Kadinlarda Kisirligin Arastirilmasi

Kadınlarda Kısırlığın Araştırılması

Kitabımızın buraya kadar olan kısımlarında kısırlık nedeni olabilen faktörler birer birer açıklandı. Görüldüğü gibi çeşitli faktörler kısırlığa yol açabilmektedir. Bu nedenle tüm bu faktörler, ayrı ayrı araştırılarak hatanın nerec!e olduğu bulunmalıdır. Burada yine tekrarlayalım. Kadın­da kısırlık araştırılması, kocasının sperm muayenesinden sonra (Sper-mogram) başlatılmalıdır. Şimdi, kısırlık nedeni ile başvuran bir kadın­da ne tür tetkikler yapıldığını sırayla görelim:

1— Jinekolojik muayene: Gayet tabiidir ki, ilk muayene bir uzman tarafından yapılacak olan jinekolojik muayene olmalıdır. Bu muayene sırasında gözle görülebilen bazı kısırlık faktörleri ortaya çı­karılabilir. Örneğin üreme organlarında doğumsal bir anomalinin olup olmadığı, üreme organlarının tam gelişmesi veya gelişmemiş olması gibi önemli faktörler ortaya konabilir. Bu muayene bulguları hekimi yönlendirerek, daha sonra yapacağı araştırmaları değerlendirmesin­de yardımcı olur.

2— Kan tetkiki: Kansızlık, kan uyuşmazlığı veya herhangi bir iltihabi hastalığın var olup olmadığı araştırılır.

3— İdrar tahlili: İnsanın anatomik yapısı gereği, idrar yolla­rına ait özellikle bazı mikroplu hastalıklar, üreme organlarını da etki­leyebilmektedir. Bu nedenle idrar yollarının sağlığı konusunda bilgi edinmek için idrar tahlili yapılması uygun olacaktır.
Yukarıda kısaca belirttiğimiz temel ve esas muayenelerden sonra kısırlığa neden olabilen faktörler teker teker araştırılır. Şimdi sırayla bunları görelim:

4— Yumurtlama olup olmadığının araştırılması

Kadında araştırılması gereken önemli faktörlerin başında kadının yu­murta yapıp yapmadığının anlaşılması gelir.


Bunun anlaşılması için birçok fiziksel-kimyasal ve biyolojik testler ileri sürülmüştür. Bu testlerden günümüzde iki tanesi en sağlıklı ka­bul edilmektedir. Birtanesi ara ara hormon ölçme yöntemidir. İkincisi ise yumurtalığın aynası kabul edilen rahim içi zarının belli zamanlar­da alınarak tetkik edilmesidir. Bunun haricinde önceden de belirttiği­miz gibi birçok başka testler de vardır.

Günümüzde kullanılan bu testleri tek tek izah etmeye çalışalım: a) Hormon ölçme testleri
Bu yöntemde kadının kanı alınarak hipofiz (FSH, LH) ve yumurta­lık hormonları (östrojen, progesteron) ölçülür, bu ölçmeler bir defa ol­maz. Bir âdet boyunca defalarca yapmak icap eder. Bu şekilde bir âdet boyunca kandaki hormon seviyesi değişiklikleri ortaya konur ve nor­mal yumurtlama olayına uygun olup olmadığı anlaşılır. Günümüzde gelişen hormon tetkikleri ölçme yöntemleri ile özellikle çok kolaylaşmış ve zengin ülkelerde çok kullanılan bir yöntem haline gelmiştir.


Ancak anlaşılacağı gibi pahalı bir yöntemdir. Verdiği sonuç ölçme­ler doğru yapılmışsa sağlıklı bir sonuçtur.

Eğer yumurtlama olmamış ise sebebi nedir? Kabahat hipotalamus-ta mı, hipofizde mi, yumurtalıkta mıdır? Aralarındaki hareketsizlikte midir, yoksa vücudun genel yetersizliği veya diğer iç salgı bezlerinin düzgün çalışmamasına mı bağlıdır.
Günümüzde hipotalamusun ürettiği hormonlar, hipofizin ürettiği hormonlar, yumurtalığın ürettiği hormonlar kanda ölçülerek bu bozuk­luğun yeri ölçülebilir. Ayrıca tiroid bezi, böbreküstü bezi gibi iç ifraz bezi ürettiği
hormonlarda çevresel faktörler kapsamı içinde ölçülebi­lir.

Kadinlarda Kisirlik Faktorleri Diger Nedenler

Kadınlarda kısırlık nedeni olan diğer faktörler

Buraya kadar, kadınlarda kısırlığa yol açan kadın üreme organları­na ait faktörleri, teker teker açıklamaya çalıştık. Bunlardan başka ba­zı hastalıklarda dolaylı veya direkt olarak kadın üreme organlarını olum­suz yönde etkileyerek kısırlık nedeni olabilirler. Şimdi sırayla bunlar­dan önemli olanlarını kısaca görelim.

Pelvis organlarının iltihaplı hastalıkları

Pelvis boşluğu halk arasında leğen boşluğu olarak bilinir. Bu boş­luğun içinde de rahim, yumurtalıklar, tüpler ve hazne bulunur, işte bu nedenle pelvis boşluğunda bulunan diğer organların hastalıkları, ka­dın üreme organlarını da etliyebilirler. Bu hastalıklara en önemli olarak iki örnek vermek mümkündür, genital tüberküloz ve belsoğukluğu Üreme organlarının tüberkülozu: Kadın üreme organlarının tüberkülozu, belirgin şikâyetlere yol açmadığından genellikle hasta kısırlık 'için araştırılırken ortaya çıkar. Akciğer tüberkülozunun yayılması so­nucu oluşur. En fazla zarar verdiği organ da fallup borularıdır. Böyle üreme organlarının tüberkülozu, kısırlık vakalarının yaklaşık yüzde 5'ini oluşturur.

Belsoğukluğu Cinsel birleşme ile bulaşan bir zührevi hastalıktır. Fallup borularında tıkanıklıklara ya da yapışıklıklara yol açarak kısır­lık nedeni olabilir.Bu iki önemli hastalıktan başka mikropların yol açtığı iltihaplı has­talıklarda kısırlık nedenleri arasındadır. Fakat şunu unutmamalıdır ki, her iltihaplı hastalık kısırlığa yol açmaz. Genellikle uzun ve ağır sey­reden ve iyi tedavi edilmeyen bu tür hastalıklar üreme organlarına zarar vererek kısırlık nedeni olabilir.

Endometriosis Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi rahim içi boşluğunu döşeyen rahim iç örtüsünün (endometriumun) normal yeri olan rahim içinden başka yerlerde de bulunması tıpta "endometriosis" adını alır. Böyle ihallerde normal yerinin dışında bulunan bu doku, her ay hormonların et­kisine cevap vererek aynen âdet kanaması gibi kanamalara yol açar. Ancak bu kanama, âdet kanı gibi dışarı akamadığı için bulunduğu yer­de birikir. Bu kan zamanla vücudun savunma mekanizmaları sonucu, yok edilmeye çalışılırken yapışıklıklara yol açar. Böyle kadınlar genel­likle her ay âdet kanamalarına paralel olarak bel ve kasık ağrıları, ağrı­lı âdet görme gibi şikâyetlerle hekime başvururlar. Böyle endometrio-sisli hastaların yaklaşık yarısına yakın bir kısmında kısırlık problemi vardır. Endometriosisin bizzat döllenme yolları tıkanıklığı dışında ne gibi etkilerle (bağışıklık maddeleri, süt hormonu artması v.b.) kısırlık yaptığı araştırılan tartışma konularıdır.

Yumurtalik Yumurtlama Kisirlik Nedenleri

Yumurtalıklara (yumurtlama) ilişkin kısırlık faktörleri

Yumurtlama Bozukluğu
kadı­nın çocuğunun olabilmesi için muhakkak yumurta üretmesi lazımdır. Bunun için insan vücudunda üç merkezin normal çalışması şarttır. Ayrıca vücutta çevre etkileri diyeceğimiz ikinci etkenlerin de yu­murtlama olayını bozmaması lazımdır. Bu üç merkezi şöyle ele alabi­liriz:

a) Hipotalamus: Beyinin alt kısmında 1.5x2 santimlik bir bölge.
b) Hipofiz bezi: Beynin altında özel bir kemik mahfaza içinde bu­lunan insan vücudundaki iç salgı bezlerine tıpkı orkestra şefi gibi hük­meden bez.
c) Yumurtalıklar (överler): Kadın rahiminin iki yanında bulunan or­talama, 2.5 x 3 santimetre boyutlarında 1 santimetre kalınlığında ba­dem şeklinde hem hormon yapan hem de yumurtayı imal eden organ­lar.


Gelin şimdi bunların nasıl aralarında bir düzen kurarak yumurtayı oluşturduklarını görelim:

Kadında Yumurtlama, Kadınlarda Yumurtlama

Bir kız çocuğunda beyin gelişmesi tamamlandıktan, başka bir de­yişle hipotalamus bölgesi tam oluştuktan sonra artık vücudun hormon ve yumurta yapan organlarına emir verebilecek hale gelir. Biz buna bu­lûğa erme (ergenlik) diyoruz. Zira kız çocuğu, bu andan itibaren hor­mon yapmaya ve âdet görmeye başlar ve ikincil seks organları dediği­miz organlarında gelişmeler başlar.

Hipotalamus beyin bölgesi, bu emirleri daha önce belirttiğimiz "hipofiz" bezine verir. Emir aracı olarak kullandığı norohormon dedi­ğimiz bir maddedir ve hipotalamus bölgesi hücreleri tarafından üreti­lir. Bu maddeler son 30 yıl içinde anlaşılmaya başlanmıştır. Şimdiye kadar tanıdığımız hipofiz hormonlarını etkileyici, onları salgılayıcı mad­de "gohodotropin riziling faktör" adını alır.

Son 15 yılda hipotalamusta süt hormonu salgılayıcı ve durdurucu maddeler olmak üzere iki ayrı norohormon da tespit edilmiştir (Pro-laktin riziling faktör, Prolaktîn inhibe edici faktör).

Bu maddeler hepsi hipofize etki ederek ordan yumurtalıktaki yu­murta yapımını ve döllendikten sonra da gebeliğin devamını sağlaya­cak hormonları çıkartmayı sağlarlar.

Hipofizdeki bu maddeler bugünkü bilgilerimize göre üç tanedir. Bir tanesi yumurtalıkta bir benzetmeyle buzdolabında duran ve kadının doğuşunda hazır olan yüzbinlerce yumurtadan birisini yuvasında oluş­turacak FSH (folikül stümüle edici hormon) ikincisi de yumurta oluş­tuktan sonra onun yuvasından atılıp döllenmeye yollanmasını temin eden ve ayrıca gebelik oluşmuşsa gebeliğin sağlıklı devamını sağla­yan LH (lutein hormon)'dur.

Süt hormonu dediğimiz prolaktin (PRL) de yumurtlama olayı için belli bir oranda muhakkak bulunmalıdır. Aksi takdirde yumurtlama olayı meydana gelmez, gelse de sağlıklı olmaz.

İşte hipotalamustan emir gelince hipofiz, yukarıda saydığımız FSH, LH, PRL hormonlarını üreterek yumurtaya haber yollar. Kan yolu ile bu hormonlar yumurtalığa başta da belirttiğimiz gibi emir getirirler. Bu emir, doğuştan mevcut yüzbinlerce yumurtadan bir tanesinin o âdet döneminde hazır olması emridir

Yumurta, 14-15 gün içinde döllenebilecek hale gelir ve yuvasında hazır olur. O esnada yumurtalık da yüksek seviyede kadınlık hormonu dediğimiz östrojen hormonu üretir.

Bu devreler tam âdetin ortasına rastlar (iki adet kanaması arasına) yuvasında hazır olan yumurta döllenmek üzere tüplere geçer, buna yu­murtlama denir (ovulasyon).
Bundan sonra yumurtanın atılmış olduğu geri kalan yuvası (korpus luteum) gebelik hormonu dediğimiz progesteronu üretmeye başlar. Bu hormon eğer döllenme olmuş ise, gebeliğin devamı için şarttır.


Âdet döneminin son 15 günü içinde o nedenle bu hormon kadının kanında yüksek seviyede mevcuttur. Eğer döllenme olmamışsa 15 gün sonunda bu hormonun yapımına ihtiyaç yoktur. Korpus luteum saf dı­şı olur. Yumurtalıklar yukarıdan gelen emirle artık yeni âdetin yeni yu­murtasını hazırlamaya başlarlar.

İşte bir âdet boyunca kadınlık hormonunun östrojen, kadının ka­nında seviyesinin yükselmesi âdetin ikinci yarısında da gebelik hor­monu kadının kanındaki seviyesinin yükselmesi bitmiştir. Biraz evvel belirttiğimiz gibi bu iki hormonu yoğun seviyede üreten korpus lute­um saf dışı kalmıştır. Dolayısıyla iki hormonun da (östrojen, proges-teron) seviyeleri âdetteki başlangıç seviyelerine düşmüştür.

İşte bu hormon değişiklikleri, bir âdet süresince (28 gün) kadın üre­me organlarında değişmeler yaparlar. Rahimin içindeki zarların bu hor­monların etkisi ile (hormon seviyelerinin düştüğü an) olan değişimle­ri rahim zarının yüzeyel kısmının dökülüp dışarı atılması ile sonuçla­nır (âdet kanaması).

Ancak her âdet kanaması o kadında o ay yumurtlama olduğu ala­meti için kesin değildir. Bazen kadınlarda yumurtlama olmasa da âdet meydana gelebilmektedir. Görüldüğü gibi önce kısırlık vakalarında yu­murtlama olup olmadığı tespit edilmelidir. Eğer yumurtlama yoksa, ne­deninin yukarıda belirttiğimiz hipotalamusa mı ait olduğu, hipofize mi ait olduğu, yumurtalığa mı ait olduğu yoksa bunların arasındaki ahenksizliğe mi ait olduğu veya vücutta bulunan diğer bozukluklarını bu çok hassas organizasyonları bozduğuna mı bağlıdır, araştırılmalıdır.


