Sarkoidosis Nedir (Sarcoidosis)

Sarkoidosis Nedir

Sarkoidosis nedeni bilinmeyen sistemik granülomatoz bir hastalık olup yaygın akciğer infıltrasyonları grubunda yer alır. Akciğer ve intratorasik lenf bezleri başlıca görüldüğü yerlerdir.

Mediasten, hiler ve perihiler lenf bezleri, akciğer, karaciğer, dalak, deri, göz, falanks kemikleri ve parotis bezleri hastalığın en çok seçtiği organlardır. Sarkoidoz hemen her memlekette görülmüştür. Ancak Skandinavya, İngilterede ve Birleşik Amerika'da daha çok görülür. İnsidensi 5-10/100.000'dir.

Türkiye'de giderek artan bir sıklıkla izlenmekle beraber nadir bir hastalıktır. Kadınlarda erkeklerden ve zencilerde beyazlardan, 30-40 yaşlarında daha çoktur, ancak her yaşta görülebilir.

Sarcoidosis Etyoloji

Sarkoidoz hastalığının kesin bir nedeni belirlenmemiştir.
Bazı genetik, immünolojik sorunların hastalığın etyolojisinde etkileri giderek artan bir varsayımdır.
Sarkoidozun bazı ailelerde ve bölgelerde insidensinin daha çok olması bu varsayımı desteklemektedir.

Patoloji

Sarkoidoz yaklaşık % 90 vakada akciğer ve hilus lenf bezlerinde loka-lizedir. Diğer organlarda da yerleşir. Hastalığın histopatolojik özelliği kazei-fiye, nekroze olmayan iltihabi granülomatoz bir doku reaksiyonudur. Bazan az nitelikde kazeifıkasyon oluşabilir. Epiteloid hücre granüloması veya tüberkül niteliğinde olan dokuda Langhans dev hücreleri ve inklüzyon cisimcikleri bu­lunur. Sarkoidozda görülen epiteloid tüberküller bu hastalık için patognomonik değildir. Başka hastalıklarda örneğin tüberküloz, fiıngus hastalıklarında ve Hodgkin'de görülebilir.

Sarcoidosis Klinik belirtileri

Klinik belirtiler çok kez diğer organların lokalizasyonu ve genel belir­tilerle ilgilidir. Örneğin akut.dönemde vakaların yaklaşık % 30 unda eritema nodozum görülür. Halsizlik, iştahsızlık, zayıflama, yorgunluk ve sübfebril ateş gibi genel belirtiler çok kez sinsi niteliktedir. Bu belirtilerin tümü birlikte bu­lunmaz. Örneğin ateş vakaların % 50 sinde izlenir.

Akciğer belirtileri

Solunum sistemiyle ilgili klinik belirtiler özellikle akciğer parenkimasında inifiltrasyonunun oluşmasına bağlıdır. Kuru öksürük ve dispne gibi akciğer belirtileri vakaların % 25 inde görülür. Hemoptizi nadir­dir. Hastalığın erken dönemlerinde fizik incelemede bir belirti bulunmaz.

Hastalığın lokalizasyonu ve derecesine göre değişen sibilan, ronflan ve yaş railer duyulabilir.

LenfadenopatL Sarkoidoz hastalarının % 75 inde perifer lenfadenopati vardır. Lenfadenopati en çok hiler ve paratrakeal bölgede görülür. Bu adenopa-tiler çok kez bilateral ve simetriktir.

Göz lezyonlan. Karakteristik göz lezyonu üveitisdir. % 25 vakada görülür. Konjonktiva, sklera, retinada da lezyon olabilir.

Deri lezyonlan. Karakteristik olanı eritema nodozumdur, geçici nite­likte olup genellikle alt ekstremitelerde görülür. Bazı akut sarkoidoz vakaların­da eritema nodozum, ateş, artralji ve hiler lenfadenopati ile birlikte bulunur. Bacakların ön yüzlerinde gergin, parlak kırmızı nodüller tipik eritema nodo­zum lezyonudur, genellikle bilateraldir. Kol, baldır ve vücutta da bulunabilir.
Nodüller birdenbire belirirler, ancak yavaş iyileşirler. İyileşirken önce eritem gerginliği azalır, koyu ekimotik bir renk oluşur ve sonra hiç bir kompli-kasyon veya iz bırakmadan iyileşir.
Eritema nodozum sarkoidoz için özel bir deri lezyonu değildir. Tüber­küloz, kolagen hastalıklar, kolitis ülseroza, bakteri, virüs ve fungus infeksiyon-ları ve ilaca bağlı bir reaksiyonla da ilgili olabilir. Örneğin sulfonamid, iyot, bromür, tetrasiklin ve oral kontraseptifler eritema nodozum oluşturabilir.

Karaciğer ve dalak lezyonlan. Biyopsi ve otopside % 75 vakada karaciğer ve dalakda sarkoidoz lezyonu vardır. Ancak klinik inceleme ile böyle bir olasılık vakaların % 25 inde izlenir.

Kemik ve eklem lezyonlan. Özellikle ayak bilekleri ve dizler gibi büyük eklemlerde akut veya kronik nitelikte mono veya poliartiküler artritis belirtileri izlenir. Bu vakalarda sinovia membranının biyopsisi sarkoid granü-lomasım gösterir. El ve ayakların terminal falankslarında zımba deliği gibi kistik kemik lezyonlan sarkoidoz için tipik bir bulgudur, ancak bu lezyonlar vakaların % 5 inde görülür.

Tükrük bezleri lezyonlan. Vakaların % 5 inde parotis, sublingual ve submaksiler bezlerde asimptomatik büyüme husule gelir. Buna karşın kabaku­lak parotis büyümesi ağrılıdır.

Tükürük bezlerinin büyümesi, bazı vakalarda göz bezlerinin büyümesi, üveitis ve ateşle birlikte bulunur ki buna uveoparotid ateşi adı verilmektedir.

Böbrek ve kalpte sarkoidoz veya komplikasyonu izlenebilir.

Sinir sistemi lezyonlaru Değişik niteliktedir, en çok görüleni yüz felcidir. Tek yönlü veya bilateraldir, çok kez kendiliğinden iyileşir.

Radyolojik bulgular. Yaklaşık % 90 sarkoidoz vakasında intratorasik lezyon bulunduğundan radyolojik inceleme hastalık tanısında önemli bir yer alır. Sağ paratrakeal adenopati ile birlikte bulunan bilateral hiler adenopati sık izlenen bir bulgudur.

Sarkoidosis Laboratuar

Sarkoidoz hastalarının üçte ikisinde geç deri reaksiyonları, örneğin tüberkülin deri testi (PPD) negatiftir. Deri anerj isinin dolaşımda T lenfositlerinin azalmasıyla yakın ilgisi vardır.
Hastaların çoğunda sedimantasyon hızı artar. % 50 vakada serum elektroforezi gama ve beta fraksiyonu ile ilgili hiperglobülinemi görülür.

Kveim testi sarkoidoz vakalarının 2/3'nde pozitiftir. Bu test için insan sarkoidoz hastalarının dalak veya lenf bezleri doku süspansiyonu (antijen) deri içine enjekte edilir. 4-6 hafta sonra gelişen papülonodüler lezyonun incelen­mesinde nekroze olmayan granülomatoz dokunun görülmesi sarkoidoz teşhisi için pozitiftir. Ancak standart insan antijeninin güç bulunması ve sonuç için uzun süre beklenmesi nedeniyle Kveim testi giderek daha az oranda uygulan­maktadır.

Galium'un akciğer dokusunda tutulması ve angiotensin converting enzyme (ACE) testleri yardımcı testlerdir. Bu testler ve Kveim testi spesifik nitelikde değildir.

Akciğer fonksiyon testleri

Akciğer parenkimasında sarkoidoz infıltrasyonu arttıkça solunum fonksiyon anormallikleri artar. Bu anormallikler genellikle restriktif nitelik­tedir: vital kapasite, difuzyon kapasitesi ve komplians azalır. Hastalığın ileri dönemlerinde önce eforda daha sonra istirahatte hipoksemi oluşur. Difuzyon kapasitesi tedavi etkisini ve prognozu değerlendirmede önemli bir testtir.

Tanı

İki bulgu tanı için önemlidir: 1. Klinik ve radyolojik bulgulara uygun olarak kazeifıkasyonu olmayan granülomatoz lezyonlar. 2. Granülomatoz ilti­hap oluşan diğer hastalıkların bulunmaması.
Lenf bezlerinden direkt biyopsiyle veya bronkoskopi veya medias-tinoskopide elde edilen dokularda kazeifıkasyon olmayan granülomatoz doku­nun görülmesiyle sarkoidoz teşhis edilir. Bu biyopsiler negatifse karaciğer biyopsisi tanıya yardımcı olabilir.

Bronkoalveoler lavaj (BAL) da yüksek oranda lenfosit görülmesi hastalık tanısına uygun bir bulgudur.

Tedavi ve prognoz

Asemptomatik hastalarda tedavi gerekmez. Sarkoidozun spesiifık bir tedavisi yoktur. Ancak kortikosteroitlerin hastalık aktivitesini engelleyen ve azaltan bir etkisi vardır. Kortikosteroit tedavi endikasyonları: 1. Aktif göz lez-yonları, 2.İlerleyici akciğer lezyonları, 3. İnatçı hiperkalsemi veya hiperkal-siüri, 4. Santral sinir sistemi lezyonları ve ilgili fonksiyonel anormallikler, 5. Ateş, zayıflama gibi sistemik hastalık belirtileri, 6. Önemli kardiyovasküler anormallikler.

Tedaviye günlük 40-50 mg prednison ile başlanır. 2 hafta sonra ilaç her 2 günde 5 mg azaltılarak 30 mg/gün tedaviye 2 hafta devam edilir. Ve bundan sonra aynı şekilde azaltılarak 10-20 mg/gün prednison idame dozu uygulanır. Prednison tedavisiyle klinik belirtiler 1-2 haftada düzelir. Hastalığın gerilemesi birkaç ay sonra olur. Kortikosteroid tedavisine en az 6 ay devam etmelidir. İlacın dozu ve süresi akciğer radyografîsindeki düzelme, solunum fonksiyonları ve sistemik belirtilere göre ayarlanır. Bazı vakalarda iyileşme 12-18 ayda oluşur, bazı vakalarda daha uzun sürer. Bazı vakalarda gün aşırı idame dozu ile iyi sonuç alınabilir.

Sjogren Sendromu Nedir

Sjögren Sendromu Nedir

Romatoid artritis'in bir çeşidi sayılabilecek kolagen bir hastalık olan Sjögren sendromunda başlıca 3 anormallik oluşur : 1. Keratokonjonktivitis, göz yaşı bezlerindeki lezyonlarla ilgilidir, 2. Xerostomia (ağız kuruluğu), tükürük bezlerinde oluşan anormallikle ilgilidir, 3. Romotoid artritis. Hastalık bu 3 belirtiden ikisinin bulunmasıyla teşhis edilir. Nadir bir hastalıktır, kadın­larda daha çok görülür.
Sjögren sendromu skleroderma, polimyositis, lupus eritematosis veya poliarteritis nodosa hastalıkları ile birlikte bulunabilir.

Sjogren Hastalığı

Tükrük bezlerindeki anormallikler nedeniyle hastalarda çiğneme ve yutma güçlükleri, diş çürükleri, gingivitis, ağız mukozasında ülserasyonlar husule gelir. Ağız kuruluğu yukarı solunum yollan, larenks, trakea ve bronş­larda infeksiyonlara sebep olur.

Kanda romatoid faktör, antinükleer faktör artmıştır. Hastaların yaklaşık üçte birinin akciğer radyografisinde kolagen hastalıklarda görülen retikülo-nodüler bir anormallik vardır.
Tedavisi semptomatiktir. Ciddi ve yaşamı tehdit eden vakalarda kortikosteroit kullanılır. Hastalık ilerleyici niteliktedir. Ölüm genellikle pnömoni komplikasyonu ile ilgilidir.

Polimyositis ve Dermatomyositis

Polimyositis ve Dermatomyositis

Bu kas hastalıkları bağışıklık düzensizliğiyle ilgilidir.Polimyositis ve dermatomyositis çizgili kaslarda yaygın ve simetrik dejeneresansa, özellikle proksimal kaslarda zayıflama ve atrofıye sebep olur.
Polimyositis nadir bir hastalıktır. Kadınlarda erkeklerden fazladır. Bazı vakalarda sistemik lupus eritematosis, romatoid artritis veya skleroder-maya yakın benzerlik vardır.

Histopatoloji idyopatik interstisiyel pulmoner fıbrosis'in aynıdır. Yumuşak dokularda yaygın kalsifikasyon izlenir. Bundan başka özellikle has­talığın erken döneminde pulmoner arteriolitis ve alveol hücrelerinde deskuamasyon husule gelir.

Polymyositis, En çok izlenen klinik belirti giderek artan dispne ve öksürüktür. Yaklaşık % 40 hastada akciğer hastalığı deri ve kas belirtilerinden önce görülür.
Proksimal kaslarda zayıflama gelişir. Kas anormallikleri bir bağ dokusu hastalığı niteliğindedir, myastenia gravis ve diğer myopatilere benzer.

Akciğer radyografisi yaygın interstisyel fıbrosis, yaygın retiküler veya retikülonodüler anormallik gösterir ki skleroderma veya idyopatik interstisiyel pulmoner fıbrosis'e benzer.
Kortikosteroid, hastaların % 50 sinde etkili olabilir.

Skleroderma Hastaligi Nedir

Skleroderma Hastalığı Nedir (Sistemik Sklerosis)

Sekleroderma kolagen bir hastalıktır, organlarda atrofı ve skleroza sebep olur. Deri, gastrointestinal sistem, özellikle özofagus, akciğer, bundan başka kas, kemik, kalp, böbrek ve diğer organlarda sistemik yayılma vardır. Orta yaşlarda daha sıktır, kadınlarda erkeklerden fazladır.

Skleroderma hastalığının sistemik lupus eritematosis, romatoid akciğer ve Sjöğren sendromu gibi hastalıklarla benzer yönleri vardır. Nadir bir hasta­lıktır, insidensi 3/100.000 den azdır. Nedeni bilinmeyen bağışıklık düzensizliği ile ilgilidir. Histopatolojik incelemede vakaların % 90 ında akciğerde fıbröz değişim vardır. Ancak tüm vakaların %25 inde radyografi anormallikleri ve % 15 inde klinik belirtiler izlenir.

Patoloji

Erken dönemde bağ dokusunda ödem ve hücre infıltrasyonu vardır. Hastalık ilerledikçe fıbröz bir reaksiyon gelişir. Daha ileri dönemlerde atrofı oluşur. Akciğerlerde yaygın interstisiyel fıbrosis, alveol, arter ve ven duvarla­rında kalınlaşma husule gelir. Daha ileri dönemlerde akciğer parenkiması bağ dokusu ile istila edilmiş durumdadır, damarlarda daralma ve tıkanmalar gelişir. Bu değişiklikler idyopatik pulmoner interstisiyel fıbrosis de izlenenin aynıdır. Skleroderma'nın diğer organlarda da morfolojik anormalliklere sebep olması idyopatik interstisiyel fibrosis'den ayrılmasını sağlar.

Skleroderma Akciğer Klinik belirtileri

Klinik tanı akciğer dışı organlarda özellikle deride oluşan anormallirlerle belirlenir. Deri kalınlaşmış, esnekliği kaybolmuştur, özellikle yüzde ve ekstremitelerde bal mumu bir görünüm vardır, deri rengi çok kez tunç gibi olur. Hastaların çoğunda Raynaud sendromu vardır, çok kez deri lezyonlarından önce görülür. Raynaud sendromu soğuk, heyecan ve sigara gibi etkenlerle özellikle parmaklarda küçük damarların spasmıdır. Raynaud send­romunda bu etkenlerle parmaklarda iskemiyle ilgili syanotik, mor bir görünüm oluşur. Etkenler ortadan kalkınca parmakların rengi düzelir.

