Hareket ve Denge Duyusu

Hareket ve Denge Duyusu

Labirentte yer alan kanal sis­temi içinde sinir hücreleri bulu­nur. Bunların duyu kılları da je-limsi bir yastığa oturur. Eğer kal a sallanırsa, labirent sıvısı hareketin gerisinde kalır. Bu şekilde oluşan akıntı jelimsi yastığı iter ve böylece hareket algılanır. Yay ka­nalları üç yönde bulunduğundan, hareketler üç yönde kaydedilir. Denge organı olarak 'STATOLİT ORGANI" görev yapar

Bu, küre şeklindeki bir yerde ve labirentin altında bulunur. Jelli yastıktaki kalsiyum kristalleri, yani statolit­ler kafa yana doğru eğilirse, yerçekimi etkisi ile yana çekilir. Bununla ilgili duyu si­nirleri vücudun dikine olan konumunun, değiştiğini veya vücudun eğildiğini beyne gönderirler.

Gürültü Nedeniyle Sağırlık

Ses dalgası mekanik yolla iç kulağa iletilir. İç kulaktaki bazilar membran ses dalgasını alır. Ses tonunun yüksekliği, sesin dalga boyuna eşdeğerdir. Bazilar membran ses çok yüksek olursa oldukça büyük bir çıkıntı yapar. Hatta mekanik ola­rak zarara bile uğrar. Bunun sonunda sağırlık görülür. Böyle hastalıklar bir daha iyileşmez.

Bütün ses ötesi dalgaları oval pencereden, bazilar membrana geçer. Yani bazilar membranın baş tarafı en çok etki altında kalır. Bu nedenle gürültünün yol açtığı sağırlık, sesin yüksek frekanslı olması halinde ortaya çıkar.

Ses sürekli ve çok gürültülü bir makinenin çalışması şeklinde ise bazilar membran daha da etkilenir. Gürültülü müzik de duyma yeteneğini zarara uğratır.

Ses yükselticilerle, zarar yapıcı sınıra yakın bir yüksekliğe ulaşan her türlü müzik, kulakta daha önemli tahribata yol açar. Bunun dışında hoperlörden çıkan ses­lerin, kulaklık kullanılarak dinlenmesi de sağırlığa neden olur. Hayvanların sesi du-yabilme en üst sınırı kHz olarak aşağıdaki gibidir: Yılan balığı 0.6; yunus 200; ya­rasa 400; tavuk 38; köpek 135; fare 100; insan 21; puhu kuşu 8; su kaplumbağası 4 ve ağustos böceğinde 20 kHz'dır.

Diğer Duyu Organları Koklama Organı (Burun)

Koklama organlarının müşterek yanı, koku maddesini taşıyan ortamın koklama organınca algılanması ve mümkün mertebe çok sayıda koku maddesi molekülünün koklama hücreleri ile temas edebilmesidir. Böceklerin koku alma hücreleri antenler­dedir. Bunlar uçma esnasında havayı tarar. Balıklar da koku hücrelerini vücutlarının üst yüzeyinde taşır. Önde ağzın üstünde, içinde almaçlar bulunan iki duyu çukuru yer alır.

Birçok hayvanda örneğin ipek böceği (=Boınby.\ mori)nde seks hormonu feromon, erkek tarafından algılanır ve dişinin yeri böylece bulunur. Daha gelişmiş canlı gurubundan akbaba veya kediler besin yerlerini koku alma organları yardımı ile hemen belir­ler.

İnsanda ve maymunlarda koku alma organı iyi gelişmediği halde (=mikrosmatik canlılar) evcil hay­vanlarda iyi gelişmiştir (=makrosmatik canlılar), diğer bazı grup canlılarda, örneğin sucul memelilerde koku alma duyusu yok gibidir (=anosmatik)

Kara omurgalılarında, aynı koku, değişik almaç hücrelerince farklı olarak algılanır. Belli bir koku bazı almaçlarca uyarılma frekansı artırılarak, bazılarınca azaltılarak değerlendirilir. Bundan belirli bir koku için özel ve tek bir almaç hücrenin saptanamamış olmasının rolü vardır. Buna göre almaçlarda çok sayıda almaç molekülü olduğu kabul edilir.

