramı ilk kez 19.yüzyılda Amerika'da gündeme gelmiş, Türkiye'de ise 1940'li yıllarda düşünce olarak ortaya atılmış olup, 1956 yılında yürürlüğe giren kanunla hukuksal temel atılmış, 1983 yılında çıkartılan kanunla da Milli Park "Bilimsel ve estetik bakımdan milli ve milletlerarası, ender bulunan tabii ve kültürel kaynak değerleri ile koruma, dinlenme ve turizm alanlarına sahip tabiat parçalarıdır." şeklinde tanımlanmıştır. Bu hukuksal düzenlemelerden sonra ilk milli park olarak 1958 yılında Yozgat Çamlığı ilan edilmiştir. Daha sonraki yıllarda Türkiye'de oldukça büyük bir milli park potansiyelinin varlığı ortaya konmuştur.
1958 yılından itibaren kurulmaya başlanılan milli parkların sayısı Türkiye'de 33 olup, bu alanların toplam yüzölçümü 686.631 ha kadardır. Bu milli parklardan bazıları şunlardır:
Güllük Dağı Milli Parkı (Antalya)
Beydağları Sahil Milli Parkı (Antalya)
Köprülü Kanyon Milli Parkı (Antalya)
Altınbeşik Mağarası Milli Parkı (Antalya)
Dilek Yarımadası-Büyük Menderes Deltası Milli Parkı (Aydin)
Uludağ Milli Parkı (Bursa)
Boğazköy - Alacahöyük Tarihi Milli Parkı (Çorum)
Kızıldağ Milli Parkı (Isparta)
Kovada Gölü Milli Parkı (Isparta)
Ilgaz Milli Parkı (Kastamonu)
Küre Dağı Milli Parkı (Kastamonu)
Beyşehir Gölü Milli Parkı (Konya)
Maçka - Altındere Milli Parkı (Trabzon)
Yozgat Çamlığı Milli Parkı (Yozgat)
Karatepe - Aslantaş Milli Parkı (Adana)
Kızılcahamam - Soğuksu (Ankara)
Manyas -Kuş Cenneti (Balıkesir)
Yedigöller (Bolu)
Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı (Çanakkale)
Marmaris Milli Parkı(Muğla)
Muğla Saklıkent Milli Parkı(Muğla)
Honaz Dağı Milli Parkı(Denizli)
Biyolojik Çeşitliliğin Korunması
Biyolojik Çeşitliliğin Korunma Alanları ve Yönetimi
Daha önce de belirtildiği üzere nüfus artışına bağlı olarak artan çevre sorunları yüzünden insanoğlu için hayati öneme sahip olan biyolojik çeşitlilik hem dünyada hem de Türkiye'de giderek yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu nedenle de biyolojik çeşitliliğin korunmasında önce durum tespitinin yapılması ve ardından da buna göre sürdürülebilir bir koruma anlayışı ile hareket edilmesi ve başarılı bir koruma için ise bu kaynakların miktarının ve risk durumlarının saptanması suretiyle koruma önceliklerinin belirlenmesi gerekir.
Günümüzde biyolojik çeşitlilik yapay koruma (ex situ) ve doğal koruma (in situ) olmak üzere iki şekilde korunmaktadır. Yapay koruma teknikleri, biyoteknolojik yöntemler (in vitro), dondurarak saklama, tarla koleksiyonları ve gen bankaları olmak üzere dörde ayrılır. Halen 100'e yakın cinse bağlı 200 türden 30 000 bitki materyali uluslararası (ICARDA, SMITH, FAO, UNEP, CGIAR, EUCARPIA gibi kuruluşlar ve bunlara bağlı alt kuruluşlar) ve ulusal (A.Ü. Ziraat Fakültesi Osman Tosun Gen Bankası, Ankara Tarla Bitkileri Merkez Araştırma Enstitüsü Gen Bankası, Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü Gen Bankası, İzmir-Menemen Bitki Araştırma ve Introdüksiyon Merkezi) gen bankalarında korunmaya çalışılmaktadır.
Doğal alanların korunması ile türlerin, toplulukların ve ekosistemin işlevinin korunması sağlanır. Çünkü canlıların hayatı, yaşadıkları ortamlara bağlıdır. Bu yüzden dünyanın birçok ülkesinde doğal alanlar koruma altına alınmışlar ve sadece bulundukları bölge için değil, aynı zamanda bütün dünya için kültür mirası görevi yapmaktadırlar . Örneğin, ormanların iklim, su rejimi, tehlikeli doğal olaylar, sağlık ve turizm üzerinde olumlu etkilerinin olmasının yanı sıra, birçok canlıya yaşam ortamı oldukları bilinmektedir. Bir başka örnek olarak sulak, alanlar verilebilir. Sulak alanlar, doğal veya yapay, devamlı veya geçici suları durgun ya da akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gel-git hareketlerinin çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan bütün sular, bataklık, sazlık ve turbiyeler olarak tanımlanmaktadır. Sulak alanlar bulundukları bölgenin su rejimini dengeler, bulunduğu yörenin iklimini stabilize eder, tortu ve zehirli maddeleri alıkoyarak ya da besin maddelerini kullanarak suyu temizler, yeryüzünün en fazla biyolojik üretimini yapan ekosistemleri arasındadırlar, çok zengin biyolojik çeşitliliğe sahiptirler, yüksek bir ekonomik değere sahiptirler, bölge ve ülke ekonomisine katkı sağlarlar, eğitim ve bilimsel çalışmalar ile su yolu: taşımacılığına olanak sağlarlar.
Biyolojik Çeşitliliğin Yok Olma Nedenleri
Biyolojik çeşitliliğin giderek yok olması, genetik çeşitliliğin de yok olması anlamına gelmekte olup, bu durumda genetik çeşitliliğe sahip olmayan canlı türleri, değişen çevre koşullarına ayak uyduramayıp tükeneceklerdir. Bu olaya "genetik kaynak erozyonu" adı da verilmektedir. Önceleri genetik kaynak erozyonunu tetikleyen iklim koşulları iken, günümüzde insan müdahaleleri bunun yerini almıştır.
Genetik kaynak erozyonunun en önemli sebebi aşırı nüfus artışıdır. Çünkü nüfus arttıkça genetik kaynak erozyonuna neden olan diğer unsurlar da otomatik olarak artmaktadır. Dünya nüfusu artarken, insanların yaşama alanları da artmakta ve bunun sonucunda bitkilerin ve hayvanların yaşama alanları gitgide daralmaktadır. Bu da canlıların birbirleriyle olan ilişkilerini olumsuz yönde etkilemekte ve ekolojik çeşitlilik azalmaktadır. Bu nedenle nüfus artışının kabul edilebilir limitlerde tutulması biyolojik çeşitlilik açısından büyük önem taşımaktadır.