Özofagusta dilatasyon ve peristaltik hareketlerinde azalma nedeniyle yutma güçlüğü ve dispepsiler oluşur. Duodenum ve kolonlarda gelişen lez-yonlar ileus, divertikül, konstipasyon veya diare gibi belirtilere sebep olur.

Skleroderma hastalığında akciğer semptomları diğer organlarda olduğu kadar belirli değildir. Hafif bir öksürük, balgam ve ilerleyici bir dispne vardır. Bazı vakalarda akciğer radyografisi belirli bir değişiklik göstermediği halde hastada dispne başlamıştır.

Radyolojik bulgular

Hastalığın dönemine göre değişmek üzere akciğer radyografisinde interstisiyel fıbrosis, retiküler veya retikülonodüler değişiklik görülür. İdyo-patik interstisiel fibrosisde olduğu gibi hastalığın erken döneminde ince reti­küler görünüm alt loblarda lokalize olmuştur, üst loblar normaldir. îleri dö­nemde retiküler ve fıbröz infiltrasyon daha yaygınlaşır ve akciğer hacminin giderek azaldığı görülür. Retiküler ve fıbröz infiltrasyonlar arasında nodüler ve kistik bir değişim husule gelir. Kistler daha çok akciğer periferinde lokalizedir ve çapları genellikle 1 sm den küçüktür. Diğer kolagen hastalıklara karşın sklerodermada plörit ve plevrada sıvı seyrek izlenir.

Özofagus peristaltik hareketlerinin azalması sonucu dilatasyon ve yutma güçlükleri husule gelir. Bazı vakalarda akciğer radyografisinde içindeki hava kontrastı ile özofagusun genişlediği görülebilir (hava özofagogram'ı). Özofagus genişlemesi baryumla çekilen fılimlerde daha iyi görülür.
Vakaların % 25 inde falanj eklemlerinde romatoid artritis'deki gibi değişiklikler izlenir.

Akciğer fonksiyon testleri ve laboratuvar bulguları

Skleroderma'da restriktif fonksiyon anormallikleri ve özellikle difuzyon kapasitede azalma vardır. Kompliyans azalır. Önce eforda, hastalık ilerleyince istirahatda hipoksemi gelişir. Bazı vakalarda solunum fonksiyon anormallikleri özellikle difuzyon azalması radyografi bulgularından önce izlenir.
Bazı vakalarda LE hücresi, bazı vakalarda latex testi pozitifdir. Protein elektroforezinde gama globülin'in artar.

Skleroderma Tedavisi

Bazı akciğer skleroderma hastalıklarında kortikosteroit tedavisinde başarılı sonuç alınmıştır. İlacın dozu ve süresi diğer kolagen hastalıklarda olduğu gibidir. Eklem belirtilerinde salisilat, Raynaud gibi vasküler olaylarda reserpin bazı vakalarda iyi sonuç vermiştir.

Romatoid Artrit Akciger Hastaligi

Romatoid Akciğer Hastalığı

Yaygın interstisiyel pulmoner fıbrosis vakalarının yaklaşık %20 sinin nedeni romatoid artritisdir. Hastalığın ilk döneminde spesifik olmayan interstisiyel bir pnömoni vardır. Hastalık ilerledikçe fıbroz doku artar "bal peteği akciğer", bronşektazi görünümü gelişir. Vakaların çoğunda santral nek­rozu olan ince bir granuloma "romatoid granuloma" gelişir. Efor dispnesi en çok görülen klinik belirtidir. Bazı hastalarda tambur şeklinde parmak defor-mite ve osteoartropati izlenir. Bazı vakalarda LE hücresi görülür.

Romatoid Artrit Akciğer Tutulması

Radyografide hastalığın subakut döneminde nodüler lezyonlar izlenir. Nodüller ufaksa görünüm miiyer tüberküloza, nodüller daha büyükse sar-koidoz veya pnömokonyoza benzer. Kronik dönemde retiküler ve " bal peteği" değişiklik görülür. Bazı vakalarda akciğer infiltrasyonu plörezi ile birlikte bulunur.

Plöritis veya plevra sıvısı romatoid artritis'in sık görülen toraks komplikasyonlarıdır. Eksüdatif plevra sıvısı açık sarı veya sarımtırak yeşil renktedir. Sıvıda glükoz belirli bir şekilde azalmıştır, %25 mg hatta daha az olabilir. Klorür normaldir (tüberküloz plevra sıvısında hem glükoz hem de klorür azalır). Romatoid artritisin plevra sıvısında lökositler, özellikle lenfositler, laktik dehidrogenez (LDH) ve romatoid faktör artar. Bazı vakalarda kanda romatoid faktör artmadığı halde plevra sıvısında artabilir. Romatoid plevra sıvıları çok kez klinik belirti yapmayacak kadar azdır.

Romatoid akciğer nodülleri nadirdir, genellikle romatoid artritis ve deri altı nodülleri ile birlikte bulunurlar. Patolojik özellikleri de deri altı nodülleri gibidir. Nodüllerin ortasında fıbrinoid bir nekroz ve nekrozun çevresinde yoğun bir granülasyon dokusu vardır. Romatoid akciğer nodülü olan hastalarda genellikle klinik belirti yoktur. Ancak bu nodüller çok büyüdükleri ve enfekte oldukları zaman klinik belirtiler gelişebilir. Bazı vakalarda öksürük ve hemoptizi olabilir. Sedimantasyon genellikle artmıştır ve anemi vardır. Radyografide akciğer periferinde, 3-7 mm çapında, sübplöral, çevresi iyice belirlenmiş tek veya mültipl nodul izlenir. Nodüllerde kavernleşme sık görülür. Kavernin duvarı kalın, iç sınırı homojendir. Akciğer nodülleri kaybolur veya büyürler, bazan plevra sıvısı veya pnömotoraks ile birlikte bulunur.

Romatoid pnömokonyosis (Caplan sendromu) hastalığı maden işçilerinde görülür. Bu hastaların akciğerlerinde 0.5-5 sm çapında yuvarlak gölgeler (nodüller) ve pnömokonyosis fibrosis'i vardır. Nodüller genellikle mültipldir, birdenbire meydana çıkarlar ve hızla büyürler. Akciğer romatoid nodüllerinin ortasında bir nekroz, nekrozun çevresinde makrofaj ve pölimorf çekirdekli lökositlerin oluşturduğu bir granülasyon dokusu vardır. Nekrozun çevresinde makrofajların içinde maden tozlarının birikmesiyle koyu bir halka husule gelir ki diğer romatoid nodüllerden ayrılmasını sağlar. Radyografide bu nodüllerin diğer romatoid nodüllerinden ayrılığı yoktur. Bazı vakalarda bu lezyonlar kaybolur.

Pulmoner arteritis romatoid akciğer hastalıklarında sık izlenen bir anormalliktir. Hastalığın ilerlemesiyle arterler giderek daralır, pulmoner hipertansiyon ve daha sonra kor pulmonale gelişir.

Romatoid akciğer hastaları salisilat ve kortikosteroid'le tedavi edilir. Romatoid nodul ve Çaplan sendromunda kortikosteroid daha etkili olmaktadır.

Diger Akciger Hastaliklari Anasayfa

Romatoid Akciğer Hastalığı

Skleroderma Hastalığı

Polimyositis ve Dermatomyositis

Sjögren Sendromu

Sarkoidosis

Loeffler Sendromu

Wegener Granulomatosis

Oksijen Toksisitesi

Yağ Embolisi

Silikosis Hastalığı

Asbestosis

Bisinosis

Radyasyon Pnömonitisi

Panik Atak Degerlendirme Olcekleri

Panik Atak Değerlendirme Ölçekleri

Durumluk ve sürekli kaygının sözcüklerle anlatımını ve bu anlatıma dayanarak kaygı düzeyini ölçmek için bulunan dereceli ölçeklerin en önemlisi günümüzde de kullanılanı. Spielberger ve arkadaşları 1970'te, durum­luk ve sürekli kaygı düzeyini ölçmek, ayrı ayrı saptamak amacıyla, kendi kendini değerlendirmeye yarayan iki de­receli ölçek geliştirmişlerdir. Bu dereceli ölçekler durum­luk ve sürekli kaygı durumunu belirtmeye yarayan 20'şer sorudan oluşur.

Aşağıda Spielberger, Gorsuck, Lushene tarafından İn­gilizce olarak geliştirilen ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikoloji Bölümü'nde Öner ve LeCompte tara­fından Türkçeye uyarlanan, benim de birçok araştırma­da kullandığım insanın kendi durumluk ve sürekli kaygı düzeyini ölçmeye yarayan iki dereceli ölçek verilmiştir.

Kaygı düzeyinizi ölçebilirsiniz

Spielberger, Gorsuck, Lushene tarafından geliştirilen durumluk kaygı ölçeğinin bazı maddeleri şöyle:

1. "Şu anda sakinim."
2. "Kendimi emniyette hissediyorum."
3. "Şu anda sinirlerim gergin."
4. "Pişmanlık duygusu içindeyim."
5. "Şu anda huzur içindeyim."
6. "Başıma geleceklerden endişe ediyorum."
7. "Şu anda hiç keyfim yok."
8. "Şu anda kaygılıyım."
9. "Kendimi rahatlamış hissediyorum."
10. "Kendime güvenim var."
11. "Şu anda halimden memnunum."
12. "Çok sinirliyim."

Birçok soru soruluyor ve bunlara "hiç", "biraz", "çok" ve "tamamen" diye biten cevaplar veriliyor. Eğer bu soruların 5 ya da 6'sına olumlu cevap veriyorsanız kaygılı olduğunuzu düşünebilirsiniz.
Sürekli kaygı ölçeği de belirli soruları içeriyor:

1. "Genellikle keyfim yerindedir."
2. "Genellikle çabuk yorulurum."
3. "Başkaları kadar mutlu olmak isterim."
4. "Genellikle sakin, kendime hakim ve soğukkanlı­yım."
5. "Güçlüklerin yenemeyeceğim kadar biriktiğini hissederim."
6. "Genellikle hayatımdan memnunum."
7. "Olur olmaz düşünceler beni huzursuz eder."
8. "Genellikle kendimi emniyette hissederim."
Bu sorulara "hemen hiçbir zaman", "bazen", "çoğu zaman", "her zaman" gibi cevaplar vererek kaygı duru­mu ortaya konuluyor ve olumsuz cevaplarınız çoğunluk­taysa sürekli kaygınız yüksek olarak görülüyor.

Aşağıdaki basit testte ise insanların kaygılı ya da endişe­li zamanlarda yaşadıkları bazı belirtiler verilmiştir ve soru­ların cevapları "hiç", "hafif", "orta", "ciddi" olarak belir­tilmiştir.

1. Bedeninizin herhangi bir yerinde uyuşma ya da karıncalanma.
2. Sıcak/ateş basmaları.
3. Bacaklarda halsizlik, titreme.
4. Gevşeyememe.
5. Çok kötü şeyler olacak korkusu.
6. Baş dönmesi veya sersemlik.
7. Kalp çarpıntısı.
8. Dengeyi kaybetme korkusu.
9. Dehşete kapılma.
10. Sinirlilik.
11. Boğuluyormuş gibi olma duygusu.
12. Ellerde titreme.
13. Titreklik.
14. Kontrolü kaybetme korkusu.
15. Nefes almada güçlük.
16. Ölüm korkusu.
17. Korkuya kapılma.
18. Midede hazımsızlık ya da rahatsızlık duygusu.
19. Baygınlık.
20. Yüzün kızarması.
21. Terleme (sıcaklığa bağlı olmayan).
Hiç:l Hafif: 2 Orta: 3 Ciddi: 4

Burada testi değerlendirirken eğer puanlarınız 40'ın altındaysa kaygınız düşük, yüksekse kaygılı bir insansınız demektir.

Hamilton anksiyete değerlendirme ölçeği

1. Anksiyeteli mizaç: Endişeler, kötü bir şey olacağı beklentisi, korkulu bekleyiş.
2. Gerilim: Gerilim duyguları, bitkinlik, irkilme tep­kileri, kolayca ağlamaya başlama, ürperme, yerin­de duramama, gevşeyememe.
3. Korkular: Karanlıktan, yabancılardan, yalnız bıra­kılmaktan, hayvanlardan, trafikten ve kalabalık­tan korkmak.
4. Uykusuzluk: Uykuya dalmada güçlük, bölünmüş uyku, doyurucu olmayan uyku, uyanıldığında bit­kinlik, düşler, karabasanlar, gece korkuları.
5. Entelektüel konsantrasyon güçlüğü, bellek zayıflığı.
6. Depresif mizaç: İlgi yitimi, hobilerden zevk alama­ma, depresyon, erken uyanma, gün içinde dalga­lanmalar.
7. Somatik durum: Ağrılar, seğirmeler, kas gerginliği, diş gıcırdatma, titrek konuşma, kulak çınlaması, görme bulanıklığı, sıcak ve soğuk basmalar.
8. Kardiyovasküler semptomlar: Taşikardi, çarpıntı, göğüste ağrı, damarların titreşmesi, baygınlık duy­gusu, ekstrasistollar (ek atım).
9. Solunum semptomları: Göğüste baskı ve sıkışma, boğulma duygusu, iç çekme, dispne (solunum güçlüğü).
10. Gastrointestinal semptomlar: Yutma güçlüğü, ba­ğırsaklarda gaz oluşumu, karın ağrısı, ishal, kilo kaybı, karında dolgunluk hissi.
11. Genitoüriner semptomlar: Sık işeme, erken boşal­ma, libido kaybı, empotans (iktidarsızlık).
12. Otonomik semptomlar: Ağız kuruluğu, yüz kızar­ması, solgunluk, terleme, baş dönmesi, gerilim baş ağrısı, saçların diken diken olması.

Panik Atak Hastalari ve Yorumlari

Panik Atak Öyküleri, Panik Atak Hastaları

Hastalarınızdan örnek verebilir misiniz, nasıl bir tab­loyla geliyorlar?

Sunay adlı bir hastam vardı örneğin, rahatsızlığının başlangıcı 14 yıl öncesine dayanıyordu. Korku nöbetleriy-le başlamıştı ve diğer yaşadıkları da doğal olarak bunu ta­kip etmişti. Sorunu şiddetli ölüm korkusu, ağlama nöbet­leri, hayattan hiçbir şekilde zevk alamama gibi belli başlı şikayetlerdi.
Size kendi sorunuyla ilgili ilk anlattıkları nelerdi? Çok ilginç, çünkü önce korkularını tanımlamış ve çok şiddetli baş dönmeleri, titremeler, çarpıntılar, uyuşmalar ve daha bir sürü şey olduğunu söylemişti ve bu sorunlarla hastanelerin acil servislerine başvurduğunu anlatmıştı. Ta­bii ki sorunu kalp krizi ya da benzeri bir durum sandığı için acil servislere gidiyor, ama çözüm anlamında hiçbir şey bulunamıyordu. Neyse bana geldiler. Ailesi gözyaşı döküyordu, çünkü hastalığının adı tam konulamamıştı ve bu durum onları çok üzüyordu. Ben ailesine ve Sunay'a yaşadığı sorunun panik atak olduğunu ve terapi ve ilaç te­davisiyle bu sorunu aşabileceğini söyledim. Öncelikle panik atağın ayrıntılarını anlattım tabii ki. Biraz olsun rahat­lıyordu Sunay, çünkü hastalığı tanımak, belirtilerini bil­mek önemliydi.

Zaman içinde nasıl bir gelişim izledi?

