Selülit Tedavisi ve Selüliti Önlemek
Öncelikle selülite yol açan hücre ve bağdokunuza verilen hasarı önleyebilirsiniz. İçsel ya da çevresel kaynaklı hasarın dokularımıza verdiği en yıkıcı zararlardan biri serbest radikal oluşumudur. Serbest radikaller, vücudunuzda hasar zincir reaksiyonu oluşturan saldırgan hücrelerdir. Hasarlar vücuda güneş ışığı ve kirlilik gibi birçok şekilde saldırabilir. Aslında vücudun nefes almak gibi doğal işleyişindeki birçok fonksiyonun yan ürünü serbest radikaldir. Selülit oluşumuna neden olan hasarı engellemek istiyorsak serbest radikalleri etkisiz hale getirmemiz gerekir.
Serbest Radikal Hasarına Yol Açan Kaynaklarından Bazıları
Güneşten gelen UV radyasyonu Kirlilik
Sigara dumanı Stres / depresyon Uykusuz kalmak Ağır egzersiz Yetersiz beslenme
Hatta soluma gibi günlük fonksiyonlar bile serbest radikal oluşumuna neden olabilir.
Serbest Radikaller: Yaşlanmaya neden olan etmenler
Vücudumuzdaki tüm moleküller dönen elektronlarla çevrilidir. Bir molekülün istikrarlı kalabilmesi için çift elektron sayısına sahip olması gerekir. Bir tek tamamlanmamış çift bile, molekülün tamamen dengesiz olmasına yol açabilir. Serbest radikaller vücudunuzdaki hasarlar nedeniyle elektronlarını kaybetmiş moleküllerdir. İç ve dış stres vücudumuza saldırdığında ilk atakta bulundukları yer hücrelerimizin dış bölgesidir - hücre duvarları. Bu güçler hücre duvarındaki bir moleküle saldırdıklarında sonuç bu molekülün elektronlarından birinin parçalanmasıdır. Böylelikle elektron çiftlerinden biri eksik hale gelir ve delice eşini aramaya koyulur. Bunu yapma yöntemi tüm komşularına çarpmak ve onlara zarar vermek, en sonunda onlardan birinin elektronunu çalarak sakinleşmektir.
Bu yıkım sürecinde kendisine saldırılan ve orijinal elektron tarafından hasar gören her bir komşu molekül kendi saldırılarım düzenlemeye başlar ve hasarın orman yangını gibi büyümesine neden olur. Bu yayılmacı hasara oksidatif stres adı verilir. Kontrolsüz bırakıldıklarında büyüyen bu kızgın ve yarım molekül öbekleri hem görünür hem de görünmeyen yaşlanmaya kırışıklıklardan beyin körelmesine (atrofi) ve hatta kansere kadar birçok soruna yol açabilir. İlk olarak saldırıya uğrayan ve tüm bu kargaşayı yaratan molekül serbest radikaldir ve hasara uğramış her molekül kendi yıkımını yayarak bir serbest radikal haline gelir. Elektron kaybına istikrar kaybetmeden maruz kalabilen tek molekül antioksidan molekülüdür.
Resmin içindekiler yukarıdan aşağıya: Sağlıklı molekül - Hasara uğrayarak serbest radikale dönüşür - Daha fazla serbest radikal meydana getirir.
Antioksidanların oksidatif stresi durdurmak gibi kendilerine has bir özellikleri vardır. Bu yüzden selülit oluşumunun engellenmesinde önemli bileşenlerdir.
Antioksidanlar: Gençlik Pınarı
Antioksidanlar sağlık dünyasında özel bir konu başlığı olma özelliklerini yıllardır sürdürmektedir. Tüm vücudunuzun sağlığı için anti-oksidanların faydaları ve önemleri hakkında birçok şey duymuşsunuzdur. Ancak bu yaşlanmaya ve hastalığa karşı etkili savaşçıların ne olduklarını ve nasıl çalıştıklarını bilmiyorsunuzdur. Antioksidanlar doğada bulunan ve vücudu hasara karşı koruyan çok çeşitli maddelerdir.