Kadın kısırlığında en önemli noktalardan biri yumurtlama olayıdır.; Normal yumurta yapamayan veya yaptığı yumurtayı gebelik için ge­liştirip hazırlamayan kadınların çocuklarının olmasına imkân yoktur. Kitabın diğer bölümlerinde de yer yer belirtildiği gibi yumurtlama ola­yı, beyin-hipofiz bezi ve yumurtalık arasındaki belli haberleşme ve an­laşma ile mümkün olan bir olaydır.

Beyin (hipotalamus), hipofiz, yumurtalık işlevlerini yapacak güçte değillerse veya aralarında telsiz-telgraf anlaşması gibi kurulmuş hor­mon ilişkileri yoksa o kadın yumurta yapamaz. Kadında yumurtanın meydana gelmesi için yumurtalık bezinin (över) oluşması lazımdır. Yu­murtalık bezi olmayan veya hiç gelişmemiş olan kadınlarda yumurta oluşmasına imkân yoktur.
Normal teorik bilgilere göre, bir kadın her ay bir adet yumurta ya­par, iki âdetin ortasına rastlayan günlerde (yani âdet başlangıcından 14-15 gün sonra) yumurta yapar ve bu yumurtanın döllenmeye müsait 36 saatlik bir zamanı vardır. Bu süre zarfında spermle karşı karşıya ge-lemezse hiçbir zaman gebelik söz konusu olamaz.


O halde düşünülürse bir kadın bir yıl içinde ortalama 11-12 tane yumurta imal edebilmektedir. Bu bilgilerin ışığı altında gebelik olayı­nın zaman bakımından ne kadar güç teşekkül ettiği ortaya çıkar. Do­ğaldır ki, bu söylediğimiz teorik bilgilerdir. Pratikte her kadında munta­zam her ay sağlıklı yumurta imal etmeme ihtimali de olabilir.

Kadinlarda Kisirlik Nedeleri Belirtileri

Kadınlarda Kısırlık, Kadında Kısırlık Nedenleri Belirtileri

Kadında kısırlığa yol açan faktörler önce ikiye ayrılabilir. Kadında Kısırlığın nedenleri;

1 — Üreme organları dışındaki faktörler: Bunlar, tüm vücudu ilgilendiren tüberküloz, aşırı derecede kansızlık veya ağır bir ateşli has­talık olabileceği gibi şeker hastalığı, tiroid bezi hastalıkları (guatr, hi-pertiroidi) ve böbreküstü bezi hastalıkları (cushing) gibi hormonal has­talıklar olabilir.
Üreme organlarının dışında olan bu gibi faktörler, kadınların yak-jlaşık yüzde 15-25'inde kısırlığa yol açmaktadır.
2— Üreme organlarına ilişkin kısırlık nedenleri: Çocuğu ol­mayan 100 kadından yaklaşık 77'sinde neden, üreme organlarındaki bir bozukluktur. Bundan sonraki bölümde, kadın üreme organlarını dış­tan içe doğru sırayla inceleyerek kısırlığa yol açan faktörleri birer bi­rer açıklayacağız.
Vulvaya ait kısırlık nedenleri


Vulva, kadınların dış üreme organıdır. Vulvadakl bir bozukluk kı­sırlık nedeni olmadan önce âdet görememe, cinsel birleşme yapama­ma gibi daha ciddi sorunlarla karşınıza çıkar. Başka bir ifade ile böyle bir hasta, kısırlıktan önce yukardaki şikâyetlerle ortaya çıkan, kısırlık ikinci planda kalır.

Vaginaya ait kısırlık nedenleri

Vagina, halk arasında döl yolu veya hazne olarak bilinir. Cinsel bir­leşme sırasında erkek, spermlerini vaginaya bırakır ve buradan da ra­him içine ve tüplere geçiş olur. Vaginanın doğuştan bazı yapısal bo­zuklukları (hiç olmayışı, bölmeli oluşu) vulvada olduğu gibi kısırlık­tan önce âdet görememe veya cinsel temas olmaması qibi şikâyetle­re yol açar.

Bundan başka vagina iltihaplan (vaginitisler) genelde kısırlık ne­deni olmamakla birlikte, ağır ve uzun süren vagina ihtilapları tek başı­na kısırlık nedeni olabilmektedir. Böyle bir vaginitis, vagina ortamının asitli olmasına ve dolayısıyla spermler için elverişsiz bir ortama ne­den olurlar. Bunun yanında vaginitislerde cinsel birleşmenin ağrılı olu­şu da gebelik şansını azaltan bir diğer faktördür.


Bunlardan başka son yıllarda belirli bir şikâyete yol açmayan fa­kat vaginada bulunması kısırlık nedeni olarak ortaya atılan mikroplar (Klamidiler, Mikoplazmalar) da ileri sürülmüştür.
Vaginanın boyunun uzunluğu yada kısalığı kısırlık nedeni değil­dir. Bir kadının vaginası normal cinsel birleşmeye engel olmuyorsa kı­sırlığa da neden olmaz.

Rahim ağzına ait kısırlık nedenleri (Servikal faktör)

Kadınlarda kısırlık nedeni olarak rahim ağzı önemli bir yer alır. Ge­be kalamayan kadınların yaklaşık yüzde 10-50'sinde, gebe kalmayı en­gelleyen faktör rahim ağzına ait nedenlerdir. Bu nedenleri aşağıda sı­rayla görelim:

1— Servikal mukus: Rahim ağzında bulunan bezler sümüğe ben­zer, akışkan ve yapışkan özellikte "servikal mukus" isimli bir salgı ya­parlar. Bu mukus cinsel temas sırasında vaginaya bırakılan spermle­rin rahim içine geçişleri için katkıda bulunur. Servikal mukusun göre­vini tam olarak yapabilmesi için normal özelliklerde olması gerekir.
Kadınların ortalama 28 günlük âdet periyodları boyunca hormonal faktörlerin etkisinde kalarak servikal mukus da birtakım değişikliklere uğrar. Yumurtlama döneminde bu mukusun miktarı artar, yoğunluğu azalarak sulanır, daha akışkan bir hale dönüşür. Bu değişiklik sperm­lerin rahim içine geçişi için en uygun ortamdır. Âdet periyodunun di­ğer dönemlerinde ise bu özellik görülmez. Normalde servikal mukus spermler için elverişli olan alkali özelliktedir. Fakat iltihaplar bu özel­liği asit yöne kaydırarak spermler için uygun olan bu özelliği bozarlar.
2— Rahim ağzının doğumsal bozuklukları: Rahim ağzı hiç olmayabilir, normalden dar olabilir, içinde bir bölme olabilir ya da çift rahim ağzı olabilir.
3— Rahim ağzı yapışıklıkları: Doğum.düşük, kürtaj ya da rahim ağzına uygulanan bir müdahale sonucu rahimağzı kanalı birbirine yapışabilir ve daralabilir. Böylelikle spermlerin geçişi güçleşir.
4— Rahim ağzını kapatan tümörler: Rahim ağzından kaynak­lanan ya da buraya yerleşen tümörler spermlerin geçişini engelleye­rek kısırlığa yol açarlar.
5— Rahim ağzının yetersiz olması (Servikal yetmezlik): Ra­him ağzının bir diğer önemli görevi de, gebelik boyunca rahim ağzını kapalı tutmaktır. Bazı kadınlarda gebelik belirli bir aya ulaştığında, ra­him ağzı bu görevini yapamaz ve gevşeyerek açılır, bunun sonunda da düşükler olur. Böyle kadınlar arka arkaya düşükler yaparak, sonuçta çocuk sahibi olamazlar.
6— Rahim ağzının iltihapları (Servisitler): Rahim ağzı iltihap­ları, servikal mukus yapımını bozarlar ve ayrıca bu mukustaki iltihap spermlerin yaşamını olumsuz yönde etkilerler. Böylelikle kısırlık ne­deni olabilirler.

Rahime ait kısırlık nedenleri

Bilindiği gibi kadın yumurta hücresinin, erkek döl hücresi (sperm) ile döllenmesini takiben yaklaşık 280 günlük gebelik süresi rahim için­de devam etmektedir. Bu nedenle rahim normal yapı ve özellikte olmalıdır.

Rahimin doğumsal gelişim bozuklukları, örneğin, boynuzlu rahim, bölmeli rahim birer kısırlık nedeni olabilir. Ancak, böyle kadınlarda dü­şüklere ve erken doğumlara daha sık rastlanmaktadır.

Halk arasında"rahimin arkaya dönük oluşu" veya "rahimin ters oluşu" önemli bir kısırlık nedeni olarak kabul edilmektedir. Fakat ra-himi arkaya dönük olan her kadın kısır değildir. Ancak yapılan tüm araş­tırmalara rağmen, kısırlık için bir neden bulunamazsa, ancak bu tak­dirde, rahimin ters oluşu kısırlıktan sorumlu tutulabilir. Halbuki rahi-mi ters olan pek çok kadın kısırlıktan yakınmadıkları gibi,tam tersine gebelikten korunma yöntemleri uygulayarak, fazla sayıda çocuk do­ğurmaktan kaçınırlar.

Rahime ait tümörlerde gebelik şansını azaltırlar. Kadınlarda sık­lıkla görülen "myomlar" bazen kısırlık nedeni olabilmektedir. Bir ka­dında myom oluşu, onun gebe kalma şansını yaklaşık yüzde 30 ora­nında azaltmaktadır.


Buraya kadar rahimin anatomik yapısı ile ilgili kısırlık faktörlerini inceledik. Bundan başka rahimin iç tabakasını oluşturan ve rahim iç örtüsü (endometrium) adını alan gebeliğin yerleştiği ve devam ettiği önemli bir tabaka vardır. Bir gebeliğin oluşumu ve devamlılığında da bu tabakanın sağlıklı oluşu gereklidir. Bu rahim iç örtüsü bir kadının âdet siklusu boyunca (ortalama 28 gün) hormonların etkisinde kala­rak değişikliklere uğrar, başka bir deyişle her ay gebelik için hazırlık yapar. Bu hazırlık, gebelik oluştuğunda sürekliliğini korur ve gebeli­ğin sonuna kadar devam eder. Eğer gebelik oluşmazsa, gebelik için hazırlanmış bu tabaka, her ay âdet kanaması şeklinde dışarı atılır. Bu nedenle, rahim iç örtüsünün, dengeli bir şekilde gelişimini bozan de­ğişik faktörler kısırlığa yol açarlar. Bu faktörleri aşağıda sırayla kısa­ca inceleyebiliriz.

Rahim boşluğunu çevreleyen rahim iç tabakasının (endometrium) iltihapları (endometritis) da, spermlerin yaşama şansını azalttığı ve döl­lenmiş ovumün yerleşmesini zorlaştırdığı için kısırlık nedeni olabilir.; Bazen de bu tabakayı ilgilendiren "Asherman sendromu" isimli bir has­talık kısırlık nedenidir.


Kadın kısırlığı Bu hastalıkta, rahim iç duvarları ya tamamen ya da kısmen birbiri­ne yapışmıştır (sinesi) ve rahim boşluğu ortadan kalkmıştır. Böyle bir durumda kadın genellikle âdet görememekten de şikâyetçi olmaktadır.

Fallup borularına (tüplere) ait kısırlık nedenleri

Fallup boruları, yani tüpler, kadın yumurta hücresi ile spermlerin birleştiği yani döllenmenin (aşılanma) olduğu ve bundan sonra da döl­lenmiş yumurta hücresinin yerleşip, gebeliğin devam edeceği rahim içine doğru ulaşmasını sağlayan önemli boru veya kanal biçiminde bir yapıdır. Fakat tüpler, sadece düz bir boru ve kanal gibi geçiş yolu de­ğildir, bunun yapan da fonksiyonu da olan bir yapıdır.


Yumurtalıktan atılan yumurta hücresinin yakalanmasında aktif bir rolü vardır, salgıladığı sıvı ile de yumurta hücresinin beslenmesini sağ­lar. Bu nedenlerle eskiden sanıldığı gibi, sadece tüplerin açık oluşu, gebelik oluşumu için yetmemektedir. Bunun yanında yukardaki gibi fonksiyonların da aksaması, kısırlık nedeni olabilmektedir. Son araş­tırmalar, fallup borularının açık olmasına karşılık, fonksiyon bozuklu­ğunun kısırlık nedeni olabileceğini göstermiştir. Böyle fonksiyon bo­zukluğunun kısırlık nedeni olabilme olasılığı yaklaşık yüzde 20-40 ka­dardır.Fallup borularının kapanmasında en önemli faktör, geçirilmiş ilti­haplı hastalıklar (tüberküloz, belsoğukluğu gibi) ve daha sonra bah­sedeceğimiz "endometriosis" isimli hastalıktır. İltihaplı hastalıklar ara­sında doğumlar, düşükler veya kürtajlar sonrasında oluşan iltihaplı has­talıkların da önemli bir yeri vardır. Özellikle sağlık koşullarına uyma­yan yerlerde ve dikkatsizce yapılan bu tür müdahaleler, iltihaplanma riskini artırmaktadır.

Kisirlik Hakkinda Bilgiler Anasayfa

Kısırlık Nedir, Kısırlık Hakkında Bilgiler

Hamile Kalma, Nasıl Gebe Kalınır

Kısırlık Nedenleri, Kısırlık Sebepleri

Erkeklerde Kısırlık Nedenleri

Kadınlarda Kısırlık Nedenleri Belirtileri

Yumurtalık (Yumurtlama) Kısırlık Sorunu

Kadınlarda Diğer Kısırlık Faktörleri

Kadınlarda Kısırlığın Araştırılması

Kısırlık Tedavisi Yöntemleri; Prolaktin, Endometrium Biopsi...

