Ostrojen Hakkinda Bilgiler

Östrojen Hakkında Bilgiler


En önemli androjen metabolitlerinden biri de testesteronun aromatizasyonu ile oluşan östrojendir. Aromataz, güçlü östrojen olan östradiol'ü (E2) üretebildiği gibi zayıf östrojen olan östron'u da öncül metabolitleri olan androstenedion ve dehidroandrosteron'dan üretebilir. Aromataz aktivitesi özellikle kemik-yüzey hücrelerinde, kondrositlerde ve adipositlerde bulunur. E2, kemik dokuda büyümeyi, yeniden şekillenmeyi ve düzenlenmeyi etkileyen temel cinsiyet hormonudur. E2, osteoblast ve osteoklastlarda çoğalma, farklılaşma ve programlı hücre ölümü gibi birçok hücresel sürece etki ederek kemik yapım ve yıkımını düzenler.


Östrojen reseptörleri kemik dokuda özellikle osteoblastlarda baskın olmak üzere, süngerimsi kemiğin yüzey hücrelerinde, osteositlerde ve çok az oranda osteoklastlarda bulunmaktadırlar. Ayrıca, kortikal kemiğe göre süngerimsi kemikte daha fazla oranda bulunurlar.


Östrojen, tip I kollajen, TGF-P ve IGF-I üretimini arttırır. Bu etkenler östrojenin kemik metabolizması üzerindeki etkilerine aracılık etmektedir. TGF-P osteogenezis ve kondrogeneziste önemli rol oynamaktadır. TGF-P ve IGF-I her ikisi de osteoblast öncül hücrelerinin çoğalmasını ve farklılaşmasını kontrol eder. TGF-P osteoklast yapımını inhibe eder. IGF bağlayıcı proteinler olan IGFBP-2,3 ve 4 gibi proteinlerin üretimini düzenleyerek IGF biyoaktivitesini kontrol eder.


Östrojen, aktif Ca emiliminin yapıldığı duodenal hücrelerin vit.D metabolitlerine olan yanıtının devamını sağlar, direnç gelişimini önler (91), böbreklerde doğrudan la-hidroksilaz enzim aktivitesini arttırarak ya da PTH aracılığı ile 1.25(OH2)D yapımını arttırıp intestinal Ca emilimini düzenler ayrıca östrojenin doğrudan intestinal sistemdeki reseptörleri ile Ca emilimini arttırdığına dair çalışmalar mevcuttur (18). İntestinal sistemdeki diğer bir etkisi de duodenumda VDR sayısını arttırmasıdır (39, 42). Böbreklerde bulunan reseptörleri ile distal tübüllerden Ca geri emilimini arttırırken, PO4 geri emilimini azaltır


Östrojenin kemik yıkımını hızlandıran TNFa, IL-1, IL-6, PGE2 gibi sitokinler üzerine baskılayıcı etkisi olduğuna dair birçok kanıtlar vardır


Östrojenin osteoblast ve osteoklastların programlı hücre ölümü ile ilgili olarak büyük etkileri vardır (123, 262). Osteoklastlarda programlı hücre ölümü TGF-P'nın aracılık ettiği mekanizmalarla olmaktadır. Osteosit ve osteoblastların programlı hücre ölüm süreçleri östrojen tarafından inhibe edilmektedir. Osteoklastlarda programlı hücre ölümünün arttırılması östrojenin antirezorbtif etkisine katkıda bulunurken, osteoblastların programlı hücre ölümlerinin önlenmesi ise iskelet sistemindeki anabolik etkilerine katkıda bulunmaktadır


İskelet sistemindeki yaralanmaların, hastalıkların ve deformitelerin sağaltımının doğru ve bilimsel olarak yapılabilmesi, dinamik bir yapı olan kemik dokusunun temel yapı ve fizyolojisinin anlaşılmasına, osteogenezisi içeren hücresel süreçlerin ve bu süreçleri etkileyen hormonal, moleküler ve genetik mekanizmaların iyi bilinmesine bağlıdır. Bu morfogenetik etmenlerin iskelet gelişimi ve kemik metabolizmasında nasıl bir görev üstlendiklerinin anlaşılması, kırığa neden olabilecek risk faktörlerinin bilinmesine ve osteoporoz gibi çok yönlü kemiksel bozuklukların sağaltımında yeni yaklaşımların gelişmesine yol açacaktır.


http://zehirlenme.blogspot.com

Kemik Metabolizmasi

Kemik Metabolizması


Hücresel farklılaşma, büyüme ve onarım süreçlerini içeren kemik gelişiminde en önemli sistemik etkenler PTH, vit.Ü3 ve kalsitonin gibi hormonlardır. Lokal faktörler ise çeşitli sitokinler (IL-1, IL-6, TNF-a), büyüme faktörleri ve PG'lerdir.