Her bir antioksidan kendi yöntemi ile çalışır ve her birinin kendine has güçlü tarafları vardır. Her antioksidamn vücutta en etkili olduğu belirli bölgeler vardır. Mesela gingko biloba en iyi beyinde etki gösterirken, coenzyme Q10 en çok kalpte etki gösterir. Vitamin ve mineraller olmak üzere birçok formda bulunabilir. Bazıları vücut tarafından üretilirken diğerleri yiyecek ve gıda takviyelerinden elde edilebilir. Özel infüzyon teknikleri ile C vitamini gibi bazı antioksidanlar yüzeysel olarak cilde uygulandıklarında çok etkili olabilir. Tümünün ortak özelliği - onları antioksidan yapan karakteristik özellikleri - serbest radikalleri etkisiz hale getirip; oksidatif stresin yayılmasını engellemekteki benzersiz kabiliyetleridir. Antioksidanlar tek elektronlarla elde edilir.
Sisteminizde dolanarak elektronları ihtiyacı olan serbest radikallere ulaştırırlar. Şefkatle yeniden yapılandırılan serbest radikaller tekrar tam hale gelebilmek için komşularına saldırarak elektronlarını çalmak zorunda kalmaz.
Vücut serbest radikalleri ve onları savunmasız bırakacak antioksidanları doğal olarak üretir. Bu yolla oksidatif stresi kontrol altında tutar. Ancak dış etkenlerden dolayı serbest radikal miktarı arttığında vücudumuz bununla başa çıkmaya yetecek miktarda antioksidan üretemez. Selüliti dengede tutma savaşı sistemimizdeki serbest radikallerin sayısının artması ile suya düşer. Dengeyi yeniden sağlamak için gıda veya takviye formundaki antioksidanları dışarıdan almamız gerekir. Antioksidanların cildin derindeki katmanlarına kadar nüfuz etmesini sağlayan bilimsel gelişmeler, serbest radikal savaşçılarının kremler ile cilt tarafından kolayca emilmesini sağlamıştır. Bu şekilde cildimizde ilk tehlike belirtisi görüldüğünde kullanılmak üzere koruma rezervi oluşturulmuş olur.
Hazırda Bulunan Antioksidan Kaynakları:
C vitamini: Turunçgiller, goji meyvesi
E vitamini: Buğday ekmekleri, kepek, yemişler
A vitamini: (Beta-carotene) havuç, portakal; diğer sarı meyveler ve
sebzeler
Polyphenol: Yeşil çay, kırmızı ve mor üzümler, nar
Yiyecek ve gıda takviyelerinde sayısız antioksidanın varlığından söz edilebilir. Hepsini bir arada almanız gerekmez, ancak vücudunuza yeterli miktarı sağladığınızdan emin olmalısınız. Her biri vücudun farklı bir bölgesinde etkili olan çok çeşitli antioksidan vardır. Vücudunuzu her zaman tüm zamanların en etkili anti aging mucizeleri ile donatılmış tutmak en büyük amacınız olmalıdır. En iyi kaynak çiğ meyve ve sebzelerdir. 5. bölümde koruyucu ve iyileştirici antioksidanlar içeren birçok yiyecekten meydana gelmiş selülit diyetimi okuyacaksınız. Şimdilik sadece favorim olan ve selülite yol açan serbest radikal hasarını ortadan kaldıran birkaç tanesi üzerinde detaya ineceğim.
Nar: Hayatın Sembolü
Daha önce de söylediğim gibi ilaçlardan önce besinler kullanılırdı. Bilinen en eski ilaçlardan biri olan nar, antik zamanlarda birçok hastalığın tedavisinde kullanılmıştır. Antik Mısır papirüslerinden nardan bahsedilir ve Antik Yunan'da ise narı anti enflamatuvar ve öksürük engellemekte; damar sertliği, astım ve bağırsak rahatsızlıklarında önermişlerdir.
Nar aynı zamanda kolektif dünya görüşümüzü şekillendiren sanat, edebiyat ve folklora da fazlaca konu olmuştur. Cezanne ve Dali'nin çalışmalarında, İncil'de ve Yunan mitolojisinde sıklıkla nara rastlarız. Nar genelde hayat ve doğurganlığı sembolize eder. Narın sağlığa ve uzun yaşama olağan üstü faydası vardır.