Genetik kaynak erozyonuna olumsuz yönde etki eden bir diğer faktör, uzun zamandır bilinen ve mücadele edilmeye çalışılan, tarihi eser kaçakçılığı kadar önemli olan biyolojik tür kaçakçılığıdır. Bilindiği üzere evcil hayvanlar, süs bitkileri ve kürk, deri, fil dişi gibi yabani hayvanlardan elde edilen ürünlerin ticareti oldukça geniş ve yaygın bir piyasa oluşturmaktadır. Ancak bu durum, yabani türlerin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına sebep olmaktadır. Üstelik yabani hayat ticareti büyük oranda yasa dışı yollarla yapılmaktadır. Ne yazık ki Türkiye de bu durumdan oldukça büyük zararlar görmektedir. Örneğin; siklamen, Şemdinli lalesi, kar çiçeği, kardelen, dağ lalesi gibi yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan endemik bitkilerin soğan, rizom, yumru gibi bazı parçaları yasa dışı yollarla satılmaktadır. Öte yandan zaten doğadan toplanarak tüketilen bu türlerin yok olma tehlikesine maruz kalmakta oldukları dikkate alınırsa, bir de yasa dışı yollarla ticaretinin yapılmasının ne kadar üzücü bir durum yaratacağı rahatlıkla anlaşılabilir. Ancak, yabanıl hayatın aşırı ticareti, yok olmaya yüz tutan türlerin korunması ve uluslararası ticaretinin engellenmesi amacıyla 1973 yılında CITES olarak bilinen uluslararası bir anlaşma yapılmış olup, 1996 yılında da Türkiye bu anlaşmaya imza atmıştır.
Biyolojik çeşitliliğin yok olmasında bir diğer etken ise çevre kirliliğidir. Özellikle sanayi tesislerinin sıvı ve gaz şeklindeki atıklarını hiçbir arıtmaya tabi tutmadan doğal ortama vermeleri ve bu konudaki kontrollerin yetersiz olması sebebiyle hava, toprak ve suya aktarılan atıklardan ortaya çıkan kükürt dioksit, nitroz, florür, bakır, çinko, mangan gibi zararlı maddeler canlıları doğrudan etkilemektedir.
Islahçılar tarafından yeni çeşitlerin geliştirilmesi ya da yurt dışından çeşit ithali ve bunların gereksiz yere fazladan yayılması da biyolojik çeşitliliğin yok olmasına sebep olmaktadır. Oysa yeni çeşit ıslahı için gen deposu görevi yapan gen kaynaklarının korunması, doğal ürünler olarak yetiştirilmeleri ve bunlara özel fiyatlar uygulanması hem ülke ekonomisini olumlu yönde etkileyecek, hem de bu türlerin yok olması engellenerek ekolojik işleyişin devamlılığı sağlanacaktır.
Yeni tarım alanlarının açılması için gen kaynaklarının bulunduğu birçok çayır-mera ve orman alanı tahrip edilmektedir. İnsanlar her geçen gün birçok gen kaynağının bulunduğu çayır-mera ve ormanlık alanı kendi yanlış kullanımlarıyla zarar verdikleri topraklardan verim alamadıkları veya ekonomik açıdan daha fazla ürün yetiştirmek zorunda oldukları gibi haksız gerekçelerle tahrip etmektedirler.
Biyolojik çeşitliliğin kaybedilme sebepleri sadece yukarıda belirtilenlerle sınırlı değildir. Ayrıca, her geçen gün yeni yerleşim alanlarının ve sanayi tesislerinin açılması, yangınlar ve aşırı kesimler, genetik yapısı değiştirilmiş organizmaların kontrolsüz bir biçimde doğaya bırakılmaları, aşırı hayvan otlatılması sonucu ekosistemin bozulması, yeni turizm alanlarının açılması sürecinde flora ve faunada meydana gelen bozulmalar, tarımsal mücadele ilaçlarının yanlış kullanımı sonucu yabani bitkilerin yok edilmesi ve bu konularda çalışabilecek elemanlara yönelik eğitim eksikliği gibi daha birçok tehlike biyolojik çeşitliliği tehdit etmektedir.
Türkiye'de Biyolojik Çeşitlilik ve Yok Olma Tehlikesi Altındaki Türler
Türkiye toprakları, yeraltı ve yerüstü suları, madenler, ormanlar, enerji kaynakları, bitkisel ve hayvansal gen kaynakları gibi doğal kaynakların zenginliği nedeniyle çok eski tarihlerden bu yana pek çok uygarlığa ev sahipliği yapmış ve hatta dünyada ilk tarım faaliyetlerine sahne olmuş olan "verimli hilal bölgesi" olarak adlandırılan bir alanın da içinde yer almaktadır.
Farklı iklim ve toprak koşullarının etkisi, 4. Jeolojik zamanda yaşanan iklim değişiklikleri, kıtalar arasında köprü olması gibi nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan çeşitli yetişme ortam şartlarına sahip olan Türkiye'de oldukça zengin bitki ve hayvan toplulukları görülmektedir. Özellikle bitki türleri açısından oldukça zengin olan Türkiye'nin florasında yaklaşık 9 000 bitki türü bulunmakta ve bunlardan 3000 civarındaki bir bölümü endemik niteliktedir. Bu değerleri florasında yaklaşık 12000 bitki türü bulunan ve bunlardan sadece 2500 civarındaki bir bölümünün endemik türlerden ibaret olduğu Avrupa kıtasının tamamı ile karşılaştırıldığında Türkiye'nin bitki türleri açısından ne kadar zengin bir ülke olduğu görülmektedir. Diğer yandan, Türkiye bitkisel gen kaynaklarının zenginliği açısından Avrupa'da 9. sırada yer almaktadır. Türkiye'nin beş mikro gen merkezi ve bu alanlarda bulunan bazı bitki türleri şöyledir.
a) Trakya-Ege Bölgesi: Buğday, mercimek, nohut, fiğ.
b) Güney Doğu Anadolu Bölgesi: Kaplıca, gernik, yem bitkileri, yemeklik baklagiller
c) Samsun, Tokat-Amasya Yöreleri: Fasulye,, mercimek, bakla, baklagil yem bitkileri
d) Kayseri Yöresi: Mercimek, nohut, yonca, korunga
e) Ağrı Yöresi: Baklagil yem bitkileri
Yukarıda verilen örneklerden de görüleceği üzere, dünyada insan ve hayvan beslenmesinde önemli yer tutan bitkilerin gen merkezi Türkiye'dir. Buradan da anlaşılacağı gibi, genetik kaynakların korunması ve kullanımına ilişkin çalışmalar Türkiye için stratejik öneme sahiptir. Ayrıca, doğal kaynakları korurken, aynı zamanda bunları ülke ekonomisine kazandırma çalışmalarının yapılması gerekliliği de unutulmamalıdır. Çünkü, insanoğlu dünyaya gelişinden bu yana doğal kaynaklan sosyoekonomik ihtiyaçlarını temin etmek ve gelişme düzeyinin yükseltmek için birincil kaynak olarak kullanmış ve bu kaynaklar tarım, endüstri, tıp ve eczacılık gibi birçok alana kaynak oluşturmuştur. Örneğin; tıpta ve eczacılıkta penisilin (bakterilere karşı), vinkristin ve vinblastin (kansere karşı), kinin (sıtmaya karşı), morfin, kodein, reserpin, digostin gibi birçok ilacın yapımında kullanılmak üzere 5 000 bitki türü kullanılmaktadır. Ayrıca çivit, meyan kökü, kökboyası, hava civa otu, centiyan gibi birçok bitki tutkal, balmumu, boya, reçine, yağ, böcek ilacı gibi endüstri ürünlerinin üretiminde kullanılmaktadır. Bunun yanında Türkiye'nin doğal ortamında yetişen kar çiçeği, siklamen, kardelen gibi bazı bitkiler doğadan toplanarak süs amaçlı olarak kullanılır. Ayrıca, otlatma ve yem amaçlı olarak ayrık, koyun yumağı, korunga, yonca, kekik, gazel boynuzu, yavşan gibi birçok bitkiden yararlanılmaktadır.
