Mide Kanseri Cerrahi Tedavisi
Mide kanserinin tek tedavisi küratif cerrahi
rezeksiyondur. Diğer tedaviler ise cerrahi rezeksiyon sonrası adjuvan tedaviler
ve palyatif tedavilerden oluşan kemoterapi, radyoterapi ve immunoterapidir.
Günümüzde evreleme çalışmalarının ve tanı araçlarının gelişmesi ile evrelemenin
doğruluğu % 80-% 85’lere ulaşmaktadır. Cerrahi tedavi yapılırken amaç R0
rezeksiyonun sağlanmasıdır. Küratif rezeksiyon peritoneal ve uzak organ
metastazı olmayan hastalarda, patolojik metastaz yapmış lenf bezlerinin
tamamının, mide piyesi ile birlikte ve temiz cerrahi sınırlarla
çıkartılmasıdır. Radikal gastrektomi total ya da eğer temiz cerrahi sınırlar
elde edilebiliyorsa distal subtotal gastrektomi şeklinde yapılabilir. Eğer
tümörün üst sınırı, büyük kurvatur tarafında sağ ve sol gastroepiploik arter
bileşkesi ile küçük kurvatur tarafında kardianın 5cm altından geçen hattın
üstünde ise total gastrektomi yapılmalıdır.
Mide Kanseri Cerrahisinde Komplikasyonlar
Mide kanseri nedeniyle yapılan rezeksiyonlardan
sonra hastaların yaklaşık % 20’sinde değişik komplikasyonlar gelişmektedir.
Dikkatli bir ameliyat öncesi hazırlık, ameliyatın teknik prensiplerine özen
gösterilmesi ve iyi bir ameliyat sonrası bakım ile mide cerrahisinden sonra
görülen komplikasyonların azaltılması mümkündür. Mide kanseri cerrahisi sonrası
görülen komplikasyonlar cerrahi komplikasyonlar ve genel komplikasyonlar olarak
sınıflandırılabilir.
Ameliyat sonrası dönemde görülen cerrahi
komplikasyonlardan en önemlileri kanama, duodenal güdük kaçağı ve anastomoz
kaçağıdır. Duodenal güdük kaçağı ameliyat sonrası dönemde mortalite ve
morbiditeyi arttıran önemli bir komplikasyondur.
Mide Kanseri Vücuda Nasıl Yayılır
Mide kanseri yayılım yolları 1932 yılında Cornett
ve Howell tarafından yayınlandığından beri şu şekilde tanımlanmaktadır:
1.Direk Yayılım: Mukozadan
başlayan kanser önce submukozayı istila eder, ardından muskuler ve subserozal
tutulum gerçekleşir. Özofagus ve duodenuma yayılım bu şekilde oluşmaktadır.
Duodenuma yayılım muskuler tabaka ve subserozal lenfatikler yoluyla olur.
Özofagusa yayılım ise tüm tabakalar boyunca olabilmekle beraber genellikle
submukozal lenfatikler yoluyla olur.
2.Peritoneal Yayılım: Tüm
mide duvarı boyunca yayılıp serozaya ulaşan tümörler peritoneal yayılım
gösterebilirler. Diffüz tip kanserlerde peritoneal yayılım, intestinal tip’e
oranla daha sıktır.
3.Hematojen Yayılım: Uzak
organ metastazları bu yolla gelişmektedir. Hematojen yayılım en sık karaciğere
olmaktadır. İntestinal tip karsinomlar diffüz tipe oranla daha sık hematojen
yolla yayılma eğilimindedirler.
4.Lenfatik Yayılım: Mide
kanserlerinde lenfatik yayılım erken dönemde başlar. Mide rezeke edildiğinde
lenf nodu metastaz oranı % 50 civarındadır. Kennedy tüm evreleri içeren 1241
hastayı incelediği çalışmasında lenf nodu pozitifliğini % 76,5 olarak
bildirmiştir. Özellikle submukozal invazyonun olduğu, 4cm’den büyük ve az
diferansiye tümörlerde lenfatik yayılım riski artmaktadır. Obana ve arkadaşları
lenf bezi metastazlarını morfolojik açıdan iki alt gruba ayırmışlardır. Lenf
bezlerinde emboli tarzında tümör varlığı mevcut ve lenf yollarında henüz kanser
hücresi yoksa embolik tip, lenfatik kapillerlerde tümör hücresi var ve lenf
bezi çevresindeki yağ dokunun intertisyel alanlarında tümöral yayılım mevcutsa
infiltratif tip olarak tanımlamışlardır. Embolik tip metastaz intestinal tip
mide kanserlerinde, infiltratif tip metastaz ise diffüz tip mide kanserlerinde
daha sık olmaktadır.
Mide Kanserlerinin Mikroskopik Özellikleri
Mide mukozasının hücresel çeşitliliği ve
tümörlerin önemli bir kısmının intestinal metaplazi zemininde gelişmesi, bu
tümörlerin oldukça geniş morfolojik dağılım göstermesine neden olmuştur. WHO
mide adenokarsinomlarını dört ana histolojik tipe ayırmaktadır. Ayrıca mide
kanserinin boyutu ve invazyon derinliği arttıkça histolojik çeşitliliği de
artmaktadır. WHO sınıflamasına göre mide kanserinin patolojik tanısı baskın
histolojik özelliğe göre yapılmaktadır. Ancak baskın histolojik özellik, mide
kanserinin karışık histolojik şekillerinin gerçek doğasını göstermeyebilir.
Mide kanseri histolojik sınıflamasında dikkate alınması gereken diğer bir
kavramda displazidir. WHO, 2000 yılında tüm GİS için displazi kavramı yerine
‘intraepitelyal neoplazi’ kavramının kullanılmasının daha uygun olacağını açıklamış
ve intraepitelyal neoplazi stromal invazyonun olmadığı lezyon olarak
tanımlanmıştır.
WHO sınıflamasına göre tümör ne zaman lamina
propria ve submukozayı infiltre ederse invaziv adenokarsinom tanısını
almaktadır. Literatür, yüksek dereceli intraepitelyal neoplaziden invaziv mide
adenokarsinomu tanısına ilerleme gösteren olguların takiplerini içeren
çalışmalar açısından incelendiğinde, çalışmaların çoğunda invaziv karsinomun
birkaç ay içinde geliştiği görülmüştür. Bilinen şudur ki, moleküler ve genetik
açıdan bakıldığında yüksek dereceli intraepitelyal neoplazi invaziv karsinomdan
çok da farklı değildir.
Mide Kanserinde Tanı Yöntemleri
Mide kanseri biyolojik olarak hızlı ilerleyen bir
hastalıktır ve klinik belirtilerini verdiğinde, genellikle ileri evre hastalık
söz konusudur. İleri evre mide kanserinde beş yıllık sağkalım % 10 iken, erken
evrede bu oran % 85’ lere ulaşmaktadır. Ancak klinik belirtilerin tipik
olmaması ve genellikle fizik muayenenin normal bulunması, mide kanserinin
tanınmasını zorlaştırmaktadır. Erken evre kanserde, hastaların büyük çoğunluğu
belirti vermemektedir. Özellikle Japonya gibi mide kanseri sıklığı nedeniyle
izlem protokolü uygulayan ülkelerde erken mide kanseri, tüm mide kanseri
olgularının % 90‘ını kapsarken, bu oranın bizim ülkemizde % 10‘dan daha az
olduğu tahmin edilmektedir. Geniş bir seriyi içeren bir çalışmada, erken mide
kanseri tanısı konulan hastaların % 80 oranında semptomsuz olduğu
bildirilmiştir. Mevcut semptomlar ise dispeptik yakınmalardır.
Yıllarca peptik ülser ile ilgili yakınmaları olan
hastalarda baryumlu üst gastrointestinal sistem (GİS) çalışmaları
kullanılmıştır. Ancak günümüzde endoskopik yöntemlerle hem lezyonun direkt
görülebilmesi, hem de biyopsi alınabilmesi dispepside ilk yöntemin endoskopi
olmasına neden olmuştur. Amerikan Cerrahi Derneği'nin çalışmasında endoskopi ve
biyopsi ile mide kanserlerinin % 94’üne doğru tanı konma imkanı saptanmıştır.
Mide kanseri olabilecek hastalarda evreleme ve değerlendirme için Ulusal Kanser
Çalışma Grubu’nun hazırladığı rehberde önerilen ilk basamak çalışmaları, iyi
bir anamnez ve fizik muayenenin yapılması, laboratuar çalışmalarının yapılması
(örneğin tam kan sayımı, elektrolitler), göğüs grafisi, karın tomografisi
yapılmasıdır. Üst mide kanserleri için göğüs tomografisi yapılması da
önerilmektedir. Özofagogastroskopi hem tümörün görülmesi hem de doku tanısı
için şarttır.