Doğadaki en potansiyel polifenol kaynağıdır, polifenoller özellikle ciltte işlev gösteren antioksidan familyasıdır. Narda bol miktarda bulunan ellagic asit en önemli polifenoldür. Bugüne kadar incelenmiş antioksidanlar arasında yaşlanmaya karşı en etkin yeteneklere sahip olanı polifenoldür ve Northwestern Üniversitesi ile VVisconsin ve North Dakota Üniversiteleri'nde yapılan çalışmalar nar özü ve ellagic asidin kansere karşı güçlü savaşçılar olduklarını ortaya çıkarmıştır. Tarım ve Gıda Kimyası Dergisi'nde (Journal of Agriculture and Food Chemistry) yayımlanan çalışmaya göre nar suyunda, yeşil çay ve kırmızı şarapta bulunan antioksidan etkinin üç katı mevcuttur. 1972 yılında tıp dalındaki çalışmalarıma başladığımdan beri antiok-sidanların cildi onarma ve koruma kabiliyetleri üzerinde çalışmaktayım. Narda bulunan ellagic asit antioksidan cephaneliğimize en son eklenenlerdendir. Bağımsız bir çalışma ile nar özünün güneş koruma ürünlerinin SPF (koruma faktörü) etkisini %20 ve nar özünü dâhili olarak güneş kremi kullanmadan önce almanın da SPF etkisini %25 artırdığını kanıtlamayı başardım. Bu da güneşin neden olduğu serbest radikal ve enflamasyona karşı daha az kimyasal ve daha çok antioksidan kullanarak aynı ölçüde koruma sağlayabileceğimiz anlamına geliyor. Aynı zamanda güneşin zararlı etkilerinden korunma konusunda oldukça etkili olduğu için narı güneş bakım serisindeki ürünlerimin tümüne ekledim. Çalışmamın sonuçları karşısında o kadar etkilenmiştim ki, saf nar özünden oluşan bir gıda takviyesi yarattım.
Ciltteki inanılmaz antioksidan etkisi ile ellagic asit, serbest radikal hasarı ile meydana gelen selülitlere karşı savaşta önemli bir müttefiktir. Bu meyvenin ellagic asit içeriği bakımından faydalarını elde edebilmek için direkt kaynağa ulaşmanız gerekiyor. Nar ve nar suyu vücudunuzu korumanın lezzetli yoludur.
C Vitamini ve Üzüm Çekirdeği Özü
Ciltteki (ve aynı konuda tüm vücuttaki) olağanüstü antioksidan etkilerinin yanı sıra üzüm çekirdeği özü ve C vitamini; kolajenaz ve elastaz olarak bilinen ve bağdokudaki kolajen ve elastini parçalayan maddeleri ortadan kaldırır. Yani direkt olarak sarkmış, kırışık ve selülitli bir cilde yol açan hasara engel olan antioksidanlar bunlardır. Bu anti-oksidanlar iki yönlü bir savaş içerisindedir - biri serbest radikallere, diğeri bağdoku parçalanmasına karşı.
Goji Meyvesi: Doğanın Selülit Suikastçıları
Tibet ve İç Moğolistan'da bulunan goji meyvesi çukurları yok etmekte oldukça etkilidir. Şüphesiz gezegendeki besin yönünden en yoğun meyvedir; içeriğindeki besleyici maddeler listesine bakıldığında selü-litten kurtulmada en etkili etkenleri içerdiği görülür. Sadece bununla kalmaz, genel sağlığa olan katkıları da gerçekten inanılmazdır. Her gün goji meyvesi tüketilen köylerde yüz yaşına kadar yaşamanın anormal bir durum olmadığı kayıtlara geçmiştir. Antioksidan faydaları bakımından portakala kıyasla neredeyse beş yüz kat fazla C vitamini, havuca kıyasla ons (önce) başına neredeyse beş yüz kat fazla beta karoten içerdiği tespit edilmiştir. On sekiz tür amino asit, yirmi bir eser minerali ve Bl, B2 ve B6 vitaminleri içerir. Goji meyvesi ayrıca linoleik asit (önemli temel yağ asitlerinden biri) ve beta-sisterol (anti enflamatuvar) bakımından zengindir. Aynı zamanda lezzetlidir. Tatlı ve meyveli içecek karışımlarına karıştırmanızı; salata, yağsız yoğurt, soya yoğurdu ve tam buğday gevreği üzerine serpiştirmenizi veya meyveyi tek başına yemenizi öneririm.
