Genclerde Yetiskinlerde Depresyon

Yetişkinlerde Depresyon, Gençlerde Depresyon

Gençlerde intihar oranının yüksek olması nedeniyle, gençlerde depresyon ko­nusunun ele alınması özel önem taşımaktadır. Bir grup olarak gençler ye­tişkinlere göre daha sık intihar girişiminde bulunur ve bunu gerçekleştirirler. Duygudurum bozukluğu olan ergenler ise, duygudurum bozukluğu ol­mayanlara göre iki misli intihar işleme riski taşırlar. Duygudurum bozukluğu olan gençlerin % 15'i canına kıymaktadır. Tüm ergen ölümlerinin % 25'inin nedeni intihardır.

Anne-babaların ergen duygudurum bozukluklarının işaret ve belirtilerini gençler için normal davranışlarmış gibi algılayıp gözden kaçırmamaları ge­rekir. Yaygın olan inancın tersine, pek çok gençte dışa dönük patlamalar ya da geniş duygudurum dalgalanmaları olmaz. Çoğu zaptedilemez davranışlara girmez ya da uzlaşması olanaksız biri haline gelmez.
Bölüm 3'te yetişkinler için tanımlananlara benzer belirtilerin ortaya çık­ması ergenlik öncesi çocuklarda ve gençlerde daha olasıdır. Bununla birlikte, öfkeli ve duygularını ifade etmekte isteksiz olan ergenlerin veya duygularını kelimelere dökemeyenlerin üzgün olmaktan söz etmekten çok kötü davranış göstermeleri daha olasıdır.

Depresyon gençleri sıklıkla daha küçük çocuklardan daha çabuk vurur. Muhtemelen vücutlarının geçirdiği birçok fizyolojik değişiklikten dolayı, be­lirtileri ve genel duygudurumları yetişkinlere göre daha hızlı değişme eğilimi gösterir.

Yetişkinlerde Depresyon Belirtileri

1. Huysuz, "alıngan", aşırı tepkisel ve geçinilmesi güçtür.
2. Agresif, kargaşa çıkaran ya da suç işleme davranışına an­gajedirler.
3. Okul başarı notları düşer.
4. Kulüplere, spora, arkadaşlarla vakit geçirmeye ya da daha ön­celeri ilgi duydukları diğer etkinliklere olan ilgileri kaybolmuştur.
5. Partilere gitmeye zorunlu hissederler, erkek veya kız peşinde ko­şarlar, heyecan ararlar veya gözüpektirler. Ya da tam tersi ola­bilirler: Asla durup dinlenmezler. Bunlar zorlayıcı egzersizler ola­bildiği gibi aşırı ders çalışmak da olabilir.
6. Özsaygıları düşüktür.
7. Çekici olmadıkları ya da başkaları tarafından sevilmedikleri gibi gerçek olmayan kaygılar taşırlar.

Çocuk ve Yetişkin Bipolar Hastalığı

Bipolar hastalığın çocuklarda ve ergenlerde nasıl bir seyir gösterdiği veya has­talığın kendini ne kadar erken belli edeceğini kestirmek, tanıyla ilgili işaret ve belirtilerin yeterince açık olmaması nedeniyle güçtür. Yakın zamanlara kadar çocuklarda ender olarak görülen bir hastalık olarak görülürdü. Şimdi, tanının yetersizliğini gösteren işaretler vardır.
Çocuklarda bipolar hastalığın belirtileri tipik yetişkin manik hastanınkilerden iki açıdan farklılık gösterir. Birincisi, bipolar hastalığı olan on yaşından küçük bir çocukta önce daha çok atipik depresyon belirtileri (çok uyuma, bitkinlik) ve ani, uzun süreli öfke patlamalannı da kapsayan davranış problemleri ortaya çıkar. Çocuk kırıp dökebilir veya saldırgan olabilir. Çocuklarda kendini büyük görme veya öfori gibi tam gelişmiş manik belirtiler nadiren görülür. İkincisi, on ya da on iki yaşına kadar olan çocuklarda bipolar hastalık atak şeklinde değil, daha çok sü­rekli olma eğilimi gösterir. Genellikle erken ergenlik dönemine kadar belirtileri başlangıç ve bitiş olarak net olan ataklar ortaya çıkmaz.

Unutulmamalıdır ki, çocuklarda klinik depresyondan ayrı olarak depresif duygudurumla ilgili nedenler olabileceği gibi, genç çocuklarda şiddete dayalı patlamaların da bipolar bozukluk dışında nedenleri olabilir. Süregelen şiddet patlamaları çocuğunuzda bipolar bozukluk olduğu anlamına gelmez. Bunlar sadece çocuğun değerlendirilmesi ve bipolar hastalık tanısının da gözden uzak tutulmaması gereğini ortaya koyar.

Klasik tanı ölçütleri kullanıldığında, bipolar hastalığın en sık on beş ve on dokuz yaşları arasında ortaya çıktığı görülmüştür. Yirmi ile yirmi dört yaşları arasında ikinci bir doruk başlama zamanı bulunmaktadır. Şiddete dayalı pat­lamaları bir tanı ölçütü olarak ele alan çalışmalar başlangıç yaşının çok daha erken olduğunu ortaya koymuştur.
Yakın zamanlara kadar on yaşından önceki tanılar pek yaygın değildi. Şimdi ise sekiz yaşındaki olgular bile bildirilmektedir. En azından bir veya iki araştırmacı grubu beş, yaş altındaki çocuklarda bipolar hastalık bulunduğunu kanıtlamıştır. Massachusetts Genel Hastanesi ve Harvard Tıp Fakültesi'nden araştırmacılar, araştırmalarına konu olan on iki yaşın altında oldukça çok sa­yıda çocuğun mani belirtileri taşıdığını bildirmiştir.

Bipolar hastalığı olan daha büyük çocuklar ve ergenlerde, tipik mani be­lirtilerinin bulunduğu ataklarla giden bir seyir gözlenebilir. Bu seyirde, kendini büyük görme; basınçlı ve kesilmesi güç konuşma ve birbiriyle yarışır şekilde hızla akan düşünceler gözlenebilir. Fakat çoğu, belirgin sayılamayacak manik özellikler gösteren ataklar yaşamaya devam ederler. Çökkün duygudurum, huzursuzluk ve hiperaktivite gibi hızlı döngülü ve karışık özellikler yaygınlık gösterir. Bipolar hastalık çeken ergenlerde, şiddete dayalı, yıkıcı ve antisosyal davranış dönemleri gözlenebilir.


Psikotik özellikler, duygudurum bozukluğu yaşayan ergenlerde ye­tişkinlere göre daha yaygındır. Yetişkinlerde şiddetli, psikotik manik depresif hastalığa sıklıkla yanlış olarak şizofreni tanısı konur.

Bir çocukta bipolar hastalık varsa, yetişkinlikte de devam eder. Bu, bü­yüyünce yok olan bir şey değildir.

Cocuklarda Depresyon Cocuk Depresyon

Çocuklarda Depresyon, Çocuk Depresyon Ölçeği

Eskiden, ruhları olgunlaşmadığı için çocukların depresyon ya­şayamayacağı düşünülürmüş. Oysa yakın geçmişte yapılan çalışmalar, çocukların yüzde 7 ile 14'ünün on beş yaşından önce majör depresif atak ya­şadığını göstermektedir. Birçok depresif çocuk görece hafif belirtilerle ağır bir başlangıç yaşar ve üzgün hissettiğini söylemek yerine kötü davranma eğilimi gösterir. Sonuç olarak, anne ve babalar için çocuklarının çökkün olabileceği olasılığını gözden kaçırmak oldukça kolaydır.


Bir ruh sağlığı uzmanı, çocuklarının klinik depresyon geçirmekte olduğunu söylediğinde, anne ve babalar çoğu kez şaşırıp korkarlar. Sıklıkla buna inan­mak istemezler. Yanlış olarak depresyona kendilerinin neden olduklarını dü­şünerek bu olasılığı inkâr etme gereksinimi duyabilirler. Çocuklarının hasta ya da bir bakıma kusurlu olabileceğini düşünmek anne ve babanın kendi imajı için de bir darbedir. Anne-baba, çocuklarının damgalanarak incineceğinden kor­karak tanıyı kabullenmeyebilir. İlaç tedavisi önerildiğinde, anne-baba yan etkiler konusunda anlaşılabilir fakat abartılı kaygılar yaşayabilir.

Size, çocuğunuzun klinik olarak depresyonda olduğu söylense, kendinizi bu düşünceyi yok saymaya veya reddetmeye zorlanmış hissedebilirsiniz. Öy­leyse, en azından ikinci bir fikir elde etmeye çalışın. Çocuğunuzun ileride ye­niden değerlendirilmeyeceği ya da tedavi edilmeyeceği konusundaki riskleri dikkatilce gözden geçirmeniz gerekir. Bunlardan birincisi ve en göze çarpanı ço­cuğunuzun gereksiz yere acı çekmesi olasılığıdır. Zorlayıcı duygudurum ve davranışlarla başetmeye zorlanacağınızdan siz de gereksiz yere acı çekersiniz. İkincisi, çocuklarda depresif ataklar ortalama bütün bir okul yılı sürer. Atak tedavi edilmezse tekrarlama oranı yüksektir. Yinelenen depresyon nöbetleri bir çocuğun entellektüel, psikolojik ve sosyal gelişimini geciktirebilir ya da saptırabilir. Üçüncüsü, çocuklarda depresyon tedavi edilmezse, çocuk er­genliğe ve yetişkinliğe geçtiğinde tedavisi muhtemelen daha güç olacaktır.

Daha kaygı verici olanı, depresyon tanısı konan çocukların beşte biri ile beşte üçünde bipolar hastalığın ortaya çıkacak olmasıdır. Psikiyatrik araş­tırmacılar olan Michael Strober ve Hagop Akiskal, yaptıkları farklı araş­tırmalarda, böyle bir sonuca ulaşması çok muhtemel çocuklarda ortak belirli birtakım özellikler bulunduğu sonucuna varmışlardır: Depresyonlarının çok çabuk başlaması; çökkün olduklarında kendilerini yorgun ve yavaşlamış his­setmeleri ve aile geçmişlerinin üç nesilden beri duygudurum bozukluğu olan ak­rabalarla dolu olması. Psikotik ataklar da bipolar hastalığın ortaya çıkmasının habercisidir. Strober'e göre, çocuklarda ve ergenlerde psikotik depresyon psi­kotik olmayan depresyona göre iki misli oranda tekrarlar. Bu da gösteriyor ki, bu genç grubunda erken ve agresif tedavi özel önem taşımaktadır.

Değerlendirme ve tedaviyi sürdürmemenin getireceği en korkutucu risk intihar riskidir. Ergenlerde olduğu kadar yaygın olmasa da, çökkün çocuklar intihar düşünceleri geçirirler, intihar girişimlerinde bulunurlar ve kendilerini öldürmede başarılıdırlar. Elimizde en azından, intihar girişiminde bulunmuş beş yaşında bir çocukla ilgili olgu sunumu bulunmaktadır.
Çocuğunuzun çökkün olabileceğini düşünüyorsanız, öncelikle, Bölüm 3'te yetişkinler için verilmiş olan depresyon belirti listesini incelemeniz gerekir. Daha şiddetli depresif çocuklarda uyku ve iştah sorunları ve depresyonlu ye­tişkinlerde görülen diğer karakteristik belirtiler görülebilir. (Fakat bu, kilo kay­betmekten çok beklenen kilo artışını yapamamak şeklinde olabilir.) Bu du­rumda, depresif çocukların, özellikle daha hafif depresyonlu çocukların daha karakteristik özelliklerini gösteren aşağıdaki belirtiler listesine bakınız.

Çocuklarda Depresyon Belirtileri

1. Ortada bir neden yokken kötü davranırlar ya da huzursuzdurlar. Engellenmeye dayanma güçleri azdır. Talepkârdırlar ve memnun edilmeleri güçtür, her şeyden yakınırlar. Hiçbir şey onları mutlu etmez. Davranış ve tutumları yetişkinlerin sabnnı zorlar, ar­kadaşlarını ise kendisinden uzaklaştırır.
2. Sıklıkla üzgün, yorgun veya hasta görünürler. Ağlamaklı ola­bilirler. Olağan çocukluk enerjisine ve meraklılığına sahip gö­rünmezler ya da çoğu çocuğun sahip olduğu komiklik ve eğlence duyguları eksiktir.
3. Kendilerini iyi hissetmediklerini söylerler ya da mide ağrılarından, baş ağrılarından veya başka fiziksel rahatsızlıklardan yakınırlar.
4. Kolayca strese girerler, bunalmış hissederler, fazlaca kaygı du­yarlar ya da abartılı korkulan vardır.
5. Anne-babalarından uzaklaştırıldıklarında öfkelenirler. Giderek daha yapışık ve bağımlı olurlar. Yeniden bebek gibi hareket et­meye başlarlar; parmaklarını emerler veya pantolonlarını ıslatırlar.
6. Kulüplere gitmek ya da spor yapmak gibi daha önceleri hoşlarına giden etkinliklere karşı ilgilerini kaybederler.
7. Çok utangaçtırlar ya da arkadaş edinmekte güçlük çekerler. Baş­kalarıyla etkileşimde bulunmaktan ya da başkalarının önünde bir-şeyler yapmaktan endişe duyarlar. Sosyal etkinliklere ya da per­formanslara katılmaktan kaçınabilir ya da bunu reddedebilirler ve giderek içe kapanık bir kişiliğe bürünürler.
8. Okul başarı notları düşer.
9. Ölümden ve ölmekten söz ederler.

Unutulmamalı ki, bu belirtilerden herhangi birinin varlığı çocuğun dep­resyon hastası olduğu anlamına gelmez. Şiddetli anne-baba çatışmaları veya madde kötüye kullanımı, gelişim evreleriyle başetmede güçlük, öğrenme güç­lükleri veya çocuklukla ilgili diğer psikiyatrik bozukluklar bir çocukta özsaygı azalmasına veya depresyona benzer başka belirtilerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu listenin amacı sadece sizi klinik depresyon olasılığına ve ço­cuğunuz için profesyonel değerlendirme arayışı gerekebileceği olasılığına karşı uyarmaktır.

Kendiniz, eşiniz ya da yakın akrabalarınızdan birinde depresyon sorunu varsa ve çocuğunuz da yukarıda açıklanan sorunlardan herhangi birine sa­hipse özellikle kuşku duymanız gerekir.
Çocuğunuz yukarıda sayılan sorunlardan herhangi biri için psikoterapi görmüşse ve üç-dört ayda somut bir iyileşme görülmediyse bir çocuk psikiyatristine başvurmanız gerekir
.

Bipolar 2 Bozuklugu (Manik Depresif)

Bipolar 2 Bozukluğu, Manik Depresif

Bipolar II bozukluğu olan hastalarda majör depresif ataklar ve aralıklı hipomani görülür. Genel olarak bipolar hastaların yüzde 60'ında bipolar II has­talığı görülür. Bu hastalar yalnızca çökkün olduklarında yardım is­tediklerinden genellikle kendilerine yanlış olarak unipolar depresyon tanısı konur. Aile üyelerinden geçmiş ve güncel bilgiler dikkatlice alınmadıkça hipomanik özelliklerin gözden kaçırılması çok kolaydır. Hastalar "normal" mizaçları olduğunu düşündüklerinden, genellikle bunlardan söz etmeyi unu­turlar. Yapılan bir çalışmada, majör depresyon tanısı konan hastaların yak­laşık yüzde 14'ünün bipolar 11 bozukluğu kriterlerine uyduğu görülmüştür.