Mide Kanserinde Endoskopik Tanı
Tümörün büyüklüğünü, yerleşimini, tıkanıklığa yol
açıp açmadığını belirlemek için üst GİS endoskopisi yapılır. Bazı seçilmiş
hastalarda üst GİS endoskopi lazer ablasyon, stentleme, dilatasyon gibi
palyatif işlemlerde de kullanılabilir. Midede malign lezyon varsa ve erken mide
kanseri (EMK) düşünülüyorsa Japon Endoskopi Cemiyeti’nin 1962 yılında
bildirdiği sınıflamaya göre, ileri evre mide kanseri düşünülüyorsa Borrmann
sınıflamasına göre lezyonun tipine karar verilir(Tablo 3).(34, 35)
Mide kanserinde endoskopinin tanıdaki duyarlılığı % 94 - % 98 arasında
değişir. Ancak endoskopinin skiröz tümörlerde, tümör submukozada yerleştiği ve
fibrotik alanlar içerdiği için yalancı negatif sonuç oranları sıktır. Skiröz
kanserde endoskopinin duyarlılığı % 33 - % 70 arasında değişmektedir.
Mide Kanserinde Radyolojik Görüntüleme
Yöntemleri
Radyolojik olarak mide kanseri tanısı ilk kez
1960’lı yılarda Japonya’da konmuş, 1970’lerde tümör invazyonunun derinliği gibi
kalitatif tanı koydurucu özellikler araştırılmıştır. Dolayısıyla mide tümörünün
tanısında kullanılan radyolojik yöntemlerin tam olarak yaygınlaşması 1980’li
yılların başında gerçekleşmiştir. 1990‘lı yılların ikinci yarısında
multidetektör bilgisayarlı tomografinin (MDBT) icadı ile bilgisayarlı tomografi
(BT), geleneksel tarama yöntemleri arasında yüksek etkinliği olan ve gelişmiş
görüntü kalitesine sahip bir cihaz haline gelmiştir. Radyolojik görüntüleme
yöntemleri ile sadece lümen içi değerlendirme yapılmakla kalmayıp, komşu
dokulara yayılım ve sistemik yayılım açısından çok değerli bilgiler edinilir.
Mide Kanserinde Baryumlu Tetkikler
Yapılan çalışmalar, özellikle mide kanseri
olgularında baryumlu incelemelerin tanıda katkısı olan bir yöntem olduğunu
göstermiştir. Mide kanserli olgularda özellikle önerilen inceleme şekli ise
çift kontrastlı mide–duodenum incelemesidir. Mukoza paternini değerlendirme
olanağı sağlayan bu yöntemin tanıda en önemli avantajı, erken dönem lezyonları
saptayabilmesidir. Çift kontrastlı mide duodenum tetkiki ile 5mm ve hatta daha
küçük polipler radyolojik olarak saptanabilmektedir. İleri evre
mide kanseri tanısında ise çift kontrastlı baryum tetkiki ile olguların %
99’unda tümör radyolojik olarak saptanmıştır. Ancak mide kanseri düşündürecek
her türlü lezyonda endoskopi ve biyopsi nihai tanı açısından mutlaka
uygulanmalıdır.
Mide Kanserinde Bilgisayarlı Tomografi
BT’nin mide lümenini, mide duvarını, ekstramural
ve perigastrik alanı direk göstermesi nedeniyle mide kanserlerinin tanı ve
evrelemesinde önemli bir rolü vardır. Bununla birlikte duyarlılık ve özgüllüğün
yüksek olabilmesi için incelemenin uygun koşullarda yapılması gerekmektedir.
BT’nin mide kanserini saptamadaki doğruluk oranı %
54 ile % 88 arasında değişmekte, ileri evre olgularda ise bu oran % 95 - %
100’e çıkmaktadır. BT ile erken evre kanserlerin saptanmasında doğruluk oranı %
26 - % 75 arasında değişmektedir.(36) Mide kanserlerinde prognoz,
hastalığın evresine ve tümörün histolojik derecesine bağlıdır. Evreleme tümör
invazyonun derecesine (T), lenf nodu metastazına (N) ve uzak organ metastazına
(M) bakılarak yapılmaktadır. Mide kanserli olguların genellikle ileri derecede
zayıf olmaları ve buna ikincil perigastrik yağ oranının az olması, imflamasyona
ikincil oluşan yapışıklıklar, BT‘de izlenen parsiyel volum etkisi ve KC sol
lobu ile midenin BT planına oblik gelmesi sebebiyle T evresinin belirlenmesi
BT’de zor olabilmektedir. (36- 38) BT ile mide kanserinde
T evrelemesindeki doğruluk oranı % 42-% 69 arasında değişmektedir. İleri evre
mide kanserli hastalarda yapılan çalışmalarda ise bu oran % 75 - % 80‘e
çıkmaktadır.
Klinik olarak, hastaların prognozunun
belirlenmesinde N evrelemesi, T evrelemesinden daha önemlidir. BT ile mide
kanserinde N evrelemesi doğruluk oranı % 51 ile % 75 arasında değişmektedir. N1
lenf bezleri için % 24, N2 için % 43 duyarlılık bildirilmiştir. Özgüllük ise %
100 bulunmuştur. BT ile N evrelemesi, tümörün yerleşimine göre lenf nodunun
yerleşimine bakılarak yapılmaktadır. Metastaz açısından sadece lenf nodunun
boyutu değerlendirilmekte olup, 8 mm’den büyük lenf nodları patolojik kabul
edilmektedir. BT perigastrik lenf nodlarının gösterilmesinde daha düşük
duyarlılığa sahipken, perivasküler lenf nodlarının gösterilmesinde duyarlılığı
oldukça yüksektir. Periton metastazları, büyük omentum ya da periton
yüzeylerinde kalınlaşma, bağırsak yüzeylerinde düzensizlik ya da asit şeklinde
görülür. Asitsiz olgularda milimetrik periton metastazlarının BT ile saptanması
olanaksızdır. KC metastazı parankim içinde yuvarlak, hipodens lezyon olarak
görülür. Özellikle 1cm'nin üzerindeki KC metastazlarının belirlenmesinde yeni
nesil BT'ler % 90 oranında doğru sonuç vermektedir.
EUS’un T evrelemesinde doğruluk oranı % 82-% 92
arasındadır. EUS ile lenf düğümü tutulumunu belirlemedeki doğruluk oranı ise %
50-% 82 arasındadır. Evrelemedeki yüksek doğruluk oranı, maliyetinin düşüklüğü,
hastaların radyasyona maruz bırakılmaması avantaj iken; yapan kişiye bağımlı
olması, deneyim gerektirmesi, fibrozis veya imflamatuar hücre infiltrasyonunun
yanlış biçimde evreyi yükseltmesi ve T2 tümörlerde göreceli olarak
yetersiz kalması ise dezavantajlarıdır.
Laparoskopi ve Laparoskopik
Ultrasonografi
Geleneksel tanı araçları ile küratif cerrahi
girişim kararı alınan mide kanseri olgularında ameliyat öncesi laparoskopi ve
laparoskopik ultrasonografi yapılması durumunda, radikal cerrahiden
yararlanabilecek hastaların oranında değişiklikler ortaya çıkmaktadır.
Laparoskopi ile mide ön ve arka duvarı gözden geçilir, seroza tutulumu
incelenir. Mide komşuluğunda patolojik lenf bezlerinin varlığı araştırılır. KC
yüzeyindeki metastaz odakları gözlenir. Laparoskopinin en önemli yararı küçük
periton implantlarının görülmesidir. Laparoskopi sırasında asit saptanırsa
sitolojik inceleme için örnek alınabilir. Laparoskopinin tanı etkisini
arttırmak amacıyla laparoskopik ultrasonografi kullanılması son yıllarda
giderek taraftar bulmaktadır. Laparoskopi ve laparoskopik ultrasonografi
geleneksel evreleme yöntemleri ile radikal cerrahi kararı alınmış olan
hastaların % 20 ile % 40'ında evre kaymasına yol açarak tedavi programlarında değişikliğe
neden olmaktadır.
Midenin Dolaşımı ve Beslenmesi
Mide, kan damarları açısından zengin bir organdır.
Tüm arterleri çölyak trunkusdan çıkar. Midenin arterleri:
1) Sol mide arteri: Olguların % 90'ında çölyak
trunkusdan çıkar, midenin en kalın arteridir. Sol mide arteri; alt özofagus,
kardia, midenin ön ve arka yüzünü kanlandırır.
2) Sağ mide
arteri: A. hepatika propriyadan bazen de gastroduodenal arterden çıkar. Seyri
boyunca ön ve arka dallara ayrılarak duodenum birinci bölümünü, midenin alt
kısmının ön ve arka tarafını kanlandırır.
3) Sağ gastroepiploik arter: Gastroduodenal
arterin dalıdır. Çıkış yerinden hemen sonra yukarı çıkan pilorik dalını verir
ve duodenumun birinci bölümü ile büyük kurvaturun ön ve arka yüzünü
kanlandırır.
4) Sol gastroepiploik arter: Dalak arterinden çıkar.
Mide korpusunun ön ve arka yüzünü kanlandırır.
5) Kısa
mide arterleri: Dalak arterinin son kısmından çıkan dallardır. Gastrolienal
ligaman içinde mideye girerler. Sol mide arteri, inferior frenik arter ve sol
gastroepip-loik arterin dalları ile anastomoz yapar. Fundusun büyük kurvatur
tarafını ve midenin kardia bölgesini kanlandırır.