Elbette ki bitkisel gen kaynaklarının stratejik önemi bu kadarla sınırlı değildir. Ekosistemlerdeki işleyişin eksilten geri bildirimler mekanizmasına uygun olarak sürdürülmesini sağlamak, kültürel ve doğal mirasın herhangi bir parçasının bozulması veya yok olmasının Türkiye için zararlı bir yoksullaşma sebebi olmasına engel olmak, bu doğal kaynakları gelecek nesiller için estetik, kültürel, bilimsel ve özgün değerde doğal bir miras olarak aktarmak gibi birçok neden yüzünden her geçen gün daha da değer kazanmaktadır.
Türkiye'de 145 memeli, 436 kuş, 133 sürüngen (12'si yok olma tehlikesi altında), 23 amfibi (5'i yok olma tehlikesi altında) ve 162 balık türü bulunmaktadır. Ala geyik, boz ayı, tilki, kurt, çakal, sırtlan, porsuk,,sansar, kirpi, yaban domuzu, vaşak gibi birçok memeliye ev sahipliği yapan Türkiye'de çengel boynuzlu dağ keçisi, yaban kedisi, Anadolu leoparı, kangallar gibi 15 tür yok olma tehlikesi altındadır ve bunlardan bazıları uluslararası anlaşmalarla koruma altına alınmışlardır. Ayrıca sığır, koyun, tavuk, horoz (Örneğin; Denizli Horozu) gibi bazı çiftlik hayvanları da Türkiye'de endemik olarak bulunmaktadır. Ancak yerli türler yurt dışından hayvancılıktan elde edilen verimi yükseltmek amacıyla getirilen yabancı ırklarla melezleşmeleri sonucu yok olma tehlikesi altındadırlar.
Türkiye bazıları yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunan kuşların kuş türlerinin önemli göç yollarından birisi üzerinde bulunmaktadır. İstanbul Boğazı, Artvin-Borçka ve Hatay-Belen geçitleri kuşların göç mevsiminde yoğunlaştıkları üç geçiş yoludur. Uluslar arası sözleşmelerle koruma altına alınan ve Türkiye üzerinden geçiş yapan kuş türleri arasında kara akbaba, şah kartal, büyük orman kartalı, küçük orman kartalı ile leylek türleri, yılan kartalı, kara çaylak, şahin, saz delicesi, atmaca, gök doğan, tepeli pelikan, ak pelikan ve turna sayılabilir. Bunlar yanında Türkiye'de yaşayan kelaynak, sülün, yılan kartalı, pelikan, alaca baykuş, ada martısı gibi koruma altına alman 14 tür kuş da yok olma tehlikesi altındadır. Ayrıca, toy, küçük kerkenez, şahin, doğan, delice, mezgeldek, ibibik, bıldırcın gibi Avrupa ölçeğinde soyu tükenmekte olan pek çok tür de Türkiye'de barınmaktadır.
Yaklaşık 162 balık türünün tespit edildiği Türkiye'de bunlardan yaklaşık 30 tanesi yok olma tehlikesi altındadır. Örneğin, suni alabalık yetiştiriciliği sonucu, yerli alabalık türleri neredeyse yok olmak üzeredir. Bunun dışında hamsi, uskumru ve palamut aşırı tüketim, yanlış avcılık ve bir başka balık türünün bunların larva ve yumurtalarıyla beslenmesi gibi çeşitli nedenlerden yok olma tehlikesi altında olan diğer türler arasındadır. Diğer deniz canlıları da balık türleri gibi avcılık sebebiyle yok olma tehlikesi altındadır. Örneğin; Akdeniz foku, deniz kaplumbağası, ayıbalığı ve yunus yok olma tehlikesi altında bulunmalarından dolayı uluslar arası sözleşmelerle koruma altına alınmışlardır
Aslında yok olma tehlikesi altındaki türleri koruma görevi sadece Türkiye'nin değil, aynı zamanda tüm dünyanın sorunudur. Çünkü biyolojik çeşitlilik sadece bir ülkeye değil, bütün dünyaya ait bir mirastır. Bu durum doğal koruma alanlarının önemini daha da arttırmaktadır. Çünkü bu canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için bulundukları ekosistemin de canlılığını sürdürebilmesi gerekir. Örneğin, orman ekosistemleri, sulak alanlar, ağaçlar bazı otsu bitkileri, memeli canlıları, kuşları, sürüngenleri, böcekleri barındırmaktadır. Bunun dışında step ekosistemleri bazı ayı, kurt, köstebek, fare gibi memelilerin yanı sıra, şahin doğan, delice, yılan kartalı, bıldırcın, ibibik gibi bazı kuş türlerine ev sahipliği yapmaktadır. Aşırı avlanma, deniz taşımacılığı, sanayi, tesislerinin kurulması, yol yapımı, petrol sızıntıları, yabancı türlerin yayılımı, kirlilik gibi sebeplerden tehlike altına girmekte olan deniz ve kıyı ekosistemleri balık, deniz bitkileri ve diğer deniz canlılarının varlıklarını sürdürebilmeleri için hassasiyetle korunması gereken doğal alanlardır. Aynı şekilde birçok endemik bitki ve hayvan türüne sahip olan dağ ekosistemleri de diğer doğal alanlarla aynı kaderi paylaşmaktadır.
Biyolojik Çeşitlilik ve Türkiye’de Durum
Biyolojik Çeşitlilik Nedir
Biyolojik çeşitlilik, canlıların farklılığını ve değişkenliğini, içinde bulundukları karmaşık ekolojik yapılarla, birbirleriyle ve çevreleriyle karşılıklı etkileşimlerini ifade etmektedir. "Biyolojik çeşitlilik" kavramı ilk kez Elliot Norse ve arkadaşları tarafından ortaya atılmış olup, çeşitlilik üç aşamada tanımlanmıştır; genetik çeşitlilik, tür çeşitliliği ve ekosistem çeşitliliği.
"Genetik Çeşitlilik" bir tür içindeki çeşitliliği ifade etmektedir. Belli bir tür, populasyon, varyete, alt-tür ya da ırk içindeki gen farklılığıyla ölçülür. Bu tür farklılıklar, örneğin, evcil hayvanlar ve tarımsal ürünlerin üretilmesini ve yaban hayatında değişen koşullara uyum sağlamasını sağlar.