Paratroid Hormon (PTH)


Kemik ve Ca metabolizmasını düzenleyen temel hormonlardan biri PTH'dur. PTH, paratroid bezlerinde üretilen 84 aminoasitli bir polipeptiddir.


PTH salgılanması için temel uyaran plazmadaki iyonize Ca2+ düzeyindeki azalmadır. PTH, plazma Ca2+ konsantrasyonunda artışa ve aynı zamanda plazma fosfat konsantrasyonunda azalmaya sebep olur. Fosfat konsantrasyonundaki bu düşüşün Ca2+ düzenlenmesinde önemli bir rolü vardır. PTH hem Ca2+ hem de fosfat konsantrasyonlarını birlikte arttırmış olsaydı, bu iyonlar kemik veya yumuşak dokuda kolaylıkla kristalize olabilecekler ve istenen plazma Ca2+ düzeyine ulaşılamayacaktı.


PTH'un böbrekler üzerinde önemli etkileri vardır. Henle'nin çıkan kalın kolunda ve distal tübüllerin sonunda Ca2+ geri emilimini arttırır ve idrarda Ca2+ kaybını azaltır. Ayrıca, proksimal tübüllerde fosfat geri emilimini azaltarak idrarla fosfat atılımını arttırır. Böbrekler üzerindeki diğer önemli etkisi de, vit.D'nin aktif yapısına dönüşmesini sağlayan la-hidroksilaz enziminin aktivasyonunu arttırmasıdır. PTH ayrıca osteoblastların kollajen sentezini de inhibe ederek kemik ara madde yapımını azaltır ve sonuç olarak plazmadan kemik dokuya olan iyonize Ca akımı azalır (176, 200).


PTH, osteoklastik kemik yıkımının güçlü bir uyarıcısıdır. PTH, olgunlaşmamış osteoklastların olgunlaşarak aktif osteoklastlara dönüşümünü uyarır. Bu etkisini özellikle osteoblastlar üzerindeki reseptörlerini etkileyerek sağlar. Böylece, kemik yıkımı uyarılarak plazmaya Ca2+ akışı artar. PTH, kemik ara maddesi sentezini arttırır ancak mineralizasyon azalır. Bu etkisi sayesinde plazma Ca2+ düzeyi artarken,kemik ara maddesinin hacmi korunmuş olur. Yüksek dozlarda ise kemik ara maddesi yapımını inhibe eder (69, 176). PTH'un bağırsaklar üzerine doğrudan etkisi yoktur. Ancak, vit.D'nin aktivasyonunu arttırarak bağırsaklardan Ca2+ ve fosfat emilimin dolaylı olarak arttırmış olur (200). Normal koşullar altında Mg2+ dengesinin düzenlenmesinde PTH'un etkisi yoktur. Düşük dozda ve aralıklı verilen PTH'un serum Ca düzeyleri üzerinde çok düşük etkisi vardır ve kemik yapımını arttırarak lomber ve kalça bölgesinde KMY'nu arttırır. Bu anabolik etkisi, PTH'un olgun osteoblastların yaşam sürelerini arttırması ve yeni nesil osteoblastlarda apopitozis sıklığını azaltmasına ilişkin kanıtlarla açıklanabilir


Vitamin D3


Kemik metabolizmasında ve plazma mineral dengesinin düzenlenmesinde kilit rol alan diğer bir yapı vit.D3'tür (cholecalciferol). D vitaminleri, kolestrolden elde edilen yağda eriyen bileşiklerdir. Vit.D3'ten daha az etki gücü olan ancak benzer dönüşüm basamaklarına uğrayıp benzer biyolojik etki gösteren yapı vit.D2'dir (ergocalciferol). Vit.D2 daha çok bitkisel besinlerde ve mayada bulunur.


Vit.D3 beslenme ile alınabilir ya da ciltte ultraviole ışınlarının etkisi ile deride bol bulunan 7-dehidrokolestrol'den yapılır. Yapım süreci keratinositlerde gerçekleşir. Oluşan vitamin D3 öncüsü kendiliğinden vit.D3'e dönüşür. Oluşan vit.D3 derinin bazal tabakasından dolaşıma katılır (105).