6) Arka
mide arteri: Olguların % 10'unda görülebilir. Dalak arterinden ayrılan ve
midenin arka tarafından fundusa giden bir daldır.
Midenin venleri genellikle arterlere eşlik eder ve
midede arterlere benzer dağılım gösterirler. Midenin venleri: 1) Sağ mide veni:
Genellikle portal vene, bazen de superior mezenterik vene dökülür.
Bazı vakalarda koroner ven ile ortaklaşarak portal
vene dökülür.
2) Sol mide veni: Ana hepatik arterin önünden
genellikle portal vene, bazen de superior mezenterik vene dökülür.
3) Sağ
gastroepiploik ven: % 85 oranında superior mezenterik vene dökülür, nadiren
dalak venine de dökülebilir.
4) Sol gastroepiploik ven: Dalak veninin son kısmına
dökülür.
5) Kısa mide venleri: Fundus ve midenin
kardiyoözofagiyal bölgesinden çıkar ve dalak veninin veya sol gastroepiploik
venin dalları ile birleşirler. Bazen de doğrudan doğruya dalağa girerler.
Midenin lenfatik dolaşımı oldukça yaygın ve
karışık bir ağa sahiptir. Mukozada başlayan lenfatik damarlar önce submukoza
lenfatik ağlarını, sonra adale tabakasını delerek subseroza ağlarını ve
serozayı da delerek mide dışı lenf yollarını meydana getirirler. Mide dışı lenf
yolları mide arterlerine komşu olarak seyreder. Mide dışı lenfatik kanallar
hemen midenin yakın çevresindeki lenf bezlerine, oradan mide arterleri
etrafındaki lenf bezlerine, daha sonra çölyak arter ve en sonunda aort
çevresindeki lenf bezlerine ulaşır. Lenfatik akım, aort çevresindeki lenf
bezlerinden duktus torasikus yolu ile venöz sisteme taşınır.
Midenin inervasyonu sempatik ve parasempatik
sinirler aracılığıyla olur. Parasempatik lifleri vagal sinirden, sempatik sinir
lifleri çölyak pleksusdan gelir. Ön vagus kardiaya birkaç dal verdikten sonra
hepatik dalını verir ve küçük kurvaturu takip ederek insisura angularise
ulaşır. Seyri boyunca mideye dallar verir. Bazen ön vagustan tek bir dal
ayrılarak fundusa gider (Grassi'nin kriminal siniri). Arka vagus, midenin arka
yüzünde seyreder. Mide arka yüzüne dağılan gastrik dalı ve daha kalın olan
çölyak dalı verir. Sempatik sinirler mideye esas itibariyle çölyak pleksusdan,
daha az oranda da hepatik pleksus ve frenik pleksusdan gelir. Çölyak pleksus
otonom sinir sisteminin en büyük pleksusudur. Mideye ulaşan sinir lifleri
serozayı arterlerle birlikte delerek önce midenin adalesi içinde miyenterik
(Auerbach) sinir ağını ve bu pleksusdan çıkan sinir lifleri ise midenin
submukoza tabakasında submukoza (Meissner) sinir ağını yaparlar. Vaguslar mide
hareketlerini ve mide bezlerinin çalışmasını arttırırlar. Sempatik sinirler ise
mide hareketlerini inhibe eder fakat pilor sfinkterini aktive ederler.
Midenin Komşuları
Midenin etrafındaki
organlarla komşuluğu klinik açıdan önemlidir. Diyafragma midenin fundusu ile
yakın komşudur. Karaciğer ( KC) midenin sağında olup karaciğerin sol lobu
midenin üst-ön yüzü ile temas halinde olacak kadar yakın komşudur. Dalak
midenin solunda ve yukarısındadır. Bursa omentalis vasıtasıyla mide arka yüzü
pankreasla yakın komşuluk halindedir. Transvers kolon midenin büyük kurvaturu
ile komşuluk halindedir. Midenin ön yüzü özellikle alt kısmı, mide dolu iken
pariyetal periton ve batın ön duvarı ile komşudur
Mideyi Yerinde Tutan Bağ ve
Yapılar
Mideyi yerinde asılı tutan
en önemli yapı özofagustur. Bunun dışında mideyi yerinde tutan gastrohepatik,
hepatoduodenal, gastrofrenik, gastrolienal ve gastrokolik bağlar periton tarafından
oluşturulur. Viseral periton KC’yi ön ve arka yüzden örttükten sonra KC’nin alt
kenarı hizasında birleşerek mideye ve duodenumun birinci kıtasına uzanarak
hepatogastrik ligamanı ve hepatoduodenal ligamanı oluşturur. Mideye ulaşan
periton iki yaprağa ayrılır. Ön yaprak mide ön yüzünü, kardiayı ve abdominal
özofagusu, arka yaprak ise midenin sadece arka yüzünü örter. Kardianın ve
abdominal özofagusun arka kısmı ise peritonsuzdur. Kardia bölgesini ve
abdominal özofagusu ön yüzden örten periton buradan diyafragmaya atlayarak
gastrofrenik ligamanı oluşturur. Mide ön ve arka yüzünü örten periton
yaprakları büyük kurvaturda birbirine yaklaşır. Büyük kurvaturun üst kısmındaki
yapraklar dalağa giderek dalağı sarar ve gastrolienal ligamanı oluşturur. Büyük
kurvaturun aşağı kısmındaki periton yaprakları ise transvers kolona uzanarak
gastrokolik ligamanı oluşturur.
Flep ve
Yaralanma Sekline Gore Tedavi
Dorsal
oblik yaralanma
Bu tip
yaralanmalarda pulpa relatif olarak korunmuştur ve pulpanın ilerletilmesi
yoluyla rekonstrüksiyon sağlanabilir. Yaralanma lunula distalindeyse V-Y volar
ilerletme flebi veya homodijital ada flebi yapılabilir. Bazı yazarlar tırnak
yatağının yarısından fazlasının hasarlanması durumunda yatak ablasyonunu
önerirler ancak bizim deneyimimize göre, tırnak uzatma prosedürleri ile tırnak
2-3 mm uzatılabileceğinden ancak lunula proksimalindeki kesilerde yatak iptal
edilmelidir.
Transvers
yaralanma
Burda
yaralanmanın distalde olduğu durumlarda V-Y ilerletme flebi yapılabilir ancak
burda kemiği daha fazla kısaltmak gerekebilir ki bu da istenen bir durum
değildir.
Bilateral
lateral ilerletme flebi yapılabilir (Kutler flebi) ancak burda da pulpada
oluşan skar problem olarak karşımıza çıkar. Homodijital ada flebi yapılabilir.
Lateral
oblik yaralanma
Homodijital
ada flebi ya da lateral pulpa flebi yapılabilir. Eğer distal falanksın %
50’sinden fazlası amputeyse güdük onarımı en iyi fonksiyonel ve estetik sonucu
verir.
Volar
oblik yaralanma
Dorsal
yaralanmadan farklı olarak volar yaralanma tedavisi daha komplekstir. Burda
volar pulpa defekti mevcuttur. Homodijital, heterodijital veya rejyonel flepler
kullanılabilir. Cerrah hasta için uygun yöntemi seçmelidir. Volar
yaralanmalarda tedavi parmağa spesifiktir.
a- Başparmak:
3 cm’den küçük lezyonlarda Moberg ilerletme flebi yapılabilir. Eğer defekt
3 cm’den büyükse bu durumda heterodijital nörovasküler ada flebi seçenekler
arasındadır.
b- Indeks
parmak: İşaret parmağı başparmakla birlikte tutma fonksiyonunda büyük öneme
sahip olduğundan duyu restorasyonunun sağlanması çok önemlidir. Bu yüzden ilk
tercihler arasında homodijital nörovasküler ada flebi bulunur. Moberg volar
ilerletme flebi blateral bundle’ı içerdiğinden mükemmel duyu geri dönüşü
sağlamasına rağmen dorsal cilt nekrozu ihtimali nedeniyle başparmak dışındaki
parmaklarda çok tercih edilmez.
c- Orta
parmak: Ulnardaki üç parmakta duyu 1. ve 2. parmaklardaki kadar önemli
değildir. Orta parmak santralde olduğundan duyudan çok uzunluğun korunması
esastır. Kemiği kısaltmadan yapılabilirse ilk tercih homodijital ada flebidir.
Eğer bu mümkün olmazsa tenar flep yapılabilir.
d- Yüzük
ve küçük parmak: 4. ve 5. parmakların esas fonksiyonu güçlü kavramadır.
Güçlü kavramanın sağlanabilmesi için MP ile PİP eklem mobilitesinin iyi olması
gerekmektedir. Burda da homodijital ada flebi kullanılabilir ancak
parmakların volar yüzünde oluşacak skar dokusu kavrama esnasında ağrı ve
irritasyona yol açabilir. Bu yüzden bu parmaklardaki en iyi flep seçeneği
heterodijital flepler özellikle de cross-finger flebidir.