Bipolar II hastaları çoğu kez doğru olmayan bir uygulamayla yalnızca antidepresanlarla tedavi edilmektedirler. Sadece antidepresanların kullanılması bipolar II hastalarında bir dizi soruna neden olabilir; tedaviye dirençli dep­resyon sıklığının artması ve tedaviyi daha güç olan hızlı döngüyü takip eden hipomaninin gelişimi bu sorunlar arasındadır. Hatırlayacağınız gibi, hipomanik ataklar enerjide artış, uyku gereksiniminde azalma ve normalden daha fazla benlik saygısı ile belirlidir. Bu iyi bir durum gibi görünse de, hi-pomani de bir dizi soruna neden olabilir. Kişi sıklıkla sinirlidir; hatta, bazen kendisine karşı konduğunda açıkça düşmanca bir tutum takınır. Sinirlilik iş ya da kişisel ilişkiler konusunda sorunlara neden olan karar yanlışlarına da yol açabilir.

Bipolar II hastaların yüzde ellisinde alkol ve uyuşturucu kötüye kullanımı görülür. Bu hastalar tepkisel, huzursuz, öfkeli, hassas, büyüklenen ve bazen de küstah olabildiklerinden ve ilişkileri sürdürmede sorun yaşadıklarından çoğu kez yanlış olarak kişilik bozukluğu tanısı alarak tek başına psikoterapi ile tedavi edilirler.

Bipolar II hastalan baskın olarak kadındırlar. Bipolar II hastalan, bipolar I hastalarına göre daha fazla intihar girişiminde bulunurlar. Yaşamlarında in­tiharda bulunma olasılıkları yüzde 15 ile 19'dur. Bipolar I hastalarına göre daha sık karışık durum ve hızlı döngü yaşarlar. Bipolar II hastalığı ile yeme bozuklukları sıklıkla birbirleriyle ilişkilidir.

Bipolar 1 Bozuklugu (Manik Depresif)

Manik Depresif Hastalık (Bipolar I Bozukluğu Nedir)

Depresif hastalık gibi, manik-depresif hastalığın da birçok nedeni vardır. Fakat genetik temelleri de olduğu açıktır. Bipolar bozukluk, genel popülasyonla karşılaştırıldığında, bu hastalığı yaşayanlann yakın akrabalarında on kat daha yaygın olabilmektedir.

Son birkaç kuşakta hastalığın başlama yaşı giderek aşağıya inmiştir. Psikiyatrist Frederick Goodvvin'e göre bunun çeşitli nedenleri olabilir. Genetik faktörlerin yanında boşanma, tek ebeveynli aileler ve giderek sıklaşan göçler hassas çocukları ve yetişkinleri strese sokmaktadır. Muhtemelen alkol ve uyuşturucu kullanımının da rolü bulunmaktadır. Uyuşturucu veya alkol kul­lanan bipolar bozukluklu hastalarda hastalığın başlama yaşı kullanmayanlara göre daha düşüktür. Madde bağımlılığı bipolar bozukluk için muhtemelen yat­kınlık meydana getirmektedir.

Bipolar I hastaların yüzde altmışı, alkol veya uyuşturucu ilaç ile ilgili kri­terlere uymaktadır. Bipolar I hastalarının % 40'ı alkolik ya da uyuşturucu ilaç bağımlısıdır. Alkol, bipolar I hastalarda görülen en yaygın bağımlılık türüdür. 1970'lerde yapılan bir araştırma, intihar girişim oranının alkolik iki uçlu has­talarda alkolik olmayanlara göre yaklaşık bir kat fazla olduğunu göstermiştir. Kokainin ise daha çok başka iki uçlu bozukluk biçimine sahip hastalar ta­rafından kullanıldığı söylenebilir.

Madde kullanımı veya bağımlılığı kontrol edilmediğinde manik-depresif hastalığın seyri kötüdür. Madde kullanımı hastada hızlı döngülü bipolar has­talık ortaya çıkma olasılığını arttırabilir. Özellikle alkolik ve uyuşturucu ilaç ba­ğımlısı grupta duygudurum kontrol altına alındığında madde kullanımının or­tadan kalkması beklenmemelidir. Alkol ve uyuşturucu ilaç kullanımı başlangıçta duygudurum sorunlarına yanıt olsa bile, manik hasta bağımlı hale geldiğinde her iki sorun için eşzamanlı tedaviye gereksinim duyacaktır.

Manik-depresif hastalık sıklıkla bir çeşit stresle ortaya çıkar ancak artçı atakları ateşlemek için çok daha düşük stres yeterli olabilir. Sonuçta, bipolar 1 bozukluğu atakları kendiliğinden düzenli olarak meydana gelebilir ve kontrol edilmesi daha güç olabilir. Bu nedenle, hastalığa erken ve kararlı biçimde mü­dahale etmek gereklidir.

Ne yazık ki, bunu yapmak genellikle güçtür. Bunun nedeni kısmen manik hastanın hastalığı inkâr etmesidir. Hasta çökkün haldeyken tedaviye kabul etse de, kendini iyi hissettiğinde genellikle ilaç almayı bırakmaktadır. Hastalar bu coşkulu hali kaybetmekten nefret ederler. Özellikle gençlerin tedaviyi kabul etmeleri için birkaç atak geçirmeleri gereklidir.
Bipolar bozukluğun yeterince erken tedavi edilmesinin bir nedeni de ilk belirtilerinin çocuklarda ve yetişkinlerde kolaylıkla gözden kaçabilmesidir. Bi­polar bozukluk tipik olarak sinirlilik, öfke patlamaları ve davranış sorunları gibi belirtilerle başlamaktadır (bak. Bölüm 4). Belirtilerin başlaması ile doğru tanı arasında sekiz ile on yıllık bir gecikme gözlenmektedir. Tipik bipolar hasta, tanı konmadan önce üç-dört hekime ya da başka ruh sağlığı uzmanına başvurmaktadır. İki uçlu bozukluğu olan kadınlar erkeklere göre üç kat daha fazla depresif atak yaşamaktadır. Erkek iki uçlu hastalar manik belirtilerle daha fazla atak geçirmektedir.

Albert, polis tarafından hastanenin acil servisine getirilmiş 26 yaşında, ya­yıncı asistanı ve part-time bir uzmanlık öğrencisidir. Albert sık duygudurum de­ğişiklikleri gösteren bir çocuktu. Konsantrasyon güçlüğü çekmesine karşın okulda ayrıcalıklı bir başarıya sahip olmuştu. On iki yaşına geldiğinde ailesi bir taşra kasabasından büyük bir metropole taşınmıştır. Taşınmadan kısa bir süre sonra olağandışı bir şekilde geri çekinik ve sinirli bir duruma gelmişti. Bu dokuz ay kadar sürüp sonra kendiliğinden düzelmişti.

On yedi yaşındayken, kız arkadaşı onu terkettiğinde depresyona girdi. Kız arkadaşı onun çok fazla eleştirmesinden ve kolayca öfkelenmesinden ya­kınıyordu. Çok çökkün bir haldeydi ve günde 11-12 saat uyuyordu. Kısa bir süre kalbinde bir sorun olduğundan endişelendi. Tıbbi incelemelerde hiçbir sorun saptanmadı. Bu düşünce sadece bir ay kadar sürdü. Bu konu daha sonra tekrar gündeme geldiğinde "Takıldığım saçma bir düşünceymiş. Sanırım kal­bimin kırılmasından başka bir şey değilmiş" dedi. Bu noktada alkol ve kokain kullanmaya başladı ve buna üniversitede de devam etti.

Yirmi bir yaşındayken, katılmayı umduğu bir uzmanlık programına kabul edilmeyince üçüncü bir depresyon atağı yaşadı. Tüm enerjisini ve mo­tivasyonunu kaybetti. Günde dokuz saat uyumasına karşın kendisini sürekli bit­kin hissediyordu. Bu ataklardan hiçbiri için bir tedavi görmedi.

Albert erken yaşta başlayan ve atipik belirtilerle belirli depresyonlar ya­şadı. İkinci atakta psikotik bir sanrı yaşamış olabilir. Ataklar arasında sinirli mizaç belirtileri sergiliyordu. Tüm bunlar bipolar hastalık belirtisidir fakat ko­laylıkla yineleyen unipolar depresyonla karıştırılabilirdi.
Albert'in babasının erkek kardeşi alkolik idi. Albert'in annesi hep huysuz bi­riydi. Her iki çocuğunun doğumundan sonra doğum sonrası depresyon ya­şamıştı. Albert'in büyükannesi bir zamanlar akıl hastanesinde yatmış, teyzesi ise tiroid sorunları yaşamıştı.

Çok iyi bilinmeyen nedenlerden dolayı, doğum sonrası depresyonlar ve ti­roid hastalığı bipolar hastaların ailelerinin anne tarafında yaygındır. Bipolar hastalann aile öyküleri genellikle alkol ve duygusal sorunları olan akrabalarla örülüdür.

Albert'in şimdiki sorunları, kendisine üzerinde çalışması gerektiği önemli bir proje verildiğinde başladı. Diğer projelerde kendisine verilenden daha fazla sorumluluk alıyordu. Kendisine verilen görevleri yerine getiremeyeceği kay­gısını taşıyordu. Birkaç geceyi geç saatlere kadar çalışarak uykusuz geçirdi. Bazen ısrarla yalnız kalmak istiyordu, kız arkadaşı Julie bunu bozduğunda öf­keleniyordu. Bazen de oturmasını ve proje hakkında kendisiyle konuşmasını is­tiyordu. Özellikle ilginç bulduğu konular hakkında oldukça hızlı ve uzun uzadıya konuşuyordu. Başlangıçta Julie, konuşmalar her ne kadar kendisine Albert'in kendi alanını ilgilendiren konferanslar gibi geldiyse de, ona tahammül etmeye çalıştı. Projesi bittiğinde normale döneceğini düşünüyordu.

Proje Albert'i daha fazla tükettikçe Julie kaygılanmaya başladı. Neredeyse yemeğe vakit ayıramayacak noktaya gelmek üzereydi. Julie ile ne zaman ko­nuşsa konu hep proje oluyordu. Bir gece onu saat ikide bir düşüncesinden söz-etmek için aradı. Düşüncesinin yayınevine bugüne kadar bir kitaptan kazandığından daha çok para kazanacağından emindi. Ünlü biri olacağını ve şehrin gösterişli bir kesiminde büyük ve güzel bir evde yaşayacaklarını söylüyordu.

İş toplantılarında, projedeki rolüyle ilgisi olmadığı halde ısrarla pazarlamaya yönelik düşüncelerini ortaya koyuyordu. Daha sonra gece geç saatlerde iş arkadaşlarını arayarak onlara konuşulması gereken fikirleri olduğunu söylemeye başladı. Arkadaşları gecenin geç saatlerinde aramasına itiraz ettiklerinde öfkeleniyor, yaşamlarını uyuyarak geçirdiklerini ve bir sürü çok iyi fikir ürettiği için kıskançlık duyduklarını söylüyordu. Julie'ye, pazarlama bölümünü kendisinin yönetmesi gerektiğini söylemeye başladı. Ona göre şu anki bölüm yöneticisi kendisinin yarısı kadar bile bilgiye sahip değildi.

Julie ve Albert'in iş arkadaşları için onun düşünce akışını takip etmek güçleşmeye başlamıştı. Meslektaşları önceleri fikirlerini beğendikleri halde, artık çok fazla alana yayıldığı ve asıl görevini tamamlamadığı için kaygı duyuyorlardı. Patronu bunu önüne koyduğunda ise, normal işine zaman ayıramayacak kadar fazla yetenekleri olduğunu farkettiğini söyledi. "Bir fikir adamı" olduğunu ve özel yeteneklerinin farkına varılmasını istediğini söyledi.

Albert evde giderek ajite hale geliyordu. Daha fazla içmeye başlamıştı. Yeterince parası ve gereksinimi olmadığı halde yeni, pahalı bir bilgisayar donanımı ve yazılımı aldı. Hâlâ kafasındaki planlarla geçmişte kazandığının bin katı fazla para kazanacağı konusunda ısrarlıydı.
Arkadaşları ondan kaçınmaya başladılar. Kendisini yayıncılık dünyasındaki ününü (ki hiç ünlü değildi) yok etmek için entrikalar çevirecek kadar kıskandıklarını düşünüyordu. Bir gün öylesine korktu ki işe gitmedi. Patronu onu evine çağırdığında, yayıncılık şirketi peşini bırakmaz ise kiralık bir katil tutacağını söyleyerek tehditte bulundu. Patronu kız arkadaşını aradı. Kız arkadaşı Albert'in evine gitti fakat Albert onu içeri almadı. O zaman Julie polisi çağırdı.

Manik Depresif Hastalık (Bipolar I Bozukluğu) Belirtileri

Bipolar I bozukluğun belirtileri aşağıda açıklanmıştır:

1. Kendinizi olağandışı bir şekilde bir haftadan daha fazla süreyle coş­kulu veya aşın hareketli hissediyorsunuzdur. Size yakın olan kişiler neşenizin ve coşkunuzun aşırı olduğunu söyleyebilirler. Bu durum onları kızdırmaya başlayabilir. Siz kendi duygularınızda hiçbir anor­mallik olmadığını düşünürsünüz. Hatta size her şey harika görünür. Sizden başka herkesin bakış açılarını geliştirmeleri ge­rektiğini düşünürsünüz. Neşenizin yerinde olmasını kıskandıklarını ve bunu bozmaya çalıştıkları duygusunu yaşayabilirsiniz.

Duygudurumunuz coşkulu olmak yerine sinirlilik de gös­terebilir. Küçük şeyler bile sizi kızdırır. Özellikle çabalarınız boşa gitmişse sabırlı olmakta güçlük çekersiniz. Giderek alaycı ve aksi bir hal alırsınız. Kendinizi sese karşı giderek daha duyarlı bu­labilirsiniz. Karşınızdakiler ise aşırı eleştirel ve yakınmacı ol­duğunuzu söyleyebilirler. Herkes yolunuzdan çekilirse veya is­tediğiniz gibi hareket ederlerse bu kadar sinirlilik gösterme­yeceğinizi düşünürsünüz.

2. Kendiniz hakkında olağandışı bir şekilde iyi şeyler hissedersiniz. Birşeyleri değiştirme konusundaki düşünce, yetenek ya da plan­larınızın olağanüstü ya da çok zekice olduğuna inanırsınız. Ken­dinizi başkalarının takdir edemeyeceği veya gerekli ilgiyi gös­teremeyeceği bir anlayışla bezenmiş özel bir insan olarak hissedebilirsiniz. Kendinizi, birşeyleri geliştirmeye veya de­ğiştirmeye yönelik plan ya da düşüncelerinizi başkalarına kabul et­tirmeye çalışırken bulursunuz. Başkaları kendinizi ya da planlarınızı çok abarttığınızı söyleyebilirler. Sizi önemsemedikleri için aptal ol­duklarını düşünürsünüz.
Kendinizi fiziksel ya da duygusal açıdan çok zinde his­sedebilirsiniz. Doğa, insanlar veya tanrıyla mükemmel bir birlik içinde olduğunuzu hissedebilirsiniz. Çok ünlü bir kişi ya da grupla pek çok ortak yanınız varmış gibi hissedebilirsiniz.