Ona önce ev ödevleri verdim. Korkusunun gelmeye başladığı anı iyi tanımasını ve atakla savaşmasının kendi­sine çok önemli adımlar attırabileceğine onu inandırdım. Gerçekten de sorunu tanıdıkça atağın ne zaman geldiğini de fark etmeye başladı. Şu anda artık hastalığı tanıyor ve onunla mücadele ediyor. Artık ilacı da kestik. Sadece dav­ranış terapimiz sürüyor. Terapilerin sıklığı da azalıyor.
1999 depremi dönüm noktası oldu

Panik Atak Hastası

Deprem gibi travmatik olaylar da panik atağı başlata­biliyor mu?
Evet. Örneğin 23 yaşındaki bir hastam 17 Ağustos depreminin hemen ardından bu sorunla tanışmıştı. Bana geldiğinde, aslında ne olduğunu çok anlamasa bile içinde­ki sıkıntının giderek büyüdüğünü hissediyordu. Yine ken­di tanımına göre, henüz 23 yaşında olmasına rağmen tıpkı menopozlu kadınlar gibi davranıyordu.

Nasıl mesela?

Vücudunu aniden sıcak basıyor, aşırı terliyordu. Eski­den arkadaşlarıyla gittiği ve keyif aldığı ortamlar ne yazık ki onu boğuyordu.

Bu hastanız size gelmeye nasıl karar vermiş?

Bir gün tenha yollardan geçmeye korktuğunu anlamış. Bana olayı şöyle anlatmıştı: "Ama çok geçti. Kaldırımda kalakaldım. Kıpırdamaya bile cesaretim yoktu. Yanımdan geçen insanlar anlamasın diye çantamı karıştırıyordum, son yarım saattir çantamı karıştırmama rağmen orada öy­lece durduğumu fark ettiğimde iyice paniğe kapıldım. O sırada cep telefonum çaldı. Arayan annemdi. Nöbetin he­men öncesinde konuştuğumuz ve o sırada eve çok yakın olduğumu söylediğim için beni bekliyordu, ama nafile. Ağlayarak durumu anlattım ve nerede olduğumu söyleye-bildim. Bana asırlar gibi gelen beş dakika içinde yanıma geldi. Sarıldı. Ne olduğunu belki biraz anlamıştı, o neden­le sakin duruyordu, ama gözlerindeki sıkıntılı ifadeyi gör­müştüm. Üzgündü. Boğulacak gibi hissettiğim için, 'Dok­tora gitmek istiyorum' diye haykırdım adeta. Her türlü araştırma yapıldı. Sonuç belliydi. Organik bir sorunum yoktu. Psikiyatra götürülmem önerildi ve size geldim."

Size geldikten sonra bu bastanız nasıl bir seyir izledi? Genç bir insandı. Deprem, kayıp gibi travmatik olayla­rın nelere mal olabileceğini çok iyi biliyor ve anlıyordu. Ama travma sonrası psikolojik destek çok önemliydi. Onunla, depremin olumsuz izlerini silebilecek bir terapiye başladık. Aslında hayat dolu bir insan olduğu için olum­suzlukların üzerini olumlu düşüncelerle kapatabilmeye yatkındı. Yaşam enerjisi daha ağır basıyordu. Korkusuyla yüzleşmeyi ve onu kabullenmeyi öğrendi zaman içinde. İlaç tedavisine ihtiyacı yoktu. Terapiyi sürdürdük.

Kemal ve panik atağı, Panik Atak Hastalarına Nasıl Davranılmalı

Başka bir örnek verebilir misiniz? 2001 yılının yazıydı. Hasta bana geldiğinde henüz 8 aylık evliydi. Düşünsenize çok yeni bir evlilikti onlarınki. Ama yine onun anlattığına göre karısıyla neredeyse her gün kavga ediyor ve her konuda tartışıyorlardı. İlişkilerindeki durumu şöyle anlatmıştı: "Neredeyse birbirimizi gör­düğümüz her dakika kavga ediyoruz. Apartmanın girişin­den geçen bir arkadaşım bizim kavga ederken çıkardığı­mız sesleri duyup, utandığını anlatmıştı bir keresinde. Çok pasif ve ilgisiz bulduğum karımdan ayrılmaya henüz üç aylık evliyken karar vermiştim, ama uygulamaya zorlanı­yorum. Onu kırmaktan korkuyorum. Hem de çok korku­yorum. Müthiş bir vicdan azabı duyuyorum ona karşı. Keşke kendisi ayrılmayı istese diyorum, ama olmuyor."

Peki, ilk atak ne zaman ve nasıl gelmiş?
Yine böyle akşamlardan birinde,, çok yakın arkadaşları onlara misafir olmuş. Yemek hazırlamışlar birlikte, keyifli de bir sohbet başlamış aralarında. Yemekler yenmiş, içki­ler alınmış, işte ne olduysa ondan sonra olmuş ve ne oldu­ğunu anlamadan yine tartışmaya başlamışlar eşiyle. Ve üs­telik bu defa arkadaşlarının orada olduğunu hiç düşünme­den, belki önemsemeden.

O anda mı başlamış sıkıntısı?

Hayır, ama sanırım o gece ayrılık kararını uygulamaya karar vermiş. Bu durumu bana anlatırken bile tekrar o ge­cenin sıkıntılı atmosferine dönmüştü: "O gece ayrılmak is­tediğimi bana bir asır gibi gelen birkaç saat süren bir ko­nuşmayla açıkladım. Arzu karşımda ağlıyordu. 'Hayır, ay­rılmak istemiyorum' diyordu ama nafile, dönüşüm yoktu. 'Bitti' dedim, 'kesinlikle bitti'. Herkes bir şey söylüyor, kendince yorum yapıyordu. Ayağa kalktım, çünkü nefes alma ihtiyacı duyuyordum. Sonra boğazımın sıkıştığını hissettim. Bir mengeneyle boğazımı sıkıyorlardı. Gözüm karardı. Evet, kesinlikle ölüyordum. Yığıldım oraya öyle­ce. Beni kaldırıp kanepeye yatırmışlar, birazdan ayıldım. Büyük bir panikle, 'Beni doktora götürün, çok sıkıldım' diyebildim. Bir yandan da ölümü düşünüyordum. Arka­daşlarımın ve eşimin mezarımın başına geldiklerini ve ölüm anımı hayal ediyordum ve bu beni daha da korkutu­yordu. Beni en yakın hastaneye götürdüler. Sabaha kadar acilde kaldım. Epeyce bir para ödedim. Sonunda, 'Sizin bir sorununuz yok. Acaba başka bir doktora daha mı gö-rünseniz' dediler gülümseyerek." İşte ondan sonra bana geldi ve tüm öyküsünü anlattı.
Nasıl bir tedavi yolu izlediniz bu hastanız için? Onun sorunu kendine aşırı yüklenişiydi. Mükemmeli­yetçi yapısı, hayatı ona zorlaştırıyordu. Karısı dağınık, kendisine karşı ilgisiz ve pasif bir kadındı. Bunları ona söyleyemeyip içine attıkça başka konularda tartışmalar çı­kıyor, bu da onu iyice geriyordu. İç sıkıntısı giderek artmış ve sonuçta panik atağa dönüşmüştü. Terapiye başladık. Neleri isteyip, neleri istemediği konusunda rahatlıkla ko-nuşabilmesi gerektiğini kabullendi önce. Bu onu çok ra­hatlattı. Eşiyle ayrılmaya karar verdiler, ama kriz çıkmadı aralarında. Şimdi daha mutlu bir adam o.

Anadolu'dan Avrupa yakasına geçemeyen tekstilci


panik atak yaşayan bir tekstilciden söz etmiştiniz. Ha­ni istanbul'da Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçe­meyen bir hastanızdan. Onun durumu tam olarak nasıldı? Ekonomik durumu çok iyi olan bir tekstilciydi. Ve Anadolu yakasında oturuyordu. Hem fabrikası hem de mağazası Avrupa yakasında bulunuyordu. Yani işine gide­bilmek için Avrupa yakasına geçmesi gerekiyordu. Çünkü o yıllarda İstanbul'da henüz iki yakayı birbirine bağlayan köprü inşa edilmemişti. Ve o ne yazık ki, vapura binemi-yordu. Yaşadığı sıkıntıdan bıkmıştı.

Ve sanırım bu tabloyla size geldi?

O gelemedi. Ben bir dost meclisinde onunla tanıştım ve sıkıntısını yıllar sonra öğrendim. Köprü yapıldıktan sonra tabii ki, geçmiş karşıdan karşıya. Bir gün benimle konu­şurken bu sıkıntılarından bahsediyordu ki ona, "Niye geç­miyordun ki, senin yaşamın boyunca İstanbul'da vapur battı mı" diye sorduk. Tekstilcinin bana verdiği yanıt il­ginçti. "Bir kere batsa rahat edecektim, çünkü batmadıkça olasılılık artıyordu."

Panik Atak Hastalarının Yorumları

Pınar'ın kayıp acısı

Kayıpların da, verdiği iç sıkıntısının da zamanla panik atağa dönüşebildiğim söylüyorsunuz. Böyle bir hastanızın öyküsünü anlatır mısınız?

Çok çarpıcı bir örnek var bu konuda. Pınar bana geldi­ğinde 26 yaşındaydı. Yani sorunu bir hayli ilerlemişti. Çün­kü hastalığının başlangıcı annesini kaybettiği zamana daya­nıyordu ve annesini kaybettiğinde tam 22 yaşındaydı. Mes­leğinde yavaş yavaş yukarılara doğru tırmandığını hissedi­yordu. Aslında kendini yaşıtlarına göre oldukça şanslı gö­rüyordu. Çünkü üniversiteyi bitirir bitirmez bu işe girmiş ve orada kabul görmüştü. Yöneticileri ve iş arkadaşları onu çok seviyordu. Hatta o ay ilk defa maaşına zam yapılmıştı. Çok mutluydular annesiyle birlikte. Çünkü babası üç yıl önce onlardan ayrı yaşamayı seçmişti ve o annesine bakma­ya yemin etmişti. En iyi arkadaşı, sırdaşı da annesiydi.
Ne olduysa annesinin safrakesesinin rahatsızlanmasın­dan sonra oldu. Bir doktora gidildi, tahliller yapıldı ve ameliyata karar verildi. Ancak annesi bazen hafif ağrıları olduğunu, yürürken tıkandığını söyledi doktora. İşte o za­man başka tahliller istendi ve bunların sonucunda kalp ameliyatının acil olduğuna karar verildi. Ameliyat sabahı ikisi birlikte yola çıktılar. Ne yazık ki, şans onlardan yana değildi. Pınar annesini kaybetmişti o gün. Bir daha hiç mutlu olamayacağını düşünüyordu ve eski neşesinden eser bile kalmamıştı.

Buraya kadar tipik bir kayıp acısı gibi duruyor değil mi? Panikler nasıl başlamış, nasıl fark etmiş? Bütün bunları tekrar tekrar gözden geçirdiği günlerin herhangi birinde kalbi her zamankinden hızlı çarpmaya başlamış. Ama anlattığı tablo tam bir panik ataktı, çünkü şöyle tanımlıyordu: "İnanılmaz bir hızdı ve o bu hıza yeti-şemiyordu. Sanki yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu ye soğuk terler dökmeye başlamıştım." O anda kesinlikle emindi ki, kalp krizi geçiriyordu.
Bu olayların başladığı günlerde ve devamında çok fazla doktora gitmiş. Tahliller yapılmış, kalp krizi olup olmadı­ğı araştırılmış sonra da hiçbirinin olmadığına karar verile­rek Pınar sorunlarıyla baş başa bırakılmış. Sonunda yine böyle hastane hastane dolaştığı bir günün sonunda bir doktor ona psikiyatra gitmesi gerektiğini anlatıyor. Çünkü o yaşadığı sıkıntıların sonunda panik bozukluğu sorunu yaşayan biriydi artık ve tedavi edilmesi gerekiyordu. Bun­ları bilerek geldi bana. Ve onunla bu travma ve kayıp acısı üzerine iki yıl çalıştık.

Güner'in panik atağı

Bir de panik atağı orta yaşlarda başlayan bir hastanız vardı değil mi?
Evet. Çok tipik bir panik atak vakasıydı. Güner, panik atakla karşılaştığında aslında hiç de genç bir kadın değildi. 40'lı yaşlarının başındaydı. Kızını yeni evlendirmişti ve kı­zının evliliğinden dolayı biraz da mutsuzdu. Hoş, eşiyle de mutsuz bir evlilik sürdürüyordu, ama kızı için daha da çok üzülüyordu.

Peki, bu hastanızın panik atak geçirmesini gerektirecek nasıl bir aile öyküsü vardı ya da var mıydı?
Bir zamanlar lodos varken vapura binmek zorunda kalmış, ama bu korkusu zaman içinde geçmiş. Konuşur­ken satır arasında bunu söylemişti. Ancak bana atağın gel­diği günü şöyle anlatmıştı: "O gün kızım ve damadımla, Avrupa yakasından Anadolu yakasına geçmemiz gereki­yordu. Sirkeci'den vapura bindik. Yolculuk sadece ve sa­dece 20 dakika sürecekti. Çünkü gideceğimiz yer Kadı­köy'dü. Vapur henüz kalkmadan evvel biraz dalga olduğu seziliyordu, ama sesimi çıkarmadım. Nihayet yolculuğu­muz başladı. Bu arada vapur hafif hafif sallanıyordu. Da­madım kızıma ve bana birer de çay söyledi. Çaylar geldi, içmeye başladık. Fakat ben hem içiyordum hem de etrafı kolaçan ediyordum. Tedirginliğim bir türlü geçmek bilmi­yordu. Biraz sonra dalgaların boyu yükselmeye başladı. Vapur epeyce kuvvetli bir biçimde sallanıyordu, ama kim­se sesini çıkarmıyordu. Kendime hakim olmaya çalışıyor, ama olamıyordum. Mümkün değildi. 'Ben inmek istiyo­rum' dedim kızıma ve damadıma. Tabii ki aynı anda bu­nun mantıksız olduğunu, inemeyeceğimi de anladım. Bu­nu anladıktan sonra kalbim delicesine çarpmaya başladı. Ağlamak istemiyordum, ama ağlıyordum işte."

Bu noktada kızının yanında olması ona güç vermemiş midir, panik atak hastaları böyle anlarda yanındakiler in ona destek olabileceğini de mi unutur?

Evet, çünkü anlattığına göre, o anda kızı ona sarılıp, "Lütfen anne sıkma kendini, sorun yok, sen deniz yolculu­ğunu severdin" diyormuş, ama sözünü dinletemiyormuş. Çünkü Güner artık hakimiyetini kaybedip bağırıyormuş. Kalp krizi geçirdiğini düşünüyormuş bir yandan da, ama en önemlisi bu vapurdan inmekmiş. Dolayısıyla vapur yavaş yavaş iskeleye yanaşırken o da birdenbire geçirdiği pa­nik nöbetinin durulduğunu fark etmiş.

Ama sanırım bu korkunun geçişi onu rahatlatmamış-tır...
Aynen öyle. Ne yaşamıştı böyle? Neden böyle hisset­mişti? Ve daha da kötüsü biliyordu ki, kesinlikle bir daha vapura binemeyecekti. Yani aynı gün nasıl geri dönecekti, onlara, "Vapura binmem, karayoluyla gidelim" nasıl diye­cekti?

Birlikte gittikleri evde huzursuz görünmemeye çalışmış, ama kafasının içi bunlarla dolu olarak ve sıkıntısı iyice ar­tarak orada oturmuş. Nihayet dönüş saati gelip iskeleye kadar yürüdükten sonra, birden damadına dönüp, "Siz na­sıl giderseniz gidin, ama benim bu vapura binmeme olanak yok" demiş kesin bir şekilde. Binmemiş de. Sonraki günler­de bu nöbeti neden yaşadığını düşünüp dururken ve nede­nini bulamazken, ikinci bir nöbeti yaşamış. Fakat ikinci nöbet çok daha ani ve şiddetli gelmiş. Bu defa neden, öyle vapur, dalga falan değilmiş. Öylesine durup dururken, kal­bi sıkışıyor sanmış, boğuluyormuş adeta. "Nefes alamıyo­rum" diye bağırmış. Bir yandan da, "Doktora götürün be­ni" diye haykırıyormuş, çünkü öleceğini sanıyormuş.