Enflamasyon
Serbest radikal hasarı selülite yol açan doku yıkımındaki öncelikli kuvvetlerdendir ancak tek başına değildir. Diğer bir doğal yaşlanma faktörü ile birlikte çalışır - enflamasyon.
Enflamasyon vücudunuzun hasarı onardığının bir göstergesidir. Enflamasyonu tetikleyen hasar radikal oluşumuna neden olan hasarla aynıdır. Aslında serbest radikal oksidasyonu da tek başına bir enflamasyon tetikçisidir. Yaralanma, enfeksiyon ya da güneş yanığından sonra etki bölgesi kızarır ve şişer. Ayrıca dokunulduğunda sıcaklık hissedilebilir. Bunun nedeni vücudunuzun damarlarını genişleterek etkilenen bölgeye özel anti enflamatuvar besinleri göndermesidir. Burada problem, uzun bir zaman boyunca sürekli böyle yüksek bir alarm halinde kalmanın vücutta yıkıcı bir etkiye sahip olmasıdır. Enf-lamasyona karşı vücudun salgıladığı maddelerin çoğu serbest radikal hasarına ve korumaya çalıştığı hücre duvarlarının yapısının bozulmasına neden olur. Bu durumda enflamasyonun vücudunuza fayda sağlayacağı yerde zarar vermesine engel olmak için hem yüzeysel hem de dahili olarak yatıştırıcı anti enflamatuvar malzemeler kullanmanız önemlidir.
Neyse ki, anti enflamatuvarlar birçok yemek ve gıda takviyesinde bolca bulunur. Aslında antioksidanlar da anti enflamatuvar olarak sayılabilir çünkü enflamasyona yol açan serbest radikal hasarını önler. Enflamasyon hem içerde hem de cilt yüzeyinde oluşabilir. Yatıştırıcı yüzeysel tedavilerle enflamasyonu azaltmak önemlidir ancak vücudun içerisinde özellikle de dermiste meydana gelen enflamasyonu önlemek için ağız yoluyla gıda takviyeleri almak gerekir.
Yüzeysel ve ağızdan alınan anti enflamatuvarlar
Arnika (öküzgözü) Aloe vera Allantoin Chamomile Çinko
Stratum Corneum (Boynuzsu Katman): Vücut Zırhınızı Güçlendirmek
Vücudunuzu selülite yol açan ve çatlaklara kapıyı aralayan hasardan korumanın son metodu dış etkenlere karşı ilk savunma hattınızı koruma altına almaktır. Stratum corneumun epidermisteki ölü ve ölmekte olan hücrelerde meydana gelen en dış katman olduğunu hatırlarsınız. Sadece 0.015 mm kalınlığında olmasına rağmen cilde girmeye çabalayan toksik maddelere ve dışarı çıkmaya çalışan su ve besinlere karşı temel bariyerimizdir. Ayrıca güneşten gelen zararlı UV ışınlarına karşı doğal savunma oluşturur. Bildiğiniz gibi cildimizdeki önemli bileşenleri kaybettiğimizde, serbest radikal veya enflamasyona neden olan hasara izin verdiğimizde dokularımız zayıflar selülite ortam hazırlar. Hasarı dışarıda suyu içeride tutmak istiyorsak stratum corneumun güçlü ve canlı olması gerekir.