Kara omurgalılarında genellikle burnun iç bögesinin üst yüzeyi, katlantılı olması nedeniyle büyür. Burnun iç kısmındaki mukuslu koklama zarının büyüklüğü ve içerdiği almaç hücre sayısı farkılılık gösterir. Bu zarın yüzeyi ve taşıdığı almaç sayısı köpekte 85 cm2 ve 2.3.xl O8; tavşanda 9.3 cm2 ve 1x108; insanda 2.5-5 cm2 ve 3 x 107 ve karacada 90 cm2 ve 3xl08 olarak bulunmuştur. Böylece orada yeterli sayıda duyu hücreleri yer alabilir Koku duyusunun etki mekanizması ile ilgili bilgile­rimiz oldukça sınırlıdır Koku duyarlılığının bu kadar çeşitli oluşunun nasıl ortaya çıktığı tam olarak bilin­memektedir. Çeşitli kimyasal yapılarda farklı koku maddelerinin taşınması bize koklamanın etki şekli hakkında tam bilgi vermez.

Tatma Duyusu (Dil)

Lezzet hücreleri, koku alma hücrelerinden farklıdır. Bunlar ikincil duyu hücreleri olup, normal bir epitel olan lezzet tomurcuğu'nda yer alır ve gerçek lezzet organlarıdır. Balıklarda ağız içinden başka vücudun dış kısmındaki bazı bölgelerde yer alırlar karasal omurgalılarda vücut yüzeyindekiler kaybolmuştur. Memelilerde ise dilde dil papilasına bağlı olarak bulunur.

Lezzet

tomurcuğunda çeşitli uzunlamasına hücreler vardır. Bunlar üst kısımda (=apikal) tomurcuğun çukur gibi içeriye çökmesi ile mikrovillus demetlerini oraya gön­derir. Bazalde hücreler sinir iplikleri ile ilişkidedir.


Tat alma duyusu besin lezzetinin yemek için uygun olup olmadığını kontrol etmeye yarar. İnsanda tatlı, tuzlu ekşi ve acı gibi tat kaliteleri bulunur. Besinlerin sahip olduğu diğer aroma farklarını koklama duyusu ile algılayabiliriz. Zaten lokmayı çiğnerken bazı koku maddesi molekülleri doğrudan doğruya buruna geçer. Bu nedenle besin maddelerinin değişik olan tadları burun tıkalı iken ya hiç algılanmaz ya da çok az algılanır

Besin maddelerinin tat kalitesini ayırdedebilme yeteneği, evrim sürecinde aşağıdaki gibi olaylanmış olabilir: Karbonhidratlı besini tatlı olarak algılayan ve bu nedenle lezzetli bulan hayvan, yaşamı boyunca bu tip besini aramakta ve böylece enerjice zengin besin maddelerini yemiş olmaktadır. Bu durum ona çevresi ile olan ilişkilerinde bir avantaj sağlar. Böylece tatlı tadı alabilme özelliği, döllere aktarılarak geliştirilir ve sürdürülür

Kimyasal İç Uyarı

Vücudun iç kısmında ve nerede oldukları zor saptanan duyu hücreleri, bazı kimyasal uyarılara tepki gösterme yeteneği taşır. Bunlar çoğu kez tek tuk hücre şeklinde bulunur. Bağırsaktaki besinin asiditesini belirleyebilirler. Böylece midenin bağırsağa gönderdiği besin miktarının oranı saptanmış olur. Damarlardaki duyu hücreleri ise oksijen ve karbon­dioksit miktarını tespit edebilir. Buna bağlı olarak soluk alma ve verme frekansı doğrudan doğruya ayarlanmış olur. Kan şekeri düzeyinin yüksekliği de bu duyu hücrelerinin yardımı ile açlık veya tokluk hissini sevk ve idare edebilir.

Akıntı Duyusu

Balık ve böcekler yaşadıkları ortamlarda oldukça hızlı hareket edebilir. Bunların sahip oldukları türe özgü hızları duyu organları tarafından belirlenir ve ölçülür. Bunun için böcek­lerin DUYU KILLARI vardır.