3. Normalden çok daha az uyuduğunuz halde kendinizi enerjik ve te­tikte hissedebilirsiniz. Onca heyecan verici fikir ve planların ya­nında uykunun bir zaman kaybı olduğu duygusuna kapılabilirsiniz. Aileniz uykusuz geçirdiğiniz saatleri şaşkınlık ya da kaygıyla kar­şılayabilir. Siz ise kendinizi iyi hissettiğinizi düşünürsünüz. Fakat durum yeterince şiddetli ise, sizin giderek rahatsız, zorlanmış ve ajite bir hale gelmeniz sonucu, bu duygu hoş olmayan bir hal ala­bilir.

4. Daha hızlı ve normalden daha yüksek bir sesle daha fazla konuşma­ya başlarsınız. Susmanız gerektiğinde buna olanak vermeyen içsel bir konuşmayı sürdürme gereksinimi hissedebilirsiniz. İğneleyici tarz­da veya başkalarının uygun bulmayacağı şekilde şakalar yapabilirsiniz. Başkaları sizi dinlemek istemediklerinde kendinizi sürekli ola­rak hayal kırıklığına uğramış ya da sinirli hissedebilirsiniz. Başkaları çok fazla konuştuğunuzu veya "kendilerinin bir türlü söze giremedi­ğini" söylerler. Size iğrenç ya da mütecaviz yakıştırması ya­pabilirler.

5. Düşünceleriniz birbiriyle yarışmaktadır. Ağzınızın kafanızdaki dü­şünce akışına yetişemediğini veya ana konunuza ne kadar uzak olursa olsun tüm konuların konuşulması gerektiği duygusunu ta­şıdığınızı görebilirsiniz. Daldan dala atladığınızı söyleyenler ola­bilir.

6. Dikkatinizi bir noktada toplamakta güçlük çekebilirsiniz. Uzaktan gelen bir telefon sesi gibi dikkatinizi çekmemesi gereken şeyler, dikkatinizi giderek daha fazla bozar.

7. Cinsel dürtüleriniz artmıştır. Eşiniz aşırı cinsel isteklerinizden ya­kınabilir. Eşinizin cinsel açıdan yetersiz olduğunu
düşünürsünüz.

8. İnsanlar, evde ya da işyerinde çok fazla iş yaptığınız için işkolik ol­maya doğru gittiğinizi söyleyebilirler. Sizi gece gündüz çalıştığınız için uyarabilirler. Bir hedefe ulaşmak veya yanlış bir şeyi düzeltmek için aşırı ihtiraslı olabilirsiniz. Sizi heyecanlandıran fikirleri ak­tarmak için geceleri hangi saatte olursa olsun başkalarını uyan­dırmanız onları öfkelendirebilir.
İnsanları kızdırmanızın nedeni onları sık sık çağırdığınız halde hemen hemen dikkate değer hiçbir şey söylememeniz olabilir. Bu da arkadaşlarınızın sizden uzaklaşmasına neden olabilir.

9. Kendinizi dikkatsiz, kontrolsüz hissetmektesiniz. Normalde al­mayacağınız, kendi kendinize zarar veren riskler almaktasınız. Para harcıyor, işle ilgili riskler alıyor, içki veya uyuşturucu alıyor veya önünüze gelenle yatıp kalkıyor olabilirsiniz. Bu durumda insanlar sizi uyarır veya yaptığınız şeylerden dolayı kaygılarını ifade ederler. Bu uyarılara karşın aldırış etmeden dürtülerinizle hareket edip aklınıza gelen ve heyecanlı bulduğunuz her şeyi yaparsınız.

Kendinizi muhtemelen davranışlarınızın risklerini küçümserken ve hareketlerinizi akla uygun hale getirmeye çalışırken bulursunuz: Herkesin aşırı kaygı duyduğu konusunda ısrar edersiniz. Dikkatli olmanız için sizi uyaran kişileri, kendilerini iyi zaman geçirmek için rahat bırakmadıkları konusunda eleştirebilirsiniz.

Değişik Türler

Öforik Manik Depresyon Bu mani biçiminde, hasta olağandışı biçimde neşelidir veya olağandışı biçimde yüksek ve coşkulu bir duyguduruma sahiptir. Tüm bipolar hastaların % 40'ından daha azı bipolar I öforik mani hastasıdır. Bu tip hastalarda benlik saygısında aşırı artış görülür, gösterişlidirler ve kendilerine aşırı güven duyarlar. Bu kişilerde gerçekte sahip olmadıkları güçlere, yeteneklere ve bilgilere sahip oldukları ya da ünlü veya güçlü kişilerle ilişkileri olduğu şeklinde sanrılar ortaya çıkabilir. Mani, çok şiddetli değilse veya ilk dönemlerindeyse, manik kişiler karizmatik, inandırıcı ve çoğu kez de komik olabilirler. Duygudurumları bulaşıcı olabilir.

Bununla birlikte, öforik mizaç özellikle manik hastaya karşı konduğunda ya da herhangi bir biçimde hayal kırıklığına uğratıldığında oldukça değişkenlik gösterebilir. Aniden öfkelenebilirler.
Klasik öforik mani tipik olarak üç aşamada ilerler. İlk aşama öfori ile be­lirlidir: Aşırı güven; hızla akan ve amaçsız sayılabilecek düşünceler ve aktivite, harcama ve hoşsohbetlik. İkinci aşamadaki manide hastanın dürtüleri giderek artar. Duygudurumu öfori, ajitasyon ve düşmanlığın bir karışımı halini alır. Kişi öfkeli, hatta saldırgan bir mizaca bürünebilir. Düşünme şekli giderek dü­zensiz bir hal alırken konuşma hızlanır ve baskılanır. Üçüncü aşamada, manik kişi şiddet uygulayabilir ve panik halindedir. Düşünceler anlaşılmaz, dav­ranışlar ise acayiptir. Hastaların üçte birinde hallüsinasyonlar ve sanrılar or­taya çıkar.

Karışık Durum Tam olarak belirtmek gerekirse, bu hastalar manik ve depresif özelliklerin bir bileşimini sergilerler. Fakat duygudurumunda tanımlanması güç, manik ve çökkün sözcüklerinin karşılamadığı kendine özgü bir nitelik olabilir. Belki de bu duygudurumu en iyi karşılayabilecek sözcükler alıngan, kolay öfkelenen, düşmanca, ajite, kaygılı, hoşnutsuz, tatminsiz veya hiçbir şeyden memnun kalmayan, somurtkan ve aksidir. Öforik manik hastadan farklı olarak, bir karışık durum hastası kendisini zavallı gibi hisseder. Bipolar I hastalarının en az yüzde 40'ı karışık ataklar yaşar. Bipolar bozukluğu olup manik atak geçiren kadınlarda durumun öforik olmaktan ziyade karışık olma olasılığı daha yüksektir. Karışık ataklar büyük oranda madde kullanımı ve intiharla ilişkilidir. Daha hafif karışık durumlu hastalara sıklıkla yanlış olarak kişilik bozukluğu tanısı konur.

Hızlı Döngülü Manik depresif rahatsızlığı olan hastalar, hastalık ataklarının arasındaki zaman uzunluğunda (döngü uzunluğu) önemli ölçüde değişkenlik gösterir. Bununla birlikte, genel olarak döngü uzunluğu zamanla kısalma eğilimi gösterir (ataklar sıklaşır) ve daha sonra üç ile beş ataktan sonra sabit bir seyir gösterir. Bu noktada kabaca ataklar her yıl tekrarlanır.
Buna karşın, hastalığın tanımına göre hızlı döngülü hastalar yılda en az dört manik veya depresif atak geçirirler. Hızlı döngülüler, bipolar hastaların yüzde 20'sini oluşturabilirler. Ultra-hızlı döngülüler kırk sekiz saatte bir atak geçirebilirler. Ultra-hızlı döngülüler, ışık ve karanlığın da etkisiyle günlük ola­rak duygudurum atakları geçirirler.

Başlangıç yaşı, hızlı döngülülerin sadece beşte birinde erkendir. Birçok hasta zamanla hızlı döngülü bir yapıya geçer. Bunun nedeni kısmen, bipolar hastalarda döngü uzunluğunu kısalttığı gözlenen antidepresan tedavisidir. Bir araştırmacı, hızlı döngülülerin % 25'inin antidepresan tedavisi nedeniyle böyle gelişim gösterdiğini belirtmiştir. Hızlı döngülü hastalar hızlı olmayan döngü periyodları da yaşayabilirler.

Siklotimi Nedir Siklotimi Depresyon

Siklotimi Nedir, Siklotimi Depresyon

John 53 yaşında, evli, ilk evliliğinden 1 tane, şimdiki evliliğinden de 2 tane ço­cuğu olan bir satış elemanıydı.

John, son işyerinde 8 aydır çalışmaktaydı. Bazı zamanlar John işiyle ilgili heyecan duyup şirketindeki en iyi satış temsilcilerinden birisi olduğuna kesin gözüyle bakmaktaydı. Çok neşeli ve özgüvenli bir hali oluyordu. Ancak bazen bilmiş tavırlarıyla herkesin sinirlerini bozan bir hali oluyordu. Birisi onu en­gellerse ya da çok talepkâr ve memnun etmesi zor birisiyse, neşeli hali ça­bucak tahammülsüzlüğe ve sinirliliğe dönüşebiliyordu. Bazen de sıkıntılı, ye­teneklerinden emin olamayan ve başka bir şirkette çalışmayı tercih edebileceğini düşündüğü zamanlar oluyordu. Son 8 yılda 6 değişik şirkette ça­lışmıştı.

Sinirliliği ve öfke patlamaları evde de sorun yaratıyordu. İlk eşi yıllar boyu eleştiri, yakınma ve sözel racize uğradığı için boşanmaya karar vermişti. Zaman zaman öfkelenip kontrolünü kaybettiği ve eşine karşı tehdit edici dav­ranışlar sergilediği olmuştu. Bir keresinde eşinin kolunu o kadar sert ya­kalamıştı ki, kolu morarmıştı. İlk eşiyle birlikteyken birkaç ilişkisi olmuştu ve şu anda da arada görüştüğü bir kız arkadaşı vardı. Nadiren içki içer ama içtiğinde bu alkol zehirlenmesine kadar ulaşırdı.

Şu andaki eşi, aşağılayıcı alkolik bir baba ile büyüdüğü ve çok fazla suçlu ve çökkün hissetmeye eğilimli olduğu için, onun sinirliliğini çok fazla tar­tışmadan kabul ediyordu. Kadının eşine karşı olan duyguları yıllar içinde azal­mıştı. John bunu farketmiş ancak bunun için karısını soğuk bir kişi olmakla suçluyordu. Karısıyla birlikte öfkesinin kaybolmasından duyduğu minnettarlığı ifade etse de her zaman yeniden ortaya çıkıyordu. Bazı zamanlar çok man­tıksız gibi görünen şeylerden dolayı ortaya çıkıyordu. Örneğin, karısı, karton yi­yecek kutularını geri dönüşüm yığını içine koymadan önce yassılaştırmadığı için ya da "milyon kere" söylediği halde odadan çıkarken ışığı söndürmediği için sabrını kaybediyordu. Bazen bu öfke patlamalarından sonra utansa da, ge­nellikle karısının ne kadar "aptalca" davrandığı gözönünde bulundurulacak olur­sa, bunun anlaşılır olduğu şeklinde akla yatkınlaştırmaya çalışıyordu.

İlk eşinin ısrarı üzerine bir terapiste gitmişti. Başlangıç oturumları iyi gitse de John'un sinirliliği evliliğinde sorun yaratmaya devam ediyordu. Terapist du­rumu, mükemmeiıyetçiliği ve başarılı olma güdüsünün bilinçdışı olarak ba­basının sevgisini kazanma isteğine bağlı olduğu şeklinde özetlemişti. John ken­dinden çok fazla şey beklemekte ve kendi içinde taşıdığı anababaları memnun edemedikçe işkence çekmekteydi. Terapist John'un kendi kendine sert dav­randığı ölçüde, diğer insanlara sert davrandığını hissediyordu.

Bu belli bir ölçüde doğru olmakla birlikte, terapist John'un sorunlarını sa­dece psikolojik terimlerle kavramlaştırmıştı. Terapist, majör depresyonun ne olduğunu ve tıbbi bir dikkat gerektirdiğini yeterince biliyordu. Fakat John'un, örneğin sabah erken uyanmak gibi, depresyona ait ciddi belirtileri olmadığı için, John'un bir duygudurum bozukluğuna sahip olabileceği olasılığını hiç he­saba katmadı. John'un sorunlarını kişilikle ilgili zorluklara bağladı.

Uç-dört ay sonunda görüşmeler bir noktada saplanıp kalmaya başladı. John'un sinirliliği dalgalanmalar gösterdi. Bundan dolayı terapistin kafası biraz karışmıştı. John evliliğinden daha memnun hale geldiği ve öfkesiyle uygun şekilde başetmenin yollarını öğrendiği sırada aniden daha sert, alıngan, eleştirel ve duygusal olarak daha değişken bir hal alıyordu. Terapist, onu, bu davranışın ne kadar yıkıcı olduğuyla yüzleştirip onunla başetmek için bazı yön­temler öğrenmesi konusundaki çabasını arttırmaya sevk ediyordu. Bu za­manlarda John bu görüşmelerin kendisine çok yardımcı olduğunu dü­şünüyordu. Terapistin uygulamalarını övüyordu. Fakat başka zamanlar, sabırsızlığını dile getirip, bu görüşmelerin kendisine yardımcı olacağıyla ilgili umudunu yitirmekte olduğunu söylüyordu. Terapistin doğru yolda olup ol­madığını merak ediyordu.

Bir öfke patlamasının ardından terapist John'a, öfke kontrolü sorunu olan erkeklerin katıldığı bir gruba katılması konusunda ısrar etti. John başlangıçta itiraz etti, ancak bir kez daha öfke kontrolünü kaybedince, bundan utanç duyup gitmeyi kabul etti. Gruba 16 hafta devam etti. Bunu yararlı buldu ancak hâlâ karısına karşı çok denetleyici ve sinirli olduğu dönemler yaşıyordu. Bu programa devam ederken karısına fiziksel bir zarar vermemişti. Ortamdan uzaklaşmayı öğrenmişe benziyordu. Eşi, bu danışmanlığın yardımıyla daha atıl­gan olmaya başlamıştı. Erkekler grubu sona erdikten yaklaşık 1 ay sonra, John'a eşi o gece birkaç arkadaşıyla dışarı çıkacağını söyledi. Karısına ken­disinin başka planları olduğunu ve gidemeyeceğini söyledi. Kadın ısrar etti ve kadın evden çıkarken John onu itip bir daha geri gelmemesini söyledi.

