Aids Aşısı Bilgileri, Aids Aşı
Bir AİDS aşısının geliştirilmesindeki başlıca zorluk, virüsün (HIV) son derece değişken olmasıdır. Böylece belirli bir suş karşısında etkili olan bir aşı, diğer suşlara karşı korunma sağlamayabilir.
Gelecekte geliştirilebilecek bir aşıda şu iki temel özellik, mutlaka mevcut olmalıdır:
1. Aşılananlar için tamamen tehlikesiz olmak,
2. Mümkün olan en yaygın şekilde uygulanabilmesi için, büyük miktarlarda üretebilmek.
Bugün geliştirilen bir AİDS aşısının insanlarda kullanılmadan önce etkinlik ve güvenlik açısından değerlendirilebileceği herhangi bir hayvan modeli yoktur. İnsanlarda hastalık yapan AİDS virüsünün, bu virüse karşı duyarlı tek hayvan olan şempanzelerde üretilmesi, sessiz enfeksiyona ve antikorların gelişmesine neden olmaktadır.
Zayıflatılmış virüs suşlarının kullanılması fikrinden, mutasyon veya tersine rekombinasyon sonucu virülans artışından veya tümör gelişme tehlikesinden çekinilmesi nedeniyle artık vazgeçilmiştir.
Öte yandan rekombinan aşılar, insanlarda ve maymunlarda kullanılmış ve gp 160 veya gp 120 ya da NEF, POL, Vif veya GAG virüs proteinlerini içeren vaccinia rekombinant ürünleri test edilmiştir. Bu rekombinasyon ürünleri tarafından meydana getirilen sıvısal reaksiyon, bir bütün olarak zayıftır ve yetersizdir; şempanzeleri, test amacıyla enjekte edilen virülan virüse karşı koruyamamaktadır. Bu durum, enjeksiyonlar tekrarlanarak kompanse edilememektedir; çünkü antivaccinia bağışıklığı gelişmekte ve bu da antijen proliferasyonunu önlemektedir'
ZAGURY, HIV pozitif kimselerden aldığı lenfositleri vaccinia rekombinantlarıyla in vitro koşullarda enfekte edip daha sonra formol inaktivasyonundan geçirerek tekrar donöre vermeyi ve bu sorunların üstesinden gelmeyi denemiştir. Fikse hücreler kullanılan bu rapelin etkili olduğu bulunmuştur ama yöntemin uygulanması, kolay değildir.
Beta-propiolakton ve formol ile inaktive edilip adjuvan olarak MDP (muramil dipeptid) ile birlikte kullanılan tüm virüs aşısının, şempanzelerde antikor oluşumuna yol açtığı gösterilmiştir.
İnaktive aşı+canlı rekombinan aşı ile uygulanan çift-aşılama, yüksek düzeyde anti-GAG ve anti-Env antikorlar meydana gelmesini sağlamakla birlikte bu hayvanları, HIV test enjeksiyonuna karşı koruyamamıştır.
SALK ve arkadaşları, tam virüsü değil de viral genetik materyali kullanarak inaktive bir virüs aşısı yaklaşımında bulunmuşlar ve bunu korunma amacıyla değil de tedavi amacıyla kullanmayı düşünmüşlerdir. Önceden enfekte olmuş ve insanlarda kullanılan bu aşıyla elde edilen ilk bulgular, cesaret vericidir.
İzole viral proteinlere dayanan, daha başka birçok aşı test edilmiştir. Doğrudan doğruya HlV'den izole edilen veya çeşitli ekspresyon sistemlerinin CHO hücreleri, E coli, bakülovirüsler) kullanılmasıyla genetik rekombinasyon üzerinde hazırlanan, saflaştırılmış gp 120 veya gp 160, bu tür aşılardandır. Bunların immünojenitesi, lipozom gibi aduvanlar kullanılarak artırılmıştır.
Virüsün hem hücre kültüründe hem de organizmada gösterdiği antijenik çeşitlilik, zarf proteinlerinde hatırı sayılır değişikliklerle sonuçlanır. Bu, AİDS'e karşı aşı geliştirilmesi yolunda karşılaşılan önemli zorluklardan biridir.
Virüslerin vücuttaki belirli hücreler içerisinde, hücre genomuyla bütünleşmiş bir provirüs olarak uzun süre maskelenmiş durumda kalması veya bir hücreden öbürüne yayılması ya da merkezi sinir sistemi gibi bağışıklık sisteminin pek az etkili olduğu doku bölmelerine kaçarak bağışıklık sisteminin etkilerinden kurtulması; AİDS aşısının geliştirilmesine ikinci bir engeldir.
AİDS aşısının etkili olabilmesi için yalnızca antikorlar meydana getirmekle kalmaması, aynı zamanda sitotoksik lenfositlere dayanan hücresel bir bağışıklık da sağlaması gerekmektedir. HIV enfeksiyonu, sitotoksik lenfositlerin gelişmesiyle birlikte güçlü bir bağışıklık cevabına neden olur. Bu sitotoksik lenfositler in vitro son derece etkilidir ama, seropozitif kimselerdeki in vivo enfeksiyon karşısında etkisiz kalmaktadır.
Sitotoksik lenfositlerin tamamen faydalı oldukları da söylenemez; ancak hastaların akciğerlerinin veya beyinlerinin bazı bölümlerinde enflamasyon gelişmesi, sitotoksik lenfositlerin enfekte makrofajlar üzerindeki sitolitik etkisine bağlanmaktadır. Ayrıca bu sitotoksik lenfositler T4 hücrelerini, B lenfositlerini ve makrofajları tahrip edip HIV antijenlerinin bunların yüzeyine çıkmasına yol açarak, semptomların daha da şiddet kazanmasına neden olabilmektedirler.
Şempanzelerle yüksek dozda insan nötralizan antikorların verilmesi, hücre kültürlerindeki başarılı nötralizasyonun aksine hayvanı test enjeksiyonuna karşı koruyamamaktadır. Buna karşılık, viremi, pasif immünizasyon uygulanmış olan hayvanlarda, kontrol hayvanlarına kıyasla daha çabuk gelişmektedir. Bu ise antikorların her zaman yararlı olamayıp zararlı da olabilecekleri anlamına gelmektedir. Zaten bazı hastaların serumlarında, bu tür "kolaylaştırıcı" antikorların bulunduğu gösterilmiştir. Bunlar, nötralizan antikorlarla birlikte bulunmakta ve çok başarılı şekilde meskelenmektedir.