Kısırlık Tedavisinde Diğer Yöntemler

Laporoskopi Nedir ve Ameliyatı Hakkında Bilgiler

Kısırlıkta Rahim Ağızının Faktörü ve Tedavi Testleri

Kısırlıkta Kadınlara Uygulanan Tedavi Yöntemleri

Rahimden Kaynaklanan Kısırlık Nedenleri ve Tedavisi

Sperm Bankası Türkiye, Suni Döllenme

Tüp Bebek Yöntemi ve Aşamaları Hakkında Bilgiler

Erkekte Kisirlik Erkeklerde Kisirlik Nedenleri

Erkekte Kısırlık, Erkeklerde Kısırlık Nedenleri

Aslında kesinlikle erkek kısırlık konusunda kadın doğum uzman­larının söz söylemeye hakkı yoktur. Konu kadın doğum uzmanlarına müracaat edildiğinde ve erkekte bir kusur tespit edildiğinde erkek üre­me organları uzmanına yollanmalıdır. Ancak, biz burada çok kısa da olsa erkekte olabilecek kısırlık nedenlerini size bir fikir verebilme açı­sından sıralamak istiyoruz.

Erkekte tıpkı kadında olduğu gibi erkek tohum hücresi onun yu­murtalıklarında yapılır. Yalnız bu yapılma işinde idare "hipotalamus" dediğimiz beynin altında bulunan bir bölgededir. Bu bölgenin üretti­ği hormonlar ile emirler, gene kafatası içinde bulunan "baş gudde", "baş iç ifraz bezi" diyeceğimiz "hipofiz" bezine gelir. Onda üretilen hormonlarda erkek yumurtalıklarına (testisler) giderek orada erkek to­hum hücreleri üretimi ve erkeği erkek yapan erkeklik hormonlarının (androjen hormonları) yapımı mümkün olur. Olayın ikinci kademesin-deüretilmiş kâfi miktarda normal şekilli ve normal hareketli erkek to­hum hücrelerinin (spermlerin) birtakım borucukluklarla erkek penisi­ne aktarılmasıdır. Eğer bu borucuklarda bir tıkanma veya hastalık varsa olayın ikinci bölümünde yetersizlik var demektir. Unutulmaması la­zım gelen bir konu da da son zamanlarda tespit edildiği gibi normal olarak testislerde hazırlanmış olan erkek tohum hücrelerine (sperm) kadındaki yumurtayı dölleme kabiliyeti verilmedikçe (kapasitasyon) spermler yumurtayı dölleyememektedir. İşte bu ikinci bölümdeki tüp­lerdeki bazı bezler bu spermlere akışkanlık, direnç, dölleme kabiliyeti veren sıvılar, enzimler, proteinler vererek onları kadın vücudunda gö­rev yapabilmeleri, yumurtayı dölleyebilmeleri için cihazlandırmakta, güçlendirmektedir.

0 halde eğer erkekte bir kısırlık söz konusu ise iki bölümde ele alınmalıdır.

1 — Erkek tohum hücrelerinin oluşmasına kadar olan basamaklardaki yetersizlikler,


2— Meydana gelmiş tohum hücrelerinin taşınması ve cihazlanmasında oluşan yetersizlik veya engelleme.

O halde sebepleri daha ayrıntılı sıralayalım:

I— a) Hipotalamus işlev bozuklukları,

b) Hipofiz bezi işlev bozuklukları.
Bunun içine bu bezin hormonları FSH (Folikül sitimüle edici hor­mon), LH (Luteinize edici hormon) gibi hormonların yetersiz yapma­sı yanında, PRL (prolaktin, "Süt hormonu) gibi hormonu fazla yapma­sı gibi olaylar girebilir. Bu arada hipof izin tiroid, böbreküstü bezi, pank­reas v.b. gibi bezleri de iyi çalıştıramaması üreme olayının sistemini bozabilir.

c) Yumurtalıklarda doğuştan veya sonradan (iltihap tümör v.b.) gibi nedenlerle olan işlev bozukluğu burada hem erkek hücre üretme bo­zukluğu (sayıca, şekilce, hareketçe yetersizlik) söz konusu olduğu gi­bi doğrudan doğruya erkeklik hormon yapımı yetersizliği de söz ko­nusudur.
Erkek testislerinde sperm yapma gücünün hiç olmaması veya ye­tersiz olması doğuştan olduğu gibi sonradan çevre faktörleri veya ikin­cil hastalıklara bağlı olabilir.

Çevre faktörlerine örnek, yüksek yerlerde oturan (yüksek dağ) er­keklerin çocukları veya ısı değişikliğine uğrayan (sıcak) erkeklerde spermler testis içinde gelişememekte bu kademede gelişme işlemi durmaktadır.

Fizik çevre etkileri arasında röntgen ışınları da yer almaktadır. Ba­zı zatürree, sarılık, grip v.b. enfeksiyon hastalıklarının geçici olarak sprem yapımını durdurduğu da bilinmektedir. Bazı fiziksel etkiler ve kimyasal maddelere maruz kalan işçilerde de sperm gelişmesinin dur­duğu bilinmektedir. Çelik işçileri, fırıncılar, maden eriticileri v.b. gibi.

Testisleri harap eden hastalıklar arasında özellikle ülkemizde en başta kabakulak ve tüberküloz gelmektedir. Ayrıca belsoğukluğu ge­çirmiş olmak bu konuda önemli bir faktörü oluşturmaktadır. Çiçek has­talığı, lepra ve adi mikroplar ile mantarların iltihaplarının testisi çalış­maz hde getirdiği bilinmektedir. Şeker hastalığı vetiroid hastalıkları da erkek kısırlığında önemli etkenler arasında sayılabilir.

II— Testislerden çıkan olgunlaşmış spermlerin görevlerini yapa-' bilmesine mani olan hastaların başında mikrobik hastalıklar önemli bir yer tutar. Epididimis dediğimiz bölgenin iltihapları, prostat iltihap­ları bunlar arasında sayılır. "Varikosel" testis bölgesi mavi kan damar­ları genişlemelerinin kısırlık sebebi olduğu da bilinen başka gerçeklerdendir.

Ayrıca vücudu ileri derecede bitkin düşüren genel iltihabı hasta­lıklar, kansızlık ve bağışıklık sebebi ile olan sperm hastalıklarında da kısırlık söz konusu olabilir.

Kısırlık şüphe edilen bir ailede işte bu nedenle erkek muhakkak ürolog tarafından muayene edilmeli ve onun tarafından yapılan (sper-mogram) sperm muayenesi değerlendirilmelidir. Bugünkü bilgilerimi­ze göre ortalama 2-3 santimetre küplük sperm sıvısı içinde 1 santimet-reküp en alt hudut 40-45 milyonsperm ihtiva etmeli ve bunların yüzde 80-90'ı normal şekil ve hareketli olmalıdır

Kuşkusuz bu rakamların daha altındaki sperm sayılı erkekler de ço­cuk sahibi olabilir. Yani, 1 santimetreküp 10 milyon spermi olan erke­ğin de çocuğu olur ama bir tesadüftür ve beklenilmesi lazım gelen bir olaydır. Kitabın başında da anlatıldığı gibi normal tariflerin dışında kalır. Şimdiye kadar anlattıklarımızdan ve de daha sonra ayrıntılı anlata­cağımız gibi dölleme için erkeğin cinsel temasta bulunma gücü ço­cuk sahibi olmada önemli bir rol alacaktır. Ancak, cinsel temasta bu­lunma gücü, çok normal olmasına rağmen bir erkeğin yetersiz sayı ve fonksiyonda spermi yoksa (oligospermi) o erkeğin çocuğu çok zayıf ihtimalle olur. Eğer hiç spermi yoksa (azospermi, aspermi) o erkek ke­sin kısırdır ve hiç çocuk sahibi olma ihtimali yoktur.

Kisirlik Nedenleri Kisirlik Sebepleri

Kısırlık Nedenleri, Kısırlık Sebepleri

1 — Yaş: Kadınların çocuk sahibi olabilme şansının en yüksek ol­duğu dönem 20-26 yaşları arası olup, bu şans 30 yaşından sonra hızla azalmaktadır.
Tam sağlıklıbirkadının18-20 yaş arası gebe kalma oranı yüzde 94, 20-24 yaş arası yüzde 91, 25-29 yaşı arası yüzde 86, 30-34 yaşı arası yüzde 77, 35-39 yaşı arası yüzde 60, 40-45 yaş arası yüzde 30'dur.
Yaşla bu ilişkinin sebepleri arasında en önemli etken,kadının sağ­lıklı yumurta yapma kabiliyetidir ki, o da kadın yaşlandıkça güçleşir ve seyrekleşir.
2— Evlilik süresi: Kitabın başında da belirttiğimiz gibi evliliğin ilk yılı içinde gebe kalma şansı yüzde 75 kadarken, bu oran bir yıl da­ha beklemekle, yani 2 yıl sonunda ancak yüzde 10 bir artış göstererek yüzde 85'e çıkmaktadır.
3— Eşlerin çocuk sahibi olma isteği:Evli bir çiftte,eğer eşler­den biri isteksiz ise, o çiftin çocuk sahibi olma şansı azalmaktadır.
4— Evlenme yaşı: 16-20 yaşlar arasında evlenmiş kadınlarda an­cak yüzde 4.5 oranında bir kısırlık
görülmektedir. Buna karşılık 35-40 yaşları arasında evlenmiş olanlarda ise bu oran yüzde 31.3'e yüksel­mektedir. 40 yaşından, sonra evlenmiş olan kadınlarda ise bu oran yüzde 70 dolaylarındadır.
5— Cinsel birleşme sıklığı: Çocuk sahibi olabilmek için en uy­gun cinsel temas haftada 2-4 kezdir. Haftada 2-4 kezden fazla veya az sayıdaki temaslar çocuk sahibi olabilme şansını azaltmaktadır. Bunun yanında, cinsel temas günlerinin, kadının yumurtlama günlerine rast­layan günlerde yapılması da gebelik şansını arttırmaktadır.
6— Cinsel birleşme tekniği: Gebe kalabilmek için en uygun tek­nik, klasik olarak bilinen kadının altta, erkeğin üstte olduğu "yüz-yüze" olan tekniktir. Ayrıca temas sonrası bir süre kadının sırt üstü yatması da gebelik şansını artırmaktadır.
7— Cinsel birleşmenin ağrılı oluşu: Tıpta "disparoni" adı ve­rilen ağrılı cinsel temas bazı hastalıklardan kaynaklanabilir ve bu ne-' denle isteksizlik ve korkuya yol açarak cinsel birleşmeyi engelleyerek, gebelik şansını azaltır.
8— Aşırı şişmanlık: Bu durum genellikle hem bir hormonal bo­zukluğun sonucu olabileceği gibi, hem de sağlıklı birleşmeye engel olarak gebe kalma şansını azaltabilir.
9— Beslenme bozuklukları: Yetersiz ve dengesiz beslenme so­nucu görülen vitamin eksiklikleri de kesin olmamakla birlikte kısırlık nedenleri arasında kabul edilmektedir.
10— Zehirlenmeler: Özellikle keyif verici maddelerin yol açtığı ortaya çıkan kronik zehirlenmeler de gebe kalmayı engellemektedir. Bu keyif verici maddelere, aşırı sigara ve alkol alışkanlıkları da dahil­dir.
11— Gerilim (ruhsal baskı, stres): Gerilim, başta yumurtlamayı olmak üzere tüm kadın üreme organlarını olumsuz yönde etkileyerek, gebelik şansını azaltır.
12— Bilgisizlik: Ülkemizde cinsel eğitim eksikliği kısırlık etken­leri arasında önemli bir yer almaktadır. Bilgisizce yapılan cinsel temas­lar, çocuk olması için kullanılan kocakarı ilaçları, çocuk düşürme teşebbüsleri, sonunda ciddi bir şekilde kısırlık nedeni olabilmektedir.


Buraya kadar (Kısırlık Belirtileri) kısırlık hakkında genel bir bilgi verdik. Bundan son­ra da erkek ve kadını ayrı ayrı ele alarak önce erkekteki sonra da ka­dındaki kısırlığa rol açan faktörleri, teşhisini ve tedavilerini birer birer ele alacağız.

Gebe Kalma Hamile Nasil Kalinir

Gebe Kalma Koşulları Nelerdir, Nasıl Hamile Kalınır

Kanımızca bir ailede çocuk olmaması problemini anlayabilmek için önce bir çocuk nasıl meydana gelir onu bilmek gereklidir. Gelin bu iş için önce ana ilkelere bir göz atalım:

1— Bir yavruyu oluşturmak için annede yumurtaya ve babada da erkek tohum hücrelerine ihtiyaç vardır.
2— İkinci önemli nokta bu hücreler sağlıklı ve döllenebilir olmalı­dırlar. Daha açıklarsak bu hücreler belli bir zaman içinde döllenirler ve üzerlerinde döllenmeyi sağlayacak ve döllendikten sonra da rahimde yerleşecek kimyasal birtakım maddelere de noksansız (enzimler, polipeptitler, proteinler v.b.) olarak sahip olmalıdır.
3— Kadının rahim ağzının anatomik yapısı ve "servikal mukus" adı verilen rahim ağzı salgısı, spermlerin rahim içine geçebilmeleri için uygun özelliklerde olmalıdır.
4— Yumurta ve erkek tohum hücresi (sperm) yollarda durdurulma­dan tubada (rahimle yumurtalık arasındaki 11-12 santimetre uzunluğun­da ve 1.5 milimetre kalınlığındaki boru) muhakkak karşılaşmalıdırlar.
5— Bu karşılaşma sırasında yumurta, 1 tanedir ama spermler yüz- lerce, binlerce olmalıdır.
6— Karşılaşma yeri tubanın ampulla(tubanın yumurtaya yakın kıs­mında, uzunluğu 5-6 santimetre ve kalınlığı 5 milimetre olan bölümü) kısmında olmalıdır.
7— Döllenmiş yumurta (ampulla tubada) hiçbir güçlüğe uğrama­dan rahim içine doğru ilerlemelidir.
8— Döllenmiş yumurta rahim boşluğunda yerleşebilecek enzim ve hormonal desteği sahip olmalıdır.
9— Rahim boşluğu çocuk büyütecek genişlikte olup rahim adale­si de bu büyümeye ayak uydurabilecek kapasitede olmalıdır.
10— Bu olayların meydana gelmesi sırasında sperm ve yumurta arasında bağışıklık maddeleri açısından hiçbir problem olmamalıdır.

Bir Çocuk Nasıl Doğar

Gelin şimdi bu kilometretaşı diyebileceğimiz ana noktaları tespit ettikten sonra çocuğun meydana gelişini izleyelim.