Vit.D3'ün kendisietkin değildir. Etkin olabilmesi için bir takım enzimatik süreçlerin gerçekleşmesi gerekir. İlk enzimatik işlem karaciğerde gerçekleşir ve 25.karbona bir adet hidroksil (OH ) grubu eklenir. Oluşan ürün 25-hidroksikolekalsiferol'dür (25-OH D3). Sonrasında, 25-OH D3 kan dolaşımına salınır ve böbreklerde, tübül hücrelerinde bulunan la-hidroksilaz tarafından ikinci defa hidroksilasyona uğrayarak 1.karbonuna hidroksil grubu eklenir. Oluşan ürün 1,25 dihidroksikolekalsiferol'dür. Bu metabolit aynı zamanda 1,25-dihidroksi vit.D3 ya da calcitriol olarak da isimlendirilir ve vit.D3'ün aktif formudur, la-hidroksilaz enzim aktivitesi özellikle PTH tarafından kontrol edilir. Plazma Ca2+ seviyesi düştüğünde PTH salınımı artar ve la-hidroksilaz enzimini aktive ederek 1,25-dihidroksi vit.D3 oluşumunu arttırır. Plazma fosfat düzeyindeki azalma da enzim aktivitesini arttırır. 1,25-dihidroksi vit.D3'ün net etkisi plazma Ca2+ ve fosfat düzeylerini arttırmaktır. Böbreklerde Ca2+ ve fosfatın tübüler geri emilimini arttırır. Aynı şekilde duodenum ve jejenum'da Ca2+ ve fosfat emilimini arttırır (105, 157). Kemik dokuda, PTH'un osteoklastlar üzerindeki etkisini arttırır ve ayrıca osteoblastlar üzerindeki reseptörleri (VDR) aracılığı ile osteoklastlar üzerinde parakrin uyarılar oluşturarak kemik yıkımını arttırır. Ca2+ ve fosfat metabolizmasındaki düzensizlikler oluşmadıkça vit.D3'ün, Mg2+ metabolizması üzerindeki etkisi net olarak izlenmez. VDR'leri jejenum ve osteoblastlar dışında hemen hemen tüm dokularda bulunmaktadır (176, 200). Özellikle kas dokusunda, kas hücrelerinin sayısında ve büyüklüğünde artış sağlayarak kas işlevlerinde iyileşmeye yol açar, dengenin sağlanmasına ve vücut postürünün düzeltilmesine katkıda bulunur, böylece düşme riskini azaltır (2, 12, 26, 31, 115, 203).


Kalsitonin (CT)


Kalsitonin 32 aminoasitli bir polipeptiddir. Tiroid bezinin parafoliküler C hücrelerinde üretilir. CT salınımı için temel uyarı plazma Ca2+ seviyelerindeki artıştır ve PTH'un fizyolojik antagonisti olarak çalışır. Hedef hücresi osteoklastlardır. CT, serum Ca2+ seviyelerini düşürerek osteoklastlar üzerinde belirgin inhibitör etki oluşturur. Osteoklastlar, çok düşük konsantrasyonlarında dahi CT için ana hedeftir. Farmakolojik dozda kullanılmasının ardından 30 dakika içinde osteoklastik kemik yıkımı inhibe olur, hücrelerin kıvrımlı kenarlarının ve çevresindeki rezorbtif sitoplazmanın yok olduğu, osteoklastların kemik yüzeyinden ayrıldığı izlenir. Gastrointestinal sistem hormonları özellikle de gastrin, CT salınımını arttırır. CT özellikle Paget hastalığında ve osteoporoz sağaltımında kullanılmaktadır. CT Ca2+ metabolizmasından çok, bir olasılık kemik dokusunun yeniden şekillenmesinin kontrolünde daha önemli işleve sahiptir. Böbreklerde Ca2+ ve fosfatın tübüler geri emilimini azaltır.


Prostoglandinler


Prostoglandinler, kemik yapımı ve yıkımı üzerinde hem uyarıcı hem de inhibitör etkisi olan çok yönlü düzenleyicilerdir. Aynı şekilde kıkırdak doku üzerindeki etkileri de bifaziktir. Uzun dönemdeki baskın etkileri osteoklast farklılaşmasını ve çoğalmasını arttırarak kemik yıkımını uyarma yönündedir. Romatoid artrit gibi inflamatuar hastalıklarda kemik kaybına neden olan PGE2, yüksek düzeylerde tespit edilebilir. IGF-1 ya da VEGF, BMP-2, BMP-7, FGF prostoglandinlerin anabolik etkilerine katkıda bulunabilir.