Gözleri kararmaya başladı, ağlıyordu

Bu durumda ailesi onu doktora götürmüş olmalı, tıpkı diğer panik atak öykülerinde olduğu gibi, değil mi? Hemen bir hastanenin acil servisine götürülmüş, tüm tahlilleri yapılmış. Doktorlar bir şeyi olmadığını ve kork­maması gerektiğini söylemişler. Yapacak bir şey olmadığı­nı anlayıp çaresizce eve dönmüşler. Bana gelmeleri kolay olmamış. Sürekli atakların gelmeye başladığı kötü bir dö­nem geçirmiş. Bana anlattıkları durumu özetliyordu: "Durum değişmiyordu. Atak neredeyse her hafta yokluyordu ve her defasında başka başka görüntülerle çıkıyordu karşı­ma. Sonunda bir yakınımızın da tavsiyesiyle bir psikiyatra gitmeye karar verdik. Size geldik."

Gevseme Teknikleri ve Egzersizleri

Gevşeme Teknikleri

Gevşeme Egzersizleri nelerdir?


Meditasyonun fizyolojik yapıya kazandırdıklarına ben­zer faydalar sağlayan, fakat onun gibi mistik olmayan bir tekniktir. Stresle mücadeleyle kaybedilen enerjiyi önlemek ve enerjinin yeniden kazanılmasını sağlamak için yapılan gevşeme egzersizleri birkaç çeşittir.
Bunlardan birini hep beraber burada uygulayalım: Rahat bir şekilde oturup gözlerinizi kapatın. Ellerinizi iki yana uzatıp ayaklarınızı serbest bırakın. Söylediklerimi sakince içinizden tekrar edin ve hissetmeye çalışın:

Gevşeme Egzersizi

"Ben çok sakinim, sakinim, sakinim",
"Bütün vücudum ağırlaşıyor",
"Bütün vücudum ısınıyor",
Kalp atışlarım sakin",
Nefes alışım sakin",
Karın bölgemde bir sıcaklık oluşuyor",
Alnım serin ve rahat",
Ben çok sakinim."
Gözlerinizi açabilirsiniz, şimdi kendinizi daha rahat hissediyor olmalısınız.

Gevşeme Hareketleri

Olumlu bir psikolojiye sahip olmak için önce negatif duyguların tarif edilip, onlardan uzaklaşmanın çarelerine bakmak gerekiyor. Bu tanımlama doğru mu? Olumlu düşünmeye başlamak için ilk kural, negatif olduğunuzu kabul etmekten geçiyor. Bunları düzeltmek için ilk iş olarak elimize bir kâğıt-kalem alıp, kendi hata ve yanlışlarımızı yazabiliriz. Bununla da yetinmeyip eşi­mizden, dostumuzdan, bizi tanıyanlardan 10 dakikaları­nı ayırıp hatalarımızı yazmalarını isteyebiliriz. Ancak bu eleştiriler sonrasında gücenmek, darılmak, tepki duy­mak yok. Arkadaşlarınızın bile sizi eleştirmesine gücen­meyeceksiniz ve o olumsuz özelliklerin sizde olduğunu kabul edeceksiniz. Bu kabul edişin sonrasında negatif düşünme zincirinin kırılması gerekiyor. Çünkü negatif düşünceler, genellikle negatif duyguları da depreştirir. Düşünce, sadece düşünce bazında kalmaz ve iç alevlen­meye neden olur. Kişi o duygusallıkla birtakım davra­nışlara girer, hiddetlenir, bağırır, kavga eder. Biz düşün-ce-duygu-davranış gelişmesinde, olumsuz davranışa git­memek için önce sıfır noktasına ulaşıp, yani nötr olup sakinliği yaşamalıyız. Kabul etmeyi bilen kişi, negatif düşünce ve tavırları sergiledikten sonra sükunete ulaş­mayı beklemeli. Sükunet halini bulmak için yukarıda belirttiğimiz gibi meditasyon teknikleri var. Meditasyon ise herkesin yapabileceği bir şey. Bu konuda küçük bir kitap bile faydalı olur.

Olumlu düşünmek için yapılan içedönük konuşmaları biraz açıklar mısınız?


Rahatlama Gevşeme

Olumlu düşünebilmek için içedönük konuşma yapmak da çok önemli. Bunun için izlenecek yol şöyle olabilir: Ne­gatif özelliklerinizi yazdıktan ya da arkadaşlarınıza yazdır­dıktan sonra bunların yanlış tepkiler olduğunu kabul et­mek gerekiyor. Mesela, "Ben çok sinirli, saldırganım" de­mek yerine, "Ben sakinim ve her zaman bu sakinliğimi koruyorum" türünden bir cümle oluşturulabilir. Buna inanmak her zaman mümkün olmaz tabii ki, ama bunu çoğaltıp okumak lazım. Bu iç konuşmaların devamında sükunet halini bulmak ve bol bol gevşeme egzersizleri yap­mak gerekiyor. Önemli olan iç sesin kötü olanını sustur­mak ve sessizliği yakalamak.
İçedönük konuşma egzersizini şöyle yapabilirsiniz:

"Ben temel gerçekleri hatırlıyorum",
"Ben artık tüm geçmişimden kurtuluyorum, geç­miş görevini yapıp sona erdi. Ben artık özgürüm. Şimdi tüm olumsuz, sınırlayıcı inançları terk edi­yorum, onların benim üzerimde güçleri yok",
"Birikmiş tüm suçluluk duygularını, korkuları, kızgınlıkları, kin ve kıskançlıkları, hayal kırıklıkla­rını salıveriyorum. Hoşgörülü ve sabırlıyım. Şimdi arınmış ve özgürüm. Artık hayatımdaki herkesi bağışlıyorum. Hepimiz mutlu ve özgürüz",
"Kendimle ilgili tüm olumsuz düşüncelerim yok oldu. Kendimi seviyorum, güveniyorum, hayata saygı ve sevgiyle bağlıyım",
"Evrendeki tüm canlıları seviyor ve koruyorum",
"Bedenimi koruyorum, spor ve yoga yapıyorum".


Yaşattım niteliğini kişilik belirler, Olumlu bir yaşam sürmenin yolları nelerdir?

İlk adım, yaşamımızın memnun olmadığımız alanla­rıyla ilgili düşüncelerimizi tespit etmekten geçiyor. Yaşa­mımızın niteliklerini kişiliğimiz belirler. Değişimin basa­mak basamak zorlaştığını görmek mümkündür. Bir alış­kanlığı ya da kişiliği değiştirmek, düşünceleri ya da duy­guları değiştirmekten daha zordur. Ancak düşüncelerini değiştirmeyi başaranların yaşamlarının da bu zincir doğ­rultusunda değiştiğini görebilmek mümkündür.
İkinci adım mutsuz olduğumuz o alanla ilgili (iş, özel yaşam, okul gibi) olumsuz düşüncelerin altını çizmektir. Çünkü bu olumsuz düşünceler yaşamlarımızın o alanının neden bizi mutlu edemediğini gösterecektir.

Üçüncü adım bu olumsuz düşünceyi, içsel direnç oluşturmaksızın olumluya çevirmektir. Bu, belki de en zor adımdır. Bunun için bilinçaltı programlama teknikle­rinden yararlanılması daha etkili ve hızlı sonuçlar doğu­racaktır. Böylelikle ilk olarak düşünce değiştirilir. Düşün­cenin değişip kuvvetlendirilmesiyle, zincir yukarıda belir­tildiği gibi ister istemez değişecek ve kişi bu durumda duygularının, davranışlarının ve alışkanlıklarının değişti­ğini fark edecektir.

Olumlu düşünmenin insan üzerindeki etkisi nedir?

Olumlu düşünce, duygusal, zihinsel ve fiziksel sağlığı olumlu yönde etkiler. Solunumun duygu ve düşünceler üzerindeki etkisi büyüktür. Diyafram nefesi, hem sağlık hem de olumlu düşünce alışkanlığı oluşturulması açısın­dan güçlü bir araçtır.
Olumlu düşünce sorunları görmezden gelmek demek değildir. Soruna değil, çözüme odaklı bakış açısı gelişti­ren bir yaşam biçimidir.

Olumlu Düşünme Programının İçeriği

Duygusal, zihinsel ve bedensel uyumu yakalamak,
Solunum teknikleriyle duygu ve düşünceye hakim olmak,
Zihni etkin kullanmak,
Bedensel ve zihinsel farkmdalığı geliştirmek,
Enerji merkezlerindeki tıkanıklıkları gidermek,
İfade edilmemiş duygu ve düşüncelerden arınmak,
Olumlu düşünce gücünü kullanmak,
Yaratıcı potansiyeli harekete geçirmek,
Sağlıklı iletişim için sözcüklerden ve beden dilin­den yararlanmak,
Öz disiplin teknikleriyle zihni hedefe kilitlemek,
Olumlu yaşamı, potansiyel olmaktan çıkarıp ya­şam tarzı haline getirmek.

Kötümserlik zihinsel işlevlerimizi etkiler

Zihin gücüyle psikolojik sağlık korunabilir mi? Korunabilir, çünkü insan çaresiz kaldığı zaman ciddi bir karamsarlık, kötümserlik içine girer ve daha çok öfke duyguları açığa çıkar. İşte bu duyguların önlenemeyişi psi­kolojik sağlığı da kesin olarak bozar. Çünkü bu kötümser­lik durumu tüm zihinsel işlevlerimizi etkiler. Bu duyguları yaşamaya başladığımızda önce sakince oturup düşünmeli­yiz. "Bu durumdan kurtulmak için neler yapabilirim" so­rusunun cevabını aramalıyız.
Ruh sağlığımızı kaybetmemek için "iyi düşünme" yeti­sini harekete geçirebileceğimizi bilmeliyiz. İyimser olmak, olaylara iyi yönünden bakabilmek hem fiziksel hem de ruhsal pek çok hastalığı engelliyor. Uzun yıllardır duygusal zeka kavramını inceliyorum ve bu alanda kitaplar yazıyo­rum. Akıl ile Düşünce Gücü kitabımda da doğrudan aklı­nı kullanmayı öğrenenlerin nasıl daha mutlu ve sağlıklı ol­duklarını anlatıyorum.

Sağlıklı bir beden için sağlıklı bir ruh gereklidir diyor­sunuz yani...

1990'larda tüm dünyanın ilgisini çeken duygusal zeka kavramını kendi çalışmalarımda önemli bir unsur olarak kullanıyorum. Duygusal zekanın birinci maddesi özbi-linçtir bana göre. Duygusal zekaya sahip olmak için, ken­dini, bedenini çok iyi tanıyacaksın, bedeninin özellikleri­ni, ruhsal yapısını çok iyi bileceksin. Çabuk mu tepki ve­ririm, çabuk mu kızarım, çabuk mu öfkelenirim, alınırım, olaylara karşı duyarsız mıyım, diye sorular sormalı insan kendine. İkincisi, mutlaka başkalarıyla sağlıklı iletişim kurabilmeli insan. Bazıları bunu ödün vermek olarak ka­bul eder, ama hiç ilgisi yok. Aksine ruh sağlığının sürebil­mesi için gerekli bir şey. Çünkü bir insanın ruh sağlığı an­cak başka bir insanla iletişimi varsa iyi olabilir, eğer o in­san yeteri kadar iletişim kuramıyorsa ruh sağlığı zamanla bozulur.

Eğer bu ikisini yapamıyorsak, kendimizi iyi tanımıyor ve başkalarıyla sağlıklı iletişim kuramıyorsak ne oluyor?

Doğal etkiler dışında insan zorlanmaya başlıyor. Bura­da çok önemli olan nokta şu ki, insan kendini tanımıyor ve başkalarıyla iletişim kuramıyorsa, devamında stres meydana geliyor. Stres, insanın kendi iç dünyasıyla ya da başkalarıyla çatışma halinde olmasıdır ve stres insanı hem bedenen hem de duygusal olarak çok yoran bir şeydir.

Sağlıklı bir bedene sahip olmak için insanın kendisi ve çevresiyle barış içinde olması gerekiyor. Başkalarıyla ileti­şim kurarken onlara karşı beslenen duygularda kötülük, öfke, kaygı, endişe, kin, nefret, düşmanlık olmamalı. Bun­ların olması, sadece karşıdaki insanla iletişimi bozmaz, in­sanın kendi ruh sağlığını da bozar. Eğer içinizde iyi duygu­lar varsa, bu tüm hormonları etkiliyor. Hormonlarda olumlu değişiklikler oluyor, sinir sistemi iyi çalışıyor, kal­bin, dolaşım sisteminin çalışması düzeliyor. Beynin kimya-sındaki değişimler, olumlu gelişiyor. Endorfin ve serotonin salgısı artıyor. Bağışıklık sistemi güçlü olunca kanser gibi sorunlarla da daha iyi başa çıkılıyor. Eğer insanda bir has­talık varsa, umutsuzluk, kaygı, endişe oluyor ve bu insanı yoruyor, ama buna rağmen üstesinden gelinebileceği düşü­nülürse, hayata umutla bakılırsa bağışıklık sistemi bu du­rumda zaten güçleniyor. Her zaman bu mümkün olmaya­bilir, ama bu olumlu düşünceler hakikaten ciddi hastalık­larda bile sonucu olumluya çevirebilecek değişimler yapı­yor. Sonuçta, duygularınızı çok iyi tanırsanız, olumsuz duyguları bastırmayı, denetlemeyi, engellemeyi, ertelemeyi öğreniyorsunuz.

Olumlu düşüncenin yararları

Olumlu düşüncenin yararları nelerdir? Olumlu düşünce yetisini kazanmanın insanın tüm ener­jisi üzerinde olumlu etkisi olduğu artık kabul ediliyor. İn­san olumlu düşünce sayesinde pek çok sorunla başa çıka­bilir. Yaşam şartlarının her geçen gün biraz daha zorlaştığı ve neredeyse her sorun karşısında farklı çözümler üretmek zorunda kalınan günümüz dünyasında artık bu yetiyi ka­zanmak mutlaka gerekiyor. Olumlu düşünce insana somut olarak neler kazandırıyor diye bir bakacak olursak, şunla­rı görürüz:

Olumlu düşünce insana gerçekçi bir düşünce yapı­sı kazandırır,
İnsan öğreti kalıplarının oluşturduğu sınırların da ötesinde düşünebilir ve görebilir, farklı ve özgün çözümler üretebilir,
Olumlu düşünce yapısı, düşünce sistemine özgür­lük sağlar,
Olumlu düşünce yapısına sahip olan kişi ilişkile­rinde ortak noktayı kolay bulur,
Hazırcevaptır,
Düşüncesi başkalarının düşünce şekillerini de içe­rir dolayısıyla karşısındakini daha kolay anlar,
Barışçıl bir düşünce sistemine sahiptir,
Kıskanma duygusundan uzaktır. Zira farklı dü­şüncelere sahiptir ve her zaman paylaşacağı bir şeyleri vardır,
Kendini iyi tanır ve tatmin olacağı cevaplar üretir veya ne aradığını bilir,
Kendi kendini motive ederken çevresindekileri de motive eder,
Her zaman açık bir kapı görebilir ve dolayısıyla strese girmez,
Değişimlere ayak uydurmada süratlidir,
Kendine güveni vardır, dolayısıyla etrafında gü­venilir bir ortam oluşturur,
Olumlu düşünme modelini benimseyen insan, bey­ninin kontrolünü, dolayısıyla bütün davranışları­nın kontrolünü kendi elinde tutar,
Olumlu düşünce yapısına sahip insanların bir ara­ya gelmelerinden doğacak sinerjinin boyutları, her türlü krizi aşmaya yeterli olur,
Olumlu düşünce boyutunu kazanmış insan huzur­ludur, etrafındakilere de huzur verir,

Hayatınıza olumlu düşünceyi davet ederseniz, hem kendinizi hem de dış dünyayı daha fazla seversiniz. Kendi­mizi ve başkalarını sevmek özgüven oluşturur. Böylece çevremizde oluşturacağımız güvenli bir dünyada yaşamak daha sağlıklı, kolay ve mutluluk dolu olacaktır

Olumlu Dusunme ve Meditasyon Nedir

Olumlu Düşünme Nedir, Olumlu Düşünme Teknikleri

Stresten kurtaran olumlu düşünme teknikleri neler?