Balıklar "yanal=lateral çizgi"ye sahiptirler. Bu çizgi koyu renkli ve vücudun yan tarafı boyunca uzanır Yanal çizgi deri altındaki bir kanaldan oluşur. Küçük porlar vasıtasıyla dış dünyayla ilişkidedir. Kanalda, iç kulağımızda bulunan labirentteki gibi duyu kılı taşıyan jelli hücreler yer alır. Su, yüzme hareketleri ve de­rinin üstündeki akıntı ile kanala baskı yapar veya onun tarafından dışarıya verilirse, duyu kılları bu hareketi kolayca kaydeder.

Manyetik Duyu

Büyük bir mıknatıs kullanılarak arı kovanı çevresinin manyetik alanı nötralize edilebilir. Bunun sonucunda arılar yönlerini bulmada güçlük çeker. Vücutlarına kü­çük mıknatıs yerleştirilen güvercinler de yönlerini şaşırır.
Bu durum güvercinlerin hipotalamuslarında demir iyonları taşıdıklarının bulun­ması ile daha da açıklık kazanmış ve böylece onların manyetik duyguya sahip olduk­ları anlaşılmıştır. Aynı şekilde manyetik alana tepki gösteren bazı bakteriler de MAGNETOZOM adlı yapılar taşır.

Elektriki Alanlar İçin Duyu Organı

Nil turna balığı elektiriki alanlar oluşturur. Bu alanlar turna balığının vücudunu sarar
Bu alana iyi bir elektriki iletgen girerse, bu çizgiler buraya toplanır. Kötü bir iletgen ise bunları birbirinden ayırır. Bu yolla oluşan çok az orandaki değişiklik bile, duyarlı duyu organlarınca algılanır. Böylece balık yaşadığı ortamın elektriki durumu hakkında bilgi sahibi olur. Bu durum kirlenmiş bir sucul ortamda, diğer duyu organ­larının görev yapamaması nedeniyle balığa önemli bir avantaj sağlar.Elektriki alan­lar, değişmiş kas veya ELEKTRO'SİT de denen hücrelerce üretilir. Bir elektrosit yaklaşık 100 mV'luk bir potansiyel enerji üretebilir. Arka arkaya dev­reye giren bu şekildeki 6 000 adet hücre 600 mV'luk bir enerji oluşturur. Titrek yılan balığı de­poladığı bu yüksek enerjiyi kul­lanarak avını felç eder. Nil turnası birkaç yüz Hz'lik frekansta yak­laşık 1 V'luk bir gerilim üreterek yönünü bulur. Elektriki alan üretemeyen balıklarda da, bazı duyu organları vardır. Bu organları ile diğer hayvanların elektriki alanlarını algılarlar

Uyku ve Ruya İliskisi

Uyku ve Rüya

Uyku olayı vücudun dinlenmek için gereksinim duyduğu sakin hali ve pasif du­rumu olmayıp, sinir sisteminin karışık ve önemli çalışma şeklidir. Uyku sırasında alman elektroensefalogram (=EEG) vasıtası ile elde edilen değişik grafikler incelenir­se sinir hücrelerinin yoğun bir şekilde gerçekleştirdikleri faaliyetlerini görmek müm­kün olur. Örneğin uykunun rüya görülmeyen evrelerinde UYKU MEKİĞİ denen ti­pik EEG'-GRAFİKLERİ izlenir. Uyanıkken kontrol edilen beyin, 10 Hz'lik ve dü­zenli titreşime sahip alfa dalgaları gösterir. Uyku dalgaları ise 0,5-3 Hz arasında pandül hareketi yapar. Rüya evreleri ise, uyanıkken yoğun bir çalışma yapan beyinde de izlendiği gibi, düzensiz pikli çizgilerle karakterize edilir.

