Göz Yaşlanması
Vücudumuzdaki her hücremiz, dokumuz, organımız gibi gözümüz de yaşlanıyor, değil mi?
Elbette yaşlanıyor. Hatta hem kendi başına hem de vücuda paralel olarak yaşlanıyor. Yani iki şekilde yaşlanıyor. Gözün kendi içindeki dokulardan bazıları ayrı ayrı yaşlanabiliyor. En önden başlarsak eğer, cildin altındaki bağ dokusunun zayıflamasına bağlı olarak kapaklarda gevşeme ve bir miktar düşme olabiliyor. Kapaklarda çizgiler görülebiliyor. Bunların tümü yaşlanmaya bağlı.
Korneamız yaşlanabiliyor
Beyin nasıl hücrelerini kaybediyorsa, gözümüz de yaşlanıyor. Aslında her organımız, dokumuz yaşlanıyor da gözde bu biraz daha dramatik gerçekleşiyor sanki? Ne dersiniz?
Evet, öyle denilebilir. Gözdeki yaşlanmanın birinci nedeni, korneanın yaşlanması. Kornea yaşlanabiliyor. Kornea, enerjik, nefes alıp verebilen bir doku ve yaşlanabiliyor. Yaşlandığında, çevresinde beyaz bir halka beliriyor.
Hani yaşlılara bakınca gözlerini gri gibi görürüz ve daha bir derin bakarlar ya da hafifçe göz renkleri değişir. Bu bakış, bu durum yaşlanmaktan. Bunun dışında, korneanın en iç hücrelerinde de yaşlanma olabiliyor. Çünkü en içte bir tür katman halinde olan hücreler, yeniden üretilebilen hücreler değil.
Beyinde kaybettiğimiz hücrelerin yerine yenisi gelmiyor. İşte o yetine gelmeyen hücreler beyinde olduğu gibi gözümüzde de varlar, değil mi?
Doğru! Korneanın dış tabakası yenilenebilir, ama iç tabakası yenilenemiyor. Gözde yaşlanan diğer bir alan; lens, yani göz merceği. Göz merceği de yaşlanabiliyor, buna "katarakt" diyoruz.
Şu çok meşhur katarakt...
Meşhur katarakt! Ama daha da önemlisi, gözün gören noktasının yaşlanması. Hani dedik ki mutfağın kapısının önünden geçtik, salona geldik. Salonun bir yeri var ki esas görmeyi yapan yer orası, yani görmenin yüzde 90'mı orası sağlıyor. Oraya "merkez yönetim kurulu" diyelim. Geri kalan yüzde 10'luk bölümden ise "merkez yürütme kurulu" sorumlu. Ama yürütme kurulunun olduğu bölge, hem hücre bakımından çok yoğun hem de özellikleri çok fazla; aydınlıkta görebiliyorlar, rengi görebiliyorlar, hareketi algılayabiliyorlar. Birçok işe bakıyorlar, yani "görme" deyince, herkesin bir işbölümü var; bir kısmı keskinliği algılıyor, bir kısmı rengi, bir kısmı hareketi fark ediyor, bir kısmı aydınlıkta, bir kısmı karanlıkta görmeyi sağlıyor. Bunların hepsinin ayrı görevleri var. İşte burasının adı "sarı nokta", yani "makula". Retinanın "makula" dediğimiz bu bölgesi, gerçekten erken yaşlanabiliyor, yani bazen kişi 70 yaşındayken, makula'sı, 170 yaşında olabiliyor
Göz özellikle bayanlar için de çok önemli. Hele etrafının kırışması...
Çok önemli! Doğru! Ama bazen bu estetiğin ötesinde, görme alanını daraltacak, kapatacak şekilde olabiliyor. Diğer bir değişiklik, gene gözün ön tarafında, gözyaşının azalması. Cildimiz nasıl kuruyorsa, gözyaşı da azalabiliyor. Gözyaşını üreten birkaç doku var, birkaç farklı hücre var, ama bunların üçünde de gözyaşının yapılmasında azalma olabiliyor. Dolayısıyla yaş ilerleyince kişilerin gözlerinde, yanma, batma, sık sık gözü kırpma ihtiyacı ve kızarıklık görülebiliyor. Bütün bunların yanında, yakını görmede bozulma muhakkak ortaya çıkıyor.