Stratum corneum tuğla bir duvar gibidir. Ölü ve ölmekte olan hücreler tuğla, yerlerinde durmalarım sağlayan lipit katmanı ise harç gibi düşünülebilir. Bu katmandaki hücreler yaşlandıkça (ve buna bağlı olarak kurudukça) cilt bariyer fonksiyonunu kaybeder. Vücudumuz bu durumla üstte bulunan ölü hücrelerin yerine geçebilmek için sürekli yukarı kuvvet uygulayan yeni hücreler üreterek başa çıkar. Bu şekilde stratum corneum hasar ve su kaybına karşı koyarak, bizi korumaya yetecek derecede canlı tutulmuş olur. Ne yazık ki yaşlandıkça hücre yenileme hızımız azalır. Stratum corneum suyu hiçbir şekilde tutmayan hücrelerle dolar. Yirmi yaşına geldiğimizde ve nadiren daha erken cildimize biraz destek vermek gerekli hale gelir.
Soyma (exfoliation): Daha Genç Bir Sizi Ortaya Çıkarmak
Bu önemli bariyeri güçlendirmenin en iyi yolu soyma işlemidir: Yüzeyde bulunan ölü ve etkisiz hücreleri ortadan kaldırarak vücudumuza yemlerini üretmesi için sinyal vermek. Böylece cildimizin yüzeyi genç, nemli ve etkin hücrelerle dolacaktır.
Genç bir hücre ile yaşlı bir hücre arasındaki fark tıpkı taze bir yaprak ile ölü bir yaprak arasındaki farka benzer. Taze yaprağın dış etkilerden korunmasını sağlayan cilalı gibi pürüzsüz bir yüzeyi vardır. Kalın ve güçlüdür. Ölü bir yaprak ise ince ve kırılgandır. Cilalı yüzey kaplamasını kaybetmiştir. Güçlü bir rüzgâr ağaçtan kopmasına ve parçalanmasına neden olabilir. Ölü deri hücreleri için de aynısı geçerlidir. Zayıf ve kurudur ve artık görevini etkin olarak yerine getirememektedir. Genç ve nemli hücreler güçlü ve donanımlı bir bariyer meydana getirirler. Parıldayan ve sağlıklı bir cilt için stratum corneumun olabildiğince genç hücrelerle donatılması gerekir. Soyma işlemi uygulanmadığında yaşlı ve ölü hücreler birikerek donuk ve soluk bir cilt rengine neden olur, yüzde kırışıklık ve vücutta selülit gibi kusurları ortaya çıkarır.
İki temel soyma metodu vardır: Kimyasal ve mekanik. Kimyasal soyma alfa ve beta hidroksi asitleri gibi maddelerin yüzeysel olarak uygulanmasıdır. Bu maddeler stratum corneumdaki deri hücreleri arasında girerek en dış katmanı gevşetir ve hücrelerin daha kolay dökülmesini sağlar. Mekanik soyma; lif gibi sert bir sünger, doğal kıllardan yapılmış fırça ya da jojoba tanesi veya kayısı tohumu gibi hassas aşındırıcı maddeler içeren nazik temizleyicilerin kullanımıyla gerçekleştirilir.
Her gün ya da her iki günde bir, banyodan önce mekanik soyma uygulamak sadece kan akımını hızlandırmak ve cildinizi soymak için değil aynı zamanda banyo veya duştan sonra selülite karşı sürdüğünüz her türlü yüzeysel ürünün de daha kolay emilmesini sağlamak için mükemmel bir yoldur.
Alfa ve Beta Hidroksi Asitleri
Favori kimyasal soyucularım hidroksi asit ailesindendir. Bu asitler çoğunlukla meyvelerde bulundukları için meyve asitleri olarak da bilinir. Mesela malik asit elmada, glikolik asit ise şeker kamışında bulunur. Kleopatra süt banyosu yapması ile ünlüydü. Kulağa hoş gelmese de sütteki laktik asit cildine canlı ve genç bir parlaklık veriyordu. 1980'lerde hidroksi asitlerin yüzeysel cilt bakımında kullanılması konusunda öncülük ettim. Şimdi ise krem ve temizleyicilerin her türlüsünde oldukça yaygın kullanıldıkları gibi dünya çapında milyonlarca kullanıcının cildindeki tazeliği artırmada önemli bir bileşen oldu.