John tahammülsüzlüğünü ve öfkesini işte daha iyi kontrol etmeyi öğ­rendiği halde yine öfkelenip bir müşteriyle ağız dalaşına girdi. Satış müdürü, bu son olay ve düzensiz iş performansı hakkında bir toplantı yapmak için onu ça­ğırdı. John davranışını evlilik sorunlarıyla ilgili çok fazla baskı altında olmasına bağladı. Patronu ona karşı anlayışlıydı ancak kendisine çeki düzen vermesi ko­nusunda ısrarlıydı. John'a hiç profesyonel bir yardım almayı düşünüp dü­şünmediğini sordu. John, bir süredir evlilik danışmanına gittiğini söyleyince, satış müdürü bunun belki de çok işe yaramamış olabileceğini söyledi. John'a şirketin çalışanlara rehberlik programı (ÇRP) için tuttukları danışmandan da fikir almasını önerdi.

John zaman zaman sorununu reddediyor ve bununla başedemediği için kendini korkunç derecede suçlu ve mahcup hissediyordu. Özellikle o gün ol­dukça karamsardı ve satış müdürünün ilgisinden çok etkilendi. Böylece ÇRP danışmanını görme konusunda hemfikir oldu. Danışman John'un içki kul­lanması ve alkolik bir ev ortamında yetişmesiyle ilgili pek çok soru sordu. John'un bir miktar içinde hissettiği boşluk ve yalnızlıktan söz etmesini sağladı. John ilk görüşmede ağladı ve kendini rahatlamış hissetti.

O gece eve gittiğinde kendisini daha iyi, eşine bir miktar daha yakın his­sediyordu. Ancak kapıdan girdiğinde, akşam yemeğinden sonra eşinin mutfağı çok dağınık bıraktığını ve evin her yerinde ışıkların açık olduğunu farketmekten alıkoyamadı. Kendini iyi hissetme hali birden sinirliliğe döndü. Bunu farketti ve öfkesini bastırmaya ve hiçbir şey söylememeye karar verdi. Ancak rahatsız ol­duğunu saklamayı beceremiyordu. Eşi onun sinirli olduğunu farkedebiliyordu ve ona sorunun ne olduğunu sordu. John bununla ilgili konuşmak istemediğini söyledi. Eşi onu zorladı. Bu onu daha da sinirlendirdi. Sonunda eşine, eve ge­lirken iyi bir ruh halinde olduğunu ancak onun ortalığı böyle karışık bırakmış olmasının her şeyi berbat ettiğini söyledi. Kocasından artık bu tür eleştirileri kabul etmek istemediği için kadın karşı bir atak yaparak son zamanlarda onun evle ilgili pek bir şey yapmadığına işaret etti. Oldukça tatsız bir tartışma çıktı. John fırtına gibi evden fırladı. Eve geri dönmeden önce yakındaki bir bara gitti ve birkaç içki içti.

Çalışan danışmanıyla yaptığı bir sonraki görüşmede John bunların tü­münden söz etti. Danışman John'un sorunlarının aslında alkol kötüye kullanımı ve bununla birlikte giden kişilik kusurlarında yattığını ileri sürdü. John'un içkiyi bırakmasının ve Adsız Alkolikler toplantılarına katılmasının gerektiğini söyledi. John şaşkına dönmüştü ve danışmanla bu değerlendirmesi hakkında tartıştı. John ÇRP danışmanının önerilerini yerine getirmek gibi bir emir altında ol­madığı için, AA'ya gitmeyi reddetti ve danışmanı da bir daha görmedi. John bir süre oldukça iyiydi. Çökkünlüğünden kurtulmuş ve başarısıyla satış mü­dürünü etkilemişti. Müdür "ÇRP'ının oldukça işe yaradığını" düşünmüştü. Fakat birkaç ay sonra John yine bir müşteriye karşı öfkesini kontrol edemedi. Bu kez patronu daha az anlayışlıydı. John'un daha fazla ÇRP danışmanlığı alması ve orada ne öneriliyorsa onu uygulamasında ısrar etti.

John devam etmeye ve AA'yi bir kez denemeye karar verdi. Birkaç ay bo­yunca içki içmemeyi başardı fakat karamsarlığı ve sinirliliği gelip gitti. So­rumlusu kişilik kusurlarını gözden geçirmesi konusunda daha fazla çalışması ve programın 12 basamağını gerçekten çalışması konusunda onu zorladı. Yine de sinirliliği devam etti.

John alkolü, uygunsuz bir başaçıkma aracı olarak kullanıyordu, alkol onun sorunlarının nedeni değildi. ÇRP danışmanı arabayı atın önüne koş­muştu. Temel sorun John'un duygudurumundaki istikrarsızlıktı. Alkol kötüye kullanımının her zaman duygudurum bozukluklarına ikincil olması kesinlikle söz konusu değildir. Bu böyle ise bile duygudurum bozukluğu kadar dikkat is­teyen apayrı bir sorun haline gelir.
John depreşir ataklardan birisi sırasında kendisini huzursuz ve alıngan his­settiği için ve hiçbir şey yapmaya isteği olmaması nedeniyle doktoruna gö­ründü. Doktoru fizik muayene ve kan testlerinin tümünü yaptı. Her şey normal çıktı. Doktoru ona bir sakinleştirici reçetesi yazdı.

Bu sizin inanabileceğinizden daha sık olur. Majör depresyon belirtilerine sahip hastaların küçük bir kesimine aile doktorları doğru tanıyı koyar ve uygun tedaviyi uygular.

John sakinleştirici aldığı dönemde daha sık öfkelenmeye başladı.
Sakinleştiriciler bunu bazen yapar. Bazı hastalarda disinhibisyon olarak adlandırılan durumu ortaya çıkarırlar.
Bunun üzerine John'un doktoru onu bir psikiyatriste gönderdi. Psikiyatrist John'a bir antidepresan olan fluoksetin başladı. John kısa sürede yanıt verdi. Kısa bir süre sonra kendisini yıllardır hissetmediği kadar iyi hissettiğini söyledi. Psikiyatristin ısrarıyla John tekrar bireysel terapiye başladı. Terapistine ken­disini oldukça iyi hissettiğini söylüyordu. Mutlu ve enerjik görünüyordu. Te­rapist oturumlar sırasında John'un hızlı ve yüksek sesle konuştuğunu not etti. Oldukça fazla miktarda da gülüyordu.

Duygudurumu iyi gibi gözükmesine karşın John eşine karşı ortaya çıkan öfke patlamalarından söz etmeye devam ediyordu. John eşinin sinir bozucu davranışlarına karşı bunların normal olduğunu söyleyerek, akla uygun hale ge­tiriyordu, fakat bunlar terapiste fazla gibi göründü. Bir öfke patlamasından sonra eşi gözyaşlarına boğuldu. Bunun üzerine terapist John'a bu patlamaları sorun olarak ele alması gerektiğini belirtti; bunlar çok açıkça eşini ve onunla olan ilişkisini yaralıyordu. Hasta sonunda terapistiyle fikir birliğine vardı ve öfkesini bastırmayı deneyeceğini söyledi. Bundan sonraki birkaç hafta John ol­dukça çökkündü. Hafta sonunda bütün gününü yatakta geçiriyor ve yine satış işinin ne kadar sıkıcı olmaya başladığından söz ediyordu. Psikiyatrist fluoksetin dozunu arttırdı. Bir ay kadar sonra John depresyondan çıkmıştı ancak eşine karşı yine bir öfke patlaması yaşamıştı. Bundan sonra terapistine, gecenin büyük bir kısmını uyumadan geçirdiğini ve satışlarda belirgin olarak patlama yaratacak bazı satış yöntemleri üzerinde çalıştığını anlattı. Bazen işini çok sev­diğini ve ona duyamadığını söylüyordu.

John daha açıkça belirgin olan hipomanik ataklar yaşayıp, coşku ve çök­künlük arasında daha sık gidip gelmeye başladı. Bipolar bozukluğu olan has­talarda (şiddetli derecede hasta olanlarda bile) öncelikle antidepresanlarla te­davi edilme, sadece çökkün olduklarında yardım istemeye geldiklerinden, çok da nadir değildir. Bazı psikofarmakoloji uzmanları bunun siklotimik ya da bi­polar 11 hastalar için sorun olmadığını söylese de diğerleri bipolar belirtileri olan hastaların tedavilerine önce duygudurum düzenleyicilerle başlamasında ısrar etmektedir.

Daha hafif düzeyde bir iki uçlu bozukluğu olan hastanın başından ge­çecekleri özetleyelim. Dr. Hagop Akiskal ve arkadaşları hafif iki uçlu bo­zuklukların keskin gözlemcileridir. Onlar ve başkaları hafif iki uçlu bozukluğu olan hastaların aşağıda belirtilen özelliklerini bildirmiştir. Değişkenlik ve ara­lıklı olarak kişilerarası sorunlar klinik tabloda baskındır.

Siklotimi Belirtileri

Huzursuzluk, Heyecan Arayışı Huzursuzluk, sıklıkla, bir siklotimik bireyi, dürtüsel, kendine zarar verici heyecan arayışına sürükler: Rasgele ilişkiler, madde kullanımı, kumar oynama ve saplantı biçiminde para harcama. Bu kişi varolan şeylerle asla doyuma ulaşmaz.

Değişken Okul ve İş Geçmişi Sinsi bipolar özelliklere sahip hastalar ilgilerini sürdürmekte zorlanır ve çabuk sıkılırlar. Dikkatleri kolayca bölünebilir. Per­formansları inişli çıkışlı olabilir ya da pek çok meslek ve iş değiştirebilirler. Pek çok kez yer değiştirme eğilimindedirler.

Birden Çok Evlilik ya da Romantik İlişki, Tekrarlayan Kişilerarası Krizler Siklotimik bireyler inatçı, kontrol edici ve tartışmaya girmeye eğilimlidirler. Sıklıkla baş­kalarıyla tartışma ve çatışmaya girerler ve sosyal yargılarda sık yanlışlar yaparlar. Romantik ilişkileri sıklıkla fırtınalıdır. Başkalarına karşı olan duyguları hızla değişebilir ya da karmakarışık ve kafa karıştırıcı hale gelebilir.

Enerjik, Neşeli, Arkadaş Canlısı Fakat Engellendiği ya da Karşı Çıkıldığı Zaman Ko­layca Sinirli, Eleştirel ue Hatta Düşmanca Tutum Takınma Siklotimik bireylerde aniden ortaya çıkan retarde depresyon dönemlerine rastlanır ve bu duy­gudurum içindeyken sorunlarla ilgili derin düşüncelere dalmaya eğilimlidirler.

Sırnaşıklık Her şeye karışırlar, istenmediği halde fikirlerini beyan ederler ve insanlara neyin nasıl yapılacağını anlatırlar. Küstahlık noktasına varan bir güven içine girebilirler.

Konuşkanlık ve Esas Konuya Gelme Zorluğu Teğetler çizme eğilimindedirler. Sıklıkla siklotimik bireyler söyleneni çabuk anlar ve iyi konuşurlar. Çok iğ­neleyici bir zekâları olabilir ve oldukça eğlenceli olabilirler. İkna edici ko­nuşabilirler ve yanlış oldukları zaman bile inandırıcı olabilirler. Sözel judoda ve eleştirilere karşı kendilerini korumada çok iyidirler. Başkalarının, ken­dilerinden emin olmamasını ve suçlu hissetmesini sağlayabilirler.

Herhangi bir yineleyici sorunda da iki uçlu hastalık olasılığı akla gel­melidir: Yineleyici psikotik ya da paranoid ataklar, sık çökkünlük dönemleri ya da duygudurumdaki ani başlangıç ve bitişlerle giden değişiklikler, sinirlilik ve öfke, huzursuzluk, dürtüsel davranışlar ya da dönem dönem madde kul­lanımı gibi. Antidepresan ilaç kullanırken sık yineleme, doğum sonrası duy­gudurum bozulduğu öyküsü ya da ailede intihar öyküsü bulunması bipolar bo­zukluğu akla getiren şeylerdir.

Bazı bipolar bozukluklu hastalarda sadece nadir, hafif ve kısa süreli (1 veya 2 gün) "coşku" dönemlerinin eşlik ettiği, sık çökkünlük dönemleri ya da kronik depresyon mevcuttur. Hastalar genellikle bu dönemlerden söz etmez. Bunlar, sadece seyrek ve kısa olduğu için değil, aynı zamanda hastaya nor­mal bir duygudurummuş gibi geldiği için de hastanın gözünden kaçar. "Gizli bipolar" diye adlandırılan bu hastalar, bir doktor ya da terapist belirtilerine ilişkin çok dikkatli ve araştırıcı bir öykü almazsa sıklıkla yanlış tanı alırlar.

Distimi Nedir Distimi Depresyon

Distimi Nedir, Distimi Depresyon

Distimi hafif şiddette, süreğen bir depresyondur. Distimisi olan bir kişi işlevsel olabilir ama tam kapasiteyle değil. Distimi genellikle uzun süre devam eden ümitsiz, duyarlı, endişeli, kaygılı ve huzursuz olmaya eğilimle ilişkilidir.

Distimik iseniz, kısa süreli mutluluk dönemleriniz olabilir. Distimi tanısı al­manız için her zaman keyifsiz olmanız gerekmez. Ancak günlük stresler ve hayal kırıklıkları sizi kolaylıkla umutsuz ya da huzursuz duygudurumunuza geri itebilir. Kendinizi kolayca bunalmış, stresli ve yaşam sorunlarından dolayı tü­kenmiş hissetme eğiliminde olacaksınız. Arkadaşlarınız ve aileniz, sizin ba-şetmeye çalıştığınız zorluklara karşı çok fazla tepki verdiğinizi düşündükleri için, size yakınlık duymakta zorlanabilirler. Bu sizi bu kadar "zayıf" olmaktan dolayı hem öfke, hem de utanç duymaya sevkedebilir.

Distimi ciddi bir hastalıktır. Yine de bunu çekiyorsanız, belirtileriniz sizin hasta olduğunuzu açıkça farkettirecek kadar bunaltıcı değildir. Bunun sonucu olarak, distimi sıklıkla tanınmaz. Sıklıkla kötü bir huy ya da kişilik problemi olarak yanlış bir şekilde değerlendirilir. 1980'e kadar Amerikan Psikiyatri Bir-liği'nin resmi tutumu bile distiminin bir kişilik sorunu olduğu şeklindeydi (APB, depresyon gibi hastalıkların tanı ve tedavisinde uzmanlaşan tıp dok­torlarının ulusal organizasyonudur). Bu karışıklığın sonucu olarak, distimi sık­lıkla ya tedavi edilmez ya da sakinleştiriciler ya da psikoterapi kullanılarak ye­tersiz bir şekilde tedavi edilir.

Distiminin ne kadar kolaylıkla gözden kaçtığını ve yanlış tanı konduğunu ye­terince anlatmam mümkün değil. Belirtiler sıklıkla o kadar sinsi ve o kadar ki­şinin bir parçası gibidir ki "onlar böyledir" diye düşünülür.

Distimiyi fark etmedeki zorluğun bir parçası majör depresyondaki stan­dart belirtilerin distiminin sinsi belirtilerini kapsamamasından kaynaklanır. San Diego'daki California Üniversitesindeki üç psikiyatrist (Stepnen Schuchter, Nancy Downs ve Sidney Zisook) bu sinsi belirtileri, belirti olarak ad­landırmak yerine onlara "depresyonun dili" demişlerdir. Bu dil kendini, tipik olarak depresyonla ilişkilendirdiğimiz iştah kaybı, uyku bozukluğu ve intihar düşünceleri gibi belirtiler yerine, ilişki ve iş problemlerinde ve benlik duygusu gibi alanlarda ifade eder.