Flep
ayrılması nedir
Ayırma
işleminden sonra eklem sertliğini azaltmak amacıyla aktif ve pasif egzersizler
başlatılır. Genel bir uygulama olmamasına rağmen, eklem problemlerini azaltmak
için en erken 8. günde pedikül ayrılabilir. Her iki parmakta 2-3 hafta
boyunca immobilizasyon gerektiren iki aşamalı bir prosedür olduğundan eklem
sertliği açısından riskli olan hastalar bu yöntem için uygun değildirler. Yaşlı
hastalar,bilinen eklem hastalığı olanlar,eklem yaralanması olan ve dupuytren
kontraktürü olan hastalar gibi. PİP eklem sertliği ihtimali tenar flebe göre
daha düşüktür ve flebi boyut olarak daha büyüktür ve daha kalitelidir.
Son olarak hastada bulunan sigara, diyabet, ateroskleroz gibi intrinsik
vasküler bozukluklar cross-finger flebi için relatif kontrendikasyon oluşturur
Birkaç
cross-finger flebi tanımlanmıştır. Duyu gelişimini arttırmak amacıyla dorsal
digital duyu dalı flebe dahil edilir ve kesilen parmaktaki digital sinire
koapte edilir. Ancak bu uygulamanın yararı tartışmalıdır. Cohen ve Cronin
nörorafi yapılan hastalarda daha iyi duyu geri dönüşü olduğunu iddia ederken,
diğerleri ise sinir onarımı yapmadan da benzer sonuçlar alındığını
söylemişlerdir. Dorsal defektleri kapatabilmek için reverse cross-finger flebi
kullanılabilir. Klasik cross-finger flebi çizilir ve de-epitelize edilir. Flep
yine hemen paratenon üzerinden kaldırılır ve de-epitelize olan yüzey defekt alanına
adapte edilir, ardından hem yeni yüzey hem de donör saha greftlenir. Eğer donör
sahada laterale baze şekilde ince epidermal flep kaldırılır, ardından dermal
cross-finger flebi kaldırılırsa epidermal fleple donör saha kapatılacağından
greft ihtiyacı ortadan kalkar. Kenar cross-finger flebi kozmetik görünümü daha
iyi olan ve başparmak veya diğer parmaklarda kaliteli doku sağlayan bir
varyantıdır. Yandaki parmağın webine proksimale baze olacak
şekilde proksimal falanks üzerinde midaksiyel olarak planlanır. PİP ekleminin
distaline kadar uzanabilir ve genişliği de 2 cm olarak belirlenebilir. Eğer
flep donör parmağın ulnar tarafında planlanırsa oluşacak skar dokusu da
gizlenmiş olur. Bu flep en çok başparmaktaki tip amputasyonlarında
kullanışlıdır ancak eklem rahatsızlığı riskinin daha az olduğu genç hastalarda
diğer parmaklarda da uygulanabilir. Gaul flebi başparmak pulpasını örtmede
kullanılan 2. parmağın proksimal falanks dorsumundan kaldırılan flebe verilen
isimdir. Radial sinirin süperfisial dalı anatomik enfiye çukuruna kadar diseke
edilir ve başparmağa transpoze edilir. İlginç olarak, Bralliar ile Horner
bu hastalardaki iki nokta diskriminasyon değerlerinin klasik cross-finger
flebine göre daha kötü olduğunu göstermişlerdir. Bu flebin varyantları vasküler
pediküle baze kaldırılabilir ve ada flebi şeklinde transfer edilebilir.
Cross-finger
flebinin uzun dönem sonuçları genel olarak iyidir.
Cross
Finger flebi Nedir
Cross-finger
flebi ilk olarak Gurdin tarafından 1950 yılında yandaş parmağın dorsal cildi
kullanılarak parmak ucu rekonstrüksiyonunda kullanılan iki aşamalı bir flep olarak
tanımlanmıştır. Bu flebin değişik modifikasyonları mevcuttur Kemik, tendon
ekspoze volar oblik tip amputasyonlarında, uzunluğun korunması gerektiği
durumlarda güçlü bir doku sağlar. Başparmak ve 2. parmak yaralanmaları ile
multi digital yaralanmalarda endikedir. Parmak ucunu kurtarabilecek kadar
yeterli tırnak yatağı ve distal falanksın olması gerekmektedir. Donör olarak
sağlam bir parmak varlığında 1.5*2.5 cm’lik defektlerde kullanılabilir.
Uygun
hasta seçimi, titiz bir operasyon tekniği ve efektif post-operatif yönetim
cross-finger flebinin başarılı olması için gereklidir. Bu random beslenen bir
flep olduğu için proksimal, distal veya laterale baze olacak şekilde
tasarlanabilir. Ulnar tarafta bulunan yaralı parmak için klasik olarak yandaki
parmağın orta falanksının dorsal cildinden radiale baze olacak şekilde flep
tasarlanır
Tenar
flep Nedir
Tenar
flep ilk olarak bundan 70 yıl önce Gatewood tarafından indeks parmak pulpa
rekonstrüksiyonu için yapılmıştır ve el cerrahları tarafından uygulanan nadir
iki aşamalı prosedürlerden biridir İlk geniş seri 30 yıl sonra yayınlanmıştır.
Başlangıçta eklem sertliği ve ağrılı donör saha skarları ile ilgili
endişeler mevcuttu. Ancak seçilmiş uygun hastalarda tenar flebin kullanışlı bir
flep olduğu gösterilmiştir.lxxxi Bu flep kemik veya tendonun ekspoze
olduğu pulpa yaralanmalarında, parmak uzunluğunun korunmasının gerektiği
yaralanmalarda kullanılır. Tenar flep en çok önemli pulpa kaybının olduğu 2. ve
3. parmaklarda endikedir. 4 ve 5. parmaklarda teknik olarak uygulanımı zor
olduğundan çok tercih edilmez. Tenar eminensin cildi cross-finger flebinin
cildine göre daha kalın ve daha dayanıklıdır ayrıca renk ve doku kalitesi
olarak da daha iyidir. Bununla birlikte tenar flep parmağı fleksiyon
pozisyonunda immobil tutma gerekliliği olan iki aşamalı bir fleptir. Eklem
sertliği gibi komplikasyonları en aza indirmek için uygun hasta seçimi yapmak
gereklidir. Yaşlı hastalar ve diğer eklem hastalığı olan hastalar eklem
sertliği açısından yüksek risk altındadırlar. Bilinen eklem hastalığı
olan,eklem yaralanması ve dupuytren kontraktürü bu prosedür için relatif
kontrendikasyon oluşturur. Bazı otörler bu flebi 40 yaş altına önermezken,
diğerleri yalnız çocuklara önermemektedir.
Orijinal
tenar flepte morbiditeyi azaltmak için bir takım modifikasyonlar
yapılmıştır(şekil 170-6) Klasik olarak venöz dönüşü arttırabilmek için
proksimale baze flep kaldırılır. Ayırma işleminden sonra,donör saha cilt grefti
ile kapatılır. Smith ve Albin donör sahayı H flep şeklinde tasarlamışlardır.
Proksimal flep parmak ucundaki defekti, distal flep ise ayırma işleminden sonra
donör sahayı kapatmak için kullanılmıştır. Bu sayede tenar eminens için cilt
grefti ihtiyacı ortadan kalkmıştır.
PİP eklem
kontraktürünü engellemek için,başparmak full palmar adduksiyona getirilir ve MP
eklem de maksimum fleksiyona getirilerek PİP eklem fleksiyonu azaltılır.
Donör saha PİP eklem fleksiyonunu azaltma ve oluşacak skarı palmar bölge
dışına çıkarmak için tenar eminensin radial yüzünden seçilir. Böylelikle güçlü
kavramayı engelleyebilecek ağrılı donör saha skarı da engellenmiş olur. Donör
saha flepleri kaldırılırken başparmağa giden radial taraf digital bundle’a
dikkat etmek gerekir. İki hafta sonra flep ayrılır ve flep tabanı
yeleştirilir. Bu aşamada flebin viabilitesine zarar vermemek için cerrahi
müdahale minimum olmalıdır. 1981 yılında Russel tenar flep
modifikasyonu tanımlamıştır. Donör sahayı digital bundle ve FPL’ye zarar
vermeden başparmak MP eklem krizinde oluşturmuşlardır. Bu yeni donör sahaya 2.
ve 3. parmakların adaptasyonu kolaydır ve başparmağın fleksiyona getirilmesiyle
oluşan defekt primer olarak kapatılabilmektedir. Bu sayede greft gereksinimi
ortadan kalktığı gibi skar dokusu da palmar bölge dışında olmaktadır. Başparmak
ekstansiyonu total olarak dönmektedir.