"Tür Çeşitliliği" belli bir bölgedeki, alandaki ya da tüm dünyadaki türlerin farklılığını ifade eder. Tür çeşitliliği, genellikle belli coğrafi sınırlar içindeki türlerin toplam sayısı kapsamında ölçülür.
"Ekosistem Çeşitliliği" bir ekolojik birim olarak karşılıklı etkileşim içinde olan organizmalar topluluğu ile fiziksel çevrelerinin oluşturduğu bütünle ilgilidir. Ekosistem; kendisini topluluk düzeyinden ayıran, kendileri cansız olan fakat canlı topluluklarının oluşumunu, yapısını ve karşılıklı etkileşimlerini etkileyen yangın, iklim ve besin döngüsü gibi faktörleri de içerir.
Biyolojik Çeşitliliğin Önemi
insanoğlunun günümüzde ve gelecekte biyolojik çeşitliliğe olan gereksinimi kaçınılmazdır. Çünkü insanlar barınma, giyinme, ilaç ve beslenme gibi çeşitli kullanım amaçları olan bitkiler ve bu bitkilerden beslenen hayvanlar sayesinde yaşamlarını sürdürmektedir. İnsanoğlunun parçası olduğu ve varlığını sürdürebilmesi için temel desteği sağlayan ekosistemlerle uyumlu ve denge içinde, yaşam kalitesinin yükseltilmesi ve geliştirilmesi için yani sürdürülebilir kalkınma için, biyolojik çeşitliliğin de sürdürülebilir kullanımının sağlanması gereklidir.
Dünya yüzeyinin sadece %3'ünü oluşturan tarım alanları erozyon, yoğun kentleşme ve endüstrileşme, tuzlaşma gibi giderek artan problemlere paralel olarak hızla azalmakta olduğundan dünya tarımı ve dolayısıyla insanların beslenmesi çok ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Ayrıca, dünyada bir çok bitkisel madde yapay olarak elde edilmiş (sentetik lif, sentetik kauçuk vb.) olmasına karşın, dünyadaki insanların üçte birinin beslenmesi için gerekli olan çeltik, buğday, mısır ve patates gibi bitkisel besin maddeleri sentetik olarak elde edilememiştir. Bununla birlikte gün geçtikçe nüfus ve gelir artışına bağlı olarak besin tüketimi talebinin de artacağı kaçınılmaz olmasına rağmen, günümüzde nüfus artışına karşılık besin üretimi artışı yetersiz kalmaktadır. Bu sebeplerden dolayı, insanların besin gereksinimlerini karşılamak ve hızla gelişen endüstriye ham madde sağlamak amacıyla tarımsal üretimin de arttırılması gerekmektedir.
Klasik ve modern ıslah yöntemleri kullanılarak, yeni çeşitlerin geliştirilmesiyle tarımsal üretimin arttırılması çalışmaları hızla devam etmektedir. Bu amaçla geliştirilen yeni çeşitlerin özelliklerinin iyileştirilmesi için kullanılan yegane kaynağın "gen kaynakları" olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Bugünkü şartlara göre ıslah edilen yeni çeşitlerin genetik kapasiteleri oldukça sınırlıdır. Gelecekte değişen biyotik ve abiyotik koşullara karşı yeni çeşitlerin geliştirilmesinde kullanılacak olan ve oldukça geniş genetik çeşitliliğe sahip gen depolarının yabani veya ilkel çeşitler olarak da adlandırılan gen kaynakları olduğu kesinlikle unutulmamalıdır. Bu yüzden, günümüzde insanlığın en önemli görevlerinden birisi de madenler, ormanlar, yeraltı ve yerüstü su kaynakları, enerji kaynakları gibi doğal kaynakların yanı sıra, stratejik ve ekonomik önemi olan biyolojik çeşitliliğin korunmasıdır.
Günümüzde insanlığın ortak sorunlarından birisi de biyolojik çeşitliliğin korunmasıdır. Biyolojik çeşitlilik, sadece doğal kaynakların bozulmasından değil, sosyal ve ekonomik şartlar neticesinde belirli insan faaliyetleri yüzünden gün geçtikçe daha fazla oranda tahrip ve hatta yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Biyolojik çeşitlilik insanlığın refahına büyük katkıda bulunmaktadır. Gelecekte karşılaşılabilecek olağanüstü durumlara karşı bir güvence o-lan biyolojik çeşitlilik, insanlığın sahip olduğu fakat önemini tam olarak kavrayamadığı, stratejik öneme sahip bir varlıktır. Bu stratejik kaynakların herhangi bir parçasının yok olması bütün dünya milletleri için yoksullaşmaya yol açacaktır. Bu nedenle biyolojik çeşitlilik, dünya mirasının istisnai öneme sahip bir parçasıdır.
Yeryüzünün yeri doldurulamaz bir parçası olan; bilim, kültür ve ekonomik açıdan giderek değerleri artan canlı türleri özellikle ticaret ve kaçakçılık nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu yüzden, hükümetler geleceğe ait değerlerden olan biyolojik çeşitliliğin muhafazası konusuna ulusal programlarda yer vermek ve ek mali kaynak ayırarak biyoloji çeşitliliğe yönelik tehditleri bertaraf etmek zorundadırlar. Ayrıca, kolluk kuvvetleri, gümrük ve ilgili birimlerde görevli şahıslar bu konuda gerekli tedbirleri alabilecek şekilde yetiştirilmelidir.
Biyolojik çeşitliliği ve dolayısıyla insanlığın geleceğini tahrip eden insanoğlu için belki de en acı olanı, çevreyi güzelleştirmek, orman alanları yaratmak, çevre dostu olmak adına genetik çeşitlilik ve ekolojik çeşitliliği içeren biyolojik zenginliklerin yok edilmesidir. Biyolojik çeşitlilik açısından önem taşıyan alanlarda arazide dikkate bile almadığımız bir ot, o alana diktiğimiz binlerce fidandan çok daha değerlidir. O halde biyolojik çeşitliliğin korunması için önem arz eden alanların koruma altına alınması tahribi önlediği gibi insanlığın geleceğini de muhafaza altına alacaktır.
Biyolojik Çeşitlilik
Türkiye'de Yok Olma Tehlikesi Altındaki Türler
Biyolojik Çeşitliliğin Yok Olma Nedenleri
Biyolojik Çeşitliliğin Korunması
Milli Parklar
Tabiatı Koruma Alanları
Tabiat Parkları ve Tabiat Anıtları
Özel Çevre Koruma Bölgeleri
Biyolojik Çeşitlilik İçin Yasal Düzenlemeler
Rehabilitasyon Hizmetleri
Çeşitli nedenlerle bedenen ya da ruhen engelli olarak kalan kişilerin başkalarına bağımlı olmadan yaşamalarım sürdürmeleri amacıyla yapılan çalışmalardır. Bu hizmetler iki grupta incelenir:
a) Tıbbi rehabilitasyon: Kişideki bedensel engellerin cerrahi veya tıbbi müdahaleler ile düzeltilmeye çalışılmasıdır. Bu işlemle hekim ve diğer sağlık personeli tıbbi yönden kişiye iş gücünü yeniden kazandırmaya çalışırlar.
b) Sosyal (mesleki) rehabilitasyon: Engellerinden dolayı çalışamayan kişilere başvurabilecekleri doğrultuda iş bulma, iş öğretme ve işe uyum sağlama çalışmalarıdır.