Spermler vagina (hazne)nın içine cinsi münasebet esnasında mil­yonlarca olarak atılırlar. Bu olayın gerçekleşmesi için erkeğin orgazm olması şarttır, ancak hemen kaydedelim kadının gebe kalması için or­gazm olması şart değildir. Hazne içine atılan 30-60 milyon kadar sperm kendi içinde bulundukları sıvılarında mevcut birçok koruyucu öğelere rağmen haznenin asit vasatında veya yollarını şaşırdıkları için rahim ağzından girmeden telef olurlar. Rahim ağzından ancak 500-1000 ci­varında sperm geçebilir. Bu spermler çok süratle hareket ederek yu­karı rahimin içine doğru ilerlemeye çalışırlar.

Ancak rahim ağzının gerek fiziki, gerek kimyasal ve gerekse ba­ğışıklık (immünolojik) açısından bu spermlere geçiş izni vermesi şart­tır. En müsait geçiş zamanı bugünkü bilgilerimize göre kadının âdet­lerinin ortasında yumurtlama zamanı civarındadır.


Spermler süratle rahimin içinden geçerek tubaya ulaşmaya çalı­şırlar. Ancak rahim içinde de birçoğu fiziksel ve kimyasal engelleme­lerle yok olurlar (spermlerin 1 dakikada 1-3 mm yol alabileceği cinsel münasebetten 30 dakika sonra tubalarda spermlere rastlandığı ileri sü­rülmüştür).

Spermler, en fazla 2 saat sonra tubanın rahim kısmını geçerek ampulla bölgesine gelmelidirler. Burada yumurta ile karşılaşacaklar­dır. O halde aynı saatlerde yumurtada kadının yumurtalığında hazır­lanmış olmalı ve tubanın içine atılmış bulunmalıdır.

Gene bugünkü tıp bilgilerimize göre, kadın yumurtalığı, normal âdet gören kadında ayda bir tane yumurta yapar. Bu yumurtanın belli bir süre döllenme ve yaşama kabiliyeti vardır. İnsanda yumurta için döl­lenme kabiliyeti 36 saat kabul edilmektedir. O halde spermle buluş­ma, bu 36 saat içinde tubanın ampulla kısmında olmalıdır. Erken veya geç olan bu karşılaşmada döllenme düşünülemez. Ayrıca spermin de dölleme kabiliyeti saatle sınırlıdır. Muhtemelen de bu süre 48 saat­tir.


Yüzlerce spermle, yumurta tubada karşılaşır ve spermler yumurta­ya hücum edip onun içine girmek isterler ancak yumurta bunlardan bir tanesine izin verir, o da içeri girer. Spermin başı yumurtaya girer kuyruğa atılır döllenme tamamlanmış olur.

Döllenme tuba (ampulla bölümü)'da meydana geldikten sonra döl­lenmiş yumurta 7 gün içinde rahim içine nakil olur. Döllenmede iki ya­rım hücre yani (22 tane normal bir cinsiyet kromozomu ihtiva eder, yu­murta ile 22 normal kromozom bir cinsiyet kromozomu ihtiva eden sperm ^bir araya gelir (22 + 1) = 23+ (22 + 1) = 23 = 46 kromozomlu tek hücre oluştururlar. İşte bu çocuktur ve bu tek hücre 7 gün içinde çoğalarak 25-30 hücrelik hale geldiği zaman rahim içine gelir yerleşir. Bu hücre­ler kümesini tubanın adale hareketleri içindeki tüycükler veya sıvı akım­ları rahime taşır. Rahim içinde bu hücre kümesi yerleşirse asıl gebelik başlamış demektir (nidasyon) günümüzde anlaşılmıştır ki, birçok kere normal âdet gören kadınlar, o bir ay içinde hamile kalmakta bir­çok aksaklıklara bağlı olarak o ayın içinde gebe kaldığının farkında ol­madan o hücre kümesini kaybetmektedirler.


işte çocuk, geri kalan günlerini sağlıkla 280 güne tamamlarsa, baş­ka bir deyişle normal gebelik süresini tamamlarsa doğabilecek hale gelmektedir.

Burada bu maceranın oluşunun anlatımına son verirken bir iki enteresan noktayı belirlemek istiyorum.


— Her gebelik demek ki bir dış gebelik olarak rahim dışında baş­lamaktadır.
— Çocuğun cinsiyetini ancak erkek hücre tayin eder. Zira kadının cinsiyet hücreleri yumurtasındaki de dahil kadiri cinsiyet hücresi özel­liği olan X kromozomu taşır. Erkekte ise hem X, hem de erkeklik kro­mozomu olan Y vardır dolayısıyla yumurtayı dölleyen sperm X taşıyorsa çocuk kız, Y taşıyorsa erkek olur.

Kisirlik Nedir Kisirlik Hakkinda Bilgiler

Kısırlık Nedir, Kısırlık Hakkında Bilgiler

Kısırlığın sözcük anlamı döl veya ürün vermemedir. Tıp dilinde kul­lanılan deyimler sterilite veya infertilitedir. İnfertilite anlamı döllenememedir.

Bir aile için kısırlık tarifi tıp kitaplarında şöyle yapılmaktadır: 2 yıl süre ile hiç ayrılmadan yaşayan ve en az haftada ortalama 2 kere mü­nasebette bulunan bir çiftin çocukları halen olmamışsa o çift, kısır.ka-bul edilmeli ve o ailede tetkiklere başlanmalıdır. İstatistikler göster­mektedir ki, böyle bir normal çiftin 2 ay içinde gebelik meydana getir­me oranı yüzde 25, 6 ay içinde yüzde 45, 1 yıl içinde yüzde 75, 2 yıl sonunda yüzde 85'tir. Buradan da anlaşılacağı gibi iki yıl geçmiş ol­masına rağmen yüzde 15 oranında gebelik ortaya getirmemiş normal çiftler olabilir.

Bir kere daha gerçek ortaya çıkmaktadır telaş etmek, sabırsızlan­mak tıbbi istatistik verilerine aykırıdır. Zira, unutulmamalıdır ki, özel­likle kadının sağlıklı yumurta meydana getirdiği ve yumurtanın dölle­nebilir olduğu süreler. saatlerle ölçülebilen kısa zamanlardır ve döllen­me olayı her şeyden evvel rastlantı işidir.


Esasen özellikle belirli dönemlerde kadında fizyolojik kısırlık de­diğimiz doğal zamanlar vardır ve bu sürelerde döllenmesi kesinlikle mümkün değildir. Bu fizyolojik kısırlık dönemleri, genellikle kadınlar­da "hormonal nedenlere bağımlı olarak yumurtlamanın olmadığı za­manlardır.

Ulser İle İlgili Tip Terimleri Sozlugu

Ülser İle İlgili Tıp Terimleri Sözlüğü

adrenalin: Bedenin stresse ve ani uyaranlara karşı tepki göstermesini sağlayan "saldırma ve kaçma" hormonu.
anemi: Kanda oksijen taşıyan alyuvarların azlığı, analjezik:
Ağrı kesici (ilaç).
anastomoz: Stoma da denir. Gastrektomiden sonra mide ve ince bağırsağın birleştiği yer.
antikolinerjikler: Mide asit salınmasını azaltan anti-ülser Haçları.
antrum: Midenin gastrin üreten alt bölümü. baryum
grafisi: Mide ve duodenum hastalıklarının ta­nısında kullanılan özel bir röntgen yöntemi,
dikarbonat: Mide asidini nötralize etmek için duode­num ve pankreastan salınan bazik bir madde, biyopsi: Mikroskop altında incelenen küçük doku örneği.
bulbus: Duodenal ülserlerin en sık meydana geldiği duodenumun ilk bölümü.
diyafram: Göğüs boşluğunu karın boşluğundan ayı­ran kas demeti.
duodenit: Duodenum mukozasının iltihabı.
endoskopi: Ösofagus, mide ve duodenumun doğru­dan görülmesini sağlayan ve fiber-optik endoskop ile yapılan tanı yöntemi.
enzimler: Bedenimizdeki kimyasal reaksiyonları hız­landırmak için hücrelerce üretilen maddeler.
fiber-optik endoskop: Endoskopide kullanılan tüp bi­çimindeki esnek aygıt.
fundus: Midenin asit ve pepsinojen üreten, kardiya ve gövde (korpus) arasında kalan üst bölümü.
gastrektomi: Midenin tümünün (totul) ya da bir kıs­mının (parsiyel) çıkartılması.
gastrin: Antrumda üretilen ve mide asidinin salgılan­masını artıran hormon.
gastrit: Mide mukozasının iltihabı.
G-hücreleri: Midenin antrumunda bulunan ve gastrin üreten hücreler.
gövde (korpus): Midenin asit ve pepsinojen üreten or­ta bölümü.
hematemez: Kan kusmak.
hiatus hernisi: Midenin üst bölümünün göğüs boş­luğu içine "çekildiği" durum (mide fıtığı).
histamin: Bedenimizde üretilen ve diğer etkinlikleri­nin yanı sıra mide asidi salınmasını artıran madde.
histamin 2-reseptör antagonisti: Mide asidi salınma­sını histaminin etkisini bloke ederek azaltan anti-ülser ilacı.
hormonlar: Özelleşmiş hücrelerce üretilen ve kan yo­luyla başka yerlerdeki organlara giderek etkilerini ora­da gösteren maddeler.
kardiya: Midenin ösofagusla birleşen en üst bölümü,
kolesistokinin: Diğer etkinliklerinin yanı sıra, duodenuma gıda geçtiğinde mide asit salgılanmasını durduran hormon.
jejunum: İnce bağırsağın duodenumdan sonra baş­layan orta bölümü.
melena: Dışkıda koyu renk almış (eskimiş) kan olması.
mide suyu: Midenin mukoza hücreleri tarafından üre­tilen çeşitli sıvılar.
mukoza: Bedenin içi boş organlarının (ve sindirim ka­nalının) iç yüzeyini kaplayan doku.
mukus: Mukozayı mide asidi, pepsin ve diğer tahriş edici maddelere karşı korumak üzere mukoza hücre­leri tarafından salgılanan yapışkan sıvı.
ösofagus: Ağızla mideyi birleştiren yemek borusu.
ösofajit: Ösofagus mukozasının iltihabı. parietal hücreler Oksintik hücreler de denir; mide­nin üst bölümünde asit üreten hücreler. peptagastrin sekresyon testi: Midenin ürettiği asidin minimum ve maksimum miktarlarını ölçen bir yöntem.
pepsin: Pepsinojenden ortaya çıkan bir enzim; alınan proteinleri sindirmekle birlikte mukozayı da haraplayabilir.
pepsinojen: Midenin peptik hücreleri tarafından üre­tilen bu madde, mide içinde pepsine çevrilir.
peptik hücreler: Esas hücrelerde denir; mide de pep­sinojen üreten hücreler.
perfore (delinmiş) ülser Mide veya duodenumun tüm katmanlarını delerek peritonite neden olan ülser.
peristaisizm: Yiyecekleri ileriye doğru iten sindirim kanalının ritmik kas kasılmaları, peritonit: Karın boşluğunu kaplayan zar, peritonitin iltihabı.
pilor. Midenin dar çıkış geçidi,
pitoroplasti: Vagotomiden sonra midenin içeriğini duodenuma boşaltmasına yardımcı olmak amacıyla pilorun cerrahi olarak genişletilmesi. pilor stenozu (darlığı): Genellikle ülsere bağlı olarak pilorun anormal derecede daralması. posa: Emilemeyen lifli malzemeden zengin yiyecekler.
sekretin: Diğer etkinliklerinin yanı sıra, midedeki yi­yecekler boşaldıktan sonra mide asit salgılanması­nı durduran hormon.
seröz membran: Sindirim kanalının en dış katmanı.
stoma: Bkz. Anastomoz.
stoma ülseri: Mide ameliyatından sonra anastomoz yerinde meydana gelen ülser.

ülser: Mukozada (veya deride) meydana gelen oyuk.
ülser kabuğu: Ülserin yüzeyinde biriken mukus ve haraplanmış hücrelerden oluşan tabaka.
vagotomi: Vagus sinirinin dallarının kesildiği bir anti-ülser ameliyatı.
vagus siniri: Beyinden kök alan ve kalp, akciğerler, karın organlarının (ve midenin) çalışmasını denetle­yen sinir.

Peptik Ulser Komplikasyon Komplikasyonlari

Peptik Ülser Komplikasyonları

Kanama


Kanama, peptik ülserlerin en sık komplikasyonudur. Mide ve duodenumun duvarları (çeperleri) atar ve toplardamarlar yönünden çok zengindir. Eğer ül­ser bu damarlardan birine ulaşırsa iç kanama (hemorajl) meydana gelir. Kanama çok az olabilir ve demir haplarıyla tedavi edilebilen anemiye (kansızlık) yol açabilir. Eğer daha büyük damarlar etkilendiyse hemoraji daha belirgin olur. Bazen kanama, analjezik gibi ilaçlar alındığında da oluşabilir; ama çoğu kere kesin sebep saptanamaz.

Hafif kanamada, anemiye bağlı genel bir yorgun­luk hissedilir. Eğer hemoraji daha akut ise, beyne ye­terli kan gitmediğinden baş dönmesi ve bayılma görülür. Karında şişlik hissinden sonra kan kusmak (he-matemez) ya da dışkıyla kan çıkarmak (melena) veya her ikisi olabilir. Görülen kan miktarı gerçekte kay­bedilenden daha az olsa bile bunlar oldukça ürkütü­cü belirtilerdir. Kanın rengi açık kırmızıdan, melenada olduğu gibi siyaha kadar değişebilir. Melenayı tak­lit eden siyah dışkıya demir hapları veya TDB gibi ilaç­larla meyan kökü ya da böğürtlen suyu içildiği zaman da rastlanır. Doktora başvurduğunuzda, bunun me­lena olup olmadığı dışkıda gizli kan testi ile anlaşılır.