Stresten kurtaran olumlu düşünme teknikleri yoga ve meditasyondur:

Yoga: Beden-zihin birlikteliğini, bireyin kendi iç bakışı­nı, iç özgürlüğünü gerçekleştirmesini amaçlayan yoganın kelime karşılığı birleşme, bütünleşmedir. Yoganın temel özelliği beden yoluyla zihni etkilemektir. Yoga, bedenin farkına varılması, bedendeki gerginliklerden, sıkıntılardan ve olumsuz enerjilerden kurtulunması, olumlu enerjiye ka­vuşup zihnin berraklaştırılmasıdır. Yoga yaparak, vücut ve zihin esnekliğe kavuşur. Kişi, fiziksel gücün yanı sıra ya­şamda karşılaştığı sorunlarla başa çıkmasını ve bir denge­ye ulaşmasını sağlayacak duygusal güce ulaşır.

Meditasyon Nedir

Zihni sakinleştirerek, gün boyu biriktiri­len gerginliklerden ve olumsuz enerjiden arınıp zihni taze­lemenin ve berraklaştırmanın en bilinen yöntemidir medi­tasyon. Bedensel ve zihinsel bütünlüğün farkında olmayı sağlar. Kişinin kendine yönelik yıkıcı tutumları, yenilgiye uğratıcı düşünceleri ve olumsuz imajı görmesini sağlar. Meditasyon, ruhsal dayanaklılığınızı tanımanızı sağlaya­rak sizi kendi iç gücünüzle temasa geçirip günlük bedensel çalışmanızı, insanlarla ilişkilerinizi ve genel olarak hayatı­nızı besler ve zenginleştirir. Derin meditasyon sırasında zi­hin, beden ve ruh arasında büyük bir uyum oluşur, insan bu üç yönden de kendini çok daha rahat ve iyi hisseder.
Meditasyon düzenli ve sürekli yapıldığında tam olarak yararına ve amacına ulaşabilirsiniz. Sizi günlük yaşamın verdiği aşırı gerilim, stres, acı ve derin çatışma hissinden arındırır, yeniden enerji verir ve ruhsal bakımdan güçlen­dirir.

Meditasyon nasıl yapılır?, Olumlu Düşünce

Meditasyondan yararlanmak için 6 temel koşul vardır:

1. Meditasyon yapmak için ses, hareket, ışık, insan­lar gibi dikkatinizi dağıtabilecek şeylerden yeteri kadar uzak bir yer seçin,
2. Fiziksel ve zihinsel yönden rahat olun, ufak rahat­sızlıklar meditasyonun kalitesini bozacak güçte ol­mayabilir,
3. Dengeli, dik ve rahat oturun,
4. Sessiz, yavaş, yumuşak ve düzenli soluk alıp verin,
5. Dikkatin üstüne toplanacağı bir meditasyon objesi veya uyarıcısı düşünün, bunun yirmi dakika kadar var olması yeterlidir,
6. Denge ve farkındalık.

Meditasyon nerede yapılır?, Olumlu Düşünme Gücü

Meditasyon yapmak için, evinizin diğer insanlardan, gürültüden, rüzgardan, yanıp sönen ışıklardan uzak, rahat ve sessiz bir köşesi en uygun yerdir. Dikkat dağıtabilen bu etkenlere karşı bazı insanlar, diğerlerinden daha toleranslı­dır. Bazı kişiler, bir dereceye kadar olan gürültü ve kargaşa içinde, trenlerde, otobüslerde, parklarda, şehir meydanla­rında meditasyon yapabilme yeteneğine erişmişlerdir. Ama çoğunlukla evin sessiz ve rahat odası tercih edilir. Odada telefon varsa fişi çekilmelidir.

Olumlu düşünce de kaygıyı uzaklaştırabilir değil mi?, Meditasyon Teknikleri

Kesinlikle, çünkü olumlu düşünce yetisini kazanan in­san, her zaman olumsuz durumlar karşısında alternatif bir düşünme sistematiği geliştirebilir. Olumlu düşüncenin sağ­ladığı önemli yetiler şunlardır:
Öğreti kalıplarımızın bize çizdiği sınırların ötesine geçebilir,
Çözüme yöneliktir,
Gerçekçidir,
Hızlı değişime, aynı hızda ayak uydurabilir,
Başarıya götüren tek yoldur,
Uzlaşmacı bir kişilik kazandırır,
Durum ne olursa olsun, psişik ve organik yapımı­za olumlu dönüşüm sağlar,
Hızlı karar verebilmeyi sağlayan bir düşünce siste­midir,
Düşünsel özgürlüğü ifade eder.
Bu düşünce sistemine olumlu düşünce denmesinin ne­deni, her koşulda olumlu enerjinin tetiklenmesini sağlama­sı ve bize dönen sonucun olumlu olması, böylece insanı her zaman aktif ve sağlıklı kılmasıdır.

Olumlu düşünce nasıl öğrenilir?, Yoga Meditasyon Teknikleri

Olumlu düşünceyi,öğrenmek için yapılması gerekenle­rin birinci basamağı, bu yapının kazanılmasının ne kadar önemli olduğunun kavranmasıdır. Kazanmayı istemek ikinci, yapılanmayı sağlayacak egzersizlerin yapılması da üçüncü basamağı oluşturur. Beyne yeni bir tarzda düşün­meyi öğretebiliriz. Sadece bilmek, öğrenmek için yeterli değildir, egzersizler de yapılmalıdır.

Panik Atak Tedavisi Yontemleri

Panik Atak Tedavisi

Tedaviyle ilgili neler söylenebilir?


Panik atağın tedavisine gelecek olursak, önce şunu be­lirtmekte yarar var. Panik atak sadece ve sadece psikiyatr­ların tedavi etmesi gereken bir hastalıktır. Tedavi, birçok yöntemin kombine uygulanmasıyla' daha çabuk sonuç ve­rir. Sadece ilaçla ya da sadece terapiyle iyileşmesi çok na­dir görülür. En önemlisi de söylediğim gibi hastalık hak­kında bilinçlenmedir. Örneğin alıştığımız bir panik nöbet türü birden başka bir görünüme bürünebilir. Onun için olabilecekleri bilmek, hazırlıklı olmak çok önemlidir. Pa­nik atak tedavisine yönelen hekimlerin söyledikleri gibi, evde kendi kendini tedavi etmeye çalışmanın, kendi kendi­ne apandisit ameliyatı yapmaktan farkı yoktur. Mutlaka bir uzmandan yardım alınmalıdır. Ve bu sorunu tedavi ederken hastalığın bir gün tekrarlayabileceği de göz önün­de bulundurulmalıdır.

Panik Atak tedavi yöntemlerini anlatabilir misiniz?

Son yıllarda kaygı ve panik ataklarının, fobik ve obse-sif-kompülsif bozuklukların tedavisine ilişkin olanaklar arttı, özellikle ilaç tedavisinde büyük gelişmeler oldu. Ve ruhsal tedaviler üzerine yapılan araştırmalar daha çok pa­nik atakları ve nöbetleri konusunda yoğunlaştı. Tabii bu sorunlardaki tedavinin olumlu sonuçlanması için nedenle­rinin çok iyi belirlenmesi gerekiyor.

Kaygı, panik ataklarının; fobik, obsesif-kompülsif nevrozların tedavisinde öncelikle psikotrop ilaçlar kulla­nılır. Bu ilaçlar öncelikle merkezi sinir sistemini etkile­yen, hastalık nedeniyle bozulmuş davranışları ya bütü­nüyle ya da kısmen düzelten, hastanın iç ve dış dünyayla barışını, uyumunu sağlayan ilaçlar. Bu tip ilaçlar kişiliğe yeni yeti, beceri katmaz, kişilikte bulunan, ancak bozul­muş, karışmış davranışları düzenler.

Psikotrop ilaçların tümü kaygı ve panik ataklarında, fobik ve obsesif-kompülsif bozukluklarda ve bunların üzerine ortaya çıkan depresyonlarda kullanılabilir.

Ruhsal tedaviler, Panik atak Nasıl Tedavi Edilir

Ruhsal tedavi yollarının adlandırılması ve sınıflandı­rılması tartışma konusudur. Temelde tedavi durumun bi­çimine ve bu biçim içinde kullanılan ruhsal öğretiye göre ikiye ayrılır.
Biçimine göre bireysel ve grup tedavileri vardır.

Tedavi biçimi ne olursa olsun hekimin hastaya yakla­şımında kullandığı yöntemin dayandığı anlayışın, kura­mın, öğretinin içeriğine göre günümüzde geçerli olan ruhsal tedaviler şöyle:

Panik Atağın Tedavisi

Destekleyici,
Çözümleyici,
Davranışçı,
Bilişsel,
Görüngücü,
Varoluşçu,
Hasta merkezli,
Bütüncül,
Davranış çözümlenmesi.

(Bunlar tüm psikiyatride kullanılan ve şu anda bizim kullandığımız tedavi yöntemleri, ama bu tedavi yöntem­leri içinde biz özellikle kaygı bozuklukları ve panik atak­ta davranışçı ve bilişsel tedaviyi kullanıyoruz.)

Destekleyici tedaviler, Panik atak Bitkisel Tedavisi

Destekleyici tedavi, hiçbir tıbbi özelliği olmayan, has­taya hastalığını anlatmak, kullandığı ilaçlarla ilgili ola­rak hastayı bilgilendirmek şeklinde gelişen bir tedavi yöntemidir. Bazı ekoller panik atak konusunda psikana­lizi de kullanmayı öneriyor. Ama yine bazı hekimler psi­kanalizle sonuç alınamayacağını söylüyor. Bu anlamda davranışçı ve bilişsel tedavi, panik atak için en uygun olanı.
Destekleyici tedavileri aşağı yukarı her hekim kullanı­yor. Bu yönteme, analitik, derinlemesine yöntemleri kul­lanmadan moral vermek bile denilebilir. Ruhsal tedavide en çok kullanılan yöntem destekleyici tedavidir. Gerçekte telkin ve ikna sadece tedavi alanında değil, günlük ilişki­lerde bile insanların birbirlerini etkilemekte kullandıkları bir yaklaşımdır. Tatlı bir söz, tatlı bir gülümseme, güven verici bir hareketin insanın ruhsal yaşantısında yarattığı olumlu etkiye karşılık, kırıcı söz, asık surat, ters bir ha­reketin uyandırdığı olumsuz duygular bütün bir gün in­sanı karamsar, sıkıntılı ve tedirgin yapar.

Geniş anlamda doktor ile hastanın karşılaştığı her yer­de ve her hastalıkta destekleyici ruhsal tedavi söz konusudur. Doktoruna güvenen, onun etkisi altında olan hasta ondan gelen tatlı bir söz ve gülümsemeyle kaygı ve sıkıntı­sından kurtulur.

Bu tür tedavide hastanın benlik gücüne dayanarak bo­zulmuş olan ruhsal dengesinin düzeltilmesine çalışılır. Des­tekleyici ruhsal tedavide ruhsal çözümleme yönteminde ol­duğu gibi, hastaya yaklaşırken çocukluk dönemlerini deş­mek, içgüdülere, dürtülere, çatışmalara ve karmaşaya iliş­kin bastırılmış duygu ve düşünceleri bilinç alanına çıkar­mak söz konusu değildir. Hastayla konuşan hekimin bun­lara ilişkin sezgileri, bulguları, verileri, çözümleri olsa bile bunları açığa çıkarmak, bilinçaltını yeniden yaşatmak dü­şünülemez.

Bu tedavide hastanın aile, iş, günlük yaşamıyla ilgili so­runları konusunda bilgi verilir, danışmanlık yapılır, yol gös­terilir. Hastanın yaşamıyla ilgili önemli konular ve sorunlar tartışılarak bilgi verilir. Onun doğru ve sağlıklı karar alma­sında rol oynayacak olanaklar ve seçenekler gösterilir.

Psikanaliz, Panik Atak Tedavi Yolları

Çözümleyici ruhsal tedavilerin başında psikanaliz gelir. Bu yöntemin temeli bastırılmış, bilinçaltına itilmiş dürtüle­rin, ruhsal güçlerin, karmaşaların bilinçli duruma getirile­rek "benlik" tarafından kabul edilmesine, benimsenmesi­ne dayanır.

Bunu sağlamak için serbest çağrışım, rüyaların yorum­lanması, dil sürçmeleri, unutulmuş ya da hatalı kullanılmış sözcükler ve hareketlerden yararlanılarak, hastaya geçmiş yaşantısındaki coşkular, karmaşalar hatırlatılır. Bu tür te­davinin temel ilkelerinden biri hasta ile hekim arasındaki duygu alışverişidir. Bütün ruhsal tedavilerde olduğu gibi çözümleyici tedavilerde de bir sınır ve ölçü içinde, hasta ile hekim arasında duygu alışverişi gereklidir. Böylece hasta hekim karşısında çocukluk ve ilk gençlik döneminde, an­nesi, babası ve çevresindeki yakınlarına beslediği duyguları ve coşkuları dile getiren bir davranış gösterebilir.

Yararlı ve sınırlı ölçü içinde gerçekleşen duygu alışveri­şi sürecinde, hasta geçmişteki nesnel ilişkilerini yeniden yaşar. Takıntılarını, bağlantılarını, bastırılmış duygu ve düşüncelerini, ruhsal karmaşalarını, gerçeğe uymayan fan­tezilerini anlar. Çatışmalar karşısında düştüğü kaygıyı, bunlardan kurtulmak için başvurduğu savunma düzenleri­ni tanır. Ruhsal yakınmalara neden olan olumsuz savun­ma düzenlerinden kurtulup olumlu savunma düzenlerini kullanmayı öğrenir.

Davranış tedavisi

Daranış tedavisinin temeli Pavlov'un şartlı reflekslerine ve öğrenmeye dayanır. Bu tür tedavide davranışı oluşturan etkenler üzerinde durulmadan, doğrudan doğruya davra­nışın kendisi ele alınır. Kişi ve toplum açısından uyumsuz görülen davranışlar söndürülerek, yeniden şartlandırma yoluyla uyumlu davranışların ortaya çıkmasına çalışılır.

Bu tür tedavide hastanın etkin bir biçimde katkısı ge­reklidir. Hasta tedaviyi sürdüren kişinin önerilerine uymak ve bunları aşama aşama gerçekleştirmek zorundadır, yok­sa tedaviden sonuç alınamaz.

Sistematik duyarsızlaştırma, Panik Atak Hastalığı Tedavisi

Bu yöntem ilk olarak Wolpe tarafından tanımlanmış, uygulama yolları yöntemleri belirlenmiştir. Bu tedaviye başlamadan önce hastaya, rahatlama ve gevşeme yöntem­leri öğretilir. Hastadan, kendine kaygı ve korku veren durumları, kişileri, nesneleri, olayları, algıları saptaması, in­celemesi, tasarlaması istenir. Amaç, kişiye kaygı ve korku veren nesneleri, kişileri, durumları saptadıktan sonra, önce imgeleme sonra tasarlama yoluyla yavaş yavaş, söz konu­su durum, kişi, nesne, olay ve algılamalarla hastayı karşı­laştırıp, tepki olarak ortaya çıkan aşırı duygulanım ve coş­kuyu söndürmektir.