Yaşlanmanın en önemli nedeni: Güneş
Uzağı göremediğim için ameliyat oldum. Şimdi bir de yakın gözlüğü mü takacağım? Bundan kurtuluş yok galiba. Doğal bir süreç mi bu?
Doğal bir süreç. Çünkü ilk insan geliştiğinde, bu kadar uzun yaşaması beklenmemiş. Genetik olarak bu kadar uzun yaşamamız aslında yapımıza aykırı. Bu yüzden de göz merceği, uzun yıllar yakını odaklayacak şekilde gelişmemiş, üretilmemiş, öyle söyleyelim. Onun için bizim ülkemizde 40-45 yaşı geçtikten sonra yakını görmede problem yaşanıyor. Çünkü göz merceği uyum yapamıyor. Göz merceğinin uyum yapamamasının bir sebebi; genetik yapımız, diğeri de güneşle karşı karşıya kaldığımız süre. Güneş, yaşlanmanın en önemli nedeni.
Derimiz gibi gözümüzün yaşlanmasında da güneşin etkileri büyük, öyle mi?
Evet! Her şey için. Hani demin kapaklarda kırışıklıklar, düşmeler oluyor dedim. Bunun da sebebi, aslında yerçekimi. Hayatta kalmamızı sağlayan yerçekimi, yaşlanma etkilerinin ortaya çıkmasında da etken oluyor.
Yani aşağıya doğru sarkıyoruz, değil mi?
Evet, yere doğru sarkıyoruz. Güneş de aynı şekilde yaşam kaynağımız, ama öte yandan yaşlanmamızın da kaynağı. Bu nedenle yakını göremiyoruz. Eğer bir kişi gençken miyopsa, o zaman yakını görme problemi daha geç oluyor. Eğer gençken hipermetropsa, yakını görme problemi daha erken oluyor. Eğer bir kişinin, gençken gözlük takması gerekmiyorsa, yaşı ilerledikçe yaşadığı ülkedeki güneş koşullarına, ailesinin yapısına, genetik yapısına göre belli bir yaştan sonra yakını görme problemi başlıyor, kaçınılmaz olarak.
Yakını görememek kaçınılmaz ise bunun kötü bir şey olmadığını düşünebilir miyiz?
Kolay bir şey değil. Bu nedenle de gözlük takmak gerekiyor. Yani yakını görmeden insan kendi kişisel hijyenini sağlayamıyor. Yüz, diş, tırnak temizliği gibi kişisel bakımımız için gözlük takmak şart.
Yakın gözlüğü takmamayı yaşlılığa bağlı genel bir boş vermişliğe mi bağlıyorsunuz, yoksa yaşlanmayı kabul etmemek gibi bir şey mi?
Boş vermişlik değil de kabullenememek sanırım. Aslında her 2 senede bir muayene olmak lazım. Çünkü yakın gözlüğü, her 2 senede gözlük değiştirmeyi gerektirecek kadar artar. İşportada satılan gözlükler ucuz ve pratiktir. Yalnız onların odak noktası tam bizim gözümüzün ortasına, bizim gözbebeklerimize göre yerleştirilmediği için uzun dönemde gene yorgunluk hissi yapabilir. Bu gözlükler daha çok, yakın gözlüğünü kaybetmiş kişilerin kısa süre için kullanımında uygundur. Eğer astigmat varsa, iki göz arasında fark varsa bu gözlüklerin kullanımı sakıncalıdır.
Peki, yaşlanmaya bağlı miyop oluyor mu?
Oluyor! Yaşlılığa bağlı miyopi, kataraktın ilk adımı olabilir. Yaşlılığa bağlı hipermetropi, gene doğal gelişmenin belirtisidir.
Peki, bende olduğu gibi miyopi çocuk yaşta başladığında doktor bana, "Yaş ilerledikçe nasıl olsa yakını görmemeye başlayacaksın ve miyobun azalacak" demişti. Böyle bir denge mi var?
Evet! Bu tıpkı sayı doğrusu gibi. Sayı doğrusunda eksi var (-), sıfır var (0), artı var (+). Miyop, eksi (-) tarafı. Yaş ilerleyince, eksiden artıya doğru ilerliyor. Dolayısıyla miyop azalmış oluyor, hipermetroba doğru gidiyor. Bu bir fizik kuralı.
Sonuçta gözlük hep hayatımızda olmaya devam edecek gibi görünüyor...