Bilindiği üzere sağlık alanında yapılan yatırımlar hem insan hayatı hem de ülke ekonomisi için oldukça önemlidir. Hastalığı dolayısıyla işe gidemeyen işçi ve memur, tarlada çalışamayan üretici ülke ekonomisi açısından büyük bir kayıptır. Ayrıca önemli hastalıkların erken tanısı ve tedavisi ilaç kullanımı açısından ekonomide önemli yer tutar. Sağlığın korunması, sağlık alanında yapılan eğitim hizmetleri ve insanların hayatını bilinçli olarak yaşaması insanın ömrünü uzatır ve sağlıklı yaşamasını sağlar. Bu amaçla üretilen temel sağlık hizmetlerinin hedefleri şunlardır:
1. Sağlık konusunda halkın eğitimi
2. Yeterli ve dengeli beslenmenin sağlanması
3. Temiz ve yeterli içme suyunun sağlanması
4. Ana-Çocuk sağlığı hizmetlerini geliştirme
5. Aile planlamasını geliştirme
6. Bağışıklama uygulamaları
7. Salgın hastalıklardan korunma
8. Gerekli ilaçları sağlama
9. Çevre şartlarını geliştirme
Yaşadığımız çevrede sağlığımız her zaman risk altındadır. Risk gönüllü veya gönülsüz oluşabilir. Gönüllü (istekli) risk, kişinin isteğiyle gerçekleşir. Sigara, doymuş yağlar, uyuşturucu ve ilaç kullanımı gibi. İsteksiz riskler ise ev, işyeri gibi yerlerde zemin malzemelerinden çıkan formaldehitler, pasif sigara içiciliği, kirlenmiş su ve besinlerin tüketilmesi, sokakta kirli hava soluma ve asit yağmurlarının etkisinde kalmadır. Gönüllü riskleri azaltmak kişinin elindeyken, gönülsüz risklerden toplumu koruma, en aza indirme devletin, eğitimcilerin ve bilim adamlarının görevidir.
İnsanların zararlı maddelere maruz kalma yolları aşağıdaki şekillerde olur:
1. Solunum yoluyla: Kirli havayı soluma şeklindedir. Fosil kökenli yakıtların kullanılmasıyla kirlenen havanın solunum yoluyla alınması sonucunda insanlarda birçok sağlık problemi ortaya çıkar. Bunlar akciğer kanseri, bronşit, eklem romatizması, çeşitli kalp hastalıkları, gözlerde yanmalar, nefes darlığı, aşırı sinirlilik, bağışıklık sisteminin zayıflaması, ruhsal bozukluklar gibi problemlerdir.
2. Sindirim yoluyla: Kirlenmiş su ile yıkanan besinlerin, tarım ilaçlı besinlerin ve kirli suların tüketilmesiyle gerçekleşir.
3. Deri absorpsiyonu yoluyla: Kirlenmiş toprak yüzeyi ve kirlenmiş madde ile temas, kirli su ile derinin teması şeklinde olur.
Olumsuz çevre şartlarından çocuklar, gelişmiş insanlara göre daha çabuk ve daha çok etkilenirler. Çünkü gelişme döneminde olduklarından metabolizmaları gelişmiş insanlardan farklıdır. Daha hızlı nefes alır, daha çok yemek yer ve su içerler. Ellerini çok fazla ağızlarına götürürler. Çocukların besinleri emme işlemi erişkinlerden fazla olduğundan zararlı maddeleri daha çok emerler. 5 yaşına kadar aldıkları zehir, hayatları boyunca alacakları zehre eştir.
Son çalışmalar çeşitli kimyasal toksinlerin, astım, doğum hataları, davranış bozukluklarına, öğrenme güçlüklerine, çocuk hastalıklarına, bağışıklık sisteminin zayıflamasına, sinir bozukluklarına sebep olduğunu göstermiştir. Bu hususta acilen çeşitli önlemler alınmalıdır. Özellikle kronik çocuk hastalıklarına sebep olan çevresel faktörler araştırılmalı, çözümler üretilmelidir ve olumsuzluklar ortadan kaldırılmalıdır.
ABD'de 1993 yılında Milli Birim Akademisinin "Böcek öldürücü ve tarım ilaçlarının çocuklar üzerine etkileri" isimli yayını insanların dikkatini çekmiştir. Gelişmiş ülkelerde çocuk kanserlerinin, zayıflayan bağışıklık sistemlerinin, astım ve öğrenme güçlüklerinin farkına varılmıştır. Bununla ilgili birçok organizasyonlar yaptıkları, devlet enstitüleri kurdukları, akademisyenler ve sivil toplum örgütlerinin çocuk sağlığı üzerine önemli zaman harcadıkları ve kaynak ayırdıkları belirtilmiştir.
Tedavi Edici Sağlık Hizmetleri, Basamak Sağlık Hizmetleri
Tedavi; hastalıkların veya sakatlıkların iyileştirilmesine yönelik yapılan tıbbi işlemlerin tümüdür. İlaç kullanımı, cerrahi müdahaleler ve fizik tedavi uygulamaları bu gruba girer. Bunlar:
Birinci basamak tedavi hizmeti
Hastaların ilk başvurdukları, evde ve ayakta tedavi edildikleri kuruluşlardır. Sağlık ocakları, Ana Çocuk Sağlığı, Kurum hekimlikleri birinci basamak tedavi hizmetlerinin verildiği yerlerdir. Birinci basamaktaki imkânlarla tam ve tedavisi yapılamayan hastalar ikinci basamağa sevk edilirler.
İkinci basamak tedavi hizmeti
Hastaların yatırılarak tanı ve tedavi hizmetlerinin verildiği hastanelerdir. Hastalar uzmanlar tarafından tedavi edilirler.
Üçüncü basamak tedavi hizmeti
Bu hizmetin verildiği yerler en üst düzeyde tıp teknolojisi kullanılan üniversite hastaneleri, kanser araştırma merkezleri, ruh ve sinir hastalıları hastaneleri ve senatoryumlardır. Birinci ve ikinci basamakta sorunu çözülemeyen hastalar bu kuruluşlara sevk edilirler. Sağlık sorunu olan hastaların direkt olarak üçüncü basamağa müracaat etmeleri aşırı yığılmalara ve hizmetlerin aksamasına sebep olmaktadır.
Tedavi edici hizmetlerin basamaklar halinde ele alınmasının nedeni bu basamaklar arasında bir hasta sevk sisteminin gerekliliğini vurgulamaktır.