Bunu sağlamak amacıyla hastadan kaygı ve korku yara­tan tüm durum ve olayları listelemesi istenir. Listede yer alan nesneler ya da durumlar en zayıftan güçlüye, başka bir deyişle en az kaygı ve korku yaratandan en çok yaratana doğru sıralanır. Tedaviyi yapan kişi hastadan, en az korku yaratan nesne ya da durumu düşünmesini, tasarlamasını is­ter. Bu süre içinde hastanın rahat ve gevşek olması gerekir. Hasta bu tasarlamayı rahatça başarır, paniğe kapılmadan halledebilirse ikinci aşamadakileri tasarlaması istenir. Bu süre içinde hasta kaygı duyup paniğe kapılırsa tedaviye ye­niden başlanır. Hasta korku ve kaygıdan kurtulana kadar listedeki tasarlamalar gerçekleştirilir. Sistematik duyarsız­laştırmada olumlu pekiştirme ve söndürmeyle hastanın korku ve kaygısı azalır ve söner. Hasta gevşer ve rahatlar.

Üstüne gitme

Üstüne gitme ya da yüzleştirme adını alan bu tedavi yöntemi hastanın kaygısını artıran, korku veren düş ürü­nü, imgeleme, tasarıma dayanan ya da gerçek durumların, kişilerin, nesnelerin, olayların, olguların üstüne gitme biçi­minde uygulanır.

Temel ilke, korku ve kaygıdan kaçmak yerine bu du­rumların üstüne gitmektir. Hastanın korku ve kaygı sonu­cu kötü bir şey olmayacağına inanması, bu durumu yaşa­ması güven duygusunu artırır.

Panik Atak ve Kalp Krizi İliskisi

Panik Atak ve Kalp Krizi

Panik atak ile kalp krizi arasındaki farklar anlatılırsa belki durum daha açık hale gelebilir öyle değil mi?


Evet. Mesela panik atak sırasında yaşananlar, aslında kalp krizi sırasında yaşanan olaylardan farklıdır. Ama ölüm korkusu, her ikisinin benzer olduğu konusunda has­tayı yanıltır. Örneğin panik atak geldiğinde öncelikle kişi­nin kalbi çarpmaya başlar. Bu çarpıntıya ek olarak göğüs­te ve tam da kalbin üzerinde bulunan noktada ağrılar ol­duğu hissi uyanır. Bu ağrılar genelde saplanıp sonra ani­den geçen türdendir. Bu ağrılar kişi hareket ederken ya da başkalarıyla konuşurken geçer. Ama atak yaşayan kişi so­rununu düşünmeye başlayınca artar. Kalp atım hızı fazla­dır, taşikardi vardır, ama kalpte fiziksel bir sorun izlen­mez. Kalp atım hızına bağlı olarak kişinin tansiyonu yük­selir, ama genel olarak düşmez. Panik atak yaşayan kişiler korktukları için mideleri de bulanır. Zaten bunların tümü kalp krizi korkusunu iyice alevlendirir.

Kalp krizi anında neler yaşanır peki?

Kalpte çarpıntı artar, ama buna ağır bir ağrı eşlik eder. Devamında kriz gelir. Göğüsteki ağrı tam göğüs bölgesin­de ve ağırlık verecek şekilde artar. Kalpteki aşırı çarpıntı ve göğüs bölgesindeki yaygın ağrı dinlenme sırasında azal­ma gösterebilir, yani panik atakta yaşanan durumun tam tersi geçerlidir. Kalple ilgili yapılan tetkiklerin sonucu nor­mal değil, anormaldir. Göğüs bölgesindeki yaygın ağrı çok uzun süre geçmeyebilir. Bu ağrı geçen zaman içinde vücu­dun başka bölgelerine de sıçrar. Mesela boyuna, çeneye, sol kola. Bulantıya kusma eşlik eder. Panik atakta tansi­yon yükselirken burada düşebilir.

Panik ataklıyla yaşayanlara öneriler, Panik Atak Kalp

Bir panik ataklıyla birlikte yaşayanlara öneriler neler olabilir?

Sürekli olarak elden geldiği kadar ona, "Sen bedensel ve ruhsal açıdan sağlıklı birisin, bu senin özelliklerinden kaynaklanan bir durum" denmeli. Kişi nöbet geçiriyor en­dişesini yaşarken yanında bulunan onun kadar telaşlı gö-rünmemeli. Bazı korkuların aşılmasında akılcı, gerçekçi bir konuşma biçimi belirlenmeli. Nazardır, cindendir, peri­dendir denmemeli. "Sen hastalıklı değil, endişeli, tedirgin bir insansın, istersen bunu ortadan kaldırabilirsin" şeklin­de konuşulmalı.

Bana göre bütün hastalıkların ortaya çıkışında ve çözü­münde duygusal zekanın beş öğesini hem hastanın, hem doktorun, hem de hasta ailesinin kullanması lazım. Duy­gusal zekanın beş öğesi şunlardır: Birincisi öz bilinçtir. Hastaya yaptığımız konuşmalarda onun kendisini çok iyi tanımasını isteriz. İkincisi öz güdülenmedin "Ben bunu ya­parım", "Bende bunu yapacak güç, kuvvet var" demek önemli. Çoğu güçsüz olduğunu düşünüyor çünkü. Öz bi­lincini tanımak, kendindeki gücün farkına varmak önemli. Üçüncüsü duygusal denetim ve bu çok önemli. İlkçağ filo­zoflarından bu yana üzerinde durulan şey bu. Duygular bizi üzgün, kızgın yapıyor. Duygular akılla bastırılır, engel­lenir, denetlenir. Bunu anlatmaya çabalıyoruz ve dördüncüsü ne olur başkasını da tanı, onunla empati kur diyoruz. Beşincisi de, "Bir çocuğun dünyada gelişmek için nasıl an­ne babasına ihtiyacı varsa benim yaşayabilmem için baş­kalarına gereksinimimim var" demektir. Bu beş öğe tanı koymakta, kendini tanımasında, karşılaştığı sorunları aş­makta önemli.

Panik atak hastası öleceğini sanıp sokağa çıkamıyor örneğin, bu durumda eşi ne yapmalı?

Bir kere tabii ki hasta o duruma gelmişse, sen hasta de­ğilsin, sokağa çıkınca bir şey olmayacak demenin çok da faydası yok. Ancak o kişiye içinde bulunduğu durum mantıklı bir şekilde ve cesaretlendirilerek anlatılmalı. Me­sela, "Bu aslında senin beklentinden başka bir şey değil. Senin kafanda yarattığın korkunun korkusu" demek gere­kiyor. Çünkü bu, öğrenilmiş çaresizliktir. Orada dışarı çı­kınca neyi yaşayacağını, ilk düşünce biçimi olarak olumla-mak lazım. Bilişsel tedavinin temelinde yatan, üstüne git­me ve yüzleşmedir. Gel bugün karşıki eve gidip dönelim, yarın sen git, ben bakacağım, sonra tek başına gidip dön gibi aşılama yapılabilir. İnsan, "Ben bunu yapamam" dü­şüncesinden uzaklaştırılabilir. Kafasında yaptığı bazı ge­nellemeler var çünkü bu kişilerin. Sokağa çıkınca bayıla­cağını sanan kişiye dayanakları sorulmalı. "Benim hiç şan­sım yok" diyene de sorulmalı. "Ne yaptın da bunu gör­dün" denirse ve cevap vermeye zorlanırsa o cevaplar etkili olabilir. Hasta geliyor, "Sokağa çıkamıyorum" diyor bana, "Buraya geldin" deyince uyanıyor duruma mesela. Bilişsel kalıpları değiştirmek bu anlamda çok önemli.

Bu konuda sizin de bir anınız var, onu anlatır mısınız?

Size kendi anımdan bahsetmek istiyorum. 15 yaşında Anadolu'dan gelmiştim ve yüzme bilmiyordum. Sudan korkuyordum açıkçası. Arkadaşlarım ise Arnavutköy'den geçen takalara takılıp, Rumelihisarı'na gidip geri yüzerler­di. Gençlik var serde. Bir gün dayanamayıp ben de atla­dım suya. 8-10 kulaçtan sonra panik oldum, savunma dü­zenim kalmadı. Elimi salladım, bir kayık geldi de kurtul­dum. Sonra yüzmek ne kelime, iki ay ortadan kayboldum ve "Bunu mutlaka yapacağım" dedim. İki ay sonra çok iyi serbest yüzmeye başladım, hatta Yüzme İhtisas'a girdim ve 60 senedir hâlâ yüzüyorum. Korkunun üzerine gidilirse yenilebilir. Ben bu korkuyu yendiğim için bir sürü arkadaş edindim. Eğer sürekli kaygım olsaydı, sanırım ben de yüzemezdim hiç.

Panik Atak Yapan Hastaliklar

Panik atak yapan hastalıklar

Panik atak görüntüsünü neler ortaya çıkarıyor?* Bir insan panik atak geçirirken acil polikliniklere gidi­yor, burada da en çok kalp rahatsızlığıyla karıştırılıyor, hastaların bu konuda bilgili olması lazım. Panik atak diye önyargıyla psikologlara gidenlerin de, "acaba bu panik atağı ortaya çıkaran başka hastalıklar var mı" diye düşün­mesi gerekir. Bu hastalıkları ise şöyle sıralayabiliriz:

Kalp-damar hastalıkları,
Kalp vurum sayısının artması,
Mitral kapak darlığı, miyokart enfarktüsü,
Mitral kapak yetersizliği,
Aort kapak darlığı yetersizliği,
Mitral kapak prolapsusu,
Kan basıncı yüksekliği ya da düşüklüğü,
Gelip geçici kansızlık,
Solunum güçlüğü,
Akciğer hastalıkları,
Kan şekerinde düşme,
Kansızlık,
Sinir sistemi hastalıkları,
Miyasteni,
Epilepsiler,
Baş dönmesi,
Kişilik bunalımları,
Cinsel kimlik bozukluğu,
Madde bağımlılığı,
Akut ve kronik tüm organik hastalıklar,
Şizofreni başlangıcı,
Histeri,
Aşırı çay ve kahve kullanımı.

Bu hastalıkların çoğu panik atak gibi nöbet geliştirebi­lir. Böyle durumlarla karşılaşınca hekimlerin ne düşünme­si lazım?

Her iki seçeneği de düşünmesi lazım. Herkes kendi stresini kendi yaratır, ortamın sizin için endişe verici, kay­gı verici, bedensel ve ruhsal olarak sizi tehdit eden bir or­tam olması bunları doğurur. Bulutlu bir havanın arkasın­dan bir sürü dram üretebilirsiniz. Yalnızsanız karamsar, korkak hale gelebilirsiniz. Sadece koşullar değil, ortam değil, o koşulları algılayan insan önemli, sürekli kaygısı yüksek olan, duyarlı, duygusal ve mükemmeliyetçi insan­lar bu sorunları en çok yaşıyor. Her şeyi en ince ayrıntısı­na kadar düşünen insanlar bunu yaşar. Bunun yararları ve zararları olabilir, çünkü insanlardan da ayrıntılı olmaları­nı beklersiniz ve bulamazsınız. O zaman kendinizi ruhsal olarak tehdit altında görüp bedeninizi de zorlarsınız. Bun­lar bir araya gelince genel kaygı bozukluğunu ve panik nöbet yaşama şanssızlığını gösteriyorsunuz. Enerjinin bir başka yere nakliyle atabilir insan bunu. Resim yapabilir, müzik yapabilir, mesleğinde iyi olma konusunda gayret gösterebilir. Çoğulcu zekanız nerede gelişmişse o doğrul­tuda kendinizi geliştirebilirsiniz. Çoğulcu zekayı tanımla­mak gerekirse; öncelikle zeka testlerini değerlendirmek ge­rekiyor. Zeka testleri 1905 yılında geliştirildi. Öğrencile­rin okul başarısını somut olarak değerlendirmek için ya­pıldı bu testler. Ve görüldü ki, aynı IQ'ya sahip çocukla­rın farklı yönleri gelişmişti ve bu gelişmişlik onlara farklı başarılar sunuyordu. Bu noktada zekaya, IQ içinde geliş­miş olan bir beceri, yetenek olarak yaklaşan da var, ayrıca IQ dışında oluşmuş bir zekalar toplamından söz eden de var. Çoğulcu zeka denildiğinde; dil ve sözün ön planda ol­duğu zeka, mantık ve matematik zekası, görsel zeka, işit­sel zeka, iletişim becerisi zekası, içsel zeka, doğa zekası, bedensel zeka akla gelebilir.

Panik nöbeti ortaya çıkaran korkular

Panik nöbeti en fazla çıkaran korkular hangileri? Genel kaygı bozukluğu içine giren rahatsızlıklar. Her an insanın kendini kaygı içinde hissetmesi. "Yola çıkaca­ğım ama trafikte sorun yaşarım, işe giriyorum ama mutlak başarısız olacağım, sınava giriyorum ama mutlak başarısız olacağım" gibi kendi içinde her durum için mutlak başarı­sızlık görüşünün hakim olması. Kaygının ruhsal olarak anlatımı negatif bir duygudur. Panik nöbetinden önce bir­çok kişide bu oluyor. Olası kötülükleri görüp önlem alma­yı sağlayan bu duygu, sürekli hale gelince paniğe neden olabiliyor. Bu yüzergezer kaygılar bazen takıntı-saplanfiya neden oluyor. Esasında tüm bu saplantıların, korkuların altında yatan kaygı düzeyi o kadar yüksek olmalı ki pani­ğe dönüşsün. Bir insanda korku, kaygı varsa insan mutsuz olur. Çünkü olumlu ve olumsuz duygu var insanda, insana elem veren duygular, kaygı, korku, kötümserlik var. İnsan­lar bunlardan kurtulmak ister, savunma düzenleri de kay­gıya karşı oluşmuş dengeleşimdir. Dengeleşim ruhsal ya­şantıyı korkuya, kaygıya, öfkeye, karamsarlığa karşı den­gede tutan savunma düzenleridir. Bunlar her an çalışıyor," bunlar kaygı düzeyi arttıkça çöküyor. Kaygı düzeyi savun­ma düzenleriyle belirli bir sınıra kadar korunuyor. Bazı korkular ortaya çıkarıyor, karanlıktan korkmak, sokağa çıkmaktan korkmak gibi, dolayısıyla bilişsel işlevlerini başka şeylerle meşgul ederek o kaygıyı azaltıyor. Bu kişi­lerde en çok görülen korku agorafobidir. Çünkü sokağa çıkınca hastalanacağını, başına kötü bir şey geleceğini, fenalaşacağım, tedirgin olacağını düşünür.

İkincisi sosyal fobiler. Onlar da kendini yetersiz, eksik, çirkin, becerisiz, beceriksiz bulur. Başka insanlarla birlikte olunca travmatize olacağını düşünür. Güven duygusunu kaybeder. İlk insanın yaşantısından gelen korkular var ay­rıca. Bunlar da ortak bilinç ve bilinçaltıyla taşınıyor. İlk in­sanın yaşadığı korkular gök gürültüsü, örümcek gibi kor­kular ve bunlar ortak bilinçte ilk insandan geliyor. Ne ya­parsak yapalım ilk insandan gelen bazı korkuları, beklen­tileri koruyoruz. Bunların hemen hepsi doğayla iç içe olan insanların tabu diye gösterdiği şeyler, onlar da bize kadar geliyor. Şunu iyi bilin ki, bir insanın hastalıkla ilgili korku­su varsa o hastalığın ciddi bir tedavisi yoktur, bu nedenle korkulur.