Eğer peptik ülser öykünüz varsa ve hematemez veya melena geçirdiğinizden kuşkulanıyorsanız, he­men muayene olmanız gerekir. Ülseriniz olduğunu bilmeseniz de kanama ilk belirti olabilir. Ayrıca, he­matemez ve melenanın birçok nedeni olduğu için, bu kanama diğer gastro-intestinal (mide-bağırsak) has­talıkların habercisi olabilir.

Kanayan ülseri olan çoğu kişi hastane tedavisi görmelidir. Eğer kanama akut ve çok ise hemen bir hastanenin acil servisine gidilmelidir. Oradaki has­tane personeli de anamnezinizi alacağından, tam ola­rak ne olduğunu, hangi ilaçları aldığınızı, en son ne zaman ve ne yediğinizi ve kan grubunuzu aklınızda tutarsanız yararı olur. Eğer hap kullanıyorsanız bun­ları da birlikte hastaneye getirin. Tansiyonunuzun ve nabzınızın ölçülüp, kan sayımlarınızın yapılmasından-sonra kan nakline gerek olup olmadığına karar verilir.

Kanama yerini görmek ve kanayıp kanamadığını saptamak için, hastaneye gelir gelmez endoskopi ya­pılabilir. Bazen kanama, tedaviye gerek kalmaksızın durabilir ama, hasta hastaneye geldikten sonra da sü­rer ya da tekrarlar. Böyle olursa cerrahi müdahale ge­rekebilir. Bu tip bir ameliyat, önce kanayan damarın kapanması ve tam bir anti-ülser operasyonu (vago-tomi veya parsiyel gastrektomi) sayesinde birleştiril­mesiyle tamamlanır.

Kanama durduktan sonra, çoğu kimse hastane­de birkaç gün kalır ve anti-ülser Maçlarıyla birlikte eve gönderilir. Çoğunda ülser kanaması tekrarlamadığın­dan, bir kere kanamadan sonra ameliyata gerek du­yulmaz.

Delinme

Ülser, mide veya duodenum çeperinin tüm katla­rını aştığında buna perforasyon (delinme) denir ve acil müdahaleye gerek vardır. Hemen tedaviye geçilmezse, mide veya duodenum içeriği batın boşluğuna aka­rak, bu boşluğu kaplayan periton zarının iltihaplan­ması olan peritonit'e neden olur; sonuç ölüme kadar varabilir. Delinmiş ülserin çok şiddetli ve akut karın ağrısına yol açması, kişinin hemen hastaneye götü­rülmesi bakımından yararlı bir belirtidir. Acil servise ulaşıldığında, tanı basit bir batın röntgen filmiyle ko­nur ve gecikmeden ameliyata başlanır.
Perfore ülserde erken tanı ve erken tedavi sonu­cu, bu komplikasyonun ciddiyeti bir yana, genel gi­diş oldukça iyidir. Başka bir iyi nokta da, peptik ülserlerin tıbbi tedavi biçimleri geliştikçe, delinme ola­sılıklarının azalmasıdır.

Pilor daralması

Midenin alt ucundaki dar geçit pilorun içinde ya da çevresinde ülserle ortaya çıkan nedbe (yara) ve ödeme bağlı şişme, pilor kanalındaki geçişi daraltır; buna pilor daralması (pilor stenozu) adı verilir. Bunun sonucu olarak, duodenuma geçemeyen mide suyu, sindirilmiş gıdalar ve sıvılar midede birikir. Mide, bir­kaç litre sıvıyı kaldırabilecek kadar genişleyebilirse de sonunda kusma gereği duyar. Tekrarlayan kusmalar, pilor darlığının esas belirtisidir. Tedavi edilme­diği taktirde, hem sıvı kaybı, hem de besin emilmesinin gerçekleşmemesi, sıvı yetersizliğine ve beslen­me bozukluğuna neden olur. Kuşkulanılan pilor dar­lığının tanısı, baryum grafisi veya endoskopiyle konur.


Tedavisi için önce hastaneye yatmanız gerekir. Birkaç gün süreyle mide, nazogastrik tüple boşaltı­lır. Bu süre boyunca sıvı ve besinler angio-cut aracılığıyla kana verilir. Son çare olarak tıkanıklığı açmak için cerrahi gereklidir. Ancak, tıbbi yollarla ülserin iyi­leştirilmesi, çevresindeki ödemi azaltacağından, pi­lor kanalı geçişe izin verecek kadar açılabilir.

Midenin daha üst kesimlerindeki ülserler, geçişi engelleyecek kadar yara olabilirler. Bu da, birden çok veya tekrarlayan ülserlere yol açar. Midenin biçimi bozulur; buna "kum saati" mide adı verilir. Böyle olunca da kusma olur, ama pilor darlığında olduğu kadar şiddetli değildir. Tedavinin prensipleri aynıdır. Peptik ülserlerin esas komplikasyonları potansi­yel olarak ciddi iseler de, erken tanı konduğunda et­kin biçimde tedavi edilebilirler. Erken tanı, sizin er­ken ayrımsamanıza olduğu kadar tıbbi olanaklara ve doktorunuza da bağlıdır.

Ulser Ameliyat ve Sonrasi Tedavisi

Ulser Ameliyatı Süreci, Ülser Tedavisinde Ameliyat

Ülser Ameliyat Öncesi

Çoğu kimse için ameliyat olmak üzere hastane­ye yatmak yeni ve sıkıntılı bir olaydır. Hastane yaşa­mı bir program çerçevesinde yapılan birçok işten (ru­tin) oluştuğundan, önceden bunlar hakkında fikir sa­hibi olmakta yarar vardır. Cerrahlar, servis hemşire­leri ve hastaneler çeşit çeşit olsa da temel yaklaşım aynıdır.


Hastaneye yatmanızdan sonra ilk yapılan rutin, "anamnez" adı verilen bir dizi sorgulamadır. Hasta­neye geliş şikâyetiniz; şikâyetlerinizin öyküsü, yani ne zaman ve nasıl başladığı, nasıl geliştiği; daha ön­ce geçirmiş olduğunuz hastalık, kaza ve ameliyatlar; alışkanlıklarınız; medeni ve ekonomik durumunuz; anne-baba ve kardeşlerinizin sağlık durumu gibi so­ruları yanıtlarsınız. Bu sorgulamayı bitiren asistan doktor, sonra tüm fiziksel muayenenizi yapar.

Ameliyattan önce kan testleri yapılması normal­dir. Kan testlerinin kapsamına alyuvar ve akyuvar sayımıyla birlikte karaciğer ve böbrek çalışmasının de­ğerlendirildiği "fonksiyon testleri" de girer. Bunlar­da çoğu kere beklenmeyen sonuçlara rastlanmaz. Cerrah ve anestezist, ameliyattan önce olabildiğin­ce fazla bilgi edinmek isterler. Akciğerlerde hafif bir enfeksiyon ya da kalpte çok az bir anormallik anestezistin hastaya yaklaşımını değiştirecektir. Bu ne­denle, göğsünüzün röntgen filmi ve kalp elektronuz (EKG) da çekilir.
Çoğunlukla cerrah, konan tanıyı kontrol etmek için, ameliyattan önce bir kere daha ülserin varlığını ortaya koymak ister. Bunun için endoskopi ya cerra­hın ekibinden ya da başka bir doktor tarafından tek­rar yapılabilir. Kronik solunum yolları şikâyeti olan, sigara içen hastaların bir fizyoterapist yardımıyla akciğerleri temizlenmelidir ama bu işlem genellikle ameliyat sonrasına kalır.
Tamamen boş bir mide üzerinde ameliyat yapmak daha güvenli olduğundan, ameliyattan bir gün önce­ki akşam yemeğinde katı ve sıvı gıda almanıza izin verilmez. Cerrahınız, bunu kesinlikle sağlamak için mide içindekileri "nazo-gastrik tüpü" ile emer. Bu tüp lastikten yapılmış olup, ince ve esnektir. Burun deliklerinizden birinden sokulur ve ösofagus yoluyla mi­denize uzatılır. Tüp bir gece boyunca yerinde bırakı­lır ve solunuma hiç engel olmaz. Ameliyat için temiz bir deri alanı gerektiğinden, ameliyatın yapılacağı deri bölgesindeki tüm kıllar traş edilmelidir.

Son olarak, ameliyatı kabul ettiğinize ilişkin bir belge imzalarsınız.
Bazı hastanelerde anestezist, ameliyattan önce serviste yatan hastayı ziyaret eder. Bu daha çok, kul­lanılacak anestezi (narkoz) maddesinin seçimini etkileyecek tıbbi bir durumunuz olduğu zaman söz ko­nusudur. Diğer hastanelerde, anestezisti ameliyatha­neye girdiğinizde görürsünüz. Anestezist, sizi uyut­mak için iğne yapar ve gerekirse, ameliyat süresi bo­yunca daha başka enjeksiyonlar uygular veya kan ya da serum verebilir. Bunun için, kolunuzdaki veya eli­nizdeki bir toplardamar içine "angio-cut" (anjio-kat) adı verilen ince bir tüp takılır.

Ameliyat sonrası

Uyandığınızda ilk izlenimleriniz karma karışıktır
ve uyutulduğunuz anı az önce olmuş gibi hisseder­siniz. Uyanma süreci çok değişkendir; kendinizi topar­lamanız birkaç saat sürerken, tam anlamıyla zihin açıklığına kavuşmanız birkaç gün sürebilir. Uyandı­ğınızda nazo-gastrik tüpü yerinde bulursunuz. Angio-cut'dan kan ya da tuzlu veya şekerli serum damlamak-tadır ve çoğu kez de karın boşluğunuza sokulmuş bir boru aracılığıyla yatağınızın yanındaki bir şişeye sı­vı boşalmaktadır.

Derece derece uyanırken zamanı tam olarak belirleyemeseniz de, doktor ve hemşirelerin vizitleriyle, akraba ve arkadaşlarınızın gelip gidişini farkedersiniz. Siz yatağınızda hareketsiz yatarken akciğerle­rinizin hava yollarında biriken mukus salgısının te­mizlenmesi gerekir. Buralarda biriken mukus enfek­siyon odağı olabilir. Öksürmek ve derin soluk almak, özellikle ameliyat yarasının olduğu bölgede ağrıya ne­den olur. Bu sorunu önlemek için, mukus temizleme işleminden önce ağrı kesici alınmalıdır.

Ameliyattan sonra ağrı çekmenin hiçbir anlamı yoktur; bu nedenle, ameliyat sonrası tedavide ağrı ke­sici iğnelerin önemli yeri vardır. Çok çeşidi olan bu ilaçların da yan etkileri olduğundan, bir şey hisseder­seniz hemşireye ya da doktora haber vermelisiniz.

İlk birkaç günden sonra, mideniz ye diğer batın (karın) organlarınız çalışmaya başlar. İlk belirtisi de bağırsak hareketlerinizin başlamasıdır. Bundan sonra ağızdan sıvı alabilirsiniz. Birkaç gün içinde iştahınız yerine gelir ve sindirim kanalınız işlemeye başlar.

Ameliyattan sonra da, çok kan kaybedip etmedi­ğinizi anlamak ve verilen kan veya sıvı miktarının ye­terli olup olmadığını saptamak için kan sayımı yapı­lır. Kan sayımı, taburcu olmadan önce bir kere daha tekrarlanabilir. Üç dört gün sonra karın boşluğunuzu drene eden (boşaltan) borudan sıvı birikinti gel­memeye başlar ve daha önce çıkartılmış olan nazo-gastrik tûp ve angio-cut'dan sonra bu boru da çıkar­tılır. Yaklaşık bir hafta sonra yara yeri iyileşmiş ol­duğundan dikişleriniz ya da pensleriniz alınır. Artık eve dönme zamanı gelmiştir!

Normal yaşama dönmeden önce, evde birkaç haf­talık bir nekahat dönemi geçirilirse de, artık ülser ağ­rısından kurtulmuşsunuzdur. Hastane polikliniğinde-ki bir check-up (çek-ap)'dan sonra normal yaşama ge­çiş zamanınız aile hekiminizin kararına kalmıştır.

Ulser Tedavi Yontemleri Cerrahi Yontem

Hangi Ülser tedavi yöntemi ne kadar süre uygulanmalı?

Hangi anti-ülser ilacın kullanılacağı doktorunuzun seçimine kalmıştır. İngiltere'de, etkinlikleri ve zarar­sız yan etkileri nedeniyle h2 blokerleri ve TDB kulla­nılmaktadır. Hangi tedavi biçimi seçilirse seçilsin, dikkate alınması gereken bazı etkenler söz ko­nusudur.

Anti-ülser tedavisine, kesin tanı konduğunda baş­lanmalıdır. Bunun anlamı, önceden baryum grafisinin yada endoskopinin yapılmış olması gerektiğidir.
Deneyimlerimizden biliyoruz ki, ülserin iyileşme­sinden çok önce, karın ağrısı ve sindirim bozukluğu gibi belirtiler söz konusu olmaktadır. Bu nedenle tabletleri düzensiz almak veya kendinizi iyi hissettiğiniz­de tedaviyi bırakmak, ülser hâlâ var olduğundan, doğ­ru değildir. Doktorunuzun hazırladığı tedavi şeması­na kesinlikle uyun. Çoğu olayda, özellikle de gastrik ülserlerde, tedavinin bitiminde ülserin gerçekten iyi­leşip iyileşmediğini anlamak için bir kere daha bar­yum veya endoskopiyle kontrol etmek gerekir.

On ülserden sekizi, dört haftalık bir tedaviden sonra iyileşirken, onda dokuzu, sekiz hafta sonra dü­zelir. Bu süreler içinde iyileşme olmaz ise, sigara ve çok içki içilmesi, aşırı analjezik alınması ya da teda­vinin doğru uygulanmaması gibi etmenler işin içine karışmış demektir. Az sayıda ülser ise tedaviye direnç gösterir. Genellikle tedavi süresini artırmak ya da te­daviyi değiştirmek bu olaylarda başarılı olur; bu ba­kımdan hemen tüm peptik ülserleri iyileştirmek müm­kündür.
Bir kere iyileşince bazı ülserler hiç tekrarlamazlar. Ne yazık ki, birçok ülser, ilk belirtilerden aylar ya da yıllar sonra nüksedebilir. Bu durumda tabletlerle tedaviye devam etmek çoğunlukla etkili olur. Ülser iyileştikten sonra tabletleri daha düşük dozlarda üç ile altı ay arasında kullanmanın nüksetme rizikosu­nu azalttığı öne sürülmektedir, "idame tedavisi" de­nen bu yöntemde her gece iki simetidin tableti alı­nır. Bu biçimde tedaviyi sürdürmek ülserin tekrarla­ma olasılığını azaltsa da, tam bir garanti değildir.