Ciltteki soyma sürecine en büyük katkıda bulunan iki hidroksi asit, glikolik asit ve şahsilik asittir. Yüzdeki ince çizgileri ve kırışıklıkları azaltır. Soyucu etkili bu malzemelerden birini ya da ikisini birden içeren krem, temizleyici ve/veya nemlendiricileri kullanmanızı öneririm. Ama dikkatli davranın. Herkesin cildi kendi hızıyla yeni hücre üretimi yapar. Ölü hücreleri vücudunuzun yenilerini üretme hızından daha hızlı ortadan kaldırmayın. Bu ürünleri kullanırken herhangi bir tahriş veya kızarıklık hissederseniz ya daha az bir miktar kullanmaya başlayın ya da kullanım sıklığınızı azaltın. Unutmayın, herkesin cildi farklıdır ve kendine göre farklı tepkiler verir. Sinyalleri izleyin. Cildiniz daha azına ya da çoğuna ihtiyaç duyduğunda sizi uyaracaktır. Ayrıca glikolik asit içeren her kremin aynı olmadığını da belirtmeliyim. Asidin saflığı ve kremin cilde nüfuz etmesini sağlamak için kullanılan araç ürünün etkinliğinde rol oynar. Bilinen markalar kullanmanızı ya da firmanın ABD farmasötik içerik oranları kullanıp kullanmadığına dikkat etmenizi öneririm. Bu ürünler biraz daha pahalı olabilir fakat daha düşük kalitedeki ürünlere göre daha etkili ve daha az tahriş edicidir. Kanunlar bu ölçekteki malzemelerin kullanılmasını zorunlu kılmaz ama iyi ürün serileri bu maddelerin kullanımında ısrarcı davranır.
Vücudunuzu dinleyin. Cildinizi dinleyin.
Soyma kabiliyetlerinin yanı sıra hidroksi asitlerin inanılmaz bir diğer faydası yüzeysel maddelerin emilimlerini ve etkinliklerini artırmalarıdır. Diğer bir stratum corneum savunması olan nemlendiricileri hidroksi asitlerle birlikte kullandığınızda, ürün epidermiste daha derinlere nüfuz edebilir, böylece de nemlendirme ve koruma kabiliyetleri artar.
Kuru Cilt Fırçalama
Selülit ve çatlak problemi olan ciltler için en etkili soyma tedavisi kuru cilt fırçalamadır. Bu tekniğin düzenli kullanımı sadece vücutta ölü ve ölmekte olan hücrelerin ortadan kaldırılmasına yaramaz aynı zamanda etkilenen bölgelerdeki kan akımını artırır ve lenf sisteminin biriken toksinleri ortadan kaldırma kabiliyetini artırır. Kuru cilt fırçalama düzenli uygulandığında inanılmaz faydaları olan basit bir tekniktir. Etki bölgesine ulaşabilmek için uzun saplı bir fırça gerekir. Ayrıca fırçanın keçi veya domuz tüyü ya da sebze lifleri gibi doğal kıllardan yapılmış olmasına özen göstermelisiniz. Cildinizi günde bir kere tercihen banyodan önce fırçalamanızı öneririm. Fırçayı problemli bölgelerin üzerinde kalbe doğru bir ya da iki kere sürtün. Mesela basen ve popoda yukarıya doğru fırçalama yapın. Midede biraz daha nazik şekilde saat yönünde dairesel fırçalama yapın. Fırçalama seansınızı takiben yaptığınız duş veya banyonun ardından Murad Firm and Tone Serum (Murad Selülit ve Çatlaklara Karşı Onarıcı Serum) gibi nemlendirici, canlandırıcı ve besleyici bir vücut kremi kullanın.