Uyku sırasında beynin ne zaman rüya gördüğünü dıştan belirlemek mümkündür. Gözler, kapanan kapaklar arasında kaydedilebilen, canlı hareketler yapar. Bu nedenle rüyalı uyku için REM UYKUSU (=rapid eye movement) kavramı kullanılır. Göz­lerin uykuda iken izlenen resmi takip etmesi olasılığı vardır. Eğer test yapılan kişi REM-uyku fazında uyandırılırsa, uykuda gördüğü rüyaları hatırlayarak onlardan söz eder. Ama eğer REM-uykusunda iken uyandırılmamışsa gördüğü rüyadan söz etmez. Bebek ve örneğin köpek, kedi gibi çeşitli hayvanlar da, uykuda iken hızlı göz hareke­ti yapar. Bundan da onların rüya gördükleri sonucu çıkar.

Deneyde kullanılan kişiler, REM-evresinin başında iken uyandırılır, yani rüya görmeleri engellenirse, bir müddet sonra ruhi bozukluk ve hastalık belirtileri ortaya çıkabilir. Uzun süre rüya görmeleri engellenen hayvanlar bunun sonucu bir müddet sonra ölürler. Bu nedenle rüya görmenin hayati önemi vardır.

Stres ve Ruhsal Hastaliklar

Stres ve Ruhsal Hastalıklar

Stres


Trafik kargaşasında hissetmesek bile tansiyon ve kalp atış frekansı yükselir. Trafiğin neden olduğu bu kritik durumlarda, hormon sistemi ile sinir sistemi bera­berce çalışır. Simpatik sinir sistemi ve adrenalin gibi aktive edici hormonlar vücudu, dış tehlikelere karşı koruma ve onlarla uygun çalışabilmesi için etkiler. Vücudun bu olaylardan etkilenip, arzu edilmeyen bir ruhi bunalıma girmesi durumuna kısaca STRES denir. İnsan veya diğer canlıların da sahip olduğu bu sistem, doğada türün devamını sağlar.

Günümüz insanı çevredeki doğal tehlikeleri önceden algılar ve buna karşı ön­lemleri alır. Bu yüzden insanoğlu kendisini koruyan ve uygun yaşama koşullan sağ­layan yapay bir dünya yaratmıştır. Aslında insanı tehdit eden hususların doğası biraz farklıdır. Bu yapay düzende mesleki gereksinimler, ruhi sıkıntılar, trafikteki tehlikeli durumlar ve buna benzer hususlar bizi çok daha fazla ve değişik boyutta etkiler. Bu tehlikeler doğal koşullarda olanlara göre tamamen farklı olsa bile, vücudumuzun on­lara tepkisi taş devri insanını andırır. Mesela tansiyonun artması, kalp atışlarının süratlenmesi, günlük sıkıntılarda artan duyarlılık, saldırı ve kaçış gibi ruhi durumlar sözkonusu olunca bunlara bedenen hazır olmadan cevap veririz. Oysa insan vücudu yukarıda belirtilen sıkıntılara sürekli olarak maruz kalmaya alışık değildir. Bu olay­ların süreklilik kazanması ve etkisi, sonucunda damar kramp ve tıkanmaları ile bez­lerin işlevlerindeki bozukluklar ortaya çıkabilir. Bunlar dolaşım bozukluğu ve ülsere yol açar. Bu hastalıklara kısaca MEDENİYET HASTALIĞI denir.

Ruhi Hastalıklar

İnsanlar, dıştan bilinmeyen nedenlerle bunalım veya depresyona girebilir. Gen­ellikle beynin belli bir bölümündeki organik bozukluk buna yol açar. Bu tip hasta­lıklara PSİKOZ adı verilir. Beynin karmaşık yapısı nedeniyle, hastalığın oluştuğu bölgenin tesbiti zordur. İlaç ve ameliyat bazen hafifletici etki yaparsa da, genellikle yan etkiler görülebilir. Diğer durumlarda hastalık yapan bozukluk, bazı etkili olayla­ra da dayanır, mesela maden ocağında yaşanan bir olay o kişinin dar alanlardan kork­masına neden olur. Böyle organik olmayan bozuklukların yol açtığı rahatsızlıklara NÖYROZ denir. Bu hastalıklar ilaçsız ve ameliyatsız olarak bir nevi ikna ile konuşarak tedavi edilir.