Cerrahi tedavi

Eğer bir ülser tekrarlamayı sürdürür veya komplikasyonlar meydana getirirse (ileriye bakın), cerrahi tedavi gerekli olabilir. Yeni ilaçların kullanıma girmesi ile daha az kullanılır olan cerrahi, yine de tedavide önemli bir yaklaşımdır. Gastrik ve duodenal ülserle­rin tedavisinde iki tip ameliyat uygulanır: Parsiyel Gastrektomi ve Vagotomi.


Parsiyel (kısmi) gastrektomi, antrumla birlikte mi­denin alt bölümünün çıkarılması ve midenin kalan üst kısmının duodenumla veya sonraki ince bağırsak bö­lümü olan jejunumla birleştirilmesidir. Bu birleştir­me, Billroth I gastrektomisi denen "uç uca" veya Bill-roth II gastrektomisi adı verilen "uç kenara" yöntem­leriyle sağlanır. Birleştirmenin meydana geldiği böl­geye anastomoz ya da stoma denir. Asit-uyaran gastrin hormonunun çoğu antrumda üretildiğinden, bu ameliyatlar hem etkin asit üretimini azaltır, hem de ülseri ortadan kaldırır.

Vagotomi, mide asit üretimini uyaran vagus sini­rinin dallarının kesilmesidir. Trunkal vagotomide, bu dallar diyaframdan batına girdikleri yerde kesilirler. Bu kesim, mideye giden sinir liflerini olduğu gibi di­ğer karın organlarını da etkiler. Selektif vagotomide, yalnızca mideye giden sinir dalları kesilir. Her iki ope­rasyon da mide asit miktarını azaltmakla birlikte, mi­denin her öğünden sonra içeriğini duodenuma bo­şaltma yeteneğini kısıtlarlar. Bunu önlemek için, cer­rah vagotomiyle birlikte bir "drenaj işlemi" uygular. Böyle bir işleme örnek olarak piloroplasti yöntemi gösterilebilir. Burada, normalde dar olan pilor geniş­letilir; bu nedenle böyle ameliyatlara "vagotomi ve drenaj" veya "vagotomi ve piloroplasti" operasyon­ları adı verilir.

Yakın geçmişte, drenaj (boşaltma) işlemi yapma zorunluluğunun üstesinden, yeni bir vagotomi biçimi olan "çok selektif vagotomi" veya "parietal hüc­re vagotomisi" ile gelinmiştir. Bu işlemde, midenin boşalma hareketlerini sağlayan sinir liflerine dokunulmaksızın, yalnızca asit üreten bölgeye uzanan dal­lar kesilmektedir. Özellikle duodenal ülserlerde da­ha az yan etki yaptığından bu ameliyat daha sık yapılmaktadır. Ancak yapılması daha zordur ve tam vagotomiye oranla nüksetme olasılığı fazladır; yani her zaman en iyi yöntem değildir.
Bazen bir vagotomi ile parsiyel gastrektomi tek bir operasyonda birleştirilir. Ameliyatın tipi, ülserin yeri ve durumuna olduğu kadar cerrahın da yetene­ğine bağlıdır. Genelde, vagotomi duodenal ve parsiyel gastrektomi gastrik ülserler için seçilir.

Cerrahi tedavi ne derece başarılıdır? Ameliyattan sonra ülserlerin çok az bir yüzdesi tekrarlar. Vagotomiden sonra tekrarlama olursa, çoğunlukla tablet te­davisi iyi yanıt verir. Parsiyel gastrektomiden sonra ise anastomoz bölgesinde stoma ülseri denen bir ül­ser meydana gelebilir, fakat bu da ilaçla başarılı bi­çimde tedavi edilebilir. Belli bir ameliyatın başarılı ol­ma şansı ülsere, ameliyat işlemine ve diğer etkenle­re bağlı olup, cerrahınız, operasyondan önce bunla­rı sizinle konuşacaktır. Genelde amaliyatların çoğu başarılıdır ve en aşağı hastaların yüzde 80'i sonuç­tan memnundurlar. Diğer yüzde 10-15'i genellikle fa­kat tam anlamıyla olmamakla birlikte tatmin olmuş­lardır. Geriye kalan yüzde 5'inde ise ya ameliyat ba­şarısız olmuştur, ya da yetersiz kalmıştır.

Yan etkilerin özellikleri ve olma olasılıkları yapı­lan ameliyatın niteliğine bağlıdır. Bunlara ishali, kus­mayı, anemiyi veya seyrek olarak beslenme bozuk­luğunu örnek olarak verebiliriz. Bazı kişilerde yemek­lerden sonra terleme, baş dönmesi ve palpitasyonlar (güçlü kalp vuruları) meydana gelebilir. Bu olay, parsiyel gastrektomi, trunkal vagotomi ve drenaj ope­rasyonlarından sonra gelir ve tıp dilinde "damping sendromu" olarak adlandırılır. Böylesi yan etkiler ge­nellikle belli bir süre sonra düzelirlerse de bazı du­rumlarda çok ağır ve inatçı olabilirler. Çok selektif vagotomide bu yan etkiler en az olduğundan (ülser tek­rarı en fazla olmasına rağmen) daha sık olarak uygu­lanır. Görülmektedir ki, etkin tıbbi (ilaçla) tedavi yön­temleri geliştikçe cerrahiye duyulan gereksinim aza­lacaktır.

Ulser İlaclari İyilestirici İlac

Ülser İyileştirici İlaçlar, Ülser İlaç

Asit azaltıcı ilaçlar, Ülser İlaçları

Histamin adlı kimyasal maddenin, midenin üst bölümündeki parietal hücrelerin yüzeylerindeki his­tamin reseptörü denen özel bölgelere bağlanarak mi­de salgısını artırdığı bilinmektedir. Vagus siniriyle ve gastrin ile uyarılmak, midede histamin üretimini ar­tırarak mide asit miktarını çoğaltır. Bu bakımdan, histaminin etkisini engelleyecek bir ilacın (diğer bir deyimle bir antihistaminin) yararlı bir anti-ülser ilacı olacağı düşünüldü. Ancak, saman nezlesi gibi aler­jik durumlarda kullanılan antihistaminlerin mide asit salgılanmasına hiçbir etkisi yoktur. Bu nedenle yeni bir ilaç grubu bulmak gerekiyordu.

Bu tip ilaçlar ancak 1970'lerde geliştirilebildiler ve histamin-2-reseptör antagonistleri ya da kısaca H2 blokerleri olarak adlandırıldılar. H2 blokerleri aynı his­tamin gibi, parietal hücrelerdeki histamin reseptör­lerine bağlanmalarına rağmen asit salgılanmasını uyarmazlar, ama reseptöre bağlanmış olduklarından, histaminin parietal hücrelerle etkileşmesini engelle­yip, mide asit salgılanmasını etkin biçimde önlemiş olurlar. En yaygın H2 blokerleri smetidin ve ranitidindir. Bunlar bir iki ay süreyle kullanıldıklarında ülseri yüzde 90 iyileştirirler. Tedavinin en uygun süresi daha sonra ele alınacak birkaç etkene bağlıdır.

Genelde H2 blokerleri hem tehlikesiz hem de iyi tolere edilir niteliktedir. En iyi bilinen simetidin, ba­zen, erkeklerde cinsel güç azalması ve aynı anda alı­nan bazı ilaçların bedenimizce işlenmesini etkilemek gibi istenmeyen sonuçları ortaya çıkarabilir. Fakat, ilaç kesildiğinde geri dönüşümlü olan bu yan etkiler­le, kullanan hastaların büyük çoğunluğu karşı karşı­ya gelmemiştir. Simetidinin çok uzun süre kullanıl­ması halinde mide kanserine yol açacağı yönünde bir yaklaşım vardır. Ancak bunu doğrulayacak bir bulgu olmadığı gibi, böyle bir tehlikenin olmadığına ait ba­zı kanıtlar da saptanmıştır.

H2 blokerleri kullanıma girmeden önce, peptik ül­ser tedavisinde antikolinerjikier adlı bir ilaç grubu da yaygın olarak kullanılmaktaydı. Bunlara örnek olarak atropin, propantelin ve hiyosin verilebilir. Antikoliner­jikier mide asit salgılanmasını azaltsalar da, H2 blo­kerleri kadar etkili değildirler. Üstelik, ağız kuruluğu, görüntü bulanması ve idrar yapma güçlüğü gibi yan etkileri vardır. Bu nedenlerden dolayı, günümüzde seyrek olarak kullanılmaktadırlar.

Anti-asitler

Anti-asitler, mide asidini nötralize ederek mide ve duodenumun mukozasına zarar vermesini azaltan ilaçlardır. Beyaz bir sıvı ya da çiğneme tableti olarak kullanılırlar. Sodyum bikarbonat ve kalsiyum bikar­bonat gibi bazı anti-asitler kana emildiklerinden, yük­sek dozlarda emilmiş sodyum ve kalsiyum, istenme­yen yan-etkilere yol açabilirler. Bu anti-asitlerle bir­likte bol süt içmek böbrek yıpranmasına neden ola­bilir. Sodyum bikarbonat az miktarlarda alındığında bazı kişilerde ağrıyı azaltabilirler. Günümüzde kullanılan birçok anti-asit, emilmediklerinden ciddi yan et­kiler göstermezler. Genellikle magnezyum tuzları (magnezyum hidroksid veya magnezyum trisilikat) ya da alüminyum tuzları (alüminyum hidroksid) veya her ikisinin karışımı biçimindedirler. Mide asidini tamamiyle nötralize etmek için, günde, her biri 30 mi olan 7 doz veya günde çeyrek litre gibi büyük hacimlerde anti-asit almak gerekir. Bu miktarlar ülserinizi iyi eder­se de, böyle bir tedavi hem kullanışsızdır, hem de ba­ğırsak çalışmalarında değişiklikler yapar.
Magnezyum içeren anti-asitler ishal yaparken, alüminyumlular kabızlığa neden olurlar. Bu nedenle iki­sini birlikte kullanmak gerekir. Anti-asitler ayrıca an­tibiyotikler ve kalp ilaçları gibi ilaçların emilmeleri ile de etkileşirler. Bunları günün farklı saatlerinde almak­ta yarar vardır. Herhangi bir kuşkunuz olursa dokto­runuza sormanız iyi olur.

Anti-asitler, genellikle 10 ml'lik küçük dozlar ha­linde, günde üç-dört kere kullanılırlar. Bu dozlar ül­seri iyileştirmek için yeterli olmamakla birlikte karın ağrısı ve sindirim bozukluğu gibi belirtileri azaltırlar. Ülserin belirtileri öğün zamanları veya gece İle bağ­lantılı olarak belirir; bu bakımdan anti-asitleri öğün­lerden sonra ve yatmadan önce almak doğru olur. Sin­dirim bozukluğu günün herhangi bir saatinde ortaya çıkacağından ilacı cebinizde ya da cüzdanınızda ta­şımakta yarar vardır. Bu yönden, antiasit tabletler, sıvı preparasyonlardan daha kullanışlıdır.

Mukozayı koruyucu ilaçlar

Bu tip anti-ülser ilaçlarının mide asidi üzerine bir etkileri yoktur ama, asit ve pepsin yıkıcı etkisine karşı mukozanın direncini artırır. Bu ilaçlara örnek olarak tri-potasyum disitrato bizmutat ya da kısaca TDB (ticari adı: De-Nol) verilebilir. TDB sıvı ve tablet biçimin­de kullanılabilir ve aktif maddesi, bir metal olan biz­muttur. Bizmutun etki mekanizması bilinmemekle bir­likte, ülser çukurunun dibinde koruyucu bir tabaka meydana getirerek asit ya da pepsinin bu bölgeyle bağlantısını kesip iyileşmesine olanak sağladığı sa­nılmaktadır. Ciddi bir yan etkisi saptanamamıştır, ama dışkıyı koyu renge boyadığından, bunu kanla ka­rıştırmamak gerekir. Tedavide kısa sürelerle kullanı­lan TDB, ülseri iyileştirmede H2 blokerleri kadar et­kindir.

Mukoza direncini artıran bir diğer ilaç da karbenoksolondur. Meyan kökünden elde edilen bu mad­de birkaç mekanizmanın bir araya gelmesiyle etki gösterir. Mukozadaki hücrelerden mukus üretimini artırmak bunlardan biridir. Ülseri iyileştirmekte h2 blokerleri ve TDB kadar etkinse de, tansiyonda yük­selme, ayak bileklerinde şişme, önemli bir vücut to­zu olan potasyumun kan düzeyinde düşmesi gibi is­tenmeyen yan etkileri vardır. Diğer bakımlardan sağ­lıklı olan kimseler bile, eğer karbenoksolon kullanı­yorlarsa her hafta tansiyon, kilo ve sık sık da kan po­tasyumu yönünden doktor tarafından denetlenmelidirler. İlaç özellikleri nedeniyle günümüzde daha az kullanılmaktadır.
Meyan kökünden elde edilen diğer bir kimyasal madde de "deglisirinize meyan "d ir (DGM). Karbenok­solon gibi yan etkileri olmadığı halde, ne yazık ki ül­seri iyileştirmede o denli etkin değildir.
Geçmiş yıllarda prostaglandinler, prenzepin, tri-mipramin gibi çeşitli anti-ülser ilaçları denenmiştir. Ancak, bunları bulmak zor olduğu gibi yararlı olup olmadıkları da kesin değildir. Bu tam bir liste değildir ve her an yeni kimyasallar denenmektedir.