Örneğin, distimisi olan bir kadın tekrarlayan bir şekilde eşinin ye­tersizliklerinden yakınır. Bu yetersizlikler bir noktaya kadar gerçek olabilir ancak kadın bunları abartır ya da uygunsuz şiddette bir acı ve öfkeyle tepki verir. Bir süre eşi ona uyum sağlamaya çalışır ve değişmeyi dener. Ancak bir süre sonra kadını hiçbir şeyin memnun etmeyeceğini hissetmeye başlar. Er­keğin benlik algısı sağlam değilse ve kendini aşırı suçlu hissetme eğiliminde ise o zaman kendi bakış açısını kaybetmeye başlar. Kendi sorununun nerede bittiği ve eşininkinin nerede başladığını ayırt edemez olur. Suçluluk, en­gellenme, cezalandırma isteği ya da çaresizlik ve hiçbir şey yapamama duy­gusuyla geri çekilebilir. Ya da eleştirilmeye duyarlıysa ve dürtü denetimi zayıf ise öfkesini kontrol edemez ya da aşağılayıcı bir hale gelebilir. İlişkileri bir sar­mal halinde çirkin tartışmalara doğru ilerler ya da en iyi durumda bir birleriyle çok az konuştukları bir "soğuk savaş"a dönüşür.

Benim gördüğüm çiftler arasında, bu modele sahip olanların büyük ço­ğunluğu kesinlikle birinde veya ikisinde birden bu sorunlara neden olan bir duygudurum bozukluğu olabileceğiyle ilgili bir düşünceye sahip değildi. İle­tişim sorunları olduğuna ya da eşlerinin ciddi bir kişilik bozukluğu olduğuna inanıyorlardı. Depresif hastalık gibi ortak bir düşmanı suçlamak yerine bir­birlerinden hoşlanmamaya ve birbirlerini suçlamaya başlıyorlardı.

Distiminin depresif hastalıkla biyolojik ve genetik bağlantıları olduğu gös­terilmiştir. Bu bir kişilik sorunu değildir. Antidepresan ilaçların uygun tipte bir psikoterapi ya da evlilik ve aile danışmanlığıyla birleştirilerek kullanıldığı uygun bir tedavi sıklıkla hastada ve ailesinin yaşam kalitesinde çok büyük düzelme yaratmaktadır.

Distimi, hafif şiddette, kronik bir depresyondur. Tanı sınıflandırma­larında, mizaç bozukluklarının diğer türlerinden ayrılmış olsa bile, bazı araştırmacılar distiminin depresyonun ayrı bir şekli olduğuna inanmamakta­dırlar.

Birincisi, "saf distimik" olan kişiler bulmak oldukça zordur. Bu, kişilerin daha evvel bir majör depresyon atağı geçirmeden sadece hafif şiddette, kro­nik depresyonları olması anlamına gelir. Pek çok distimik hasta aslında daha önce geçirilmiş bir majör depresif atağın tortu belirtilerinden yakınan ki­şilerdir.

İkincisi, distimisi olanların çoğu bir majör depresif atak ya da hipomanik atak geçirmektedir. Distimi ayrı bir hastalığı değil, aslında daha ağır bir has­talığın başlangıç evrelerini temsil ediyor olabilir.

Üçüncüsü, majör depresyon, distimisi olan hastaların akrabalarında, dis­timisi olmayan hastaların akrabalarından daha sık ortaya çıkmaktadır.

Günümüzde distimiye ait olarak değerlendirdiğimiz belirtilerden yakınan bir hasta için bunun önemi şudur: Kanıtlar distiminin belirtilerinin de, en az majör depresyon belirtileri kadar antidepresanlarla iyileştiğini göstermektedir. Ya­şamınızın kalitesi muhtemelen, uygun bir tedaviyle, çok büyük bir oranda dü­zelecektir.

Distimisi olanlar işlerini sürdürebildiği için -her ne kadar bunu fazladan bir efor harcayarak yapsalar da- sıklıkla bir hastalıkları olduğunu farketmezler. Arkadaşlar, aile ve hastanın kendisi, hastalığa özgü karamsarlık ve sinirliliği, özellikle de bu özellikleri yaşamlarının büyük bir bölümünde taşıdıkları için, ki­şiliğin bir parçası olarak görebilirler.

Distiminin belirtilerini farkedemeyen psikoterapistler, bu belirtiler sanki sadece psikolojik sorunların yansımasıymış gibi, sadece psikoterapiyle tedavi etmeye kalkarlar. Bu hastayı yıllarca gereksiz yere acı çekmeye mahkum ede­bilir.
Bir kişinin distimi tanısı almak için sadece iki yıl boyunca hafif düzeyde depresyonu olması yeterli olmasına karşın pek çoğu hastalığı ço­cukluklarından beri taşırlar. Bu "erken başlangıçlı distimi" olarak bilinir.

Alice kendini bir çocukken kederli olarak hatırlamaktadır. Kendi başına be­bekleriyle oynarken bir yalnızlık duygusu yaşadığını anımsayabilmektedir. "Her zaman kendimi biraz yabancı hissettim" demektedir "ve hiçbir zaman diğer ço­cukların beni kabul ettiklerinden emin olamadım. Kendimle ilgili farkında ol­duğum şeylerden acı çekerdim ve kendime güvenim eksikti." Annesi sinirlilik dönemleri ve öfke patlamaları geçirir ve çocuklarının ya da eşinin söylediği, bir reddetme gibi yorumlanabilecek her şeye karşı aşırı duyarlıydı. Çok fazla gü­venceye gereksinimi vardı. Alice annesini "memnun etmesi zor" olarak anım­samaktadır. Alice yıllar sonra annesinin bir kez intihar denemesinde bu­lunduğunu öğrenmiştir. Alice'in babasının bir içki sorunu vardı ve içtiği zamanlar sık sık eşine ve çocuklarına karşı aşağılayıcı sözler söylüyordu.

Alice sıklıkla kendisini yetersiz ve kötü bulur ve başarısız olacağından kor­kardı. İstediği kadar iyi olamadığında birkaç günle bir hafta arasında bir süre kendini ters ve mutsuz hissederdi. Bazen yaşıtı olan çocuklar onunla dalga ge­çerlerdi. O, bununla nasıl başedeceğini bilemez ve sıklıkla çok incinirdi. Ağ­layan bebek olarak yayılmış bir ünü vardı. Genç kızken çekici bir görüntüsü ol­duğu halde yeterli özgüveni olmadığı için kimseyle çıkmazdı.

Alice kederli olmaktan yakınmazdı ve okulda hiç sorun yaratmadı. Ai­lesinin ve öğretmenlerinin farkettiği sorunlar -örneğin zaman zaman olan ka­ramsarlığı, sinirliliği ve duyarlılığı- kişiliğine atfedilirdi. "Bu onun her zamanki hali" derlerdi.
Aile ve öğretmenler depresyonun bu erken işaretlerini atladıkları için suç­lanamazlar. Bunlar sıklıkla oldukça sinsidirler ve çocukluğa ait normal sorunlardan kolayca ayırt edilemezler. Pek çok aile çocuklarının depresif has­talığı olabileceğinin bile farkında değildir. Aslında, çocukların da depresyon geçirebileceğini uzmanlar da son yıllarda farkettiler.

Alice, okulda başarılı olduğu halde, yeterince iyi olamadığı düşüncesi aka­demik olarak daha zorlu dersler almasını engelledi. Standart testlere girmesi gerektiğinde sıkıntısı onun için gerçekten engelleyici oldu. Test puanları onun gerçek düzeyini yansıtmadı. Orta düzeydeki test puanları onun kendisini daha da kötü hissetmesine neden oldu. Atletik takımlara katılma ya da ders dışı et­kinliklere girme konusunda da kendini zorlamamıştı. İyi bir flütçü olduğu ve okul korosunda çaldığı halde, beceremeyeceğinden korktuğu için solo çal­maktan kaçndı. Alice'in edindiği birkaç arkadaş onun kadar zeki ya da ye­tenekli değildi. Bu şekilde kendini daha yeterli hissediyordu. Tek başına olduğu zamanlar kendini yalnız ve üzüntülü hissetmesine rağmen, arkadaşlarla birlikte değil tek başına yapılan etkinlikleri tercih ediyordu.

Depresif bir çocuk genellikle tedbirli bir çocuktur. Sağlam olmayan bir benlik algısı doğal olarak genç birinin sosyal, fiziksel ve düşünsel alanlarda zorlayıcı uğraşlardan kaçınmasına neden olur.

Alice 1972de üniversiteye başlamak için uzağa gidince ilk majör dep­resyon atağını geçirdi. Çevre değişikliği, sosyal baskı ve yoğun akademik yarış ortamı onun için huzursuz ediciydi. "Lisedeyken, akademik olarak küçük bir gölde yüzen büyük bir balıktım. Birlikte takıldığım insanlar benim kadar iyi de­ğillerdi. Üniversitede" diye devam eder "herkes akıllıydı ve ben kendimi bir tür geri kalmış gibi hissettim." Alice herkesin birileriyle çıktığını da farketti. Utan­gaçtı ve sosyal becerileri çok az gelişmişti, bu yüzden kampüsteki genç er­keklerin pek fazla dikkatini çekmedi. Bu onun kendisini daha da kötü his­setmesine neden oldu. Ona geçici süre ilgisi olan bir erkek onunla ilgilenmeyi sürdürmeyince (erkek onun ters ve pek eğlenceli olmayan biri olduğunu his­sediyordu) mahvoluyordu. Kendine güveni ve benlik algısı giderek azaldı.

İnsanların yaşamlarındaki geçiş noktalan, sıklıkla bir duygudurum bo­zukluğunu ortaya çıkarmak için yeterli strese neden olur. Özellikle, er­genlikten genç erişkinliğe geçmek stresli olabilir. Kişi yeni, büyük so­rumluluklar ve zorlukları üstlenmek zorunda kalır. Duygudurum bozukluklarıyla ilişkili olabilecek diğer geçiş dönemleri çocuk sahibi olmak, iş kaybı ya da mesleki hayal kırıklıkları, boşanma ve emeklilik olabilir.

Bir ilişkinin bitmesi depresyon için önemli bir tetikleyici olabilir. Böyle bir kayıptan dolayı kederli hissetmek normalken depresif hastalığın ortaya çık­ması normal değildir.

Alice'in üzerine tatsız bir karamsarlık duygusu çökmüştü. İçmeye başladı. Hayatın yaşamaya değer olmadığını düşünmeye başladı. Çok uyumasına rağ­men kendini gün içinde yorgun hissediyordu. Derslerine çalışmak için kendini motive etmede zorluk çekiyordu. Okuma ödevine konsantre olamadığını farketti. Notlan düştü. Çok yemek yediği için kilo aldı. Yine de devam etmeyi becerebiliyordu.
Alice'in arkadaşlarının hiçbiri depresif hastalığa yakalanmış olabileceğinden şüphelenmediler. Onun sadece yürümeyen bir ilişkiden dolayı üzüntülü ol­duğunu tahmin ettiler. Annesiyle konuşup kendisini nasıl berbat hissettiğinden söz ettiğinde, annesi bununla ilgilendi ancak kızının hasta olduğunu far-ketmedi. Kendi belirtileriyle kızınınkiler arasında bir bağlantı görmedi. Ancak, kızının çektiği acıdan tamamen kendisini sorumlu tutarak suçluluk ve utanma hissetti.

Bir arkadaşı Alice'e üniversitenin ruh sağlığı merkezinden söz etti ve biriyle konuşmasının ona yardımcı olabileceğini söyledi. Alice bundan huzursuzluk duysa da bir randevu aldı. Konuştuğu terapist ona karşı çok iyiydi ve neler ge­çirdiğini anlıyor gibiydi. Alice'e ailesini sordu. Alice annesi ve babasından söz ederken kendisini bir miktar rahatsız hissetti. Sanki onlara ihanet ediyormuş gi­biydi. Annesi ona, her zaman, aile içinde olanları kendisine saklamayı öğ­retmişti. Terapist Alice'in babasının bir alkolik olduğunu anladığında, alkolik ai­lelerde acı veren duyguların içerde tutulmasının adeta yazılı olmayan bir kural olduğuna dikkat çekti.

Alice yüreğindekileri dökmeye başlayınca kendini oldukça rahatlamış his­setti. Fakat birkaç saat içinde karamsarlık yine üzerine çöktü. Yine de te­rapistle konuşmak rahatlatıcıydı, ama ara sıra yapıldığında. Daha sonraki otu­rumlarda, terapist Alice'in akademik ve sosyal olarak hiçbir zaman kendisinden memnun olmamasının, nasıl memnun edilmesi zor bir anne ve içkili olduğu za­manlar memnun edilmesi mümkün olmayan bir baba tarafından yetiştirilmekle ilgili olduğundan söz etti. Onu reddeden erkek arkadaşı tüm bunları yeniden canlandırmıştı.
Terapist intiharla ilgili düşünceleri araştırdığı halde, Alice depresyon be­lirtileriyle ilgili soru sormadı. Ayrıca Alice'in annesi ve babası tarafındaki mizaç bozukluğu belirtilerini dikkatlice araştırmadı.

Bu terapistin eğitimi kişilerin sorunlarını anlamada psikososyal sorunlara ağırlık vermekteydi. Alice'in depresyonunu alkolik bir baba ve depresif bir anne ile yetişmesinin ışığında görebiliyordu. Erken dönemde böyle bir çevre içinde bulunmak, depresyona olası bir yatkınlığı kalıtım yoluyla alma ko­nusunda kesinlikle Alice için koruyucu olamamıştır. Hatta, erken dönemdeki bu çevresel stres distiminin çocuklukta başlamasını tetiklemiş olabilir. Fakat alkolik bir ev ortamında yetişmenin, depresyon duygularına neden olsa da, tek başına depresif hastalığa neden olacağıyla ilgili araştırmalardan elde edil­miş bir kanıt yoktur. Alkolik bir aile ortamında yetişen herkeste depresif has­talık ortaya çıkmaz. Erken dönem yaşantılarıyla yetişkinlik dönemindeki so­runlar arasında olası bağlantıları farketmek sıklıkla mümkündür. Fakat bu, yaşamın erken dönemindeki deneyimlerin yetişkinlik sorunlarının nedeni ol­duğu anlamına gelmez. Daha önemlisi, erken dönem travmalarını ve ka­yıplarını araştırmak klinik depresyonu düzeltmez.

Alice'in depresif atağı okuldaki ilk yılın geri kalan döneminde ve ikinci yılın ilk yarısında giderek azaldı. Doğal entellektüel meraklılığı ve öğrenme isteği geri geldi. Duygudurumu düzeldi ve kendine olan güveni arttı. Erkeklerle çık­maya başladı ve bazı erkeklerin kendisinden etkilendiğini biraz şaşırarak keş­fetti. Bu, onun benlik algısını destekledi.

Alice'in depresyonunu düzelmesine hangi etmenlerin neden olduğunu açıkça söylemek olası değildir. Muhtemelen, düzelmesinde terapi bir rol oy­namıştır. Fakat depresyonun sadece kendi sürecini tamamlamış olması da olasıdır.