Doğru
hastada tenar flep sonuçları iyidir. Özellikle duyu ve kozmetik sonuçları
greftten daha iyi olacak olan genç hastalarda elverişlidir. Bu flebin dezavantajları
uzun süreli PİP eklem fleksiyonuna sekonder eklem sertliği,donör cildin sınırlı
olması ve duyunun zayıf oluşu olarak sayılabilir. Palmar donör
sahadaki greft veya oluşan skar hassas ve duyarlı hale gelerek el
fonksiyonlarını kısıtlayabilir. Yaşlı hastalarda bu tür
komplikasyonlara daha sık rastlanır. Yayınlanan tenar flep serilerinde
hastalarda seyrek olarak komplikasyonlara rastlanmıştır. Melone
hastaların sadece %4’ünde eklem sertliği, %3’ünde ise palmar ciltte
hipersensitivite gözlemlemiştir. Flep ayrılmasının 10-14 gün arasında yapılması
durumunda eklem sertliği ihtimali de azalır. 100 hastalık bir
seride tenar flebin cilt greftlerine göre objektif ve subjektif duyu ile
kozmetik görünümün daha iyi olduğu belirtilmiştir. Özellikle genç hastalarda
duyu geri dönüşü cross-finger flebine göre daha iyi bulunmuştur.
Kamei median sinirin palmar kutanöz dalı ile radial arterin
superficial palmar dalına baze olacak şekilde serbest tenar fleple parmak ucu
rekonstrüksiyonunu yapmıştır. Hala net olarak kanıtlanamamasına rağmen duyu
geri dönüş ihtimali artmıştır.
Moberg Flebi
Nedir
Snow,bu
flebi parmaklarda kullanabilmek için modifiye etmiştir. Dorsal cilt nekrozu
riskini azaltmak için özellikle orta falanks seviyesinde bulunan dorsal dalları
korumak adına çok dikkatli diseksiyon yapmak gerekmektedir. Bununla beraber
yine de bu hastalarda tip nekrozu veya pulpa skarıyla karşılaşılmaktadır. Macht
ve Watson dorsaldeki doku canlılığını arttırabilmek için tüm
perforatörleri(özellikle dorsaldeki) intakt bırakmışlardır. Bu sayede cilt
nekrozu gelişmemiştir ancak flebin mobilitesi azalmıştır. Son olarak O’Brien
PİP krizine transvers bir insizyon yaparak flebi ada flebi şeklinde
kaldırmıştır, bu hem flebin mobilitesini arttırmıştır hem de proksimal
diseksiyonu sınırladığı için dorsaldeki vasküler yapıları korumuştur. Moberg
flebi başparmak distal falanks amputasyonlarında ideal bir fleptir. Başparmak
İP ekleminin relatif olarak fleksiyon kontraktürüne dirençli olmasına rağmen
diğer parmakların PİP eklemleri kontraktür açısından duyarlıdırlar, özellikle
de yaşlı hastalarda. Sonuç olarak diğer parmaklar için kullanılabilecek
modifikasyonları tanımlanmış olmasına rağmen, dorsal cilt nekrozu ve eklem
sertliği komplikasyonları nedeniyle önerilmemektedir
Moberg
flebinin başparmaktaki sonuçları genel olarak çok iyidir. İyi vaskülarize,
diseksiyonu kolay ve donör saha morbiditesi minimal olan bir fleptir. Duyu geri
dönüşü mükemmel, kozmetik olarak da pulpanın çok iyi ve tüysüz deriyle
rekonstruksiyonu sağlanmış olur. Yapılan 130 hastalık bir seride her iki
başparmak ve diğer parmakların rekonstrüksiyonunda volar ilerletme flebi
kullanılmıştır. Hemen hemen hastaların tümünde iki nokta ayrım testi ortalama 2
mm farkla normal olarak bulunmuştur. Dorsal cilt nekrozu ile eklem sertliği
daha çok başparmak dışındaki parmaklarda gözlenmiştir. Dorsal cilt nekrozu riski
midaksiyel insizyonların palmar bölgeye uzatılması durumunda artar. Moberg
flebi başparmakta kullanıldığında fonksiyonel ve kozmetik olarak mükemmel
sonuçlar veren güvenilir bir fleptir.
Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com
Lokal Flepler
Genel
olarak lokal flepler,önemli doku kaybıyla beraber distal falanksın ekspoze
olduğu parmak ucu yaralanmalarının tedavisinde kulanılır. Bu durumlarda,lokal
flepler hem parmak boyunun kısalmasına engel olur, hem de kemik,sinir gibi
önemli dokuları korur. Bir greftin yaşayamayacağı suboptimal yara yataklarında,
flepler kendi vaskülariteleri nedeniyle yaşayabilirler. Bu nedenle fleple
kapatabilmek için güçlü bir dolaşımın olması gerekir. Sigara, travma ya da
sistemik damar hastalığı gibi dolaşımın kötü olduğu durumlar flep kullanımını
kısıtlar. Son olarak gergin olmadan kapatmak gerekir, aksi takdirde iskemi ve
buna bağlı doku nekrozu gelişir.Eğer planlanır ve uygun bir şekilde yapılırsa
lokal flepler, yara iyileşmesini hızlandırır ve minimal donör saha
deformitesiyle sensitif ve fonksiyonel parmak ucu rekonstruksiyonunu sağlar.
Kutler’in
lateral V-Y flebi
Parmak
ucu rekonstruksiyonunda kullanılan en eski fleplerden biri V-Y ilerletme
flebidir. Kutler ilk olarak lateral V-Y flebini 1944’te tanımladı. Fisher ve
Shepard tarafından flebin mobilitesini arttırmak amacıyla modifiye edildi. V-Y
flep altındaki subkutan doku sayesinde vaskülarize ve duyulu bir cilt sağlar ve
tek aşamalıdır. Daha çok transvers ve dorsal oblik tip amputasyonlarında
kullanılır. Minimal donör saha morbiditesiyle normale yakın bir örtü sağlarken
aynı zamanda proksimal tırnak yatağını korur. Sınırlı mobilitesinden dolayı 1
cm’den büyük defektlerde kullanılamaz.
Kutler
tarafından tarif edilen orijinal lateral V-Y flebinde iki taraflı tepesi DİP
eklem seviyesinde, tabanı ise defekt bölgesinde ve genişliği uzunluğunun yarısı
kadar olacak şekilde lateral V şekilli flep kaldırılır. Flebin dorsal kenarı
pulpadan gelen duysal dalları korumak için lateral tırnak folduna paralel ve
2-3 mm uzağında olmalıdır. Flep traksiyonu sırasında dermisi alttaki periosta
tutturan fibröz bantlar nörovasküler bundle’a zarar vermeden kesilir. Her iki
flep de ilerletilir sütürle tırnağa ve birbirlerine tutturulur. Defektin 1
cm’den büyük olmaması ve gergin olarak kapatılmaması gerekir. Parmak ucunun anatomisine
dayanarak Shepard Kutler flebini modifiye ederek mobilizasyonunu arttırmıştır.
Dermisi tutturan fibröz septaların dorsalde, nörovasküler yapıların ise volarde
yoğunlaştığını göstererek, diseksiyonu dorsalde daha fazla yapıp flebin
mobilitesini arttırmıştır.Bu hastalara koruyucu splint ve erken hareket
önerilmektedir.
Kutler
lateral V-Y flebinin fonksiyonel sonuçları çok da iç açıcı değildir. Bu
tekniğin avantajları defekti benzer dokuyla tek seansta kapatma,eklem
mobilitesini muhafaza etme, relatif olarak kaliteli,duyulu örtü sağlamak olarak
sayılabilir. Pulpa duyusu normale yakın geri döner. Pulpa üzerinde bulunan skar
sonucu hiper sensitivite gelişebilir ve uç genelde gergindir. Hastaların %30
ile %70’inde soğuk intoleransı, hipoestezi, disestezi, hassasiyet geliştiği gözlenmiştir.
Ek olarak Frandsen bu hastaların 1/3’ünden fazlasında küçük objeleri kavramada
güçlük olduğunu göstermiştir. Bu komplikasyonların zamanla arttığı
gözlenmiştir.Hastaların çoğu fonksiyon
olarak zorluk yaşamadan iyileşmesine rağmen,
pulpanın merkezindeki skar ve kısıtlı mobilizasyonundan dolayı bu teknik
terkedilmiştir.
1976
yılında Segmuller flebi nörovasküler bundle üzerinde kaldırarak modifiye
etmiştir, bu da flebin daha fazla ilerletilmesine imkan sağlamıştır. Venkataswami
ile Subramanian oblik dorsolateral tip amputasyonlarında kontrlateral bundle’a
baze trianguler bir flep kaldırmışlardır. Bu flepte ilerletmeyi arttırabilmek
için nörovasküler bundle’ı PİP eklem seviyesine kadar diseke etmek
gerekmektedir. Lanzetta ve Elliot tarafından segmuller flebi orta veya
proksimal falanksta olacak şekilde tasarlanıp böylelikle daha büyük defektler
kapatılmıştır. Proksimal diseksiyon 2 cm üzerinde hareket sağlarken, üçgenin
tepesini MP ekleme kaydırmak ekstansiyon kısıtlılığına yol açar, diseksiyonun
PİP eklem proksimaline taşması durumunda ise fleksiyon kontraktürünü engellemek
için parmağı ekstansiyonda tutan dinamik splintler kullanılmalıdır. Burda önemli olan bu tür kutler
varyantlarının V-Y ilerletme flebini homodijital ada flebine dönüştürmüş
olmasıdır.