Ulser Nasil Onlenir Engellenir Beslenme

Ülser İçin Önlemler, Ülser Nasıl Engellenir

Ülser Beslenme

Özel "ülser diyetleri" peptik ülser tedavisinde önemli yer tutarlar. İlk bakışta, hint pilavı gibi baha­ratlı yiyeceklerden, tahıl ürünleri gibi tahriş edici gı­dalardan ve asitli narenciye bitkilerinden uzak durulması mantıklı görünmektedir, Bu inançlar yü­zünden süt, ekmek, kaynamış patates gibi yalın yi­yecekler yemek zorunda bırakılan kişilerin şikâyetleri daha da artmıştır.

Ancak, günümüzde, yenilen yiyeceğin niteliğinin mide asit miktarını doğrudan etkilemediği ve diyet tedavisinin belirtileri gidermediği ve ülserin iyileşme hızında bir değişiklik yapmadığı anlaşılmıştır. İnsan­lar bireysel farklılıklar gösterdiklerinden, eğer belli bir besin ağrı ya da sindirim bozukluğu yapıyorsa onu yememek doğaldır. Bazı kimseler, öğün arasında bisküvi veya süt gibi hafif gıdalar almanın ağrılı be­lirtileri ortadan kaldıracağına inanır. Yine de, normal ve dengeli bir diyeti düzenli öğünler halinde yemek en doğrusudur.

Sigara ve içki içmek

Eğer sigara içiyorsanız, hem ülserli olmaya aday­sınız; hem ülseriniz daha geç iyileşir, hem de tekrar­lama olasılığı daha fazladır. Bu nedenle sigarayı bırakmak (hatta hiç başlamamak) için gerekenler lis­tesine ülseri de eklemek gerekir.
Eğer ülseriniz varsa, olağan miktarlarda alkol kul­lanmanızda bir sakınca yoktur. Fakat çok içiyorsanız —diyelim ki günde dört kereden fazla— karın ağrısı ve sindirim bozukluğuyla ilgili belirtileriniz artar. Ay­rıca gastrite de neden olabileceği gibi, çok ciddi so­nuçları olan karaciğer sirozuna da yol açabilir. Genel kural olarak ülserin aktif döneminde alkollü içkileri kesmek akıllıca olur. Çok olmamak koşuluyla çay ya da kahve.içmek zararlı değildir.

Sakınılması gereken ilaçlar

Hemen hepimiz, yaşantımız boyunca analjezik (ağrı kesici) bir ilaç kullanmışızdır ve son yıllarda pi­yasa yeni yeni çeşitleriyle dolmuştur. Reklamlarda, devamlı olarak bu ilaçların baş ağrısına, artrite ve di­ğer ağrılara nasıl iyi geldikleri anlatılır. Bunlar doğru olmakla birlikte, ayırım yapmadan kullanıldıklarında çeşitli yan etkileri ortaya çıkar. En yaygın ilaçlar, aspi­rin, parasetamol veya her ikisini de içeren preparatlardır. Aspirinin aşırı ve sürekli alınması gastrik ülserlerin meydana gelmesinde, ülser iyileşmesinin gecikmesinde ve olasılıkla mukoza kanamasında rol oynayabilir. Eğer ülseriniz varsa (özellikle de gastrik ülser) aspirin içeren ilaçlardan uzak durmalısınız. Pa-rasetamollü ilaçlar mideye o denli zararlı olmasalar bile, ülser ağrısını gidermek için kullanılmamalıdır.

Aspirin ve parasetamole ek olarak birçok "anti-enflamatoar analjezikler" (iltihap önleyici ağrı kesi­ciler) vardır. Fenilbütazon ve indometasin ağrılı romatizmal durumlarda tedavi amacıyla kullanılırlar. Çok etkili olan bu ilaçlar ne yazık ki gastrik ülser be­lirtilerini şiddetlendirirler veya mukoza kanamasına neden olurlar. Genellikle reçeteyle satılan bu ilaçlar doktor denetimi altında kullanılmalıdır.
Kural olarak, bir ilaç en düşük etkili dozda ve ola­bilirse yiyecekle birlikte alınmalıdır. Eğer bir peptik ülseriniz olduğu biliniyorsa ve ilaçlardan birini alma­nız zorunluysa (diyelim ki ağır bir artritiniz var) dok­torunuz aynı zamanda anti-ülser tedavi görmenizi önerebilir.

Ülser Stres

Daha önce zihinsel gerilimin peptik ülsere yol aç­masının bir kural olmadığını belirtmiştik. Fakat, stress varolan bir ülserin durumunu daha da kötüleştirebilir mi? Yine, bu soruyu kesinlikle yan dayama­yacağımızı söylemek zorundayız, ama sakinleştirici ve yatıştırıcı ilaçlar, amaçları stresli koşullarda be­denin tepkisini azaltmak olmasına rağmen, peptik ül­ser tedavisinde çok sınırlı bir başarı göstermişlerdir. Genelde belirtileri düzeltseler de, ülseri iyileştirme­de etkili değildirler.

Hastayı, stres yaratan ortamdan ayırmak amacıyla birkaç hafta için hastaneye yatırmak da bir yöntem olabilir. Hastanede tedavi bir iki ay sürerse ülseri iyi­leştirmekte etkili olur ancak, pratik değildir. Hepsi bir yana, hastanenin streslerden kurtarıcı bir ortam olduğuna ait bir kanıt da yoktur.

Ulser Teshis Baryum Grafisi Endoskopi

Ülser Tanı Teşhis Yöntemleri, Ülser Nasıl Anlaşılır

Buraya kadar, ülserlerin ne gibi belirtilere yol aç­tığını ve diğer nedenlerin nasıl benzer belirtiler ver­diğini gördük. Bu bakımdan, uygun tedavi için doğru tanının ne derece önemli olduğu anlaşılmaktadır. Siz­de peptik ülser olduğundan kuşkulanan doktorunuz, iki özel tahlil isteyecektir: Baryum grafisi ve endoskopi

Baryum grafisi

Bu özel bir röntgen yöntemidir. Bir gece boyun­ca aç kaldıktan sonra, size baryum sülfat adlı beyaz-bir sıvı içirilir. Bu sıvı ösofagus, mide ve duodenumun mukozasını kaplar. X-ışınları baryumdan geçemedik­leri için, bir monitör ekranında ya da röntgen filmin­de, batın dokularının siyah zemini üzerinde baryum beyaz olarak görünür. Eğer bir ülser varsa, ülser kra­terini dolduran baryum, mide veya duodenumun düz dış sınırlarının dışına taşar. Baryum içirilerek çeki­len röntgen filmleri ile peptik ülserlerin yanı sıra hiatus hernisi gibi üst sindirim kanalının diğer hastalıklarının da tanısı sağlanabilir.
Özel teknikler kullanan radyologlar, baryum gra-f i çekimlerinde "hava kontrastı" yaparak mukozanın ayrıntılı görüntülerini elde edebilirler. Genellikle de­ğişik açılardan çekilmiş röntgen filmlerine gerek var­dır, çünkü iyi bir görüntü ancak bu biçimde sağlanabilir.

Endoskopi

Baryum grafisi ülser tanısı koymada tehlikesiz ve güvenilir bir yöntem olmakla birlikte, daha çok bilgi edinilmesi gereken durumlar da vardır. Örneğin, geç­mişte, tekrarlayan duodenal ülserler geçirmişseniz, duodenumunuzun bir bölümü röntgen filminde gö­zükmeyecek bir yara izi bırakmış olabilir. Gastrik ül­serlerde de baryum, kansere bağlı ülserle selimini iyi ayırt etmeye elverişli olmayabilir. Her iki tanısal güç­lüğün üstesinden gelmek için endoskopi adlı özel teknik kullanılır.
Bu yöntemde, uzun ve esnek bir tüp ağızdan so­kularak, ösofagusa, mideye ve duodenuma gönderi­lir. Böylece doktorun tüm mukozayı doğrudan görmesi sağlanmış olur. Binlerce uzun ve hassas cam lifinden oluşan bu aygıta fiberoptik endoskop adı verilir. Cam lifleri, özel bir ışık kaynağından ge­len ışınları, boru kısmı düz değilken bile aygıtın ucu­na kadar ulaştıracak biçimde düzenlenmişlerdi. Sonuçta ışık, "köşeleri" dönerek iletilmiş olur.

Modern endoskoptar ince ve çok esnektirler çok rahatsızlık verirler endoskopi yapan kimse, göz­le bakılan bölümün yakınındaki kontrol düğmelerini oynatarak aygıtı istediği yöne çevirebilir. Aynı zaman­da, daha iyi bir görüntü elde etmek için, gerektiğin­de hava verebilir veya mide suyunu emebilir Bunardan başka, biyopsi denilen küçük doku örnek­lerini ülser veya başka bir anormallik gördüğünde ala­bilmek için endoskopun içinden gönderilebilen minyatur bir forsepsi de kullanabilir. Bu biyopsiler kanserli olup olmadıklarının anlaşılması için patolog­lar tarafından mikroskop altında incelenir.

Birçok kişi bu tüp yutma işleminden çekinirlerse de, bu rahatsızlığı en aza indirmek için birçok şey yapılabilir. Önce aneztetik bir sprey ile boğazınız uyuşturulur; ayrıca uygulamadan önce sakinleştiri­ci bir ilaçla da rahatlatılırsınız. Borunun (tübün) kalınlıqı bir tükenmez kalemden daha fazla değildir ki bu da hergün yuttuğumuz birçok lokmadan daha küçüktür. Şunu da belirtmek gerekir ki, hastaların ço­ğu sonradan soluduğunda uygulama hakkında hiç­bir şey anımsamazlar


Endoskopi de, baryum yönteminde olduğu qibi boş mide üzerinde uygulanabilir. Ayakta da yapıla­bildiği gibi hasta bir günlüğüne hastaneye yatırıla­bilir. 15ıle 30 dakika süren uygulamadan sonra, lokal aneztetik spreyin etkisi geçinceye kadar, yani birkaç saat için bir şey yemenize ve içmenize izin verilmez Ayrıca unutmamak gerekir ki, sakinleştirici ilacın etkişinin geçmesi 24 saati bulabilir. Bu süre içinde bel­leğiniz hatalar yapabilir. Koordinasyonunuz da zayıflamış olacağından, otomobil kullanmak veya bir aleti işletmek tehlikelidir. Bu bakımdan o günü izinli geçirmeli ve sizi eve bir başkasının götürmesini sağ­lamalısınız.

Hastalığınızın tanısında baryum ya da endosko­pi kullanılmasını doktorunuz seçecektir. Genelde, baryum grafisi ilk defa meydana gelen duodenal ül­serlerin tanısında ve gastrik ülserlerin ortaya konma­sında iyi bir yoldur. Eğer midede gastrik ülser veya başka bir anormallik saptanırsa endoskopi kesinlik­le önerilir. Tekrarlayan ülserlerde de endoskopi boryum grafisine tercih edilir.

Asit incelemeleri

Peptik ülserlerin gelişebilmesi için bir miktar mide asidine gerek vardır ve asit salgısının çok fazla ol­duğu durumlarda duodenal ülserler büyük olasılıkla ortaya çıkarlar. Endoskoplar kullanıma girmeden ön­ce, tanı için mide asit salınım miktarına bakılırdı. Bu­gün eskisi kadar kullanılmamakla birlikte, asit incelemeleri bazı durumlarda bilgi edinmek bakımın­dan hâlâ yararlıdır. Örnek vermek gerekirse, eğer bir ülser iyileşmekte güçlük çıkarıyorsa, sık sık tekrarlıyorsa, gastrin salgılayan bir tümörden (gastrinoma) kuşkulanmıyorsa veya ameliyattan önceki ya da son­raki durumunuzu belirlemek gerekiyorsa uygulanabilir.

En yaygın asit incelemesi pentagastrin sekresyon testidir. Bir gecelik açlıktan sonra yapılan bu test yak­laşık iki saat sürer. Eğer mide asit üretimini etkile­yen anti-asit ilaçlar kullanıyorsanız, bunlar testten iki gün önce kesilmelidir. Mide asidi, burun yoluyla mi­deye gönderilmiş olan bir tüp aracılığıyla toplanır ve normalde midenizdeki asit miktarı (bazal asit mikta­rı) ölçülür. Sonra iğneyle pentagastrin verilir. Adın­dan da anlaşılacağı gibi, bu madde doğal hormon gastrine benzer ve mideyi asit üretmesi için uyarır. Pentagastrin enjeksiyonundan sonra toplanan artmış mide asidine de maksimal veya tepe asit miktarı de­nir.
Diğer bir asit testi de insülin testidir. Bu yöntem bazen mide ameliyatlarından sonra asit miktarını ölç­mek için kullanılır. Mide asidi üretimiyle ilgili başka bir yöntem ise kanda gastrin düzeyine bakmaktır.

Diğer tahliller

Doktorunuz, kanamaya bağlı bir kansızlıktan (anemi) kuşkulandığında kan sayımı isteyebilir. Safra kesesinin yada kalın bağırsakların röntgenleri de karın ağrısının diğer nedenlerini araştırmak yönünden çe­kilebilir.

Tıbbi tedavi

"Önlemek, iyileştirmekten daha iyidir" yaklaşımı, eskiden beri birçok hastalık için geçerlidir. Ancak, peptik ülserlerde, bunca yıllık araştırmaya karşı, esas sebepler aydınlatılamamıştır. Aşağıda anlatılanların çoğu, bu nedenle, saptanmış ülserlerin tedavisi için­dir. Ancak bazıları önlemede de yararlıdırlar.
Peptik ülserlerin tedavilerindeki amaç, belirtileri ortadan kaldırmak, ülseri iyileştirmek, komplikasyon rizikosunu önlemek ve tekrarlamasını engellemektir. Kanıtlanmış ve etkili reçeteleri "kocakarı ilaçları" ve halk gelenekleriyle karıştırmamak gerekir.

Ulser Belirtileri Nedenleri ve Sebepleri

Ülser Belirtileri Nelerdir, Ülser Nedenleri

Ulser Ağrısı

En yaygın ve en rahatsız edici belirti ağrıdır. Ağ­rı, hafif açlık ağrısı ya da tırmalamadan bıçak batması gibi şiddetli düzeyler arasında değişir. Ağrının yeri değişik olabilmekle birlikte bazen göğüs kafesinin tam altında, ortada ve batıcı tarzdadır.Kimi zaman ağ­rının yeri parmağınızın ucuyla gösterilecek kadar ke­sindir; ama çoğunlukla ağrı, karnın alt kısmı, göğsün üst kısmı, omuz, kürek kemiğinin alt bölümü ya da doğrudan sırtta hissedilebilir.