Androjenler


Androjenlerin iskelet gelişiminde ve yeterli kemik kütlesinin sağlanmasında önemli etkileri vardır. Androj enler, erken ergenlikte büyüme plağının olgunlaşmasını, geç ergenlikte ise kapanmasını arttırarak uzunlamasına kemik büyümesini sağlarlar, cinsiyet açısından iki yönlü iskelet gelişimini sağlayan kemik kütlesi artışı kontrolüne katılırlar, yönlendirirler ve kemik kaybını önlerler. Periosteal appozisyonu arttırarak radial büyümeyi uyarırlar.


Kemik doku androjenler için hedef bir dokudur. Osteoblastlar üzerinde çoğalmayı, farklılaşmayı, mineralizasyonu ve gen ifadelenmesini içeren süreçleri doğrudan etkiler. Androjenik uyarılar insan osteoblast hücrelerinde TGF-P, IGF aktivitesini ve kendine ait reseptörlerin etkinliğini arttırmaktadır. Ayrıca androjenler, kemik hücre yüzeyindeki reseptörleri aracılığıyla,hücre içi Ca seviyelerini arttırarak etkilerini gösterebilmektedir. Androjen reseptörleri özellikle kemik yapımının olduğu bölgelerdeki aktif osteoblastlarda ve kemik ara maddesi içine gömülmüş olan osteositlerde bulunmaktadırlar. T ve DHT özellikle osteoblast hücrelerinin PTH'a olan yanıtını inhibe eder. Ayrıca, T ve DHT kemik dokuda PTH ve IL-1 tarafından uyarılan PGE2 üretimini de inhibe ederler. Androjenler osteoblast farklılaşmasını uyarır aynı zamanda osteoblast ve osteositlerin programlı hücre ölümünü azaltır. Androjen yetersizliğinde, osteoblast öncül hücrelerinin yüzeyinde bulunan ve osteoklastların çoğalmasını, farklılaşması ve aktivasyonunu arttıran reseptörlerin ifadelenmesi artar, buna bağlı olarak da kemik yıkımı hızlanır. Androjen ve östrojenin her ikisi de osteoblastik hücrelerde, kemik iliğindeki osteoklast öncül hücrelerini uyaran sitokin olan IL-6 üretimini inhibe ederler. Sonuç olarak androjenler, osteoklast oluşumunu, osteoklast yaşam süresini ve olgun osteoklast gelişimini düzenlerler (44, 277).


http://zehirlenme.blogspot.com

Kemik Dokusunun Yapisi

Kemik Dokusunun Yapısı



Kemik, mineralize kollajen çatısı olan özelleŞmiŞ canlı ve dinamik bir bağ dokudur. Bu aktif ve dinamik iŞleyiŞ, temel olarak kemik rezorbsiyonu yapan osteoklastlar ve kemik depolanmasını sağlayan osteoblastlar arasındaki düzgün dengeye dayanır (221). Kemik dokusu benzersiz yapısı sayesinde vücuda mekanik destek sağlar, baŞta Ca ve P olmak üzere mineral dengesini düzenler, yaŞamsal organları korur, destekler ve hematopoez ve immün sistem iŞlevlerine ev sahipliği yapar (45).



Kemik yapısı genel olarak kortikal (kompakt) ve süngerimsi (kansellöz, spongioz) kemik olarak ikiye ayrılır. Bu sınıflamaya göre kortikal ve süngerimsi kemik örgümsü (birincil) ya da lamellar (ikincil) kemikten oluŞabilir. Öncül kemik olan örgümsü kemik, osteositlerin, kollajen ve minerallerin düzensiz organizasyonu ile karakterizedir. Ġkincil kemik olan lamellar kemik ise örgümsü kemiğin yeniden Şekillenmesi ile oluŞan, birbirine paralel, yoğun ve sıkı biçimde paketlenmiŞ fibrillerin bulunduğu, hücrelerin aynı Şekil ve büyüklükte olduğu, mineralizasyonun hemen hemen homojen olduğu daha düzenli bir kemik dokusudur (27, 45, 69). Örgümsü kemik, embriyonik kemik yapısında da izlenmekle birlikte kemik iyileŞmesinin baŞlangıç dönemlerinde, kranial suturalarda, kulak kemikçiklerinde, bağ ve tendonların yapıŞma yerlerinde ve epifiz hatlarında bulunabilir (27, 69). Örgümsü kemik 4-5 yaŞlarında rezorbe olarak yerini lamellar kemiğe bırakır (69).



Kortikal kemik makroskopik olarak daha az gözenekli ve daha yoğundur (45). Medullar boŞluğu ve süngerimsi kemiğin trabeküler yapısını çevreler (69).