Temel Sağlık Hizmetleri, Sağlık Hizmeti
Koruyucu Sağlık Hizmetleri
Çevreye ve kişiye göre sağlık hizmetleri şeklinde ikiye ayrılır:
a. Çevreye Yönelik Koruyucu Sağlık Hizmetleri: Çevredeki sağlığı etkileyen olumsuz biyolojik, fiziksel ve kimyasal faktörlerin yok edilmesi, düzeltilmesi ya da insanları eğiterek kişilerin sağlığının bozulmasının önlenmesi amacını taşır, çevreyi olumlu hale getirir. Bunlar arasında a-tıkların zararsız hale getirilmesi, yeterli ve temiz su sağlanması, gıdaların kontrolü, çevre kirliliğinin önlenmesi sayılabilir. Bu konuda özel eğitim görmüş mühendis, kimyager, veteriner ve teknisyenler görev yapar. Bu kişiler sağlık sektörüyle diğer sektörler arasında işbirliğini de yürütür.
b. Kişiye Yönelik Koruyucu Sağlık Hizmetleri: Sağlık personeli olarak tanımlanan hekim, hemşire, ebe, sağlık memuru gibi eğitilmiş kişiler tarafından yürütülen hizmetlerdir. Bunlar; bağışıklama, erken teşhis, tedavi, ilaçla koruma, kişisel hijyen, düzenli beslenme, aile planlaması, genetik danışma ve sağlık eğitim hizmetleridir. Kişiye yönelik sağlık hizmetleri kısaca aşağıdaki şekilde açıklanabilir:
Bağışıklama: Bulaşıcı hastalıklardan korunmada en etkili yollardan biridir. Aktif ve pasif bağışıklama olarak 2 şekilde gerçekleşir.
Aktif Bağışıklama, Aşılama: Aşılama ya da hastalanma sonucu oluşur. Aşılamada zayıflatılmış mikroplar ilgili kişiye verilerek bir hastalığa karşı bağışıklık kazanması sağlanır. Böylece bir daha aynı antijenle karşılaşılınca bağışıklık sistemi daha hızlı ve etkili cevap verir.
Pasif Bağışıklama: Hazır antikorları içeren serumların kişilere verilmesiyle kazanılır. Başka canlılara bakteri veya ürünleri verilir ve bunlara karşı antikor oluşturmaları sağlanır. Oluşan antikorlar plazmadan alınarak serum hazırlanır. Hazırlanan serum doğrudan hasta kişinin kanma verilir. Aşı, hasta, olmayan kişiye, serum ise hasta kişiye verilir. Bu yöntemlerle önemli hastalıklar kontrol altına alınarak büyük salgınlar önlenir. Bazı önemli hasalıklar yok edilebilir. Örneğin; çiçek hastalığı gibi...
İlaçla Koruma: Aşı ile önlenemeyen hastalıkların, tehlike oluşturduğu durumlarda ilaçla kontrol altına alınması ve bundan korunulmasıdır.
Erken Tanı: Hastalık ne kadar erken dönemde teşhis edilirse tedavisi de o kadar kolay olur, tedavide iyi bir başarı elde edilir. Özellikle fertler bu konuda eğitilmelidir.
Sağlıklı ve Dengeli Beslenme: Yetersiz ve dengesiz beslenme pek çok hastalığı hazırlayıcı temel nedendir. Yapılan araştırmalarda kötü beslenen kişilerde enfeksiyonların ağır seyrettiği, oluşan yaralarm geç kapandığı belirtilmiştir. Düzenli - dengeli beslenme ve eğitimle, hastalık, sakatlık ve ölümden korunma sağlanabilir.
Aile Planlaması: Çok ve sık doğum yapan kadınların sağlığı olumsuz etkilenerek bozulmaktadır. Ayrıca erken yaşta evlenen ve gelişmesini tamamlamadan hamile kalan kadınlar, hem kendi hayatlarım hem de çocuklarını tehlikeye atmaktadır. Pek çok kadın istemediği halde gebe kaldığı için düşük yapmakta, kürtaj olmakta sağlığı tehlikeye girmekte hatta ölmektedir. Sık doğum yapan annelerin çocukları da anne karmnda iyi beslenemediği için özürlü veya hastalıklı olabilir. İşte bu olumsuz durumlardan korunabilmek için aile planlaması hizmetleri önemli bir faktördür.
Sağlık Eğitimi: Kişilerin sağlıklarım koruyabilmeleri ve sağlık hizmetlerine uygun biçimde nasıl kullanabilecekleri konusunda bilgilendirebilmeleri için yapılan planlı çalışmalara "sağlık eğitimi" denir. Bir toplumun sağlık düzeyinin yükselmesi o toplumdaki bireylere kendi sağlıklarının sorumluluğunun benimsetilmesiyle sağlanır.
İnsan Sağlığını Etkileyen Faktörler, Çevre Kirliliği İnsan
Sağlık insanın, bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik hali şeklinde tanımlanır. Yani, kişilerin bedence hasta ya da sakat olmaması yeterli değildir. Ruhsal açıdan dengeli, çevresiyle uyumlu, dirençli, sosyal ve kültürel yönden iyi olması durumudur. Ekonomik ve eğitim seviyesi düşük, yetersiz-dengesiz beslenen ve kirli çevrede yaşayan insanların oluşturduğu toplumların sağlık düzeyleri de düşük olur. Hastalıkların oluşumunda sosyokültürel faktörler önemli rol oynar. Sağlığı etkileyen fiziksel ve biyolojik faktörler yanında sosyal olaylar da göz önünde bulundurulmalıdır. Bunlardan en önemlileri beslenme alışkanlıklarıdır. Mesela ishalli bebeğe su verilmemesi gibi...
Hastalık, insanın organ ya da sisteminde görülebilir, ölçülebilir belirtilerle ortaya çıkan ve yakınmalara sebep olan fonksiyon bozukluklarıdır.
İnsan sağlığını etkileyen etkenler şunlardır
1. Bünyesel Etkenler: Genetik hastalıklar, hormonal bozukluklar ve metabolik hastalıklardır.
2. Çevresel Etkenler: Bunlar da altı gruba ayrılabilir.
Fiziksel faktörler: Isı, ışık, su, iklim gibi faktörlerdir.
Kimyasal faktörler: Çeşitli zehirleri ve kanserojen maddeleri kapsar.
Biyolojik faktörler
Temel ve vazgeçilmez madde eksiklikleri
Psikolojik faktörler: Stres ve sıkıntı gibi durumlardır.
Sosyal - kültürel ve ekonomik faktörler
Bünyesel Etkenler
Genetik bozukluklar, kromozomlara bağlı olan ve kalıtım yoluyla nesiller boyu aktarılan hastalıklardır. Hemofili, renk körlüğü, diabet, Akdeniz anemisi gibi.
Hormonlar, vücut metabolizmasını düzenleyen maddelerdir. Eksikliklerinde önemli hastalıklar ortaya çıkar. Büyüme hormonuna bağlı olarak aşırı ve az büyüme, akromegali, hipotroidizm oluşabilir. Metabolizma hastalıklarına örnek ise gut hastalığı örnek verilebilir.
