Hipertansiyonun Vucuda Etkileri

Hipertansiyonun Vücuda Etkileri

Dramatik bir belirtisi olmuyor. Olunca da tam...
Olunca da tabii, çok kötü etkileri oluyor. Hipertansi­yon niye bu kadar önemli, çünkü çok hayati üç organ; be­yin, kalp ve böbrekler etkileniyor ve eğer kontrol edilmez­se, yıllar sonra beyinde bir hasarla, kalpte kriz veya yet­mezlikle, böbreklerde yine yetmezlikle kendini gösteriyor. Bir de periferik dediğimiz, tüm damar sistemimizi etkile­yen bir yönü var. Ayrıca oralarda da birtakım belirtiler or­taya çıkıyor.

Yani aslında bütün organları bir şekilde etkiliyor...
Bütün damar sistemini etkiliyor, tabii.

Bölüm başlığımız sadece Türkiye'yi kastetmiyor değil mi? Yetişkin nüfusta her üç kişiden biri derken aslında tüm dünyayı anlatmak istediniz sanırım...
Evet, evet! Yani bu bazı ülkelerde yüzde 25 olarak söy­lenir, yani 1/4. Yani genelde her dört kişiden biri, her üç kişiden biri tansiyon hastası.

Hastalığın görülme sıklığına dair rakamlarda Türkiye, İngiltere'yle, ABD'yle, Hindistan'la çok büyük farklılıklar gösteriyor diyebiliyor muyuz?
Hayır! Çok büyük farklılıklar göstermiyor. Genelde gelişmiş Batı ülkelerinde söylenen rakam yüzde 25-26, ama bizim ülkemiz için yüzde 30-31,8. Ülkemizde ger­çekten çok önemli bir araştırma yapıldı. Yapılan bu son araştırmanın ismi, "Türk Hipertansiyon Prevelans Çalışması". Kısa başlığıyla "Patent Çalışması." Bu çalışma, Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneği ta­rafından yürütüldü. Çok yakın bir zamanda da yurtdı­şında bir dergide yayınlandı. 5.000'e yakın kişi, bütün Türkiye'deki kırsal ve kent nüfusları oranlanarak tek tek tarandı. (Tansiyon dengelemek)

26 il, değil mi bocam?
Evet, 26 ilde tarama yapıldı ve bu taramanın sonucuna göre de Türkiye'de hipertansiyonun prevelansı yüzde 31,8 olarak bulundu. Yani...

Preuelans derken neyi anlatmak istiyorsunuz?


O anda yaptığınız çalışmada, aldığınız grupta, bulduğu­nuz rakamın yüzdesi. Böylece Türkiye'de her üç yetişkin kişiden birinin hipertansiyon hastası olduğu görüldü. Ye­tişkin nüfus derken 18 yaş ve üstünü aldılar. Bu çalışmada, yüzde 31,8 olarak görüldü. Bu hastalık, Türkiye için, ye­tişkin nüfusumuz için çok ciddi ve toplumsal bir problem. Bunun mutlaka tanınıp kontrol edilmesi gerekiyor.

Kadın-erkek oranlarına şöyle bir baktım; Türkiye'de 5 milyon erkeğin, 7 milyon kadının yüksek tansiyon hastası olduğuna dair bir rakama rastladım. Bu rakam hâlâ ge­çerliliğini sürdürüyor mu?

Bu rakamı daha da yükseltmemiz gerekiyor, çünkü bu rakam, 1990 yılında başlayan ve halen devam eden bir çalışmanın, Türk Kardiyoloji Derneği'nin de büyük des­tek verdiği "Tek Harf" çalışmasının sonuçlarına göre ya­pılmıştır. Bu, 2003-2004 yılı sonuçlarıdır. Bu sonuçlara göre, o günkü nüfus değerimiz ve buna uygun olarak bu­lunan yüzdeye göre yaklaşık 5,2 milyon erkekte, 6,6 mil­yon kadında yüksek tansiyon bulunduğu tahmini yapıldı.

Hocam, kadın oranının yüksekliği dikkatimi çekti...