Ağrı çoğunlukla yemekle ilişkilidir ki, bu; durumu daha da güçleştirir. Bazıları birkaç bisküvi veya süt alarak geçici bir rahatlık sağlayabilirler. Gece uyku­dan uyanma yine sık görülen belirtiler arasındadır. Uyanma, öğünlerin ve uykuya dalmanın zamanıyla bağlantılı olsa da ortalama olarak 02.00'dedir. Hemen her durumda az bir şey atıştırmak ağrıyı oldukça gi­derir; işte bu nedenle "ülseri besleme" terimi orta­ya atılmıştır.

Diğer belirtiler

Mide bulantısı, kusma ve iştah kesilmesi başta gelir. İştah kesilmesi çoğu kez özellikle de gastrik ül­serli daha yaşlı kimselerde kilo kaybına neden olur. Bir diğer sık belirti göğüs yanmasıdır (mide kayna­ması). Bu göğüs kemiğinin altında, derinden gelen sıcak bir yanmadır. Özellikle sırtüstü yatarken şiddetlenir ve mide suyunun ösofagusa geçmesi sonucu meydana gelen iltihaplanmaya bağlıdır. Bu olay ay­nı zamanda ağıza lezzetsiz ve acı bir sıvının gelme­sine de neden olur. İshal, peptik ülserlerde seyrek olarak görülür ve genellikle de başka nedenden dolayı ağrı meydana gelirse vardır.

Peptik ülserler, tedavi edilmeseler bile, kendilik­lerinden oluşup geçerler. Belirtiler, haftalar, aylar, hatta yıllarca sürebilir. Ancak, eğer tekrarlayıcı nitelikteyseler, belirtiler başlangıçta nispeten daha yu­muşak olduklarından ülser derece derece her hecmede ilerler ve ancak yıllar sonra bir doktora git­me gereği duyulur. Bazı kimselerde ise ülser tam an­lamıyla geçer; bu nedenle hiç tanısı konmamış birçok ülser vardır.

Benzer ağrının diğer nedenleri

Bütün ülserler aynı tip ağrı oluşturmadığı gibi, başka durumlarda da ülser ağrısı taklit edilebilir. Ağ­rınızın bazı özellikleri bize ipucu verse de, altında ya­tan nedeni anlamamıza yeterli değildir. Sindirim kanalında ya da komşusu olan bir organın hastalığın­da karnın üst bölümünde ağrı meydana gelir.
Daha önce sözedilen ösofagit'te peptik ülser ol­maksızın ağrı duyulur. Aside alışık olmayan ösofagus mukozası, gevşek kalan kardiadan yukarı geçen mide suyundan zarar görür. Gevşek kardianın neden­lerinden biri hiatus hernisi adı verilen mide fıtığıdır. Ösofagusun diyafram kasını geçtiği özel deliğin genişlemesi sonucu midenin üst bölümü buradan yu­karı çekilir, yani fıtıklanır.
Midenin ve duodenumun iltihaplanması (gastrit ve duodenit) da peptik ülser benzeri ağrıya neden ola­bilir. Bazı doktorlar da bunları akraba hastalıklar ka­bul ederek aynı tedaviyi uygularlar. Gastrit daha çok, aşırı alkol alımıyla ya da bazı ilaçları kullanmakla or­taya çıkabilir. Bu konu tedavi bölümünde daha ayrın­tılı ele alınacaktır.

Kalın bağırsaklardan kaynaklanan, kabızlığa veya aşırı Kasılmaya bağlı ağrı karnın (batın'ın) herhan­gi bir yerinde şiddetli olarak duyulur. Safra taşına bağlı ağrı sağ göğüs kafesinin altında ve peptik ül-serden daha şiddetli olarak duyulursa da doktorlar bu ikisini ayırırken tam anlamıyla emin olamazlar En­der olarak ağrı pankreastan köken alabilirse de da-ha şiddetli ve inatçıdır.
Göğüsle ilgili sorunları da gözardı etmemek gerekir. Bunların en önemlisi, kalp kasının yeterli kan alamamasından meydana gelen angina ağrısıdır. Gö­ğüs cidarının kaslarındaki zedelenmeler ve omurga kemiklerinden kaynaklanan ağrılar da önde ve orta­da ağrı meydana getirebilirler.

Ulser Neden Olur Belirtileri Mide Hakkinda

Ülser Nedenleri, Kimler Niçin Ülser Olur, Ülser Hakkında

Bir ülserin meydana gelmesi için uygun koşullar nelerdir? Bu soruyu yanıtlayabilmek için, dünyanın ve ülkelerin çeşitli bölgelerinde, hatta aynı kasaba ya da köyde yaşayan bireyler arasındaki peptik ülser sıklıklarını incelememiz gerekir. Buna ek olarak, geç­mişte meydana gelen sıklık farklılıklarını da incele­memize katmalıyız. Tıbbi sorunları bu yönden ince­leyen bilime epidemiyoloji denir ve bilgi edinmede büyük yararı olmuştur.

Belki de en kayda değer değişiklik, tarihin çeşitli dönemlerindeki sıklıklardır. Eski kayıtlar çok güve­nilir olmamakla birlikte, örneğin İngiltere'de onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyıllarda duodenal ülserle­re çok seyrek rastlanmasına karşın, gastrik ülserle­rin çok daha yaygın oluşu ve genç kadınlarda daha sık oluşmasına ait bilgiler kesin gibi gözükmektedir. Yirminci yüzyıla geçişle birlikte iki değişiklik meyda­na geldi. Birincisi; duodenal ülserler erkeklerde kadınlara oranla üç kat daha sık olmak üzere daha çok görülmeye başlandı. İkincisi de, görece daha çok aza­lan gastrik ülserler daha ileri yaş gruplarına kaydılar. Şimdiki durumda duodenal ülserler gastrik ülserler­den daha yaygındırlar ve gastrik ülserlerde cinsiyet farkı daha az önemli olmakla birlikte erkeklerde ka­dınlara oranla daha fazladır. Genel olarak, peptik ülserler ve özellikle de gastrik ülserler yaşlı kimseler­de daha sıktır.

Coğrafi farklılıklar da vardır. Örneğin Britanya Adası'nda, duodenal ülserler, İngiltere'nin güneyine oranla İskoçya'da hem daha yaygın hem de hastalık seyri bakımından daha ağırdır. Hindistan ve Afrika'­da, bölgeler arası farklılıklar beslenme biçimindeki değişikliklerle bağıntılıdır. Örnek olarak, Hindistan'­ın ana enerji kaynağı olarak buğday yerine pirinç ye­nen yörelerinde duodenal ülser oranı yüksektir. Buğ­day besinsel lifler (posalı) açısından zenginken, pi­rinç değildir. Genel olarak bakıldığında, giderek kent­sel yaşama eğiliminin artmasının bu değişikliklere neden olduğu söylenebilir ve belki de, kentleşme İn­giltere'de daha erken dönemde yaşandığı için, pep­tik ülserler diğer yörelere göre burada daha önce yay­gınlaştı. Ancak, bir kent içinde de, farklı yaşam dü­zeyindeki insanlar arasında farklılıklar vardır. Zaman zaman peptik ülserin daha varlıklı kesimlerin hasta­lığı olduğu savı ortaya atılmışsa da, bu 50 yıl önceki duodenal ülserler için geçerli olabilir. Artık günümüz­de bu böyle değildir; peptik ülser her çeşit insan için tehdidini sürdürmektedir. En azından, yoksul insan­lar hem gastrik hem de duodenal ülserlere daha fazla adaydırlar.

İçki ve sigara alışkanlığı

Yukarıda belirtilen değişiklikler, içki ve sigara iç­me alışkanlıkları arasındaki farklılıklardan kaynakla­nabilir mi? Kesin bir şey söylemek güç. Bütün doktorların aynı görüşte olmamasına karşın, genel ka­nı, toplu olarak tüm sigara içenlerin, kullanmayanla­ra göre iki kat daha peptik ülser olasılığı ile karşı karşıya oldukları yolundadır. Normal kabul edilen düzeylerde alkol kullanımı ülser sıklığı üzerinde etkili değildir; ama, aşırı içenler ve özellikle de karaciğer sirozu olanlar ülsere yatkındırlar. Birçok doktora gö­re, daha önce meydana gelmiş olan ülserler içki ve sigaranın etkisiyle daha kolay kanamaktadırlar. Ay­rıca, hem iyileşmeleri geç olmakta, hem de başka tıb­bi sorunlara (komplikasyonlar) yol açmaları daha olasıdır.

Ülser Beslenme

Bazı kişiler, belli yiyeceklerin midelerine dokun­duğunu söylerlerse de, ülser yapıcı besinlerle ilgili pek bulgu yoktur. Daha önce de belirtildiği gibi, da­ha çok posalı gıda ile beslenen Hindistan ve Afrika'daki insanlarda ülser daha azdır. Fakat böyle bir özelliğe dünyanın diğer bölgelerinde rastlanmadığı gi­bi, posalı besinler alan bireylerin ülserden korunaca­ğına ilişkin herhangi bir kanıt da yoktur. ABD'de yapılan bir araştırmada kahve ve Coca-Cola'yı çok içen öğrencilerin, ilerki yaşlarında daha çok ülser ol­dukları gösterilmiştir. Ama çayın ve alkolün benzer etkisi saptanamamışken, sütün koruyucu bir etki ya­rattığı izlenimi de edinilmiştir.
Ancak, bu farklılıkların hiçbiri ülser oluşumunu açıklamaya yetmemektedir ve yiyeceklerinizi ayarla­yıp baharat kullanmamanın ülserden koruduğunu söylemek için de yeterli tıbbi bilgiden yoksunuz. Ba­zıları, düzensiz öğünleri sorumlu tutar. Bu, sindirimi bozsa da, ülser meydana getirmek için yeterli de­ğildir.

Stres

Ülser İçin, Birçok ülser hastası sorunları için stresi sorum­lu tutar. Duygusal sorunlar, ekonomik sıkıntılar yada veremin alevlenme dönemleri bazı insanlarda sindi­rim bozukluğuna yol açabilir, ancak peptik ülsere ne­den olup olmadığı kesin değildir. Bedeni, eyleme hazır hale getirmek için salgılanan "saldırı ya da kaçma" hormonu adrenalin, midede asit salgılanma­sını artırarak mide kaynamasına sebep olur. Ayrıca, fiziksel olarak hasta olmak gibi çok ağır stresler de mide veya duodenumda akut ülserler meydana geti­rebilir. Ancak, ağrı ve kanama yapan akut ülserler, kronik peptik ülserlere göre hem daha yüzeysel ge­lişir hem de daha hızlı iyileşirler.
Daha önce değinildiği gibi, gelici gidici nitelikte­dir ve stres ülser hastasının yeni bir hecme geçirme­sine neden olabilir. Fakat, yaygın olarak sanıldığı gibi "ülser kişiliği" yoktur ve ülserli kimselerin daha çok stres ile karşı karşıya kalıp, psikolojik olarak daha dertli oldukları da doğru değildir.

Kalıtım

Peptik ülserler bazı ailelerde daha çok görülmekle birlikte, kalıtsal olarak doğrudan aktarılmazlar. Bir­takım nitelikler, ülser geliştirmek yönünden taşınsa da, yüzde yüz etkili ülser genleri yoktur. Uygun ko­şulların bir araya gelmesi ile herkeste ülser meyda­na gelebilir. Aynı biçimde bol ülserli bir soydan gelen bir kimsede de ülser oluşup oluşmayacağı söy­lenemez.
Ülserler, aile eğiliminin yanı sıra tip yönünden de aktarılırlar. Yani, eğer sizde bir ülser gelişirse, bunun tipi büyük olasılıkla atalarınızdan veya anne-babanızdan birinin ülser tipi ile aynıdır. Ancak yine de, aile içinde neyin aktarıldığı tam belli değildir. Tıb­bi araştırmacılar 'O' kan grubu kişilerin ülser komplikasyonlarına biraz daha yatkın olduğunu ortaya çıkardılar. Bu kimselerde kanama ve delinme gibi komplikasyonlar daha sık olup, mideden salgılanan pepsinojen de bir etken olabilir. Ancak, aile eğilimi­ni tek bir etken açıklayamamaktadır ve unutulmamalıdır ki beslenme biçimi, alışkanlık ve ekonomik sorunlarda kalıtsal olmadıkları halde aile içinde ak­tarılırlar

Ülser Belirtileri, Ülser Teşhisi ve Tanısı

Peptik ülser, mukozada bulunan ve daha alttaki doku katmanına uzanan derin bir oyuktur. Seroza adı verilen en dış katman genellikle sağlam kalır, ancak harap olduğu durumda, yani delindiğinde buna per-fore ülser denir. Eğer kan damarları da zarar görürse kanama meydana gelir. Bu iki komplikasyon da önemli olup, daha sonra anlatılacak belirtilere yol açarlar. Biz önce komplikasyonsuz peptik ülserin be­lirtilerinden söz edip, doktorunuzun nasıl tanı koy­duğunu ele alacağız.

Ulser Mide Hastaliklari Anasayfa

Ülser, Peptik Ülser Hastalığı Nedir

Ülser Hastalıkları, Kronik Ülser

Ülser Nedenleri, Ülser Neden Oluşur

Ülser Neden Olur, Ülser Hakkında Bilgi

Ülser Belirtileri ve Nedenleri

Ülser Teşhisi; Baryum Grafisi ve Endoskopi

Ülser Nasıl Önlenir, Engellenir

Ülser İlaçları Hakkında Bilgiler

Ülser Tedavi Yöntemleri, Cerrahi Yöntem

Ülser Ameliyatı ve Ameliyat Sonrası

Peptik Ülser Komplikasyonları

Ülser İle İlgili Tıp Terimleri Sözlüğü