Çevresel Etkenler
a. Fiziksel Faktörler
Su, lağım ve pis sular, çöpler, gübreler, konutlar, iklim, hava, gürültü, kamuya açık yerler, mezarlıklar başlıca fiziksel faktörlerdir. Bu faktörlerin temiz olması insanların elindedir. Uyulması gereken çeşitli kurallar bu faktörlerin sağlıklı duruma getirilmesini sağlar.
Yaşama ortamlarının temiz, havalandırılmış ve gürültüsüz olması ö-nemlidir. Sağlığımız açısından evlerimizin güneş alması gerekir.
b. Kimyasal Faktörler
Tarım ilaçları, haşere ilaçları, radyasyon havada ve suda bulunan zehirli elementlerdir. Üretimde kullanılan tarım ilaçlarının bilinçsiz ve aşırı kullanılması, haşerelerle mücadelede zehir etkisi oluşturduğu ilaçların kullanılması gibi faktörlerdir.
Radyasyon bir kaynaktan elektromanyetik dalga ya da hızlı parçacık demetinin yayılmasıdır. İnsanlarda kansere, kalıtsal hastalıklara, ölü ve sakat doğumlara neden olur. Bitki ve hayvanlar üzerinde, besin zinciri ile hayvanlar ve insanlara taşınır. Hava ve suda bulunan kimyasallar ise SO2 (kükürt dioksit), NO2 (azot dioksit), CO (karbon monoksit) solunum yolu hastalıklarına civa, kurşun, kadmiyum metalleri ile astbest önemli metabolizma bozukluklarına sebep olur.
c. Biyolojik Faktörler
Mikroorganizmalar: Gözle görülemeyen mikroskobik canlılardır. Yararlı ve zararlı olan türleri vardır. Yoğurdun mayalanması, fermantasyon olayları, insan bağırsağında bulunan ve vitamin üreten bakteriler, bazı baklagillerin köklerinde azot bağlayıcı olarak görev yapan bakteriler yararlı gruba girenlerdir.
Buna karşılık birçok hastalığın sebebi zararlı mikroorganizmalardır. Verem, tifo, zatürre, grip, kızıl, kızamık, suçiçeği, çocuk felci, cüzzam, kolera, kabakulak, menenjit gibi birçok hastalığın etkenidirler. Mikroorganizmaların zararlarından korunmak için dezenfeksiyon, sterilizasyon ve pastörizasyon işlemleri yapılmalıdır. Ayrıca dengeli beslenme, havası temiz ortamlarda bulunma, sağlığa zararlı alışkanlıklardan uzak durma da korunma önlemlerindendir.
Vektörler: Hastalık etkeni olan mikroorganizmaları, insanlara taşıyan eklembacaklılar ve kemiriciler vektör olarak adlandırılır. Bunlar bit, pire, kene, tahtakurusu, karasinek, hamam böceği, sivrisinek ve fare gibi canlılardır. Mekanik ve biyolojik olarak iki şekilde taşıma yaparlar.
Sivrisinek (Sıtma)
Karasinek (Barsak enfeksiyonları)
Pire(Veba)
Tatarcık(Şark Çıbanı)
Bitkiler: Bitkilerin oksijen üretme, besin kaynağı olma ve ilaç yapımında kullanılması gibi önemli faydaları yanında insana zararlı etkileri olanları da mevcuttur. Bazı bitkilerin zehirli bazılarının ise uyuşturucu etkisi vardır. Bunlara zehirli mantarlar, delice otu ve uyuşturucu elde e-dilen haşhaş bitkisi örnek verilebilir.
Hayvanlar: Et, süt, yumurta ve gücünden yararlandığımız hayvanlar bazen de bizlere hastalık bulaştırabilirler. Hem insanda hem hayvanda ortak görülen hastalıklara zoonozlar denir. Kuduz hastalığı buna örnektir. Bazen insana hastalık, hastalıklı hayvanların besinleri ile de bulaşabilir. Brusella (Yavru atma hastalığı) süt ürünleri ile bulaşan böyle bir hastalıktır. Ayrıca çevremizdeki akrep, yılan ve örümcek gibi zararlı hayvanlar da insana zarar verebilir.
Besinler: İnsanlar için bir kısmı enerji kaynağı, bir kısmı yapı ve onarım maddesidir. Besinlerle aldığımız vitaminler ise vücudun direncini arttırarak hastalıklara karşı savunma oluşturulmasını sağlar. Besinlerin hazırlanması ve saklanması insan sağlığı ve beslenmesi açısından çok önemlidir. Besinlerin uygun şartlarda hazırlanması, iletilmesi ve saklanmasına besin hijyeni veya besin sağlığı uygulamaları denir. Bu nedenle başta et ve süt ürünleri olmak üzere tüm besin maddelerinin sağlığa uygun bir şekilde üretilmesi için yasalar koyulmuştur. Besin hijyeni uygun olmayan besinler hastalıklara neden olabilir. Tifo, dizanteri, zehirlenmeler besinlerin olumsuz etkileridir. Ayrıca beslenmede, besin değeri yüksek olan besinler tercih edilmelidir.
d. Temel ve Vazgeçilmez Madde Eksiklikleri
Vitaminler, yağ asitleri, esansiyel (elzem) aminoasitler ve mineraller gibi vücutta üretilemeyen mutlaka dışardan alınması gereken maddelerin eksikliklerinde birçok metabolizma hastalıkları oluşur. Örneğin; demir eksikliğinde kansızlık, iyot eksikliğinde guatr, kalsiyum eksikliğinde raşitzm, c vitamini eksikliğinde skorbüt, Bı vitamini eksikliğinde beriberi, A vitamini eksikliğinde gece körlüğü gibi hastalıklar.
e. Psikolojik Faktörler (Stres, sıkıntı)
Uzun süre devam eden sıkıntılı durumlar kalp hastalıklarıyla doğrudan bağlantılıdır. Çaresizlik duygusu bağışıklık sistemini zayıflatarak kalp krizi geçirme olasılığını arttırır. Olumsuz duyguların, vücut üzerinde şiddetli bir etki yaparak damarlarda pıhtılaşma olasılığını arttırdığı aynı zamanda yaşlanmayı da hızlandırdığı belirtilmektedir.
Stres vücudumuzu hızlı yaşlandıran faktörlerden biridir. Özellikle sürekli huzursuzluk, kalbe ve damarlara zarar verir, vücut direncini düşürerek diğer hastalıklara zemin hazırlar. İnsan hayatında stresle baş edebilmek için egzersiz yapmak, arkadaşlık kurmak ve özel fobiler geliştirmek önemlidir.
f. Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Faktörler
Toplumun sosyal çevresini meydana getiren faktörlerin, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik etkileşimler olduğu bilinmektedir. Sosyal olarak gelişme geriliği olan ülkelerde bu etkileşim olumsuz etkilenir.
Bilindiği üzere toplumun sosyal yapısını aile, nüfus, ırk, din, dil, akrabalık gibi faktörler oluşturur. Aynı zamanda bu faktörler o toplumun kültürünü de meydana getirir.