Alice üniversiteden iyi notlarla mezun oldu. İngilizce yüksek lisansına bö­lümünde devam etti. Üniversitenin son 2 yılında ve yüksek lisansta dep­resyon belirtileri ona sorun yaratmadı. Yüksek lisansı bitirince, bir yüksek li­sans okul öğretmeni olarak iş buldu. Başlangıçta, arkadaşlarının kullandığı eğitim yöntemleri hakkında oldukça eleştireldi. Bu eleştiriler ve öneriler ko­nusunda başarıya ulaşamadı ve amirleri ve arkadaşları ona kendi işine bak­masını salık verdiler. Savunucu bir tepki gösterdi ve onların da hata yap­makta olduğunu belirtti. Arkadaşlarıyla olan ilişkisi giderek gerginleşti. Öğrencilerine karşı tahammülsüzleşmeye başladı. Ayrıca onların başarılı ol­maları konusunda kendini çok fazla sorumlu hissetmeye başladı. Nasıl bir öğ­retmen olduğuyla ilgili duyguları öğrencilerinin başarı derecesine bağlı olarak Alice üniversiteden iyi notlarla mezun oldu. İngilizce yüksek lisansına bö­lümünde devam etti. Üniversitenin son 2 yılında ve yüksek lisansta dep­resyon belirtileri ona sorun yaratmadı. Yüksek lisansı bitirince, bir yüksek li­sans okul öğretmeni olarak iş buldu. Başlangıçta, arkadaşlarının kullandığı eğitim yöntemleri hakkında oldukça eleştireldi. Bu eleştiriler ve öneriler ko­nusunda başarıya ulaşamadı ve amirleri ve arkadaşları ona kendi işine bak­masını salık verdiler. Savunucu bir tepki gösterdi ve onların da hata yap­makta olduğunu belirtti. Arkadaşlarıyla olan ilişkisi giderek gerginleşti. Öğrencilerine karşı tahammülsüzleşmeye başladı. Ayrıca onların başarılı ol­maları konusunda kendini çok fazla sorumlu hissetmeye başladı. Nasıl bir öğ­retmen olduğuyla ilgili duyguları öğrencilerinin başarı derecesine bağlı olarak yükselip düşüyordu. Bir öğretmen olarak kendi becerisini sorgulamaya baş­ladı. Öğretmeyle ilgili motivasyonu giderek azaldı ve onun öğretmenliğiyle il­gili değerlendirmeler artan bir şekilde eleştirel olmaya başladı. Mem­nuniyetsizliği tırmandıkça, doğru mesleği seçip seçmediğini düşünmeye başladı.

Alice bu okulda, daha sonra evleneceği, Roger adında bir adamla ta­nışmıştı. Hem Alice, hem de kocası akıllı kişiler oldukları ve birlikte olmaktan gerçekten keyif alıp değer verdikleri halde, ilişkinin ilk birkaç yılında pek çok tartışmaları oldu. Roger'in yaptığı ya da yapmayı unuttuğu ufacık şeyler Alice'i sinirlendiriyordu. Kocasına bunları ifade etti. Hassas ve suçluluk duymaya yat­kın bir kişi olduğu için Roger, neyin yanlış olduğunu anlamakta zorluk çekti. O da karısını terslemeye başladı.
Alice, eşine, işinde iyi gitmeyen şeylerden yakınmaya başladı. Ya­şamında neyin yanlış olduğuyla ilgili uğraşısı giderek artıyordu. İşte ve evde yapması gerekenlerden bunaldığından yakınıyor ve eşinin kendisine daha fazla yardımcı olmasını istiyordu. Roger bir süre sonra yaptığı hiçbir şeyin ye­terince iyi olmadığını hissetmeye başladı. Roger, eşinin yaşamın ne kadar zor olduğuyla ilgili sızlanmalarından gücenmeye başlamıştı. Onun görebildiği ka­darıyla kadının yaşamı oldukça iyiydi. Eşine iyi bir okul bölgesinde çalıştığını, maaşının iyi olduğunu ve bütün yaz izinli olduğunu hatırlattı. Ortada bu­nalacak ne vardı? İşinden bu kadar nefret ediyorsa ve çok stresli olduğunu düşünüyorsa, o zaman neden istifa edip başka bir şey yapmıyordu? Ayrıca onun eve yorgun gelip çok erkenden yatmasından da bıktığını söyledi. Sosyal yaşamları çok azalmış, cinsel yaşamları ise gerçekte hiç kalmamıştı.

Ne Alice, ne eşi, ne de iş arkadaşları onun depresif hastalık geçirmekte olabileceğini düşündüler. Gerçi bir süre sonra, kendisinin sadece kötü bir insan olduğunu düşünmeye başladı. Arkadaşça ve cana yakın görünebilmek için çok uğraşmaya başladı fakat bu kısa süreli yakınlaşması ve giderek artan sinirliliği yol almasını engelliyordu. Kocası sonunda cadaloz bir kadınla evlendiği so­nucuna vardı. İş arkadaşları Alice'in burnu büyük ve çok bilmiş biri olduğuna karar verdiler.

Distimi sinsi bir sorundur. Hastalığı çeken kişi ve çevresindekiler, bu ki­şinin duygudurumunun ve davranışlarının bir hastalıktan etkilenmiş ola­bileceğini nadiren farkederler. Distiminin kendisini nasıl ortaya koyduğunu gözden geçirelim.

Distimi Belirtileri

Strese Dayanamama Distimi strese karşı olan tahammülünüzü azaltır. Normal stresler ve gerginlikler karşısında bile kendinizi bunalmış hissedersiniz. Günün sonunda kendinizi dövülmüş gibi hissedersiniz. Kendinizi, sürekli çevrenizdekilerin size yeterince yardımcı olmadıklarından yakınırken bulursunuz. Kendinizi sıklıkla huzursuz, telâşlı ve büyük çoğunluğu kendiniz tarafından ha­zırlanmış bir "yapılacak işler" listesini tamamlamak için bir zorlama içinde his­sedersiniz. Aile bireyleri size, neden bu kadar yorgun olduğunuzu ya da ya­kındığınızı anlamadıklarını söyleyebilirler. Size zor bir yaşamınız olmadığını ve sahip olduklarınız için şükretmeniz gerektiğini söyleyebilirler. Eşiniz kendi üze­rine düşen sorumlulukları yürüttüğünü hisseder. Sizin suçlamalarınıza karşı gi­derek sinirlenmeye başlar. Siz ise incinmiş, kızgın veya utanç duygulan için-desinizdir.

Bağımlılık Gereksiniminde Artış Distimik hastalar yaygın olarak sevgi ya da onaylanma konusunda güvence alma ya da bunların ortaya konmasına ge­reksinim duyarlar. Sizin duygusal gereksinimlerinize mükemmel derecede du­yarlı olacak ve yanıt verecek birinin olmasını istersiniz. Depresyonlu kişiler sıklıkla diğer insanlarla ilgili hayal kırıklığı yaşarlar ve gerçekten güvenebilecekleri hiç kimse olmadığını hissederler. Bu gücenmeyi doğurur. Aynı zamanda bu kadar başkaları muhtaç ve zayıf oldukları için de utanç içindedirler. Bazı açı­lardan kendilerini bir bebek gibi hissederler. Distimik hastalar sıklıkla utanç ya da suçluluk ile güceniklik arasında kalırlar. Onların gereksinimlerine duyarlı ola­cak birine karşı duyulan özlem, bazen, bir ilişkiye aslında pek uygun olmayan birine karşı çok yoğun ve tutkulu bir bağlanmaya yol açabilir. Siz kendiniz de bir ilişkiye uygun olmayabilirsiniz, örneğin evli ve çocuk sahibi olabilirsiniz.

Sık karşılaşılan senaryo şöyledir: Distimik olan bir eş, duygusal olarak yakın olma konusunda gerçek anlamda kısıtlılığı olan kocasının, yeteri kadar sıcak ve sevgi dolu olmadığından yakınır. Kocası asla hiçbir şeyin kadına yet­meyeceği duygusuna kapılır. Bu durumda kırgınlık gelişir ve uzaklaşmaya baş­lar, buna bağlı olarak da karısının yakınmaları artar. Koca sorunu tartışmaya kalkarsa, karısının bakış açısını anlamak onun için zor olacaktır. Kişisel sal­dırılar, her iki tarafın da, karşıdakini kendi duygularını anlamamak ve takdir etmemekle suçladığı bir yoğunluğa kadar ulaşır.

Çocuklara, Eşe, Aileye ve Arkadaşlara Karşı Sıcaklığın ve Sevgi Duygularının Kaybı Çocuğu olan birisiyseniz bunları hissetmek çok zorlayıcıdır. Onlarla ilgilenmek istemediğinizi hissedebilirsiniz. Çocuklarınızın ihtiyacı olan bir ana-baba olamadığınızı, bu yüzden de çocuk sahibi olmanın bir hata olduğunu dü­şünebilirsiniz. Ateş yüksekliği nasıl zatürrenin bir belirtisi ise bu da distiminin belirtisidir, bunu kavrayamazsanız o zaman boşu boşuna suçluluk ve utanç duygularına kapılırsanız. Bu sizin kişiliğinizin ya da insanlara verdiğiniz de­ğerin doğru bir yansıması değildir.

Her Şeyden Uzaklaşmak İsteme Kendinizi bunalmış ve suçlu hissediyorsanız ve sıcak duygularınızı yitirdiğiniz için utanç içindeyseniz, o zaman kendinizi uzak­lara gitme ya da ailenizi terketme hayalleri kurarken bulabilirsiniz. Bunalmış durumdaysanız işinizden istifa etmek ya da meslek değiştirmek de isteyebilirsiniz. Aklınıza böyle şeyler geldiği için kendinizden çok utanabilirsiniz ama bu düşünceler de distimide yaygın görülen belirtilerdendir.

Eleştirilmeye Karşı Duvarlı Olma ya da Reddedici Tutum Kimse eleştirilmeyi sev­mez ama siz bundan dolayı aşırı derecede üzülüp kırılabilirsiniz. Başkaları bir hata yaptığınızı keşfederlerse berbat şekilde mahcup olursunuz. Onay alma ve farkedilmek için kıvranabilirsiniz. Birisi size kızdığında otomatik olarak kendinizi bir hata yapmış gibi hissedersiniz. Reddedilmenin her türü sizi yı­kıma uğratır.

Kaygı ve Saplantılı Endişe Herhangi birisi tarafından eleştirilmiş ya reddedilmiş olmasanız bile bunların yakında olacağıyla ilgili kaygılar taşırsınız. Bir sorunla karşılaştığınız da en kötü olasılığın başınıza geleceğinden korkarsınız. Bazıları sürekli üzerlerinde dolaşan bir felâket olduğu hissiyle yaşadıklarını söylerler. Vereceğiniz kararın yanlış olacağından korktuğunuz için bir karar vermek size zor gelir.

Her Şeyi Ciddiye Almak Eğlenememek. Pek Çökkün Olmadığınız Halde, Genel Olarak Kendini Sıkıntılı, Doyumsuz ve Aksi Hissetmek Vefalı ve güvenilir birisi olarak ta­nınabilirsiniz. Sorumluluklarınız size ağır gelebilir. Sakince oturmakta, gev­şemekte ya da durup gülleri koklamakta zorluk çekebilirsiniz. Yapmanız ge­rekenleri yaparsınız ancak yaşam size donuk, tekdüze ve eğlencesiz gelebilir. Gün içinde kendinizi sürüklemeye çalışırsınız, özellikle de sabahları. Kendinizi sıklıkla huzursuz, telâşlı ve büyük çoğunluğu kendiniz tarafından hazırlanmış bir "yapılacak işler" listesini tamamlamak için bir zorlama içinde his­sedersiniz. İşler sizin istediğiniz şekilde ya da sizin saptadığınız zaman çer­çevesinde hallolmazsa kolayca canınız sıkılır ve üzülürsünüz. Başkaları sizi katı ve kontrol edici olmakla suçlar. Size gevşemenizi söylerler, onlara göre sizi rahatsız eden şey çok da büyütülecek bir şey değildir. Bir parçanız bunu bilir, fakat bir parçanız da onların çok tembel ve rehavet içinde olduklarını hisseder.

Ölüm ve Ölme Konusunda Tekrarlayıcı Düşünceler Distimisi olan birisi bu tür dü­şünce uğraşlarını sıklıkla felsefi düşünceler diye nitelendirip bertaraf eder. Hatta başkalarının görmezden geldiği böyle bir gerçekle yüzleşmeyi be-cerebildiği için kendisiyle belli derecede gurur duyarlar. Yine de bunlar belirtidir. Distimik kişiler distimik olmayanlara göre önemli derecede daha fazla zamanı ölümü tartıp biçerek geçirir.

Hayatın Yaşamaya Değer Olmadığı Düşünceleri Gerçekten kendi yaşamına son vermeyi düşünme ya da planlama noktasına gelmeyen bir distimik hasta bun­ları belirti olarak görmeyebilir. Bunları üzüntü verici yaşam olaylarına karşı ortaya çıkan tepkiler olarak değerlendirebilir. Sorun şudur, duygudurum bozukluğu olmayan pek çok kişi de olağanüstü zor zamanlar geçirebilir ancak bu düşünceler akıllarına hiç gelmez.

Tedbirli Olma Eğilimi Meslekle ilgili hedeflere yönelik çalışmayı sürdürmede ya da karşı cinsle ilişki kurmakta zorlandığınızı farkedebilirsiniz. Şansınızı de­nemekten kaçınırsınız.

Eleştirel, Yakınmacı, Sabiniz, Alaya, Alıngan ya da Sinirli Olma Eğilimi Bunlar duygudurum bozukluklarının en anlaşılması güç belirtileri arasındadır ve aslında hemen her zaman karakter özelliği olarak yanlış değerlendirilir. Çok iğneleyici fakat komik bir espri anlayışınız olabilir. Size karşı yapılmış olan acı verici olayları, hataları ve yanlışları kafanızdan atmakta zorluk yaşayabilirsiniz. Bu eğilim, eski incinmeler sürekli gündeme getirilmeye başlandığı için, evlilik sorunlarına yol açar. Eşiniz, kendisinin yıllar önce yaptığı hatalarla ilgili şaşırtıcı bir belleğiniz olduğuna dikkatinizi çeker.

Psikolojik Depresyon Tedavisi

Depresyon Nasıl Tedavi Edilir, Psikolojik Depresyon

Depresif hastalık genellikle ilaç ve psikoterapinin birlikte uygulanmasıyla en iyi şekilde tedavi edilir. Parlak ışık tedavisi, beslenmeyle ilgili yaklaşımlar, di­yete ilaveler yapma ve diğer ümit vadeden seçenekleri kapsayan diğer tedavi yöntemleri 9. Bölümde tartışılacaktır.

Orta ya da ağır şiddette depresyonunuz varsa; uyku, iştah ya da kilo de­ğişikliklerinden yakınıyorsanız; intihar düşünceleriniz varsa ya da uzun yıllardır süren hafif düzeyde depresyonunuz varsa o zaman ilaç kullanmayı terapistinizle tartışmalısınız. Hayattan zevk alma yetisinin belirgin olarak azalması da ilaç kul­lanımının gerektiği başka bir durumdur. İlaç kullanımı hakkındaki bazı yanlış kavramlar pek çok insanı bunlara bir şans vermekten alıkoymaktadır.

