Meme Kanserinin Bitkisel Tedavisi
Alternatif tıbbı önerir misiniz hastalarınıza? Mesela yoğurt ve çökeleğin meme kanseri riskini azalttığını duydum, bu konudaki düşünceleriniz nelerdir? Alternatif tıp günümüzde çok popüler oldu. Aslına bakarsanız, "alternatif tıp" kavramı ile önümüze sunulanlar, tıp tarihinin geçirdiği binlerce yıllık evrim içerisinde ortaya çıkmış ve kendisine çeşitli uygulama alanları bulmuştur. Bu anlamda Çin ve Hint tıbbı binlerce yıl önce alternatif uygulamalar kullanıyordu. Her sorunun çözümünün doğada olduğu düşüncesi antik dönem tıbbından ve sonrasında da Hipokrat'ın söylemlerinden bize miras kalmıştır. Zaten onlar da tıp tarihi içindeki masalsı yerlerini günümüzde çoktan almışlardır.
Ancak günümüzün bilimsel yöntemlerinin onaylamadığı "ampirik," yani "günübirlik" uygulamaları kabul etmemiz söz konusu olamaz. Yoğurt, çökelek, ısırgan otu veya benzeri gıdaların alınmasının hiçbir zararı yok, ancak "yararı var mı" sorusunun bilimsel bir cevabı olmadığından, sağlıklı beslenme adına bunların yenilmesine kimsenin itirazı olamaz.
Bu nedenle kişisel kanser deneyimlerinin öne çıkarılarak, bilimsel formata uymayan araştırmalarla, sonuçları bilim dünyasında hiçbir şekilde ciddiye alınmayan başarı öykülerinin anlatılması en hafif deyimiyle, "umut tacirliği "dir. Bugün bilim dünyasında ağırlığı olan hiçbir tıbbi dergi veya kitapta "yoğurt yerseniz kanser olma olasılığınız şu kadar azalır," "ısırgan otu yiyenler ölümsüzlük iksirini bulmuş demektir" şeklinde makalelere rastlayamazsınız. Bunlar magazinel varsayımlardır.
Örneğin ısırgan otu ile ilgili ilk yazılı bilgiler, M.Ö. 400'lü yıllarda yaşayan Hipokrat'a kadar uzanıyor. Sonrasında da M.S. 1. yüzyılda Dioskorides tarafından yazılan Tıbbi Maddeler (Materia Medica) adlı kitabında adı geçiyor. Böylesine iddialı bir bitki ile ilgili yapılan ilk Türkçe çalışma ise ancak 1940'larda yayınlanmış. Böylesine yaygın kullanılan bir bitkinin, neredeyse iki bin beş yüz seneden beri kullanılması ama buna karşın üzerinde doyurucu bir Türkçe çalışma olmaması, üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken bir durum.
Temel olarak, doğadan faydalanılarak üretilen ilaç ve tedavi edici yöntemlere kimsenin itirazı olamaz, ancak bunlar bilimsel temeller üzerine oturtulmadıkça yarar değil, zarar verir. Bunun en dramatik örneğini 80'lerde ortaya çıkan zakkum furyasında, insanların zakkumu kaynatıp suyunu içerek hayatlarını kaybetmelerinde yaşadık.
Hasta bu aşamaya gelinceye kadar birçok doktor hastaya müdahale ediyor. Hasta takibini hangi doktora düzenli olarak yaptıracak? Hasta hangi doktora gidecek? Bunu doktor hastanın kendisine söylüyor mu, "sizin düzenli takibinizi ben yapacağım, tum tetkiklerinizi bana getireceksiniz" diye?
Bu da yine karışık bir konu ve her ülkenin kendi düzenlemeleri farklı. Örneğin aile hekimliği ve semt poliklinikleri sisteminin gerçekten oturmuş bir şekilde uygulandığı ülkelerde olağan kontrolleri, bu merkezlerdeki aile hekimleri veya pratisyen hekimler yapıyor.
Amerika'daki eğilim, onkologların takip etmesinden yana, ancak bizim ülkemizde bu konuda hâlâ ciddi bir karmaşa var. Genel olarak hasta onkologun takibine giriyor, ancak bir yandan da hastayı ameliyat eden cerrahın da takibe dahil olması gerekli. Bu nedenle hasta bazen kime gideceğini şaşırıyor.
Ama Türkiye'de var olan nadir merkezlerde, bu konuda ortak bir fikir birliğine ve takipte eş zamanlılığa dikkat ediliyor. Böylece hastaya gereksiz birtakım tetkiklerin yapılması önlenmiş oluyor. Bu durum kime gideceği konusunda kafası karışan hastanın bir süre sonra takibi bırakmasını da engelliyor. Bu tür merkezlerde hasta onkologla, ameliyatı yapan cerrahın ortak takibinde oluyor. Gereken tetkikleri sadece birisi istiyor ve hasta bu tetkiklerle ikisini de görüyor. Çok ideal bir yöntem olmamakla birlikte, mevcut şartlarda hastanın takibini aksatmaması bakımından uygun bir yöntem olarak kabul edilebilir.
Hastanın gelip gelmediği kontrol ediliyor mu? Hasta ne kadar sıklıkla kontrole geliyor?
Genel olarak böyle bir çağrı sistemi bulunmuyor. Ama yine İskandinav tipi meme merkezleri düzenlemesine giden merkezlerde, hastaların kayıtları düzenli olarak tutuluyor ve takibe gelip-gelmediği kontrol edilebiliyor. İmkânlar elverdiğince takibe çağrılıyor. Ancak yine de bu sistemler şimdilik tam organize olmaktan çok, bireysel gayretle yürüyor açıkçası.
Hasta kontrole geldiğinde hangi tetkikler isteniliyor? Her zaman aynı tetkikler mi yapılıyor?
Hastaya kontrol için yapılan tetkikler öncelikle hastalığının aşamasına ve gördüğü tedaviye göre değişiklikler gösteriyor.
Her durumda hastanın hikâyesi kapsamlı olarak alınıyor ve not ediliyor. Yine her durumda mutlaka ayrıntılı bir muayene yapılıyor. Muayene, hastanın tüm vücut muayenesi ile birlikte yoğun olarak sağlam memesine ve ameliyat yerine yönelik olarak yapılıyor.
Her yıl sağlam memeye yönelik mamografi uygulanıyor. Eğer muayene ve mamografi sonrası ihtiyaç duyulursa ultrason da tetkiklere eklenebiliyor.
Hastaya tamoksifen ile hormon tedavisi yapılıyorsa, o zaman jinekolojik muayene ve rahim ağzından sürüntü testi de isteniyor. Yine hormon alan kadınlarda henüz menopoza girmemişlerse, kemik yoğunluğu ölçümü de ekleniyor tetkiklere. Katarakt ve görme problemi varsa göz muayenesi yapılıyor. Ayrıca hastanın alınan hikâyesinde süreklilik arz eden halsizlik, yorgunluk, sarılık, kemik ağrısı gibi yeni ortaya çıkan birtakım şikâyetler varsa, onlara yönelik tetkikler ekleniyor.