Bu flebi
kaldırma tekniği de Kutler flebine oldukça benzerdir. Defektin kalıbı çıkarılıp
pulpa üzeine yeleştirilir ve bu kalıp üzerinden V şeklinde flep tasarlanabilir.
Yine apeksi DİP krizinde, tabanı ise defekt kenarıne bitişik olacak şekilde,
genişliği de tırnak yatağı genişlğinde olacak şekilde planlanır. Eğer daha
geniş olursa yassı bir pulpa oluşur. Flebin uzunluğu genişliğinin 1.5 ya da 2
katı olacak şekilde hesaplanır. Flep gerildiğinde dermisi tendon kılıfı ile periosta
tutturan fibröz septalar kesilerek flep rahatlatılır, hareketine imkan
sağlanır. Genel olarak yapılan yanlış fazla diseksiyon değilde flebin az
mobilizasyonudur. Flep defekti kapatmak üzere kolayca hareket etmeli, buna
engel olacak fibröz bantlar da kesilerek flep rahatlatılmalıdır. Gergin kapama
flep nekrozu ile tırnak yatağının volare kayması sonucu oluşan ‘hook nail’
deformitesine yol açar. Gereğindan fazla olan tırnak yatağı bu deformiteyi
önlemek için ortadan kaldırılmalıdır.
Kutler
flebinin modifikasyonu olan segmuller flebine benzer şekilde Furlowlxvi da
daha büyük defektleri kapatabilmek için volar V-Y flebini modifiye etmiştir. Bu
teknikte üçgenin apeksi PİP krizine yerleştirilir, lateral insizyonlar da
defektten DİP ekleme kadar midaksiyel planda yapılır. Daha büyük olan bu flepte
birkaç milimetre daha fazla hareket kazanılmış olur. Daha büyük defektler için
Furlow 3-4 mm daha kazanabilmek için Snow’un cupping tekniğini kullanır. Flebin
dorsolateral köşeleri defekt ucunu kupa şeklinde kapatacak şekilde orta hatta
bir araya getirilir. Elliot ise bir çeşit ada flebi dizayn ederek bu flebi
nörovasküler bundle’a baze olacak şekilde
Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com
Kompozit Greft
Nedir
Kompozit
greftler parmak ucu rekonstruksiyonunda nadir olarak kullanılan birden fazla
dokuyu içeren amputatın greft olarak uygulanmasıyla yapılır.Serilerin çoğu
çocuk hastaları içerir ve başarı şansı %20olarak belirtilmiştir. Erişkinlerde
uygulanması uygun görülmemektedir. Bu teknik digital damar çapının 0.5 mm’den
küçük olduğu ve anastomozun zor olduğu distal yaralanmalarda yararlı olabilir.
Ayrıca damar zedelenmesinin fazla olduğu crush ya da avulsiyon tarzı
yaralanmalarda da faydalı olabilir.Ortalama 3 günde neovaskülarizasyonun
geliştiği gösterilmiştir .Bundan yola çıkarak Hirase kompozit grefti 72 saat
soğutmanın başarı şansını %90 arttırdığını göstermiştir. Orjinali Brent
tarafından tarif edilen ve Lee tarafından ugulanan cep tekniği ile bu yöntemin
başarısını arttırmışlardır. Burda amputat de-epitelize edilip güdüğe tutturulur
ve beslenmesini arttırmak üzere subkutan hazırlanan cebe yerleştirilir. Parmak
3 hafta sonra cebinden ayrılır.Hastaların %55’inde iyi kozmetik ve fonksiyonel
souçlar alınmıştır ayrıca %75’inde iki nokta ayrım testi <8 l="l" lm="lm" mm="mm" o:p="o:p" olarak="olarak" r.="r." t="t">8>
Kompozit
greft sık kullanılan bir teknik olmamasına rağmen, replantasyonun güç olduğu
distal amputasyonlarda parmak uzunluğunu koruduğu ve defektin pulpa ile
kapatılmasını sağladığı için iyi bir yol olabilir.
Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com
Deri
Grefti Nedir, Deri Greftleri
Deri
greftleri plastik cerrahların vücudun her yerinde, parmak ucu dahil, yara
kapatmada çok sık kullandıkları bir yöntemdir Deri greftleri sadece sekonder
iyileşmeye bırakılabilecek yaralarda endikedir. Yani greftlenebilecek bir
yara aynı zamanda sekonder de iyileşebilir. Herkesçe bilindiği gibi greft iyi
kanlanan dokuya uygulanabilir, kalıcı veya geçici tedavi olarak uygulanabilir.
Bazı yazarlara göre distal pulpa yaralanmalarında kullanılabilir, bazılarına
göre ise reinnervasyon iyi olmadığından duyunun kritik olmadığı lateral ve
dorsal yüzdeki yaralanmalarda kullanılmalıdır. Greft uygulanmadan önce devital
dokuları, periosttan yoksun kemik ve bakteri yükünü azaltmak için debridman
yapmak gereklidir. Greft uygulanır ve hareketini minimalize edecek tarzda
pansumanı yapılır. Greft başarısızlığı genelde avasküler yatak, hematom,
seroma, enfeksiyon gibi nedenlerden kaynaklanır. Deri grefti erken iyileşmeyi
sağlar ancak dikkatli bir cerrahi teknik gerektirir
Deri
greftinin tipi sonucu direkt olarak etkiler. Parmak ucu derisi, özellikle de
pulpa yüksek özellikli dokuya sahiptir ve replase edilmesi zordur. Pulpa derisi
birçok duyu elemanı içerir, tüysüzdür ve tekrarlayan travmaya dirençlidir. Amputattaki
deri hasarlanmamışsa, pulpa ve tırnak matriksine defatting yapıldıktan sonra
tam kalınlıklı deri grefti olarak yara üzerine uygulanabilir. Bu teknik yarayı
benzer dokuyla replase et kuralına en uygun yöntemdir. Eğer hasarlı deri buna
uygun değilse, kısmi kalınlıklı deri greftinin yaşama olasılığı daha yüksek
olduğundan tercih edilmelidir. Ayrıca
parmak ucuna uygun kalın tam kalınlıklı deri grefti için sınırlı donör sahası
vardır. En çok tercih edilen bölge elin ulnar ( hipotenar bölge) kenarıdır
Başka bir seçenek de ayağın üst kısmıdır, ayrıca kılsız inguinal krizden,
antekubital fossadan, el bileği volar yüzden de alınabilir. Bazı yazarlar,bu
savı destekleyecek histolojik bir dayanak olmasa da hipotenar bölgenin
reinnervasyonunun ve kalitesinin daha iyi olduğunu savunurlar. Ek olarak ön kol
ve kasıktan alınan greftler yeni lokalizasyon ve fonksiyonlarına yeteri kadar
adapte olamayabilirler xxxix.Bununla beraber hangi lokalizasyondan
alınırsa alınsın FTSG’nin reinnerve olma şansı daha yüksektir ve daha
dayanıklı bir yüzey sağlar. Temiz pulpa defektlerinde hipotenar ya da ayak
dorsumundan greft alınıp uygulanabilir. Ancak donör saha morbiditesi göz
önünde bulundurulup greft ona göre planlanmalıdır.
Birkaç
durumda STSG FTSG’ye tercih edilir. STSG donör sahası daha fazladır, daha
suboptimal koşullarda uygulanabilir ancak daha fazla kontraksiyona uğrar. STSG
parmak dorsumundaki defektlerde daha kullanışlıdır. Parmak ucunda yara
kontraksiyonu özelliği bir avantaj olarak kullanılabilir, kontraksiyonla normal
deriyi yara üzerine çeker ve sonuç skarın boyu azalmış olur. Ancak bir takım dezavantajları da vardır,bunlar;
reinnervasyonunun kötü olması ,çökme ve fissür gelişimine elverişli olmasıdır
Parmak
ucuna greft uygulamasında parestezi, hiperestezi, soğuk intoleransı,
endurasyon, hassasiyet gelişebilir. Bazı yazarlar soğuk intoleransı ile
disestezinin tedaviden çok yaralanmayla ilgili olduğunu savunmaktadır. Bir
dereceye kadar reinnervasyon beklenebilir ancak duyu kaybı da sık görülür.
Yapılan bir çalışmada hastaların %86’sında iki nokta ayrım testi <10 b="b" bulunmu="bulunmu" ise="ise" mm="mm" olarak="olarak" sinde="sinde" tur.="tur.">Diğer çalışmalarda ise duyunun
lokal fleplere göre greftlerde daha az olduğu gösterilmiştir .STSG yapılan
hastaların 2/3 ünde hipoestezi gelişirken, sekonder iyileşen hastalarınsa
%26’sında gelişmiştir.5 yıllık izlem yapılan hastalardan STSG
yapılan hastaların %56’sı sonucun iyi olduğunu düşünürken, sekonder iyileşmeye
bırakılanların %90’ı sonuçtan memnun kalmıştır. Yazarlar parmak ucu
rekonstruksiyonunda STSG kullanımının faydası olmadığını savunmaktadırlar,
yapılan diğer çalışmalar da deri grefti uygulanımıyla ilgili benzer başarısız
sonuçları göstermektedir. Son olarak işe dönme süreleri karşılaştırıldığında
iki grup arasında(greftlenen ve sekonder iyileşen) anlamlı fark bulunmamıştır.