Örneğin yaygın bir yanlış düşünce, ilacın sadece aklını kaçırmış ya da hiçbir iş yapamayan kişiler için kullanıldığıdır. Hiçbir şey gerçekten daha öte olamaz. Depresyonunuz varsa ya da bunun için ilaç kullanıyorsanız, siz diyabet için insülin kullanan birinden daha fazla aklını kaçırmış olamazsınız. Diyabet de, dep­resyon da bedensel hastalıklardır. Depresyonu ilaçla tedavi ettiğiniz için utanç ya da sıkıntı duymamalısınız. İşlevselliği iyi olan ve depresyonda olacağı ak­lınızdan bile geçirmeyeceğiniz pek çok kişi ilaç kullanmakta ve bundan fayda görmektedir. Hastalık hakkında daha fazla şey öğrendikçe ve kendinizi daha iyi hissettikçe utanma ve sıkılma kaybolup gidecektir. İnsanların ilaç kullanmayla il­gili korku ve kaygılanyla ilgili daha fazla bilgiyi 8. Bölümde bulacaksınız.

Depresyonu sadece psikoterapiyle tedavi etmek ne zaman uygundur?

Bu ruh sağlığı uzmanları arasında bir tartışma konusudur. Bu tartışmadan 7. Bölümde ayrıntılı olarak söz edilecektir. Pratik bir yaklaşımla ve klinik de­neyim temelinde, (1) ilk depresyon atağınız ise, (2) sadece birkaç aydır süren hafif-orta düzeyde depresyonunuz varsa, (3) ciddi uyku ya da iştah bo­zuklukları çekmiyorsanız ve (4) ailenizde mizaç bozukluğu öyküsü yoksa, tek başına terapi yardımcı olabilir. Psikoterapinin belli şekillerinin depresyonun yinelemesini engellemekte yararlı olduğu yönünde bazı kanıtlar bu­lunmaktadır.

Ruh sağlığı hizmetinden yararlanan biri olarak, sizin için en büyük tehlike depresif hastalığın bulgu ve belirtilerini taşırken aylarca ya da yıllarca sadece psikoterapi ile tedavi edilmektir. Üç-dört aydan daha uzun bir süredir psi-koterapiye devam ediyorsanız ve belirtilerinizde önemli bir düzelme ol­madıysa o zaman mizaç bozukluklarının tanı ve tedavisi konusunda deneyimli bir terapistin sizi değerlendirmesini denemelisiniz.

Herhangi bir tedavi şeklinin, size kendinizi daha iyi hissetme ko­nusunda yardımcı olacağından tereddüt edebilirsiniz. "Konuşma ya da bir hap yutma yaşamımda yanlış olan her şeyi nasıl düzeltebilir ki?" diye dü­şünebilirsiniz. İnanması zor gelebilir, ama doğrudur: Depresyonunuz uygun olarak tedavi edildiğinde, sorunlarınız değişmemiş olsa bile ken­dinizi daha iyi hissedeceksiniz. Şunu da aklınızda tutun: Umutsuzluk da depresyonun bir belirtisidir. Depresyonunuz ağır ise, kim ne derse desin, umut olduğuyla ilgili ikna olabileceğinizi hissetmeyebilirsiniz. Fakat şu dü­şünceyi aklınızda tutun: Tartışmasız bilimsel gerçek şudur ki tedavi olur­sanız, birkaç hafta içinde büyük olasılıkla kendinizi daha iyi hissetmeye başlayacaksınız.

Bir majör depresyon atağını ya da bipolar bozukluğun bir türünü tedavi etmezsem ne olur?

Depresyon geleneksel olarak kendini sınırlayan bir hastalık olarak kabul edi­lir. Bunun anlamı, kendi haline bırakılırsa, doğal seyrini tamamlar ve sonra siz normale dönersiniz şeklindedir. Ancak görülen odur ki, bu ancak olguların çok az bir bölümünde böyle olmaktadır. Depresif hastalığın ilk atağını geçirmekte olan bir kişi, bir süre sonra, tedavi edilmeden de, kendini daha iyi hissetmeye başlayacaktır (ancak daha fazla acı çekecek ve iyi olması daha uzun zaman alacaktır). Fakat depresif bir ataktan sonra, hastaların % 20-35'inde tortu niteliğinde belirtiler kalacaktır. Bu hastalarda başka bir atak olma olasılığı oldukça yüksektir. Bir kişi ne kadar çok atak geçirirse yeni bir tane ortaya çıkma şansı o kadar artmaktadır. Tekrarlayan atakların daha şid­detli ve tedaviye dirençli olma olasılığı yüksektir.

Bir depresif atak geçirmiş olanların % 80'inde başka bir atak da olacaktır. Hastalığı tedavi edilmeyen ortalama bir hasta, ömrü boyunca muhtemelen 7 tane depresyon atağı geçirecektir.

Zaman geçtikçe, tedavi edilmemiş bipolar hastalık atakları daha şiddetli, daha sık ve daha zor tedavi edilir bir hal almaktadır. Yaşamınızda büyük engellenmeler yaşama riskiniz oldukça fazladır. İntihar riski, hastalık uygun şe­kilde tedavi edilmediğinde çok daha yüksektir.

Kendime yardıma olmak için ne yapabilirim?

Zaten buna başladınız. Sorunlarınızın çoğunun zayıf ya da bozuk bir kişiliğin işaretleri değil, bir hastalığın belirtileri olduğunu öğrenmek bir rahatlama ola­bilir.

Ancak, depresyonun bir hastalık olduğunu öğrenmek de bir parça hu­zursuz edici. Bu sizin kendi belirtileriniz ve sorunlarınızı tam kontrol altında tutamadığınız anlamına gelir. Fakat depresyonun tümüyle sizin kontrolünüz altında olan bir hastalık olmaması, hiçbir şey yapamayacağınız ya da tüm kontrolünüzü kaybettiğiniz anlamına gelmez.
Kendiniz ve geleceğiniz hakkında farklı şekilde düşünmeyi öğrenmek, kişilerarası ilişkilerde yeni beceriler öğrenmek, diyetinizi değiştirmek, egzersiz ve diyete ek olan şeyleri akıllıca kullanmak yardımcı olacaktır.

Depresyon Kandida Sendromu

Depresyonun kökeninde kandida sendromu (bütün vücuda yayılmış mantar enfeksiyonu), avali diş dolguları, besin alerjileri ve sigara içme gibi şeylerin olabileceği doğru mu?

Yine burada da, bunların depresyonun temel nedeni olabileceğiyle ilgili ikna edici hiçbir bilimsel kanıt yoktur. Sigara içmenin depresyona neden ol­duğuyla ilgili iddia tutarsızdır. Bilimsel kanıtlar genel ortalamada, sigara içen­lerde içmeyenlere göre daha fazla depresyon görüldüğüne işaret etmektedir. Fakat bu depresyonun bazı kişilerde daha fazla sigara içmeye neden ol­masıyla ilişkili olabilir. Araştırmalarda nikotinin hafif düzeyde bir antidepresan etkisinin olduğu gösterilmiştir. Araştırma sonuçları çok açıktır: Depresyonlu sigara bağımlıları depresyonu olmayanlara göre sigarayı daha zor bırakırlar. 1996'da yapılan bir çalışma sigara içen bazı kişilerde sigarayı bıraktıktan sonra majör depresyon geliştiğini ortaya koymuştur.

Pek çok tıp doktoru kandida sendromunun depresyona neden ola­bileceğine inanmamaktadır. Pek çok farklı dolgu malzemesine sahip diş he­kimlerinin büyük çoğunluğu, hatta yeni mezunlar bile, cıvalı dolgu mal­zemelerinin çok sorun yarattığına inanmamaktadırlar. Fakat aynı hipoglisemide olduğu gibi kandidanın ve cıvalı dolguların sorunlara neden ol­duğu konusunda ısrar eden bazı tıp doktorları, diş hekimleri ve alternatif tıp uygulayıcıları bulunmaktadır. Alternatif tıp uygulayıcıları kandida sendromu belirtileri gösteren depresyonlu kadınlara, diyet değişiklikleri ve kandidaya karşı ilaç kullanarak, yardımcı olduklarını iddia etmektedirler. Bazı diş he­kimleri, pek çok sorunu olan bazı kişileri cıvalı dolgularını çıkararak tedavi ettiklerini ileri sürmektedir. Cıvalı dolgularla ilgili diğer kritikler bunların uzun süre kullanıldığına ve güvenli olduklarının varsayıldığına ancak bunun hiçbir zaman kanıtlanmadığına dikkat çekmektedir.

Bilimsel olabilmek istiyorsak, bazı depresyonlara hipoglisemi ya da diğer sorunlardan birisinin neden olabileceği veya katkıda bulunabileceği iddiasını kolayca yok saymamalıyız. Kanıt yetersizliği bir ilişki bulunmadığını ka­nıtlamaz.

Ancak, elimizdeki kanıtların yetersiz olması nedeniyle, ilk olarak yu­karıdaki sorunlardan herhangi birinin tedavisini istediğinizi düşünen bir te­rapist ya da hekimden iyi bir hizmet alamayabilirsiniz. Birincisi, hekiminiz ta­rafından tanısı konmuş hipoglisemi dışında, depresyon ve diğer sorunlar arasında bir ilişki kurmak tamamen spekülatif olacaktır, ikincisi, kendinize za­manınızı ve paranızı spekülatif tanılarla uğraşarak harcamayı isteyip is­temediğinizi sormalısınız. Üçüncüsü, depresif hastalık yaygındır. Bir kişi dep­resyon belirtilerden söz ediyorsa "altta yatan neden" ya da "gerçek neden" sıklıkla depresif hastalıktır!

Bu, tanı konabilen bir tıbbi hastalık nadiren depresyona neden olur ya da katkıda bulunur demek değildir. Tam aksine. Bir çalışmada, hastaların ruh sağlığı polikliniklerine başvurma nedeni olan sorunların % 10'unun tıbbi hastalıklara bağlı olduğu bulunmuştur. Kanada'da polikliniklere başvuran geniş bir hasta grubunda yürütülen bir başka çalışmada, kabaca hastaların % 34'ünde belirtilerinin ortaya çıkmasına katkıda bulunan bir tıbbi hastalık ol­duğu bulunmuştur. Yüzde 18'inde psikiyatrik sorunlardan tamamen sorumlu bir hastalık mevcuttu. Bu nedenden dolayı, depresyon tedavisine başlamadan önce, tıbbi öykünüzün alınması, fiziksel muayenenizin ve kan tetkiklerinizin yapılması gerekir.

Depresyon belirtilerinin altında yatabileceği konusunda fikir birliğine ula­şılmış dört neden vardır: Alkol veya madde kötüye kullanımı, hekimler ta­rafından verilen ilaçlar (özellikle kardiyovasküler hastalıkların tedavisinde kul­lanılan ilaçlar) ve tiroid hastalıkları. Uyku bozuklukları da başka bir suçlu olabilir ve hekiminiz ya da terapistiniz tarafından gözden geçirilmelidir. Dep­resif belirtilerin en sık nedeni olabilecek bu problemlerin hepsi gözden ge­çirildikten ve fizik muayene ve kan incelemeleri yapıldıktan sonra, dep­resyona neden olabilecek diğer yüzlerce uzak olasılığı birinci sırada gözden geçirmek pek anlamlı değildir.

Mantıklı ve işinin ehli bir hekim ya da terapist ancak daha önce dep­resyon öykünüz yoksa, ailenizde duygudurum bozukluğu öyküsü yoksa, ola­ğandışı fiziksel belirti ve bulgularınız varsa ya da konfüzyonunuz ve bilişsel yetilerinizde bir bozulma varsa diğer tanılardan şüphelenir. Ayrıca 50 yaşın üzerindeyseniz ya da başka ilaçlar kullanıyorsanız o zaman yine diğer etmenleri gözönünde tutacaklardır.

Depresif hastalığa bağlı olmayan depresyon belirtilerinin çoğu standart te­davilere yanıt vermez. Depresyonunuz elde bulunan depresyona yönelik de­ğişik tedavilere yanıt vermediyse o zaman hekiminiz ya da terapistiniz ek psi­kiyatrik ve tıbbi değerlendirmelerden geçmenizi size önerecektir. Bu araştırmalardan başka bir tanı olasılığı ortaya çıkmazsa o zaman daha nadir görülen nedenleri araştırmak isteyebilir.

Kendimde depresyon ya da başka bir duygudurum bozukluğu olduğundan şüphelenirsem bir değerlendirme için kimi görmeliyim?

Her ruh sağlığı uzmanına geniş bir değerlendirme yapacağı ve doğru tanı ko­yacağı konusunda güvenmek olası değildir. Aynı şekilde her terapistin uygun bir tedavi bileşimini önerebileceğine de güvenmek zordur. Aynı problemle aynı binada çalışan iki ayrı terapiste başvursanız ikisinin birbirinden tamamen farklı tedavi yaklaşımları sunduğunu görebilirsiniz.

Tıp dışı eğitim almış psikoterapistler (sosyal hizmet uzmanları, psi­kologlar, danışmanlar, evlilik danışmanları) arasında tam bir değerlendirmeyi yürütebilecek ve uygun bir tedavi önerebilecek hiçbir grup yoktur. İyi tedavi uygulayabilme şansları daha çok bireysel ilgi alanları, eğitimleri ve kuramsal yönelimlerine bağlıdır.

Bir psikiyatriste başvurursanız uygun bir tedavi alma olasılığınız daha faz­ladır. Ancak depresyonun değerlendirmesi ve tedavisi psikiyatristler arasında bir uzmanlık haline gelmektedir. Meslekteki ve hatta tüm ruh sağlığı mes­leklerindeki bilgi birikimi hızla artmaktadır. Tıp dışı psikoterapistler ve mizaç bozuklukları üzerinde uzmanlaşmamış bazı psikiyatristler tanı ve tedavisi ko­nusundaki son gelişmeleri izleyememiş olabilir.

Hafif ya da orta şiddette depresyonu olan bazı potansiyel hastalar psikiyatristlere başvurmamaktadır çünkü yaygın olan yanlış bir inanç vardır, bu da psikiyatristlere "gerçekten aklınızı kaçırdıysanız" ya da çok derindeki duy­gusal konularla uğraşacaksanız başvurmanız gerektiğidir. Bu doğru değildir. Terapistiniz bir psikiyatriste danışmanızı öneriyorsa bu ancak tanıyı net­leştirmek ve uygun tedaviye karar vermek içindir. Terapistiniz ilaç tedavisiyle düzelecek bir duygudurum bozukluğunuz olduğuna inanıyor olabilir. Ya da duygusal belirtilerinize katkıda bulunan bir tıbbi hastalığınız olduğunu ak­lından geçiriyor olabilir. Görüşeceğiniz psikiyatrist muhtemelen sizdeki derin duygusal konuları araştırmaya kalkışmayacaktır. Bu terapistinize bı­rakılacaktır.

Ruh sağlığı alanında çalışan ve tıp dışı eğitim almış bazı kişiler doktora ya­parak "doktor" unvanını kullanmaya hak kazanmış olabilirler. Ancak bunlar tıp eğitimi almamışlardır. Eğitimleri ve yönelimlerine bağlı olarak, sizin tıbbi bir hastalığınız olduğu ya da ilaca yanıt verecek bir duygudurum bo­zukluğunuz bulunduğu akıllarına gelebilir de, gelmeyebilir de...

Öyleyse ne yapmalıyım?