Evet, çok haklısınız, mesela Patent Çalışması'na göre de benzer sonuçlar çıktı. Kadınlarda erkeklere göre daha yüksek oranlarda görülüyor. Bu biraz da ülkemizdeki ka­dınlarda görülen pasif hayatın, evde oturup sürekli atıştır­manın, spor yapmadan yaşamanın bir sonucu olarak orta­ya çıkıyor. Yapılan ölçümlerde, kadınların kilolarının, er­keklere oranla daha fazla oluşunun da bunda etkili oldu­ğunu düşünüyoruz.
Bir de tabii herhalde sigara konusunda da...

Sigara konusunda erkekler, tabii daha önde. Kadınlar henüz erkeklerle baş edemediler bu konuda. Yarışta önde değiller. Sigara burada büyük bir faktör değil. En çok dü­şündüğümüz veya açıklamaya çalıştığımız iki faktörden biri, "sedantal hayat", yani "hareketsiz, pasif hayat". İkincisi de kilolarının fazla oluşu, "obezite" önemli bir faktör. Bir de kadın nüfusu Türkiye'de biliyorsunuz erkek nüfusuna göre biraz daha fazla. Onun da katkısı var mı, bilemiyorum. (Tansiyon Hastalık)

Biliyorsunuz bazı hastalıklarda kadınlar erkekleri son­radan bir şekilde yakalıyor. Mesela kalp hastalıklarında olduğu gibi, değil mi?

Elbette! Özellikle kadınlar menopoza kadar biraz daha şanslılar, ama menopozdan sonra o avantajları kayboluyor ve erkeklerle kalp hastalıkları bakımından eşitleniyorlar.

Hocam, yüksek tansiyon sınıflandırmalarına uluslara­rası temelde baktığımızda ortaya ilginç bir manzara çıkı­yor. Gerek sizin, gerekse Türk Kardiyoloji Derneği'nin uluslararası üyelikleriniz var; Avrupa dernekleri var, Ame­rikan dernekleri var. Yani bütün dünyada böyle bir sınıf­landırma yarışı var gibi geliyor bana. Ülkeden ülkeye, bat­ta araştırmacıdan araştırmacıya değişiklik gösteriyor diye düşünüyorum. Sizce de öyle mi?

Ortada rakamlar olunca tabii belli sınırların da olması gerekiyor. Aslında rakamlar hep aynı, ama Avrupa'da ve­ya Amerika'da sınırlarda değişiklik yapılıyor. Bu sınırlar­daki değişiklikler de tabii yıllar içerisinde geliştirilen çalış­maların sonuçlarına göre yeniden düzenleniyor, ayarlanı­yor. Hatta bir süre önce normal gibi kabul ettiğiniz bir sı­nır, bir süre sonra yüksek olarak görülebiliyor. Normal gi­bi kabul edilen sınırdaki hastaların uzun süreli takipleri sonucunda risk altında olduğu görülüyorsa eğer, sınır da­ha aşağıya çekiliyor. İşte bu nedenle günümüzde gelinen en son sınır, 115-75 (mmHg) olarak kabul edildi. Bu bir bakıma en ideal kan basıncı değeri. Bundan yola çıkılarak, yukarıya doğru sınırlar çiziliyor. Bu sınırlar çizilirken, Av­rupa ile Amerikan ekolleri arasında bazı farklar olabiliyor. Amerikan Kardiyoloji Cemiyeti, 120-80 ile 140-90'a ka­dar olan seviye arasındaki değerleri prehipertansif, yani "hipertansiyon öncesi değer" olarak kabul ediyor. Tansi­yon öncesi değeri kabul ettiğiniz zaman, tabii orada, "Bunlara da mı bir şeyler yapacağız" diye biraz durup dü­şünmeniz gerekiyor. Nitekim bu sınırlarda olanlara mutla­ka yaşam tarzı değişikliği tavsiyelerinde bulunulması ge­rektiğini artık biliyoruz. Aslında hangi sınırda olursa ol­sun, hepimiz için bu geçerli. Sağlığımızı koruyacak tarzda, yaşam kalitemizi yükseltmek önemli bir konu. Kan basın­cı normal değer olarak kabul edilen 120-80 ve altı ile üst sınır kabul edilen 140-90 arasındaki kan basıncı değerleri­ne sahip olanların, özellikle daha dikkatli olmaları gerekti­ği üzerinde duruluyor. Avrupalılar, kan basıncı değerlerini tek başına almıyorlar. Kan basıncı değeriyle birlikte, hipertansif hastada diğer risk faktörlerini de birlikte değerlendi­riyorlar. Amerikalıların son sınıflamasında bu risk faktör­leri pek göz önüne alınmayıp sadece kan basıncı değerleri­ne bakılarak tedavi tavsiye edilmişti. Ama bunun çok doğ­ru olmadığı artık açığa çıktı. Büyük bir ihtimalle Amerika­lılar burada bir düzeltmeye giderek, yeniden risk faktörle­rini devreye sokacaklar. Çünkü bir hipertansiyon hastasını ele aldığınız zaman, sadece kan basıncına bakmayacaksı­nız. O kişiyi 3 yönden değerlendirmeniz gerekiyor:

1. Hipertansiyon gerçekten var mı? (Tansiyon Problemi)
2. Varsa bunun sebebi ne? Biraz önce söylediğimiz gi­bi, esansiyel bir hipertansiyon mu, yoksa sekonder dediğimiz, sebebi bilinen bir hipertansiyon mu?
3. Bu hastada diğer risk faktörleri, yani kalp hastalık­ları için, kardiyovasküler dediğimiz hastalıklar için diğer risk faktörleri de beraberinde var mı? Hasta­nın başka hastalıkları da var mı?

Hastayı muayene ederken, tetkiklerinizi yaparken, bu 3 faktörü göz önüne alarak değerlendirmeniz gerekiyor. Yoksa sadece, "Kan basıncını ölçtüm, tamam, yüksek. İla­ca başlayalım" veya "Normal, tamam ellemeyelim" gibi değerlendirmeler yanlış olur. Hastayı mutlaka bir bütün olarak değerlendirmek gerekiyor.

Avrupa kılavuzunda bu değerlendirmeye göre kişinin kan basıncı normal değerlerde olsa bile, diğer risk faktör­leri olduğu takdirde vakit geçirilmeden ilaç tedavisine baş­lanıyor.

Buna koruyucu hekimlik mi diyoruz?
Koruyucu hekimlikten ziyade, eğer hastayı bütünüyle değerlendirdiğimizde, kan basıncı yüksekliğinin yanı sıra diğer kalp ve damar hastalıklarına neden olabilecek risk faktörlerinin de varlığı söz konusuysa durumun daha cid­di olduğunu düşünmemiz gerekiyor. Çünkü bu hastalar, yüksek risk dediğimiz bir gruba giriyor. Onları vakit kay­betmeden tedavi etmek gerekiyor, ama risk faktörleri veya hipertansiyonun ortaya çıkardığı "hedef-organ hasarı" de­diğimiz durum yoksa belki o zaman sadece genel yaşam değişikliği gibi bazı tavsiyelerle kan basıncını kontrol ede­bilirsiniz. Edemezseniz zaten gene ilaç tedavisine başvura­caksınız. Amerikalılar sadece kan basıncına bakıp tedavi­ye yönlendiriyorlar, ama Avrupalılar hem kan basıncını hem de genel olarak diğer tüm risk faktörlerini bir araya getirip hastayı değerlendiriyorlar. Ondan sonra tedaviye başlıyorlar.

Peki, ülkemizde hangisi uygulanıyor?

Biz daha çok Avrupa ekolüyüz, çünkü Türk Kardiyolo­ji Derneği aynı zamanda Avrupa Kardiyoloji Derneği'nin bir üyesi. Oradaki bütün kılavuzları plduğu gibi biz de ka­bul ediyoruz. O kılavuzlara uygun davranıyoruz. Çünkü bizim ülkemiz de Avrupa'daki halklarla aynı özellikleri paylaşıyor. Bizde yapılan çalışmalarda da aşağı yukarı Av­rupa'daki çalışmalara benzer neticeler ortaya çıkıyor. Onun için biz, daha çok Avrupa Kardiyoloji Derneği'nin tavsiyelerine, kılavuzlarına uyuyoruz ve onları uyguluyo­ruz. Ayrıca tabii kendi ülkemizde yaptığımız çalışmalara göre de değişiklik olması gerekiyorsa onları da düzeltip kendimize uygun hale getiriy
oruz.