Cevre ve Duyu Organlari

Çevre ve Duyu Organları

Yarasa, balina ve yunus duyulamayan ses ötesi dalgalar yardımı ile yönlerini bulurlar. Yılanlar ise sağırdır. Bunlar, yılan oynatan fakirin flütünden çıkan sese de­ğil, onun hareketlerine tepki gösterir. Böcekler ultraviyole ışığı görür. Ultraviyole ışığa duyarlı olan bir filmle, çiçek resmi çekilirse, normalde göremediğimiz yapıları izleyebiliriz

Bazı hayvanlar, bizim algılayamadığımız olayları hisseder, ama kolayca anlaya­bildiğimiz veya algılayabildiklerimize tepki göstermezler. Ne hayvan, ne de insanlar kendilerini saran ve gerçekten var olan hakikatlerin tümü ile ilgili bilgilere sahip de­ğildir. Ancak uygun ve yeterli organları taşıyan hayvanlar çevrelerini algılar. Evrim sürecinde, yaşam için önemli olan duyu organları gelişmiştir. İnsanlar ilave organlar geliştirip duyu organlarının işleyişine destek olmuşlardır. Bu şekilde ultraşal, ultra­viyole, radyoaktivite ve kozmik ışınlar için uygun olan ölçüm aletleri yapılarak nor­malde algılanamayan gerçek değerler elde edilebilir. Örneğin yarasanın ultraşal alan­daki işlevlerini kaydedebilir ve ölçebiliriz; ama bu hayvanın gördüğü çevreye ait re­sim hakkında görüş belirtmek çok güçtür. Bizim için belli bir bölgede bulunan ci­simleri ışıkla değil de ses ötesi dalgaları kullanarak kaydeden bir dünya düşünülemez. Manyetik alan duyusu arılar ve kuşlarda; elektriki alan duyusu ise sadece balıklarda kanıtlanabilmiştir.

Duyma Organi Kulak Hakkinda Bilgiler

Duyma Organı Kulak

İşitme organı kulak, dış, orta ve iç olmak üzere üç bölgeden oluşur. Dış işitme kanalı (=kulak yolu) dış kulaktadır. Burası ses dalgalarını alır. Orta kulak işitme kemiklerini taşır ve ses dalgalarını düzenleyerek, bunları iç kulak almaçlarına gönderir. Kafatasında kemik maddesinin içine yatmış, dallı bir kanal sistemi olan iç kulak bulunur İç kulak işitme ile ilgili olan coclea'yı ve işitme ile ilgili olmayan vestibular organı, Cohlea ise işitme duyusunun alıcılarını taşır

Kulak zarı (=Membrana tympani), kulak yolu ile orta kulağı (=Cavum tympani) bir­birinden ayırır. Kulak zarının yüzeyi insanda 55 mm2, farede 2,2., kirpide 16, kedide 46, sığırda 86 ve gorilde 97 mm2'dir.

Kulak, labirentinin üç yay kanalı, bunun altındaki iki oda ve salyangozdan oluşur. Salyangoz birbirine paralel uzanan üç kanala ayrılır. Bunlardan üsttekine Scala vestibuli, işitme almaçlarının bulunduğu korti organını taşıyan ortadakine, Scala cochlearis (=Scala media) ve alttakine Scala tympani denir. Orta kanal labirentlerle ilişkidedir. Diğer ikisi oval ve yuvarlak pencere kanalı ile orta kulağa bağlantılıdır. Orta ve alt kanal arasında BAZİLAR MEMBRAN bulunur. Bazilar mebran salyangozun başlangıcında yer alır ve uç kısma doğru genişler. Ses, dış ve orta kulağın yardımcı yapıları ile oval pence­reye iletilir. Burada Scala vestibulinin sıvısı basınç dalgasını algılar. Daha sonra sesin oluşturduğu bu dalga salyangozun üst kısmına gelir ve uç kısmında Scala tympaniye tekrar geri döner. Bu da tekrar aşağıya inerek, yuvarlak pencereden orta kulağa geçer. Bazilar membran gergin olmayıp, elastik yapılı olduğu için, sesin basınç dalgasını azaltır ve hareket enerjisinin bir bölümünü, salyangozun ucuna ulaşmadan önce Scala tympaniye verir. Böylece ses titreşimi de azalır. Yüksek titreşimli sesler düşüklere göre daha çabuk azaltılır ve bunun sonucunda onların salyangozun dışına taşımaları önlenir.