Panik nöbetsiz korkular var. Birçok kişi sokağa çıkar çıkmaz, birçok kişi de sokağa çıkmayı tasarladığı zaman panik nöbeti geçirebilir. En büyüğü agorafobidir. İnsan kendini evde güvenli hisseder. Ayrılık endişesi de korku yaratır.

Panik Atak ve Bedensel Hastaliklar

Bedensel Hastalıklar ve Panik Atak

Sizde biliyorsunuz ki, bazı bedensel hastalıklar panik atak belirtileriyle karıştırılabiliyor. Bunlardan söz edebilir miyiz?

Evet, bazı bedensel sorunlar kesinlikle panik atak nö-betleriyle karıştırılabiliyor. Mesela "kalp rahatsızlıkları bunların başında geliyor. Hatta araştırmalar gösteriyor ki, bu oran yüzde 10 ile 15 arasında. Yani kalp krizi gibi so­runlar panik nöbetleri başlatabiliyor. Kalp sorunları olan­ların aynı zamanda panik atak geçirdikleri çok görülen bir durum. Bazen bu hastalıktan endişe etmek de doğrudan panik nöbeti yaşanmasına neden oluyor.

Panik nöbeti yapan hastalıklar

Peki, bu durumda hangi tür hastalıklar panik nöbeti yapar?
Aslında bu hastalıkların sayısı çok fazla. Şöyle sınıfla­yabiliriz:

1. Solunum sistemi hastalıkları Bronşit,
Astım,
Amfizem,
Kollajen akciğer hastalıkları,
Akciğer fibrosis.

2. İç salgı bezleri hastalıkları
Kan şekerindeki oynamalar,
Hipertroidi,
Âdet öncesi sorunları,
Gebelik (hastalık olmasa da hormonal değişikli­ğe yol açıyor),
Karsinoit tümör,
Kansızlık.

3. Kalp-damar hastalıkları
Kalp vurum sayısındaki artış,
Koroner damar hastalıkları,
Miyokart enfarktüsü,
Mitral kapak yetersizliği,
Aort kapak yetersizliği,
Kan basıncının yükselmesi,
Kansızlık sorunları,
Kan basıncının düşüklüğü.

4. Sinir sistemi hastalıkları
Migren,
Temporal lob epilepsisi,
Baskıya bağlı sinir hastalıkları,
Baş dönmesi,
Ortakulak iltihabı.

Aslında hemen herkes biliyor ama bu hastalıkları biraz tanımlayabilir misiniz?

Evet, tabii ki, birkaçını açıklayabiliriz:

Miyokart enfarktüsü: Kalp krizi diye adlandırılan bu hastalık, kalbi besleyen koroner damarlarda kan akımının azalması ve bu damarların tıkanması sonucu kalbin kasla­rının çalışamaz hale gelmesini tanımlıyor. Bu hastalığın en önemli belirtisi ağrıdır. Bu ağrı genel olarak göğsün orta yerinde bulunan sternumun (göğüs kemiği) arkasından başlar ve öteki yakınmalarla göğsün iki yanına yayılır. Bu yayılma daha çok sol kola ve kolun iç bölgelerine olur. Ağrıyla birlikte bulantı ve kusma gözlenir. İşte bu noktada hastanın kaygı düzeyi yüksektir. Ölüm korkusu ve panik başlar.

Mitral darlığı: Sol kalp karıncığı ile kulakçığın arasın­da bulunan rnitral kapakçığın anatomik bozukluğu sonu­cu iyi ve yeterli biçimde açılmayışıdır. Belirtilerin başında soluk alıp vermede darlık olur. Buna kalp vurum sayısın­daki artış eşlik eder, göğüs ağrısı, bitkinlik, halsizlik, yor­gunluk bunu takip eder.
Panik nöbetlere yol açan önemli kalp hastalığı mitral kapak darlığıdır.

Mitral kapağın balonlaşması: Mitral kapağın balon yapması, sol karıncık ile kulakçık arasında bulunan mitral kapağın, kalbin kasılması sırasında hafifçe sol kulakçığa doğru girmesi durumudur. Bu sorunda kalp vuruşlarında­ki artış ve fazladan kalp vurumu vardır. Bu sorunda orta­ya çıkan ruhsal belirtiler ve yakınmalar paniğe yol açar.

Emosyonel ve Somatik Yanit Nedir

Emosyonel Nedir, Somatik ve Psikolojik yanıt

Uyum bozukluğu nelere yol açar?


Uyum bozukluğu, kişinin aile, ev, işyeri, yakın ve uzak çevre ilişkilerini olumsuz etkiler, uyumunu bozar. Başarı göstermekte, çaba harcamakta zorlanır; çalışma gücü aza­lır. Güven duygusu kaybolur. Genel kaygı bozukluğunu ya da ruhsal çöküntüyü anımsatan belirtiler, yakınmalar or­taya çıkar. Zaman zaman görülen kızgınlık, öfke patlama­ları, saldırı, şiddet ve taşkınlık yanında; donukluk, dur­gunluk, hareketsizlik gibi davranış bozuklukları da bu tabloya eklenebilir. Çünkü travmatik yaşantılar sıklıkla psikiyatrik hastalıkları açığa çıkarıyor. Travmatik yaşantı­lara yanıtın 3 bileşeni vardır:

1. Emosyonel (duygusal) yanıt
2. Somatik Bozukluk (bedenleştirilmiş) yanıt
3. Psikolojik yanıt

Bu sayede yaşanan travmatik olayın çözümü yapılma­ya ve hatta sorun atlatılmaya çalışılır. Emosyonel ve soma­tik yanıtlar kaygı ve depresyon olarak ikiye ayrılır. Otonomik uyarılma, taşikardi, ağız kuruluğu kaygı belirtileridir ve bu belirtiler tehdit eden durumun sürmesiyle daha da belirginleşir. Depresyon belirtileri ise daha çok ayrılma ve kayıplarla ilgilidir. Travmatik yaşantıya üçüncü yanıt ise psikolojik mekanizmalardır ki, bunları başa çıkma strate­jileri ve savunma mekanizmaları olarak incelemek müm­kündür.

Bu sorunu çözmek için neler yapılabilir?, Emosyonel Stres ve Durum

Kişiler problem çözücü stratejiler geliştirir. Mesela çev­resinden yardım isteme, yaşadığı problemin çözümüne yö­nelik bilgi, rehberlik arayışları, problemle yüzleşme, kendi haklarını savunma gibi davranışlar içine girerler. Duygu­ların ağırlığını üzerinden atmak için de, problem ve prob­lemi anımsatacak konuları düşünmekten ve bunları ko­nuşmaktan kaçınmak neredeyse ilk tepkidir. Konuyla ilgili çözümlemeler yapmak, olumlu ya da olumsuz bir karar verebilmek de buna hizmet eder. Diğer taraftan olumsuz bir dizi davranış örneği de gösterilebilir. Mesela alkole ya da yeşil reçeteyle satılan, ama reçeteyle alınmamış ilaçlara yönelme, kendine zarar vermeye kalkışma, saldırganlığın açığa çıkması gibi.

Bahar yorgunluğundan dolayı yaşanan kaygı, panik atağa dönüşebilir mi?

Evet, dönüşebilir, çünkü bir anlamda iç sıkıntısı yara­tan bu durum tetikleyici kabul edilebilir. Bu nedenle bahar yorgunluğunu ve depresyonunu yenmek için önerilerde bulunuyoruz. Çünkü mevsim dönümlerinde vücut, özel­likle B ve C vitaminleri ile potasyuma ihtiyaç duyar. B ve C vitaminleri sebze ve meyvelerde, potasyum da domates, patates ve kayısıda bol miktarda bulunur. Bu nedenle meyve ve sebze tüketimini artırın. Ayrıca tüm depresif hal­lerde işe yarayacak şu önerilere kulak vermekte yarar var:

Özellikle kıştan bahara geçerken bol vitamin alın,
Bol bol egzersiz yapın,
Gelenin getireceklerini bilmemenin kaygısını yaşa­mak yerine sürprizlerin güzel olduğunu düşünün,
Baharda beklentilerin gerçekleşme ihtimaline hazır olun,
Erken kalkın,
Uyku saatinize dikkat edin,
Beyninizi organize edin ki sizin için yararlı olan emirleri verebilsin,
Kendinizi kötü haberlere, uyuşukluğa teslim etmeyin,
Silkinip ben şuyum, şunu yapmak istiyorum derse­niz kendi dışınızdaki dünyayı da manipüle edebi­lirsiniz,
Güne düzenli başlayın,
Çevrenize sevgi verirseniz sevgi de alacağınızı unutmayın.

Bahar yorgunluğunun belirtileri nelerdir?

Bahar yorgunluğunun belirtileri şunlardır:
Bitkinlik,
Neşesizlik,
Uyuşukluk,
Uykuya dalamamak ve uyanamamak,
Sürekli sıkıntı hali.

Obsesif Kompulsif Bozukluk Tedavisi

Obsesif Kompülsif Bozukluk Tedavisi

En sık görülen kompülsiyonlar hangileridir?


En sık görülen kompülsiyonları şöyle sıralayabiliriz:

Saatlerce lavabonun karşısında kalarak elini yıka­mak, temizlendiğine ikna olamayıp yeniden yıka­mak,
Tekrarlama: Kaygı veren ve takıntılı hale gelen düşünceyle oluşan iç sıkıntısını rahatlatmak için sürekli olarak tekrarlayan davranışta bulunmak,

Kontrol etme: Obsesif-kompülsif bozukluğu olan hastalarda tipik olarak görülen belirti kontrol et­mektir. Hatta sorunun başlangıcı bile böyle tespit edilebilir. Mesela hasta, evden çıkarken kapıları kapatıp kapamadığını belki on kez kontrol eder; suyu açık unutup unutmadığını, ütüyü prizde bıra­kıp bırakmadığını unutup bunları kontrol etmeye çalışır.

Biriktirme: İşe yaramasa da, çok eski olup kulla­nılmasa da eşyaları evlerinden atamayan hastalar vardır. Çöp diye tabir edilen evler genelde onların­dır. Hiç eşya atamadıklarını anlamazlar bile. Bin­lerce gazete, dergi, kavanoz biriktirebilirler.

Sayma: Aslında bu durum birçok insanın» yaptığı sıradan kabul edilebilecek bir davranıştır, ama sü­rekli hale gelirse hastalık durumuna dönüşebilir. Mesela evlerin pencerelerini sayma, insanların ayakkabılarını sayma gibi.

Aşırı tertipli ve düzenli olma: Örneğin evde her şe­yin simetrik durması veya masanın üstündeki her şeyin belirli bir sırayla dizilmesi gibi.

Hastalık çok geç yaşta da başlayabilir, Obsesif Kompülsif Kişilik Bozukluğu

Bu hastalık daha çok hangi yaşlarda başlar?

Belirli bir yaşta başlamıyor. Bazı travmatik yaşantıların sonrasında çok geç yaşta da başlayabilir. Çok erken yaşta da. Hatta başlangıcı okul öncesi çocukluk dönemine ka­dar gider. Bazen de hastalığı tanımlamakta gecikmeler ola­bilir. Doktora gitmeye çekinmek, yaşadığının psikolojik bir sorun olduğunu fark etmekte zorlanmak, bu sorunlar nedeniyle doktora gitmek gerektiğini fark etmemek, hasta­lığa bir tanı konmasını geciktiren nedenler arasında sayıla­bilir. Kimi zaman yaşanan ağır stresler, eş ve iş sorunları, ailedeki kayıplar ve devamında yaşanan ağır depresyon,, kişideki obsesif-kompülsif bozukluğun ayırt edilmesini de güçleştirir.

Sizce bu bozukluğun nedenleri neler olabilir?

Bu bozukluğun bilinen tek bir nedeni olduğunu söy­lemek gerçekten zor. Nedenlerine ilişkin yapılan çalış­malar, genetik bir yatkınlığı işaret ediyor. Aslında bu so­runa yol açan bir gen bulunmamakla birlikte OKB has­talarının yakınlarında bu hastalığın görülme olasılığı fazla. Beyinde kimyasal haberci görevi üstlenen seroto-nin seviyesindeki düşmenin bu hastalığa neden olduğu söyleniyor. Zaten serotonin birçok psikiyatrik hastalığın en önemli etmenlerinden biri olarak kabul ediliyor ve tedavide bu nedenle serotonin seviyesini artıran ilaçlar kullanılıyor. Aile içi sorunlar veya stres yaratan durum­lar bu hastalığa yol açmaz, ancak var olan hastalığı tetikleyebilir

Panik atağı sorunlarında önemli bir etken de, travma­tik stres bozukluğu diyebilir miyiz?

Elbette. Son yıllarda ülkemizde kaygı bozuklukları baş­lığı altında, travma sonrası stres bozuklukları da yer alı­yor. Sel baskınından depreme, cinsel saldırıdan işkenceye, silahlı saldırıya kadar, ölüm ya da ölüm tehdidiyle karşıla­şan insanların genellikle ağır stres tepkisi, travma sonrası stres uyum bozukluğu gösterdikleri belirtiliyor. Öte yan­dan bu tip olayların, ruhsal bozukluğa ya da hastalığa yat­kın kişilerde belirtilerin ortaya çıkışını kolaylaştırdığı, ilaç ya da ruhsal tedaviyle günlük yaşantıya uyum sağlayan hastaların uyumunu bozduğu biliniyor. Ruhsal bozukluğu, hastalığı olmayan insanlarda doğal afetler, insanların yol açtığı terör olayları, yangınlar, büyük kayıplar, ayaklan­malar ağır stres tepkisini birden ortaya çıkarır. Ama za­manla bu tepki azalır. Travma sonrası stres bozukluğu ta­nısı koyabilmek için, insanın gerçek ölüm ya da ölüm teh­didi gibi bir tehlikeyle karşılaşmış olması, bu durum karşı­sında çaresiz kalması, aşırı endişe ve korkuya kapılmış ol­ması gerekir. Buna ek olarak, başlangıçta aşırı korku, ça­resizlik, dehşet belirtileri yanında, dalgınlık, donukluk, il­gisizlik, gerçek dışı değerlendirme ve düşünme, kişilik bö­lünmesi, bellek hataları gibi belirtiler bulunabilir. Travma­tik olay ve onunla ilgili anılar yeniden yaşanır. Olayla ilgili algı ve düşünce yanılmaları, bozuklukları ortaya çıkabilir. Uyku bozuklukları yanında korkulu rüyalar, karabasan sık görülür. Hastanın dehşet içinde, korku ve panikle uyanmasına, bağırıp çağırmasına, taşkınlık, saldırganlık göstermesine, vurup kırmasına yol açabilir. Bu bozukluk en az iki gün, en fazla bir ay sürer. Bu bozukluğun uzama­sı travma sonrası stres ya da uyum bozukluğuna neden olabilir.

Travma sonrası stres bozukluğunda kişi daha çok ne­ler yaşar?

Travma sonrası stres bozukluğunda kişi, sürekli olarak endişe, kaygı, korku, çaresizlik ve dehşet içinde yaşar. Ola­yı anımsamak, düşünmek ve konuşmak istemez. Olayı ya da olayın bir yönünü anımsatan durumlar, kişiler, nesneler karşısında endişe, kaygı düzeyi yükselir. Korku ve panik belirtileri ortaya çıkar. Ruhsal dalgınlık, donukluk, dur­gunluk, ilgisizlik, gerçek dışı değerlendirme, başkalarıyla, çevreyle ilişkinin azalması, uyumun bozulması, genel kay­gı bozukluğunu ya da ruhsal çöküntüyü düşündüren belir­tiler, yakınmalar, dehşet ve korku veren düşlemler, fantezi­ler, düşler görülür. Bu belirtiler üç aydan fazla sürerse bo­zukluğun, hastalığın uzaması, kronikleşmesi söz konusu olabilir.

Obsesif Kompulsif Bozukluk

Panik bozukluğuna eşlik eden psikolojik sorunlar

Obsesif Kompülsif Bozukluk (takıntılı-tekrarlayıcı davranış) bo­zukluk nedir?