Kültürdeki değişmeler, sosyal yapıyı etkiler. Olumlu kültür değişmeleri, halkın eğitim düzeyini ve ekonomik gücünü arttırmakla gerçekleşir. Eğitim ve kültür düzeyinin iyileşmesi ile sağlık düzeyi de yükselir. Sağlık alanında eğitim seviyesinin yükselmesi de, toplumun çevreyi bilinçli kullanmasını ve olumsuzlukları olumlu hale dönüştürmesini sağlar.
Temel Sağlık Hizmetleri ve Yararlanma Yolları
Toplumun sağlık alanındaki ihtiyaçlarına göre, sağlık personelinin yaptığı çalışmalara sağlık hizmetleri denir.
Koruyucu ve tedavi edici olarak her türlü uygulamayı yapmak için örgütlenmiş bir sistemdir. Ancak her türlü çabaya karşın herkesi hastalıktan korumak mümkün değildir. İşte bu durumda tedavi hizmetleri devreye girer. Tedavi hizmetlerinin yetersiz kaldığı sakatlık durumlarında ise, kişileri başkalarına bağımlı olmadan, kendi kendine yeter biçimde yaşamasını sağlamak yani rehabilite etmek gerekir.
Çevre Sağlığını Etkileyen Faktörler, Çevre Kirliliği Nedenleri
Çevre sağlığını etkileyen birçok etken bulunmaktadır. Bunlar:
1) Kimyasal atıklar: Aseton, tiner, katran, deterjanlar, böcek öldürücüler ve boyalardır.
2) Hızlı nüfus artışı: Nüfusun hızlı artmasına bağlı olarak fert başına düşen tüketim maddelerinin artması ve oluşan atıklardır.
3) Çöpler: Gelişmiş ülkelerde her insan günde 1 kg çöp üretmektedir. Gelişmiş ülkeler bu sorunla ilgili çeşitli kararlar almasına karşılık birçok ülkede bu durum potansiyel tehlike oluşturmaktadır.
4) Avcılık: Kontrolsüz avlanma, birçok türün neslinin tükenmesi tehlikesini ortaya çıkarmış bu da doğal dengenin bozulmasına sebep olmuştur.
5) Denizlerin kirlenmesi: Her yıl yirmi milyon ton atık denizlere atılmaktadır. Bunun %90 kadarı kıyıya vurmaktadır. Petrol atıklarının denize dökülmesi doğal yapıyı bozmakta, canlı türlerini olumsuz etkilemektedir.
6) Nükleer Santraller: Günümüzde teknolojisi yenilenmeyen bu santrallerden çıkan sızıntılar oldukça tehlike oluşturmaktadır.
7) Otomobiller ve zehirli gazlar (hava kirliliği)
8) Endüstri Balıkçılığı: Büyük gemilerle yapılan balık avcılığında trol, dinamit gibi kullanılan araçlar balık yumurtalarını yok etmektedir.
9) Ozon Tabakası: Deodorantlar, böcek öldürücüler; spreyler, floroklorokarbon gazı gibi maddeler ozon tabakasını delmekte buda zararlı güneş ışınlarının yeryüzüne ulaşması anlamına gelmektedir.
10) Plastikler: Doğada asla yok olmayan petrol kaynaklı yapılardır.
11) Sera Etkisi: Fosil yakıtlarının bilinçsiz kullanımı sonucu oluşan gaz bulutu; güneş ışınlarının geri yansımasını engeller; buna bağlı olarak dünya fazla ısınır.
12) Tarımsal Sorunlar: Suni gübreler, böcek öldürücüler başlıca kirlilik nedenidir. Kanserojen etki gösterirler.
13) Ülkelerin Gelişmesi: Gelişmiş ülke insanlarının yapmış olduğu tüketim, gelişmekte olan ülke insanlarınınkinden 20 kat daha fazladır.
14) Ormanların yok olması: Başta orman yangınları olmak üzere çeşitli faktörler ormanların hızlı bir şekilde yok olmasına neden olmaktadır.
15) Zararlı alışkanlıklar (meraklar): Kadınların lüks tutkuları (kürk, fildişi tarak, yılan derisi çanta ayakkabı vs) ve bazı kimselerin sürat motoru kullanma merakı gibi duygular çevre sağlığını etkileyen faktörlerdendir.
Ekosistem bir bütün olarak işler; bütünün bir parçasının bozulması, ekosistemin tümünü etkiler. Özellikle sanayileşmiş şehirlerde çevreye eklenen ve sağlığı bozan maddelerin sayısı oldukça artmıştır. Çevre sağlığını bozan tehlikelerin çoğu insan aktivitesi sonucu ortaya çıkar.
Kirlenme ile atmosfer, iklim, su, deniz, göl ve toprak gibi cansız çevre etkilenir. Cansız çevrenin olumsuz etkilenmesi doğrudan canlı çevreyi, organizmaları etkiler.
Hücre ve zarında biyokimyasal bozulmalar, metabolizmada doku ve organ bozulmaları, direnç ve üremede azalma, genetik çeşitliliğin azalması, populasyonların aktivitesi ve dinamiğinde değişme, komünitelerin ve tür çeşitliliğinin bozulması, besin zincirinin bozulması ve sonuçta ekosistemin bozulmasıdır.
Çevre Kirliliği Nedir, Çevre Kirliliği İle İlgili Bilgi
Yaşadığımız son yüzyılda kirlenmenin farkına varılmış, çevre kirliliği için tarif ve çözüm aranmaya başlanmıştır. Kirlenmenin tamamen ortadan kaldırılması imkânsızdır. Ancak, en aza indirilmesi mümkündür. Çünkü günümüz modern medeniyeti ve gelişen teknoloji bu sonucu doğurmaktadır.
Kirlenmeyi, insanların sebep olduğu kalite değişimleri ile ortaya çıkan değişme şeklinde ifade edebiliriz. Toz, duman, gaz, koku, buhar, is ve sis gibi kirleticilerden bir veya bir kaçının belirli zaman aralığında atmosferde bulunması, su ve toprağın kalitesinin atıklarla bozulması, insan, hayvan, bitki hayatını tehlikeye sokması veya hayat tarzım tehdit ederek olumsuz etkiler oluşturması çevre kirliliğidir. Dünya sağlık teşkilatı (WHO) ise kirlenmeyi insanlara, eşyalara, bitkilere, hayvanlara zarar veren her şey diye tanımlamaktadır.
Çevre kirliliği iki önemli nedene bağlı olarak gelişir. Bunlar; Dünya nüfusunun hızla artması ve buna bağlı olarak fert başına düşen tüketilen maddelerin artmasıdır. Nüfus artışının çevre kirlenmesine %10 etkisi vardır. Nüfus artışı ve aşırı tüketim kontrol altına alınmalı, kaynaklar daha iyi kullanılmalı ve alternatif kaynaklar bulunmasına çaba gösterilmelidir. Bütün insanlar çevre elden çıkmadan kurtarma ve koruma ilkesi etrafında birleşmelidir.