Ses etkisi altındaki iç kulak sıvısı oraya buraya hareket eder. Bazilar membran yukarıya doğru daha da genişler. Bu nedenle sesin dalga boyu, oval pencereden uzaklaştıkça kısalır, zira hareket halindeki sıvıyı dengeleyen alan büyür. Dalga boyunun azalma ve kısalması o şekilde olur ki, bazilar membran, belli ses frekansı için karakteris­tik olan bir noktada en büyük çıkıntıyı yapar. Bu nokta yüksek frekanslar için oval pencerenin yakınında, düşükler için ise salyangozun üstünde yer alır. Bu duyu hücreleri ve kıllarından oluşur. Bunlar bir membran tarafından tek taraflı olarak örtülür. Bazilar membranın şişmesi ile örtü membranının altındaki sıvı dışarıya doğru basılır. Böylece duyu kılları bükülür ve duyu hücreleri uyarıyı algılar
İnsan kulağının duyarlığı 16 Hz ve 20 kHz frekansları arasındadır. Köpek gibi diğer omurgalı hayvanlar daha yüksek frekanslı ultraşal sesleri algılar. Yarasa, yunus ve bali­nalar da yer tespiti ve avlanabilmek için ultraşal sinyalleri değerlendirir.

Böceklerin duyma organları da, membranların sesle hareket ettirilmesi ve titreşimlerin sinir hücrelerince kaydedilmesi gibi kuramların geçerli olduğu omurgalı hayvan kulağına benzer. Ama onlarda sesi algılayan yardımcı yapıların şekli başkadır. Böceklerdeki kitin boşluk ve duyma membranları vücudun farklı bölgelerindedir. Bunlar yaprak çekirgesi ve cırcır böceğinde ön ayak baldırında; tarla çekirgelerinde ilk abdomen segmentinde ve gece kelebeklerinde göğüs kısmında yer alır.

Goz Cesitleri ve Kompleks Goz

Göz Çeşitleri

Hayvanlar aleminde kamera gözden başka da göz çeşitleri ardır. Bunlardan PİG­MENT KAP GÖZÜ en basit yapılı olanıdır. Bu göz tipi Planaria gibi basit solucan­larda vardır

Pigment kap gözünde, ışığa duyarlı görme küreleri yarım küreyi andırır. Bunlar pigment hücreleri tarafından sarılır. Pigment hücreleri göze gelen ışığı yandan karşılar. Eğer hayvan vücudunun iki yanında böyle bir göz taşıyorsa ışığın geldiği yönü kolayca saptar. Gözün bu çeşidinde bir resim oluşmaz. Bir başka göz tipi olan

ÇUKUR GÖZ'c bazı salyangozlarda rastlanır. Salyangoz vücudunun üst yüzeyinde görme hücrelerinin kapladığı bir çukur bulunur. Burada­ki görme hücreleri bir salgı yumağı tarafından korunur. Bu da ışığı kıran bir yapı olarak etki yapar. Işığın geldiği yönün tespiti, bu gözle üst­teki göz tipine göre daha iyi gerçekleşir. Bunun en önemli nedeni çukur gözün daha fazla hücre içermesidir. Buna rağmen bu göz tipinde algılanabilen bir resim oluşturulmaz. Bazı mürekkep balıklarında olduğu gibi daha ileri or-ganizasyonlu yumuşakçalardaki göz çukuru pu-pile benzer bir açıklığa kadar kapanarak küre şeklinde bir yapıyı oluşturur. Bu yapının meyda­na getirdiği göz tipine DELİK GÖZ adı verilir. Bu tip gözde görme hücreleri oldukça fazladır ve bir retina oluşmuştur. Delik gözün retinasında da kamera gözdeki kurama göre, bir resim mey­dana gelir. Kase gözü, ileri organizasyonlu mürekkep balıklarındaki kamera gözün on basa­mağıdır. Bunun yapısı omurgalı hayvan gözüne çok benzer. Detay ve gelişimde ise doğallıkla birçok farklar vardır.