Kuru cilt fırçalama selülit tedavisinde bir üçlü aksiyon metodudur. Önce soyucu etki gösterir, böylece genç sağlıklı cilt hücrelerinin gelişimi tetiklenir ve yüzeysel selülit tedavi malzemelerinin emilimi soymanın ardından güçlenir, ikinci olarak damarları canlandırır, bildiğimiz gibi kan dolaşımındaki yetersizlik selülitin ilk belirtilerinden biridir. Ve son olarak cilt fırçalama lenf sistemini uyarır. Atıkların ve tok-sik maddelerin vücuttan atılması lenf nodüllerinin görevidir. Yaşlandıkça lenf sistemi yavaşlar ve görevim layığıyla yerine getirebilmek için az miktarda da olsa yardıma ihtiyaç duyar. Kuru cilt fırçalama bunun için mükemmel bir yoldur. Duştan önce fırçalama yapıyorsanız duşta mekanik ya da kimyasal soyucular kullanmayın çünkü fazla miktarda soyucu madde cildi tahriş edebilir.
Nemlendiriciler: Suyu Çeken ve Su Kaybını Önleyen Malzemeler
Cildinizde yeterli miktarda nem tutmanın ne kadar önemli olduğunu biliyorsunuz. Stratum corneumun temel fonksiyonlarından biri cildinizdeki suyun kaçmasını önlemektir. Bu katman evin çatısına benzer. Dışarıda hava soğuk ise ısıyı artırırız. Peki, çatıda delikler varsa ne olur? Sıcaklık deliklerden dışarı sızar ve içeride olsanız bile soğukta kalmanıza neden olur.
Stratum corneum da benzer şekilde çalışır. Vücudun evin çatısı olduğunu ve kaçma tehlikesi gösteren ısının da cildinizde hayati önem taşıyan su olduğunu düşünebilirsiniz.
Gençken bu çatı sıkı ve bozulmamıştır. Doğru besinlerden cildimizdeki suyu tutmaya yetecek kadar tükettiğimizde, stratum corneumumuz suyu yerine hapsedecek güçlü bir bariyer oluşturabilir. Ne yazık ki, yaşlandıkça bariyer etkisi azalır.
Genç ve güçlü olanlara kıyasla ölü ve etkisiz hücreler ile dolmakla kalmaz, aynı zamanda hücreler arasındaki sınırı oluşturan lipit katman da incelir. Bu durum bizi trans-epidermal su kaybı adını verdiğimiz probleme sevk eder. Su, ciltteki dokulardan kaçar ve stratum corneumdan geçerek ortama karışır, tıpkı aktarılmamış bir çatıdan kaçan ısı gibi. Birçok insan selülit ve çatlak oluşumuna zemin hazırlayan nemsiz bir cilde sahiptir. Ve ciltlerindeki sınırlı su rezervi de gözlerinin önünde dışarı kaçıyordur.
Bu durum nemlendirici kullanmanın neden bu kadar önemli olduğunu açıklıyor. İyi bir nemlendirici sadece cildi su ile donatmaz aynı zamanda stratum corneumdaki sınırları güçlendirerek suyun kaçmasını engeller ve cildin selülitten kurtulma kabiliyetini artırır. Stratum corneumun bir arada tutma kabiliyeti iki farklı tür madde sayesinde elde edilir. İlk grup hidrofobik yani suyu iten maddelerdir. Bu biraz kafa karıştırabilir. Suyu neden iteriz? Cildimize suyu çekmez miyiz? Evet, çekeriz ama öncelikle kaçmasını engellemeye çalışırız. Bu maddeler dışarı sızmaya çalışan suyu çeker ve dokulara geri hapseder. Seramid adı verilen lipit sınıfı cildinizdeki hidrofobik maddelerden biridir.
Stratum corneuma bariyer kabiliyetini veren diğer madde grubu hid-rofilik maddelerdir. Suyu seven bu maddeler ortamdaki suyu çekerek cilde hapseder. Hidrofilik maddelere örnek olarak sodyum PCA ve hyaluronic asit verilebilir. İyi bir nemlendirici stratum corneuma hem biçim verecek hem de güç katacak her iki tür nemlendirici maddeyi ihtiva etmelidir. Kuru ve yıpranmış cilt yüzeyine uygulandığında yıpranmış dokuları doldurarak ve güçlendirerek bariyer fonksiyonuna kuvvet katar. Bu yolla trans-epidermal su kaybım engelleyerek ve istenmeyen saldırıların cilde girişine ket vurarak, cildin koruyucu kılıfına destek vermiş olur.