Diğer taraftan konservatif takip edilen hastalarda nadiren komplikasyon
gelişirken, cerrahi tedavi gören hastalarda cerrahiye bağlı komplikasyonlar sık
olarak izlenmektedir.10>
Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com
Parmak Ucu
Yaralanmasi Tedavisi
Parmak
ucu yaralamalarının tedavisinde yaranın granüle olarak kendi kendine
iyileşmesine müsade etmek en basit ve genelde en iyi yöntemdir. Greft ve bazı fleplere göre daha geç iyileşmesine rağmen duyu,
fonksiyon ve kozmetik sonuçları genelde daha iyidir Parmak ucu yaralanmalarında
konservatif yaklaşım endikasyonları tartışmalıdır. Yara lokalizasyonu ve
büyüklüğü, derin yapıların ekspozisyonu, yara kontaminasyonu, yaş, meslek gibi
faktörler önemlidir. Bazı yazarlara göre distal, temiz, ekspozisyonun olmadığı
yaralanmalarda, bazilarına göre ise küçük kemik ekspozisyonun olduğu
yaralanmalara da konservatif yaklaşmak gerekir. Bazı yazarlar da pulpanın
basınç gören bölgelerinin sekondere bırakılmaması gerektiğini savunurlar, kötü
skarın parmak disfonksiyonuna yol açacağını düşünürler. Yapılan çalışmalar
göstermiştir ki oklusiv ya da semi-oklusiv yara örtüleri kullanılarak bir
cm’den büyük yaralarda, hatta kemik ve tırnak yatağı yaralanmalarında bile
kullanıldıklarında güzel sonuçlar elde edilmiştir.
Sekonder
iyileşmede granulasyon, yara kontraksiyonu ve epitelizasyon gelişir. Tüm bunlar
ortalama 3-4 haftada gerçekleşir. Bu yöntemin komplikasyonları genelde minördür
ve zamanla düzelir. Hastaların 1/3’ünde travmayla ilişkili olarak soğuk
intoleransı gelişebilir. xxviAncak bu komplikasyonun diğer yöntemlerde daha yüksek oranlarda geliştiği gösterilmiştir. Doku
kaybı, pulpa instabilitesi, duyu kaybı, eklem sertliği geliştiği de rapor
edilmiştir İlginç olarak işe başlama süreleri, primer kapatılan veya greft
konulan hastalardan farklı değildir.
Primer
Kapama
Primer
kapama genelde kemik kısaltılmasını gerektirir. Ancak birkaç milimetrelik
kısaltma kabul edilebilir. Eğer büyük miktarlarda canlı doku rezeksiyonu
gerekecekse veya kapatma gergin olacaksa kontrendikedir. Bu hastaların%50 sinde
ağrı ve bazı fonksiyonel bozukluklar gözlenmiştir Distal falanks
kısaltığında tırnak yatağının desteği azalır, yara kontraksiyonu sonucu tırnak
çekilip ‘hook nail’ deformitesine yol açabilir. Bu komplikasyon tırnak
yatağının kemik güdüğünün 2 mm proksimaline kadar eksize edilmesiyle
önlenebilir. Eğer distal falanks lunula seviyesi veya proksimalinden
hasarlanırsa kalan tırnak yatağı beslenmesi bozulur ve deformiteye yol açar. Bu
durumda germinal matriks yakılmalı, kemik gerektiği kadar kısaltılmalı ve doku
kapatılmalıdır. Ayrıca kısaltma işlemi tendonların yapışma yerine
ulaşmamalıdır. Aksi takdirde sadece uzunluk değil, DİP eklem fonksiyonu da sakrifiye
edilmiş olur. Açıkta kalan sinir uçları da nöroma oluşumunu engellemek için
kesilmelidir.
Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com
Parmak Ucu Anatomisi
Parmak ucu anatomisini anlamak, yaralanmalarını değerlendirme ve tedavide büyük önem taşır. Parmak ucunun
üstün özellikli ve benzersiz fonksiyonları, karmaşık anatomisinin bir
sonucudur. İlk bakışta basit gibi görünse de, birkaç yaralanmayla karşılaşınca
anatomisinin kompleksliği göze çarpar. Distal falanks , parmak ucu yapılarının
inşasında temel görevi görür. Pulpa ise volar yüzü örten ,taşıdığımız
nesnelerin basıncını tolere eden dinamik bir tampon gibidir. Pulpa dijital
sinir ve arterlerin terminal dallarının seyrettiği adipoz dokulardan oluşur. Distal falanks periostu ile tendon
sheathinden kaynaklanan grayson ve cleland ligamentlerinin distal uzantıları
cilde doğru uzanarak güçlü fibröz septaları oluşturur. Bu sayede dorsal cildin
tersine eşsiz stabil ve esnek volar cilt oluşur. Pulpa ekzokrin ter bezlerinden
zengin, skuamöz epitelin corneum tabakasının kalın olduğu güçlü, tüysüz deriden
oluşur. Parmak izini oluşturan girinti ve çıkıntılar yüzey alanını
arttırdığından daha güçlü tutma ve kavramayı sağlar.
Perionişyum,
cildin özelleşmiş bölümüdür ve fingertip dorsumunu oluşturur. Solid yüzeyi
parmak ucunu korur ve duyu yeteneğini artırır. Küçük objeleri tutmayı da içeren
bir çok el hareketinin ayrılmaz bir parçasıdır. Tırnak yatağı germinal matriks,
steril matriks ve dorsal yatak olmak üzere 3 tabakadan oluşur. Tırnak ve tırnak
yatağı birbirlerine ve alttaki periosta yapışıktır. Yatak alttaki periosttan ve
subkutan dokudan beslenir. Hiponişyum ise distal tırnak yatağı sınırı ile pulpa
derisi arasında bulunan alandır. Distal falanks, peronişyum ve hiponişyum
arasındaki ilişki hassastır ve rekonstrüksiyonda buna dikkat etmek tırnak
deformitelerini engellemede önemlidir
Distal
falanks fraktürlerinde tırnak yatağı yaralanmaları da sık görülür.Düzgün tırnak
yatağı yüzeyi iyi tırnak gelişimi için gereklidir bu yüzden dikkatli bir
şekilde onarılmaları gerekir.Parmak ucunun hassas duyusu birçok duyu organeli ve dijital sinirin terminal dalları tarafından sağlanır. Bu organeller miyelinin değişik şekillerde düzenlenmesiyle oluşan paccini ve meissner korpuskülleri, merkel diskleri ile ruffini cisimciklerinden oluşur. Her bir dijital sinir DİP eklem seviyesinde tırnak yatağına, distal fingertipe ve pulpaya giden dalları oluşturmak üzere trifukasyon oluşturur.
1-Pacini korpuskülü (basınç reseptörü)
2-Meisner korpuskülü (dokunma)
3-Serbest sinir uçları (ağrı)
4-Termoreseptör (ısı)
5-Merkel (dokunma)
6-Epidermis
7-Dermis
8-Subkutan doku
Organeller ise pulpa derisinin değerli üyeleri olup
yaralanmalarda genelde zarar görürler. Tam kalınlıklı deri grefti bu
organelleri içerdiğinden reinnervasyon potansiyeli taşırken, yarı kalınlıklı
greftlerde aynı durum söz konusu değildir.
temel
prensipler bulunmaktadır. Yarar ve limitasyonlarıyla teknikleri derinlemesine
anlamak esastır. Örneğin, sinir
rejenerasyonu yaşla gerilediğinden, deneyimli cerrah ileri yaştaki
yaralanmalarda sinir onarımının olduğu nörovaskuler ada flebi ya da serbest
flepleri yapmaktan kaçınır. Yaralanma mekanizması, hastanın cinsiyeti,
yaşı, mesleği ve hobileri öğrenilmelidir. Parmak ucu yandaş yaralanmalar veya
kalp hastalıkları, diyabet, hipertansiyon gibi hastalıklar veya sigara öyküsü
öğrenilmeden tedavi edilmemelidir.
Ardından
iyi bir fizik muayene yapılmalıdır. Parmak ucunun tüm yapıları
değerlendirilmeli, dolaşımı, duyusu ve yumuşak doku kaybı muyene edilmelidir.
Radyografi distal falanks fraktürleri ile yabancı cisim varlığını
değerlendirmek için hemen her zaman gerekir. Tırnak yatağı ile fleksör ve
ekstansör tendon fonksiyonlarına bakılmalıdır.Parmak ucu ince dorsal deri,
kalın güçlü pulpa ve duyulu distal uç olarak 3 farklı bölümden oluşur. İyi bir rekonstruksiyon, kaybı benzer dokuyla
replase ederek mümkün olur.