Kompleks Göz

Göz yapısı akrep ve böcekler gibi eklem bacaklılarda, farklı bir kurama göre gelişmiştir. Burada OMMATİD adı da verilen birçok münferit göz, biraraya gelerek bileşik veya KOMP­LEKS GÖZ'ü oluşturur. Bileşik gözü meydana getiren ommatidler gözün üst yüzeyinde, bir elmasın perdahlanmış halini andırır. Bu göze FASET GÖZ de denir. Bileşik gözdeki ommatid sayısı (=bileşik gözü oluşturan tek göz) su bitinde 22, kulağa kaçanda 270, kraliçe arıda 3900, işçi arıda 7500 ve matmazel böceğinde 28000'dir.

Her ommatidin 8 duyu hücresi vardır. Bunlar uzun bir eksen üzerindedir. İç kısma doğru her duyu hücresi fırça gibi kıl şeklinde, yani mikrovilli denilen yapılar taşır. Bunlara RABDOM denir ve gözün en duyarlı kısmını oluşturur Burada görme renk maddesi, kamera gözün görme hücresi disklerindeki gibi birikir. Mercek (=kutikulalı kornea) ve kristal küreden oluşan bir optik organ, gelen ışını rabdomda biriktirir. Yani ommatid bir resim görmez; ama düşen ışığın türü, miktarı ve yönünü saptar. Pigment hücreleri, duyu hücrelerini komşu ommatidlerden Böceklerde kristal küreyi genelde 8 adet uzunlamasına uzanan ve ışığa duyarlı hücre (=retinula hücresi) sarar. Bunlar iç kısma doğru rabdomerleri oluşturur e). Retinula hücrelerinin bütün rabolomerleri ayrı ayrı bulunabildikleri gibi merkezi bir rabdoma da kaynamış olabilirler. Ommatidler birbirinden pifment hücreleri ile optik olarak ayrılır. Bileşik gözün mekansal çözme yeteneği, her bakış açısındaki ommatidium sayısı ile belirlenir. Sayı ne kadar çoksa görme o kadar iyidir.
Her ommatid baktığı yönden gelen ışığı algılar. Yani eklembacaklıların gördüğü resim, noktaların bir araya gelerek oluşturduğu mozaik resim noktalarıdır.

Kompleks Gözün Özellikleri

Kompleks göz, başın ön kısmında ve yarım küre şeklindedir. Bu nedenle her yönü aynı anda görebilir. Oysa kamera göze sahip insanlar, sadece öne doğru görebilir. İnsan yüzü yaklaşık yarım küre şeklindedir. Bu nedenle her yönü aynı anda göre­bilir. Oysa kamera göze sahip insanlar sadece öne doğru görebilir. İnsan yüzü yaklaşık yarım küre şeklindedir. Böcek, çevrenin yarım küre şeklindeki kesitinden daha fazlasını görür. Kompleks gözün cisimleri görme yeteneği ommatid sayısına bağlıdır. Sinek ve teş­bih böceklerinin ommatid sayısı az olduğu halde, matmazel böceklerinde bu sayı binleri bulur (28000 adet).

Böcek gözü, insanınkine göre daha yüksek optik çözme yeteneğindedir. Bu da bazı böceklerin çok süratli hareket etmelerine uygun düşer. Biz saniyede tek tek 15, böcekler 200 resmi tanır. Bizim gözlerimize göre, daha çok renk görürler. Biz eflatun ve kırmızı arasındaki renkleri görürüz. Böcekler kırmızı ışığı göremez. Buna kirşin bizim göreme­diğimiz ultraviyole ışını algılar. Ayrıca kompleks göz polarize ışığın salınım alanını kay­dedebilir. Hayvanların bulutlu havalarda veya sonrasında güneşin konumunu belirleyip, ona göre yönelebilmeleri bu yüzdendir.

Böceklerin rengi algılayabildikleri ilk önce arılarda kanıtlandı. Bunların farklı spek-tral duyarlılıkta üç tip görme hücresine sahiptir. Bunlardan biri ultraviyole ışığa duyarlıdır. Omurgalı gözünde hiç görülmeyen, polarize ışığın salınım yönü algılama özel­liği de vardır.