Obsesif Kompulsif Bozukluk Nedir

Obsesif-kompülsif bozukluk (OKB), psikiyatrik bir hastalık olarak tek başına da seyredebilen ve dolayısıyla tanımlanan ve tedavi edilen bir rahatsızlık olabiliyor. An­cak, başka belirtilerle birlikte farklı psikiyatrik hastalıkla­ra da eşlik edebiliyor. Yani panik bozukluğuna ya da dep­resyona olduğu gibi. Gerçekten de OKB çok sık depres­yonla ya da depresyon öncesinde görülebilir. Obsesif-kompülsif bozuklukla ilgili olarak yapılan çeşitli psikiyatrik araştırmalar gösteriyor ki, bu hastalık toplumda panik bo­zukluğu kadar, hatta daha da yaygın. Üstelik her^aşta gö­rülebiliyor. OKB'nin toplumda görülme yaygınlığı yüzde 2-3 oranında. Ancak, doktora gidip tedavi görenlerin sayı­sının çok az olduğu düşünülürse, gerçek değerin bu oran­ların çok üzerinde olduğu da söylenebilir.

Obsesif Kompülsif bozukluğun belirtileri neler?

Obsesif-kompülsif bozukluklar daha çok takıntılı ve bu takıntılı davranışların tekrarı biçiminde ortaya çıkar. Birçok değişik formu vardır. Mesela bazen hastalık, sadece takıntılı düşünce biçiminde, bazen de takıntılı ve tekrarla-yıcı davranış şeklinde yaşanır. Bununla birlikte obsesyonlar düşünce ve takıntılı düşünce; kompülsiyonlar ise dav­ranış ve tekrarlayıcı davranış biçiminde olur.

Obsesyon ve kompülsiyon kelimelerinin tam anlamla­rını açıklar mısınız?

Öncelikle obsesyonun (takıntı) tanımından başlayalım isterseniz. Burada, kişinin kontrolsüzce tekrar eden düşün­celeri vardır. Bu düşünceler onu devamlı uyarır. Bunu ya­şayan kişi, çok ama çok anlamsız bir şey yaptığını bile bile ve bundan çok da rahatsız olarak aynı düşüncelerin içine hapseder kendini. Kişi, kendini rahatsız eden bu düşünce­lerin kıskacında yaşamdan keyif alamaz hale gelir. Halk arasında takıntı olarak da kabul edilen obsesif-kompülsif bozukluklarla birlikte başka psikolojik sorunlar da yaşan­maya başlar. Mesela fobiler, ardı arkası kesilmeyen şüphe­ler, sürekli kaygı hali gibi sorunlar birlikte sürer gider.

Hastalar takıntılı düşüncelerden kurtulmak için akılla­rına başka düşünceleri getirirler veya bazı davranışlarda bulunurlar bu tür düşünce ve davranışlara kompülsiyon (tekrarlayan davranışlar) denir. Takıntılı düşünceler anksi-yete artışına neden olurken kompülsiyonlar anksiyeteyi azaltır.

En sık görülen obsesyonlar hangileridir?

En sık görülen obsesyonları şöyle sıralayabiliriz:
Kirlilik takıntısı (çevreden kan, tükürük, mikrop gibi kir bulaşması veya kişinin çevreye kir bulaştır­ması düşüncesi),
Kendi başına veya yakınlarının başına bir kötülük geleceği düşüncesi,

Kontrolünü kaybetme ve saldırgan davranışta bulunma korkusu,
Tekrarlayan ve kontrol edilemeyen cinsel düşünceler,
Dinle ve ahlaki değerlerle aşırı uğraşma.

Surekli Kaygi Olcegi Nedir

Kaygı Ölçeği Nedir

Aşağıda insanların kaygılı ya da endişeli olduklarında yaşadıkları bazı belirtiler verilmiştir. Bu belirtileri belirgin şekilde yaşıyorsanız anksiyete düzeyiniz yüksek demektir.

Sürekli Kaygı Ölçeği

Bedenin herhangi bir yerinde uyuşma veya karınca­lanma,
Sıcak-ateş basması,
Bacaklarda halsizlik, titreme,
Gevşeyememe,
Çok kötü şeyler olacak korkusu,
Baş dönmesi veya sersemlik,
Kalp çarpıntısı,
Dengeyi kaybetme duygusu,
Dehşete kapılma,
Sinirlilik,
Boğuluyormuş gibi olma duygusu,
Ellerde titreme,
Titreklik,
Kontrolü kaybetme duygusu,
Nefes almada güçlük,
Ölüm korkusu,
Korkuya kapılma,
Midede hazımsızlık ya da rahatsızlık hissi,
Baygınlık,
Yüzün kızarması,
Terleme (sıcağa bağlı olmayan).

Kaygıda sınır aşıldığında, bilişsel işlevlerde ne gibi de­ğişimler gözlenir?

Bu durumda aşağıdaki değişimler gözlenir:
Dikkatte bölünme,
Bilinç karışıklığı, bulutlanma, bulanma,
Davranışlar üzerinde denetim eksikliği,
Davranış, tutum ve eylemlerde tutarsızlık,
Azalmış uyanıklık durumu,
Uykuya eğilim, uyuşukluk, ağırlık,
Fakir, yavan düşünce ve davranış,
İyi düzenlenmemiş, ürkek, çekingen davranışlar.

Surekli ve Durumluk Kaygi Bozuklugu

Kaygı düzeyini yükselten faktörler, Sürekli Kaygı

Kaygı düzeyinin yükselmesine neler yol açıyor? Bunları şöyle sıralayabiliriz:

Dış ortamdan alıcılara gelen fiziksel ve kimyasal . uyaranların belirli bir şiddetin üzerinde belirli süre etkili olması,
Dış ortamda, havada ya da suda bulunan kimya­sal maddelerin yoğunluğunun artması,
Dış ortamda organizma için zararlı olan fiziksel ya da kimyasal etkenlerin bulunması.
Dış ortamda bulunan toplumsal iletiler ışık ya da ses gibi fiziksel uyaranların üzerinde bilgi, haber olarak taşı­nır. Aşağıdaki olasılıklar da bu bilgi, haber kaygı düzeyini yükseltir:
Bilginin, haberin, iletinin zihinsel işlevler süreci içinde çözülüp anlaşılmaması,
Çözülüp anlaşılan bilginin, haberin, iletinin insan için çatışma yaratması,
Çözülüp anlaşılan bilginin, haberin, iletinin orga­nizmayı tehdit eden tehlikeli bir durum yaratması,
Tehdit eden tehlikeli durumun hemen orada, o anda organizmayı yok edecek boyutlara ulaşması.

Kaygı düzeyinin yükselmesi bilişsel işlevlerde ne gibi değişimler yapar?

Kişiden kişiye değişmekle birlikte kaygı düzeyinin belir­li düzeye kadar yükselmesi bilişsel işlevlerde aşağıdaki de­ğişimleri yapar. Bu düzeyde belirli sınıra kadar kjıygı, ya­rarlı, yaratıcı biçimde kullanılır:
Haberdarlık, uyanıklık artar,
Dikkatin odaklaşması artar,
Dikatte seçicilik artar,
Arka arkaya gelen uyaranlara çabuk ve kolay tep­ki verilir,
Tepkilerde çabukluk olur.

Kaygi Nedir Kaygi Bozukluklari

Kaygı Nedir, Kaygı Bozuklukları

Filozof ve psikiyatrların kaygı tanımlamalarından söz eder misiniz?

Elbette. Filozof ve psikiyatrların kaygı tanımlamaları şöyle:

Otto Rank (1884-1939): Kaygının temel bir duygu ol­duğunu ayrılma ve kopma duygusundan kaynaklandığını söylemiştir.

Heidegger (1889-1976): Kierkegard'm etkisi altında kalan Heidegger de temel bir duygu olduğunu, ayrılma ve kopma duygusundan kaynaklandığını söylemiştir.

Karen Horney (1885-1952): Kaygı ve korku kavramını eşanlamda kullanmıştır. Bu kavramları, tehlike karşısında gelişen duygusal tepki olarak tanımlamıştır. Kaygı duygu­sunun doğuştan temel kaygı olarak bulunduğunu öne sür­müştür. Bu duygunun doğa güçleri ve ölüm karşısında or­taya çıktığını belirtmiştir.

Erich Fromm (1900-1980): Kaygıyı insanın yalnız kal­ma korkusuna, çaresizliğine ve çevreye yabancılaşmasına bağlamış, kaygının kültür olayı olduğunu öne sürmüş, bi­reycilik, özgürlük, yabancılaşma ve yalnızlığın kaygı düze­yini yükselttiğini, ruhsal bozukluklara yol açtığını vurgu­lamıştır.

Jean-Paul Sartre (1905-1980): Kaygıyı, insanın varolu­şunun doğasında, temelinde bulunan bir parça olarak ka­bul etmiştir. (Korku Kaygı)

Freud (1856-1939): Kaygının, içgüdü ve dürtülerden kaynaklanan gücün bastırılması sonucu ortaya çıktığını ileri sürmüştür. Önce, kendiliğinden otomatik olarak orta­ya çıkan kaygıyı tanımlamıştır. Örseleyici, zedeleyici, teh­dit dolu, tehlikeli duruma karşı organizmada ortaya çıkan yanıt, tepki durumudur. Daha sonra Freud, gerçek kaygı (realistic anxiety) kavramını tanımlamıştır. Ona göre ger­çek kaygı, insanın dışında bulunan ortamın yarattığı teh­dit ve tehlikeden kaynaklanır.

Yaygınlaşmış anksiyete-kaygı bozukluğu tam olarak ne gibi sorunlara işaret ediyor?
Yaşadığı hayattan tam anlamıyla zevk alamamak, iş yaşamında etkinliğini yitirmek, sürekli depresyonda ge­zinmek, depresyona eşlik eden psikosomatik sorunlar, sı­kıntılı ruh hali ve günlük yaşamı sekteye uğratacak kadar yaşamdan kopmak gibi kaygının yarattığı tüm davranış­sal ve düşünsel, kişiyi rahatsız edici semptomlara işaret ediyor. Sürekli Kaygı

Kaygılı bir insanın karakteristik davranışları nasıldır?

Kaygılı insanların elleri ve sesi titrer, konuşurken takı­lır, bazen saçma sapan konuşur, bazen ise kesin bir şey söyleyemez, yüzü kızarır, kalbi çarpar. Bu kişiler rahatla­mak için öncelikle kaygılarının nedenini anlamalı. Neden daha çok performans anksiyetesi yaşanmasından kaynak­lanır mesela. Ancak kişi anksiyeteyi yaşayıp da panik atak geçiriyorsa, bunun bir anksiyete olduğunu bilirse sorun çok büyümeden çözülebilir.

İnsan yaşamında kaygının ortaya çıkışındaki etkenler neler olabilir? Bir başka deyişle kaygı bulaşıcı mıdır?

Açıkçası, kaygı insandan insana bulaşabilen bir duygu­dur. Mesela çok sevdiğiniz bir yakınınızın geçirdiği önemli bir rahatsızlık sizin de yaşamınızı altüst edebilir. Bu doğal­dır da. Bazen bu kişi çok yakınınız değil, ama bir iş arka­daşınız olabilir. Onun sorununu kendi içinizde hissedebilir ve belki de sizin de başınıza gelebileceği endişesini yaşa­maya başlayabilirsiniz. Bunların hepsi sizi kaygıya sürük­ler. Bir yakınını kaybeden insanda, aniden bu kaygı tablo­su gelişebilir ve uzun süreli bir depresyona ya da panik atağa dönüşebilir. Kişi evhamlıysa kaygıya yatkın oluyor. Burada daha önce de söylediğim gibi genetik faktörler de önem kazanıyor. (Kaygı Envanteri)

Kaygı konusunda davranış kalıplarının seçimi nasıl oluyor?

Düşünce sürecinin seçme ve karar verme aşamasında,
davranış kalıpları arasında 4 çeşit çatışma olasılığı vardır:

1. Yaklaşma-yaklaşma çatışması: Hoşlanılan, haz ve­ren benzer iki davranış kalıbından birinin seçilmesi zorun­lu olduğunda bu tip çatışma çıkar ortaya.
Aynı anda hem radyoda, hem televizyonda beğendiği bir programı dinlemek ya da izlemek zorunda kalan bir insanın; hem sevdiği bir arkadaşa, hem sinemaya gitmeyi düşünen bir gencin; hem eşiyle iyi geçinmek, hem de her akşam arkadaşlarıyla oturup bir iki kadeh içerek "gam dağıtmak", "kafa bulmak" isteyen bir kocanın durumu bu tür çatışmaya örnektir.

2. Kaçma-kaçma çatışması: İnsanın elem veren, hoş ol­mayan iki davranış kalıbından birini seçmesi zorunlu ol­duğunda bu tip çatışma ortaya çıkar.

Midesinde ülser olan birinin, ağrı çekmek ile ameliyat olmak arasında seçim yapması; eşiyle anlaşamayan ve ay­rılmayı tasarlayan bir kadının, yaşadığı çevrede dul bir ka­dının arkasından söylenecekleri, başına gelecekleri düşün­mesi; sevmediği bir yemeği yemek istemeyen, ancak anne­sinin öfkelenmesinden korkan bir çocuğun durumu bu tür çatışmaya örnek olabilir. (Kaygı Endişe)

Günlük yaşamın basit, yalın akışı içinde, yaklaşma-yaklaşma; kaçma-kaçma çatışmaları çok fazla olmaz. İn­sanların amaçları, beklentileri arttıkça, ekonomik ve kül­tür düzeyleri yükseldikçe, bu tür çatışmalar daha çok or­taya çıkar. Aynı gün ve aynı saatte iki yere davetli olan in­san, gideceği davetin seçimini yapma konusunda zorluk çeker. Veya mikroptan ve pislikten korkan bir ev hanımı zararlı diye deterjan kullanmaktan çekinir, ama bir yan­dan da çamaşırlar ve bulaşıklar temizlenmedi diye üzülür.

3. Yaklaşma-kaçma çatışması: En sık görülen çatışma tipidir. Kaygı düzeyini yükselten temel etken olup, aynı za­manda zorlanmanın ve zorlanmaya bağlı bozukluk ve hastalıkların temel nedenidir. Bireyin haz veren, elem ve­ren; hoşa giden, hoşa gitmeyen davranış kalıpları arasında seçim yapma zorunluluğu bu tür çatışmalara yol açar. Ku­ramsal olarak davranışın amacı, bireyin amaca yakın ya da uzak olması, davranış kalıplarının gücü, yaklaşma-kaç­ma biçimindeki kalıpların seçiminde rol oynar. Başka bir deyişle, bireylerin yaklaşma ya da kaçma biçimindeki dav­ranış kalıplarından birini seçmesi, karar vermesi, bu kalıp­ların içerdiği güdülerin gücüne ve davranış amacına, bire­yin bu amaca yakınlığına, uzaklığına bağlıdır. (Durumluk Kaygı)

4. İkili yaklaşma-kaçma çatışması: Bu durumda, yak­laşma-kaçma çatışması yaratan iki ya da daha fazla davra­nış kalıbından birinin seçimi için karar verilmesi söz konu­sudur.

Tıp fakültesini bitirdiğinde zorunlu hizmete gidecek olan hekim adayının, uzmanlık sınavını kazandığında zo­runlu hizmetten kurtulup uzmanlık çalışmalarına başla­ması bu tür çatışmaya örnektir.
Seçimde rol oynayan değişkenler, 4 grup içinde toplanabilen davranış biçimine yol açar
Amaca yaklaştıkça, yaklaşma biçimindeki davranış ka­lıplarının içerdiği güdülerin gücü artar. Kaçma biçiminde­ki davranış kalıplarının içerdiği güdülerin gücü azalır.