Parmak
ucu rekonstruksiyon planında birkaç faktör planı yönlendirir. Genel olarak
ulnar parmaklar güçlü tutma, radial parmaklar ise hassas tutma, sıkıştırmada
önemlidir. Bu nedenle başparmak ve indeks parmakta duyu, kavrama yeteneğini başarmada
önemlidir. Özellikle indeks ve orta
parmağın radial taraf pulpasıyla, başparmağın ulnar tarafının duyu
restorasyonunun sağlanması önem taşır. Distal amputasyonda, yaralanmanın
seviyesi, açısı ve defektin büyüklüğü tanımlanmalıdır. Çünkü proksimal volar
oblik yaralanmaya yaklaşım transvers yaralanmaya yaklaşımdan farklıdır. Eğer
kemik veya tendon ekspozisyonu varsa, greft veya sekonder iyileşmeye
bırakılması için iyi vaskülarize periost veya paratenonun sağlam olması
gereklidir. Kalan distal falanksın tırnak yatağını besleyeceğinden şüphe
duyulması durumunda, ya yatak ablasyonu yapılmalı yada kemik rekonstruksiyonu
yapılmalıdır.
Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com
Post Travmatik Hipopitüitarizm (PTHP)
Post-travmatik
hipopitüitarizm (PTHP) ilk defa 1918 yılında Cyran tarafından tanımlanmıştır
(112). Post-travmatik hipopitüitarizm ile ilgili ilk sıklık verisi ise, 1942
yılında Escamilla ve Lisser tarafından sunulmuştur. Buna göre 595 vakanın 4’ünde
(%0.7) hipopitüitarizmin nedeni olarak beyin hasarı gösterilmiştir.
Son
birkaç yılda da post-travmatik hipopitüitarizm ile ilgili yapılan çalışmalarda
1 ay ile 23 yıl arası geriye dönük herhangi bir sürede travmatik beyin hasarı
geçiren toplam 344 hasta (258 erkek,86 kadın) incelenmiştir. Hipopitüitarizm
sıklığı post-travmatik beyin hasarının akut dönemini atlatan hastalarda
%28-%68.5 arasında değişmektedir. Post-travmatik hipopitüitarizm
erkeklerde daha sık görülmektedir. Benvenga’nın serilerinde post-travmatik
hipopitüitarizm, 11-29
yaş arası
hastalarda yaklaşık %60 oranında görülür, en yüksek risk 30 yaşdır. Buna göre
genç yaşta olmak, post-travmatik hipopitüitarizmin gelişmesinde muhtemel bir
risk faktörüdür.
Post-travmatik
hipopitüitarizmin gelişmesinde risk faktörleri olarak travmatik beyin hasarının
ciddiyeti ve sekonder serebral hasar gösterilir. Benvenga ve
arkadaşlarının son çalışması, post-travmatik hipopitüitarizimli hastaların
%93’ünün travmatik beyin hasarından sonra koma ya da bilinç kaybına uğradığını
bildirmiştir (113). Kelly ve arkadaşları, GKS<10 beyin="beyin" bir="bir" bt="bt" da="da" diff="diff" g="g" habercisi="habercisi" hipopit="hipopit" i="i" ilk="ilk" itarizmin="itarizmin" lm="lm" mesini="mesini" nemli="nemli" olarak="olarak" post-travmatik="post-travmatik" r.="r." r="r" span="span" t="t" ve="ve" z="z">10>
Travmatik
beyin hasarının akut döneminden sonra gerçekleştirilen çalışmalara göre
post-travmatik hipopitüitarizmin teşhis süresi, önemli değişiklikler
göstermektedir.Travmatik beyin hasarının meydana gelmesi ve post-travmatik
hipopitüitarizminin teşhis edilmesi arasında 5 aydan 15 yıla kadar (118) ve 1
aydan 23 yıla kadar (116) değişen süreler bildirilmiştir.
Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com
Post-Travmatik Beyin Hasarı ve Akut Dönemdeki Hipofiz Bozukluğu
Travmatik
beyin hasarındaki gerek primer gerekse sekonder hasar, fokal ya da diffüz
olabilir. Fokal hasara genellikle kontakt güçler; diffüz hasara ise non
kontakt, akselerasyon-deselerasyon ve rotasyonel güçler neden olur (trafik
kazalarındaki çarpışmalar gibi) rotasyonel akselerasyon–deselerasyon, beyaz
cevherin muhtemelen vazojenik olarak bozulması ve geniş çaplı hasar görmesiyle
aksonları kesen hasara neden olabilir. Kesici hasar, genellikle beynin orta hat
yapılarında görülür ve travmatik beyin hasarındaki hipotalamik–hipofiz
fonksiyon bozukluğunun olası mekanizmalarını açıklayabilir (86).
Travmadan
sonraki hipofiz fonksiyon bozukluğu şu alt gruplara ayrılabilir: a)
post-travmatik beyin hasarının akut dönem sırasındaki fonksiyonel
değişiklikler. Bu değişiklikler, kan hipofiz hormon konsantrasyonundaki geçici
artış ya da azalışa neden olur. b) travmatik beyin hasarından sonra herhangi
bir zamanda ortaya çıkabilen hipofiz hormon sekresyonundaki değişiklikler. Bu
değişiklikler, hipofiz ve/veya hipotalamik hasara bağlı kalıcı hipopitüitarizme
neden olur (87). Hipofiz bezi, akut travmatik olaylara şu salgılayıcı yol ile
cevap verir: (ACTH), (PRL) ve (GH) düzeyleri artar; (LH), (FSH) ve (TSH)
düzeyleri ise ya azalır ya da aynı kalır. Dolaşımdaki hormon düzeylerindeki
değişiklikler, travmadan sonra ilk birkaç saat ya da gün içinde belirgin hale
gelir ve akut dönem boyunca devam edebilir (88). Bu değişiklikler, hasara
gösterilen akut uyum sağlayıcı tepkinin bir bölümüdür ve hasarın tipi,
hastalığı tedavi etmede kullanılan farmakolojik terapi gibi (glikokortikoidler,
narkotik analjezikler ya da dopaminerjik ajanlardan ) çeşitli faktörlerden
etkilenebilir (88). Travmatik beyin hasarının akut döneminde, düşük insülin
benzeri büyüme faktörü (IGF-1) konsantrasyonlarına eşlik eden düşük (89,90) ya
da yüksek (91-93) bazal sirküle GH düzeyi bildirilmiştir.
Düşük
IGF-1 konsantrasyonlarına eşlik eden yüksek GH düzeyiyle kendini gösteren
periferal GH direnci (yanıtsızlığı), akut dönemdeki hastalarda gözlenmiştir
(94). İlgili hiposomatotropinizme işaret eden GH patlamaları sıklığındaki
azalma, ciddi travmadan 24-48 saat sonra tesbit edilmiştir (95). Yüksek serum
kortizol konsantrasyonları, genellikle travmadan sonraki ilk dönemde görülür ve
muhtemelen kortikotropin salıcı faktör (CRF), sitokinler ve noradrenerjik
sistem aktivasyonunun neden olduğu artmış ACTH salınımına eşlik eder (96-98).
Bazı vakalarda kortizol salgılayıcı dinamiklerdeki anormallikler, travmatik
beyin hasarından sonra aylarca devam edebilir (99). Ağır travmatik beyin
hasarlılar hariç hafif ya da orta travmatik beyin hasarlı hastalarda, kortizol
konsantrasyonu ile hasarın ciddiyeti arasında pozitif ilişki gösterilmiştir
(97). Travmatik beyin hasarından hemen sonraki dönemde yüksek sıklıkta seks
hormonu yetersizliği bildirilmiştir.
Bu
dönemde testesteron konsantrasyonunun, hasarın ciddiyetiyle negatif ilişkili olduğu
gösterilmiştir (100,101). Erkeklerde testesteron, kadınlarda da östrojen
düzeyleri ; travmatik beyin hasarından sonra 24 saat içinde önemli ölçüde düşer
ve 7-10 gün boyunca düşük düzeyde kalır. Testesteron düzeyleri, 3-6 ay sonra
normale dönebilir veya düşük kalabilir (101-103). Gonadotropin düzeyleri de
düşer, ancak gonadotropin-salıcı hormona (GnRH) tepki normal ya da yüksek
olabilir (100,102). Post-travmatik beyin hasarının erken dönemindeki hastaların
%50’sinden fazlasında hiperprolaktinemi mevcuttur (104,105). Travmatik beyin
hasarlı hastalarda tiroid hormonu dengesinde saatler içinde değişikliklere
neden olur. Genellikle TSH normal kalmasına rağmen, dolaşımdaki tiroksin (T4)
düzeyi azalabilir veya normal kalabilir; triiyodotronin (T3) ise azalan T4’ün
T3’e ve/veya artmış tiroid hormonuna dönüşmesine bağlı olarak hızla düşer.
Hastalar iyileştikçe tiroid hormonları da birkaç hafta içinde normale döner
(106,107).
Travmatik
beyin hasarı ile diabetes insipitus arasındaki ilişki uzun bir süredir bilinmektedir.
Bu patolojinin kendini geç gösterdiği durumlar da rapor edilmesine rağmen,
diabetes insipitus genellikle ciddi travmatik beyin hasarlı hastalarda 5-10 gün
içinde gözlenir (108-110). Uygunsuz ADH sendromu ( SIADH), pitüiter stalk ya da
posterior hipofizin gördüğü hasar sonucu travmatik beyin hasarından hemen
sonraki dönemde kendini gösterebilir (111).
Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)