İnsanoğlu, eninde sonunda gözlük takacak şekilde yaratılmış, ister gençliğinde, ister ileri yaşta, ister her iki dönemde, ama eninde sonunda gözlüksüz olamayacak şekilde yaratılmış. Bu da tabii ayrıntılarla uğraştığımız, zekamızı kullandığımız, okumayı ve yazmayı becerdiğimiz için, yoksa hayvanlarda da aynı şey var, ama onların ihtiyacı yok, çünkü onlar okuyup yazmıyor. Yoksa onların da görmesinde değişiklikler oluyor.
Güneşe maruz kalmak kataraktı hızlandırıyor
Eninde sonunda gözlük takmak zorunda kalacağımız gibi katarakt da olacak mıyız?
Eğer sizin ailenizde katarakt 60 yaşına ayarlanmışsa, 60 yaşına vardığınızda katarakt olursunuz, ama eğer sizin ailenizde katarakt olma yaşı 120'ye ayarlandıysa, 120 sene yaşamazsanız katarakt olmazsınız, ama yaşasaydınız olacaktınız. Bu kaçınılmaz dolayısıyla. Bunun yanı sıra kataraktı hızlandıran bazı faktörler var. Birincisi, genetik yapı. İkincisi, sigara. Üçüncüsü, güneş.
Güneş yine çıktı karşımıza...
Evet, yine çıktı. Dördüncüsü de diğer hastalıklar; mesela şeker hastalığı; mesela vücudun elektrolit dengesindeki değişiklikler, mesela by-pass ameliyatı geçirmek veya böbrek hastası olmak gibi. Böbrek fonksiyonlarının bozulduğu durumlarda katarakt daha erken ortaya çıkıyor. Bazı ilaçlar da kataraktı hızlandırabiliyor.
Kalp-damar hastalıkları, hipertansiyon falan etkiliyor mu?
Eğer dolaşımı bozuyorsa, yani göze gelen-giden kanın kalitesinde problem varsa, diğer bir sorun da gözün içinde iltihap olmuşsa ya da mesela glokom denilen göz tansiyonu hastalığı varsa, bunlar da kataraktın daha hızla ilerlemesini sağlıyor. Göz merceği bir yastık gibi; bir kılıfı, bir de içi var. Eğer bu sistemik hastalıklar nedeniyle, bu kılıfın geçirgenliğinde bir bozulma olursa, o zaman katarakt daha erken ortaya çıkıyor. Bu kişilerde görme bulanır, çevre giderek daha zor görülür. Akşamları görmede sorun yaşanır, çünkü gözbebeği karanlıkta genişler. Katarakt da çevreden başladığı için akşam görme daha zor olur. Bir de akşamları karanlıkta renkler gözükmediğinden, sadece siyah ve beyaz tonları görüldüğünden görme kalitesi kolaylıkla düşer. Gündüz birçok şeyi görüyoruz, renk görüyoruz, birbirine orantılı olarak renklerin koyuluğunu görüyoruz ve derinlik hissimiz daha güçlü. Karanlıkta bu özellik kaybolduğundan, sadece siyahın tonları görüldüğünden akşamları görmede daha çok sorun yaşanıyor. Dolayısıyla kataraktı olan kişilerin, örneğin akşam araba kullanmamalarını öneriyoruz. Bunun dışında giderek yakın görme de bozulabilir. Daha ileri dönemlerinde önce beyaz bulanıklık, sonra sarı, sonra kahverengi görmeye ulaşabilir, görme bozukluğu.
Belki de katarakt birçok mucidi, ressamı, sanatçıyı etkilemiştir...
Doğru! Hakikaten doğru! Şimdi katarakt dediğimiz durum, görme keskinliğinin bizim ölçümüzde, bilinen uluslararası standartlara göre olan ölçümde yüzde 100'den düşmesi durumu. Yani başlangıçta göz merceğindeki değişiklik eğer görmeyi engellemiyorsa, biz ona "katarakt" demiyoruz, "başlangıç katarakt" ya da "skleroz" gibi başka tıbbi terimler kullanıyoruz. Ama görme düşmeye başladığında, yaşam kalitesi bozulacağından, araba kullanmak, sokakta yürümek, bazı işleri yapmak, televizyon seyretme zorlaşacağından o zaman katarakt, gerçekten tedavi edilmesi gereken bir durum hâlini alıyor.