Sağlık güvenceniz ya da yeterli maddi kaynağınız varsa, aile doktorunuzdan özel çalışan birini görme konusunda öneri almalısınız. Genellikle, en fazla eği­timi ve deneyimi olanlar özel çalışan klinisyenlerdir.

Kişilere, bir akrabalarının ya da arkadaşlarının daha önce gittiği ya da halen gitmekte olduğu bir terapiste gitmelerini önermem. Başlangıçta böyle bir öneri size en iyisiymiş gibi gelebilir, fakat bu kötü bir fikirdir. Bir te­sisatçıya gereksinim duyduğunuzda bir arkadaştan isim almanız oldukça mantıklıdır. Arkadaşınız bu tesisatçıyla sizin su borularınızla ilgili biraz de­dikodu yapsa bile siz onunla olan ilişkiniz konusunda ikinci kez dü­şünmezsiniz. Tesisatçı arkadaşınıza banyo küvetinizdeki kıl yumaklarından söz etse bununla çok fazla ilgilenmezsiniz. Fakat terapistiniz sizin tanıdığınız birisini görüyorsa sır tutma ve gizlilikle ilgili potansiyel sorunlar rahatsız edici düzeyde olabilir.

Öneride bulunan kişiye sorununuzun doğasından söz edin. Size önerilen kişinin duygudurum bozuklukları konusunda uzman olan ve farklı tedavi yön­temleri konusunda bilgili olabilecek birisi olduğundan emin olun. Terapistler depresyonu tedavi ettiklerini söyleyebilirler fakat duygudurum bozukluklarının tedavisi konusunda uzman olmayabilirler. Terapistin depresyonun de­ğerlendirilmesi ve tedavisiyle ilgili yaklaşımı hakkında bilgi almalısınız. Te­rapist ayrıntılı bir değerlendirme yapmamışsa, ilaç kullanımına kesinlikle karşı çıkıyorsa ya da sadece bir tedavi kuramına sıkı sıkıya bağlı kalıyorsa o zaman danışacak başka birini aramalısınız.

Metropolitan bölgelerde psikiyatristler 45 dakikalık süre için kabaca 100-175 dolar ücret alırlar. Klinik psikologlar 75-125 dolar alırlar. Klinik sosyal hizmet uzmanları ise 50-100 dolar alırlar. Bu miktarlar, örneğin New York gibi büyük metropolitan bölgelerde bir miktar yüksek, kırsal alanlarda ise daha düşük olabilir. Bazı terapistler ise sizin ödeyebilme gücünüze göre de­ğişebilecek bir düzenleme yaparlar. Ücretlerdeki farklılıklar bir grup uzmanın diğerinden daha fazlasını hakettiği ya da daha iyi hizmet verdiği anlamına gel­mez. Araştırmalar açık olarak göstermiştir ki akademik kimlikler aldığınız psikoterapinin kalitesi ya da etkisi üzerinde bir farklılık yaratmamaktadır. Ancak bir psikiyatriste gitmek, alacağınız tanıda ve önerilen tedavinin niteliğinde farklılığa neden olabilir.

Sağlık sigortanız ya da terapiye verecek yeterli paranız yoksa o zaman yerel bir ruh sağlığı merkezine başvurabilirsiniz. Bunlar yardım kuruluşları ya da belediye ve devlet tarafından işletilirler. Buralardaki ücretler değişkendir ve sıklıkla özel terapistlerin ücretlerinden daha düşüktür. Bu kurumlar kişiler üc­reti ödeyemediği zaman onları geri çevirmezler. Ruh sağlığı kurumlarının avantajı gereksiniminiz olan yardımın tümünü (psikoterapi, aile danışmanlığı, eğitim seminerleri, destek grupları, savunma hizmetleri ve tıbbi tedavi) aynı çatı altında bulabilmenizdir.

Ancak dezavantajlar da vardır: Bir terapist ya da psikiyatrist ile görüşene kadar çok beklemeniz gerekebilir. Terapistler genç, yaşam deneyimleri az, mesleki deneyimleri az ve daha az eğitimli olabilirler.

Bir ruh sağlığı kurumunda terapiste gitmenin en büyük dezavantajı, bunların birkaç yıl sonra bu kurumlardan ayrılmasıdır. Böyle bir şey sizin başınıza gelirse terapistinize çevredeki başka bir kurumda ya da özel olarak çalışıp ça­lışmayacağını sorun. Terapistiniz de özel ortamda sizinle çalışmayı istiyor ola­bilir ve ücrette de sizin için indirim yapabilir.

Ruh sağlığı uzmanları bir tanıya nasıl ulaşırlar? Klinik depresyon için uygulanan bir kan testi var mıdır?

Depresyon tanısını doğrulayacak, kan testi ya da beyin incelemesi gibi bazı nesnel fiziki araçlar olsa herkes kendisini daha rahat hissederdi. Depresyona ait, "biyolojik işaret" olarak adlandırılan, çok sayıda madde bulunmuş ve araş­tırılmıştır. Birkaçı antidepresan tedavisine başlarken yol gösterici olarak kul­lanılmaya başlanmıştır. Ancak, depresyonun alt tiplerini güvenilir şekilde be­lirlemek ve belli tedavilere alınacak yanıtı önceden kestirmek için bu işaretlerin kullanılması henüz emekleme dönemindedir. Yöntem çok yay­gınlaşmamıştır.

Örneğin deksametazon supresyon testi (DST) depresyon tanısı koymak için zaman zaman kullanılan bir araçtır. Kortizol adındaki bir hormon depresyonlu hastalarda sıklıkla yükselir. Hastaya, normalde kortizol üretimini baskılayan deksametazondan bir doz verilir. Bir kaç saat sonra, kortizol dü­zeyinin düşük olması gereken bir zamanda, kortizol kan düzeyi ölçülür. Hâlâ yüksek ise (kortizol baskılanmamışsa), hastada depresyon olduğu ve antidepresanlara iyi yanıt vereceği kabul edilir. DST bazı depresyon olgularında kesin tanı koyabilir, özellikle başka sağlık sorunu olmayan genç bireylerde. Sorun, testin depresyonu olan bazı bireylere doğru tanı koyamaması ya da tam tersi depresyonu olmayan, bazı kişilere depresyon tanısı koymasıdır.

Florida Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Dr. Mark Gold, bunun DST gibi testlerle ilgili olmadığına, kullanılan çağ dışı tanı yöntemlerindeki sorunları yansıttığına inanmaktadır. Depresyonla İlgili İyi Haberler adlı kitabında "depresyon" ibaresinin tüm hastaların yaşadığı tek bir hastalık süreci olarak ele alındığına dikkat çekmektedir. Fakat beyindeki farklı biyokimyasal dü­zensizlikler, birbirine benzer, hatta tıpatıp aynı belirti grubuna neden ola­bilirler ve biz bunu depresyon olarak adlandırırız. Bu gözönünde bu­lundurulduğunda sadece bir biyokimyasal bozukluğu gösteren bir test çok güvenilir olmayacaktır.


Dr. Gold şu anda kullanılan tanı sisteminden tamamen vazgeçip en te­melden yeni bir tane kurmamız gerektiğine inanmaktadır. Bu, depresyondaki değişik biyokimyasal anormalliklerin tanımlanması ve sonra hangi özgül tedavinin hangi anormalliklerde kullanılacağına karar verilmesi anlamına gelir.

Dr. Gold, depresyonu olan bir kişiye uygun tanının konması ve tedavinin planlanması için, hekimlerin depresyonu taklit edebilecek bir tıbbi hastalığı yoğun bir şekilde araştırmaları gerektiği konusunda ısrar etmektedir. Hiçbir şey bulunmazsa o zaman depresyonun alt tipini bulma ve tedaviye rehberlik etmesi açısından laboratuvar testlerinin kullanılması gerektiğini sa­vunmaktadır. İlk kez başvuran hastalar için bu yaklaşımın gereksinimi ve kli­nik yararlılığı bir miktar tartışmalıdır. Her durumda, bu uygulama çok yaygın değildir.

İlk defa başvuran depresyonlu bir hasta için tam bir geleneksel muayene oldukça yeterlidir. Bu, hastaların büyük çoğunluğunda, en kısa zamanda doğru tanıyı koyacak ve depresyonu yeterli şekilde tedavi edecektir.

Tam kelimesini vurgulamak istiyorum, çünkü pek çok ruh sağlığı uzmanı tam bir muayene yapmaktan çok uzaktır. Sıklıkla tıbbi bir hastalığın be­lirtilerini, madde kötüye kullanımını ve depresyonu taklit eden diğer sorunları yakalamakta başarılı olamamaktadırlar. Hatta, özellikle hafif ya da kronik ise, kişinin depresyon olarak adlandırılan bir biyolojik hastalığı olduğundan bile şüphelenmeyebilirler.

Tam, geleneksel bir muayenenin bileşenleri nedir?

Fizik muayene, kan incelemesi ve tıbbi öykü tanı sürecinin temelini oluşturur. Kan incelemesi bir tiroid fonksiyon testi olan TSH'yı da (tiroid stimüle edici hormon) kapsamalıdır. Aslında, en iyisi duygudurum bozukluğu için yardım almak amacıyla başvuran herkese, tiroid fonkiyonu için özel bir test olan TRH (tirotiropin salgılatıcı hormon) uyarı testinin uygulanmasıdır. TRH uyan testi ti­roid bozukluklannın en sinsi türlerine bile duyarlıdır. Bu test tiroid bo-zukluklannı yakalar ancak TSH testi yakalamaz. Ancak uygulamasında bir kez kan alınması yeterli değildir. Bunun sonucu olarak hekimler tarafından nadiren istenir. Antidepresanlarla iyi oluyor ancak depresyon yineliyorsa ya da bipolar bozukluğun hızlı döngülü bipolar bozukluk (bak. Bölüm 3) diye adlandırılan bir türüne sahipseniz o zaman hekiminizden TRH uyan testi yaptırmasını isteyin.
Bundan sonra psikiyatristiniz ya da terapistiniz bir duygudurum bo­zukluğunun belirti ve bulgularını aramaya başlar. Bulgular ruh sağlığı uz­manının farkettiği sorunlardır, örneğin sizin tarafınızdan depresyonun bir par­çası olarak algılanmayan sinirlilik gibi. Belirtiler ise sizin söz ettiğiniz ya da terapistinizin sizden elde ettiği yakınmalardır, örneğin çökkün duygudurum gibi. Kullandığınız diğer hekimlerce verilmiş ilaçlar, hekim önerisi olmadan kullandıklarınız ve alkol kullanımınız da sorgulanmalıdır.

Hekiminiz ya da terapistiniz daha önce geçirmiş olduğunuz depresif atak­ları, bipolar hastalığı akla getirebilecek duygudurum yükselmelerini ya da diğer duygusal sorunlarınızı sorgulamalıdır. Daha önce almış olduğunuz te­daviyi de soracaktır. Ayrıca ilişkileriniz, okul ve iş geçmişiniz ve kişisel geç­mişinizin diğer yönlerini de soracaktır. Ailedeki herhangi bir psikiyatrik öykü de gözönünde bulundurulacaktır. Bozukluklar kalıtımsal olabilir, diğer aile bi­reylerinde bazı belirti ve bulguların var olması hekiminiz ya da terapistinize değişik tanıları gözönünde bulundurmayı düşündürebilir.

Terapist mutlaka bir ruhsal durum muayenesi yapmalıdır. Bu, fizik mu­ayenenin bir eşdeğeridir. Örneğin size, dikkatinizi toplayabilme ve mantıklı düşünebilme yetilerinizi kontrol etmek amacıyla bazı kısa sözel ya da yazılı testler verebilir. Ruhsal durum muayenesi beyini etkilediği bilinen bir fiziksel hastalık durumunun olup olmadığı konusunda fikir verebilir.

Tanı için böyle bir yaklaşım oldukça güvenilirdir. Hatta, majör depresyon ve bipolar bozukluk tanısı tıbbın başka alanlarında konan birçok tanıdan daha güvenilirdir. Yukarıdakilerin tümünü yapan, aynı belirtileri taklit eden tıbbi hastalıkları akılda bulunduran ve duygudurum bozukluklarının sinsi belirtilerini bilen bir hekim ya da terapist bulursanız iyi bir hizmet alacağınızdan emin olabilirsiniz.

Depresyonunuz olduğunu öğrendiğinizde çok değişik tepkileriniz olabilir. Duygusal yönden çok fazla acı çekiyorsanız, bu çektiğinizin bir adı ve tedavisi olduğunu duymak sizi rahatlatır.

Hafif ya da orta derecede bir depresyonunuz varsa ve bir psikoterapist depresif hastalığınız olduğunu belirtirse bu sizi oldukça sarsabilir. Hatta tanıyı duyduğunuzda kendinizi kapıdan ilk girdiğinizde hissettiğinizden daha kötü hissedebilirsiniz. Bu, büyük olasılıkla depresif hastalığın bir zayıflık olduğuyla ilgili yanlış inancınızdan dolayıdır.
Tanıyla ilgili duygularınız savunucu bir tepkiyi ortaya çıkarabilir: Kendinizi bir terapist ya da hekimin hangi nedenlerden dolayı böyle yanlış bir tanı ko­yabileceğinin nedenlerini ararken bulabilirsiniz. Örneğin, kendinizi, evliliğiniz bir enkaza döndüğü için, kız ya da erkek arkadaşınız sizi terkettiği için ya da işinizden nefret ettiğiniz için depresyonda olmanızın normal olduğunu dü­şünürken bulabilirsiniz. Böyle tepki veriyorsanız, depresif hastalığınız ola­bileceği fikrinden bile çok rahatsız olduğunuzun farkına varın. Sıkıntı ve kay­gılarınıza karşın tanının mümkün olabileceği konusunda açık fikirli olmaya çalışın. Terapistinizle bu sıkıntıların kaynağını anlamaya çalışın.

Bazen, destekleyici bir eşe ve oldukça rahat bir yaşama sahip olan bir kişi bana, depresyonda olmaktan dolayı suçluluk ve utanç duygularıyla gelir. Ufak tefek sıkıntılar olmuş olsa da bunlara çok fazla tepki göstermiştir. Aile ve ar­kadaşlar "kendine gelmesi" konusunda söylenip durmuşlardır. Bu kişinin "depresyona girmek için herhangi bir nedeni olmadığını" ona göstermişlerdir.

Fakat bir kişinin gribe yakalanmak için nasıl eşi veya ailesiyle sorunlarının olması gerekli değilse, depresyona girmek için de gerçek bir yaşam so­rununun olması gerekli değildir. Depresif hastalık sırasında ufak tefek sı­kıntılara aşırı tepki göstermek olağandır ve bu bir kişilik bozukluğuna bağlı değildir.

Zaman zaman, kendilerini çökkün hissetmeyen depresyonlu hastalar gör­düğüm de olur. Bu nasıl mümkün olmaktadır? Kendini çökkün hissetmek ve depresif hastalığa sahip olmak iki ayrı şeydir. Bu hastalar tanıyı duy­duklarında şaşırırlar ve kafaları karışır çünkü depresyonun pek çok belirtisi olan bir hastalık olduğunu bilmezler. Depresif mizaç kişilerin her zaman değil, sıklıkla yakındığı bir belirtidir. Depresif hastalığı olan bir kişi bazen sı­kıntılı, sinirli, doyumsuz, canı sıkılmış, boşlukta ya da "sanki kimse aldırmıyormuş" gibi hissedebilir.