Normal süngerimsi kemik yatay ve dikey trabeküler plakların oluŞturduğu bal peteği görünümündedir. Trabeküller stres çizgileri boyunca yerleŞirler. Bunun sonucu olarak omurga, kalça ve topukta karakteristik trabekül dizilimleri izlenir. Trabeküller kompresif güçlere karŞı kemiğin direncini arttıracak biçimde düzenlenmiŞtir. Post-menopozal dönemde süngerimsi kemik kaybı kortikal kemiğe göre daha hızlıdır, bu nedenle osteoporoza bağlı kırıklar genellikle omurga ve kalça gibi süngerimsi kemikten zengin bölgelerde meydana gelmektedirler (213).



Lamellar kemik kesitleri mikroskopik olarak incelendiğinde yoğun biçimde sıkıŞtırılmıŞ kollajen fibrillerden oluŞan tabakaların yerleŞiminin birbirlerine paralel olduğu izlenir. Lamellaların konsantrik halkaları, cisim boyunca uzunlamasına seyreden silindirik yapılar olan 'Haversian sistemi' olarak da adlandırılan osteonları oluşturur. Osteonlar lacunae adı verilen elipsoidal boşlukarda yerleşmiştir ve içinde kan ve lenf damarlarının, sinirlerin bulunduğu merkez kanalını {haversian kanalı) çevreler. Merkezi kanal ve çevresindeki osteositler hücresel çıkıntıları olan ve canaliculi adı verilen tünel benzeri yapılarla birbirine bağlantılıdırlar. Havers kanalları dallanarak oblik olarak yayılım gösteren ve Volkmann kanalları adı verilen vasküler yapılar sayesinde birbirleri ile anastomoz yaparlar. Volkmann kanalları aynı zamanda periosteum ve endosteum arasındaki bağlantıyı sağlarlar (27, 69).


Kemik dokunun dış yüzeyi eklem yüzeyleri ve tendon, bağ ve interosseoz membran sonlanım yerleri dışında periosteum ile kaplıdır. Periosteumun, kemik dokuya kan desteği sağlanmasında önemli katkıları vardır. Periosteal hücreler yerel ya da sistemik uyarılara yanıt olarak kemik rezorbsiyonuna ya da kemik yapımına katkıda bulunabilirler ve kemik metabolizmasında önemli bir işleve sahiptirler (27).


Periosteum, daha yoğun ve fıbroz yapıda olan dış tabaka ile daha gevşek yapıda, vasküler ve hücresel açıdan daha zengin olan iç tabakadan oluşur. İç tabaka osteoblastlara dönüşme yeteneği olan hücreler içerir ve bu nedenle osteojenik tabaka ya da kambium olarak adlandırılır (27). Ayrıca kemik büyümesi süresince,kemik çapının artmasını sağlayan organik ara madde salgılar. Dıştaki fıbröz tabaka ise daha az hücre ve damarsal yapı içerirken kollajen oranı yüksektir. Tendon ve bağlar bu tabaka ile periosteum ve kemiğe bağlanır. Yaşın artmasıyla birlikte periosteum daha ince hale gelir ve osteojenik kapasitesi azalır.


Kemik ara maddesi tüm kemik dokusunun %90'ını oluşturmaktadır. Ekstrasellüler ara madde organik ve inorganik kısımlardan oluşur. İnorganik kısım kemik ağırlığının yaklaşık %65'ini, organik kısım yaklaşık %20'sini oluştururken %10'nunu da su oluşturur. Organik kısmın ana bileşeni olan kollajen kemiğe şeklini verir ve gerilmeye karşı direnç yeteneği sağlar. İnorganik kısımdaki mineralize yapı ise daha çok kemiğin kompresyona karşı direnç göstermesini sağlar.


Kemik doku aynı zamanda, ara maddenin organizasyonunu, mineralizasyonunu ve kemik hücrelerinin davranışlarını etkileyen, osteokalsin, osteonektin, fıbronektin, kemik sialoproteini, kemik fosfoproteinleri ve küçük proteoglikanlar gibi çok çeşitli kollajen olmayan proteinler de içerir. Kemik ara maddesi ayrıca hücresel işlevleri etkileyen, TGF-P, IGF-1, BMP, IL-1, IL-6, CSGF, bFGF gibi büyüme faktörlerini de içerir (27,45).


Kemiğin inorganik ara maddesi 2 önemli işlev sağlar. Birincisi iyon deposu olarak işlev görür, ikincisi ise kemik dokuya sertliğini ve dayanıklılığını verir. Yaklaşık olarak toplam vücut kalsiyumunun %99'u, fosforun %85'i, sodyum ve magnezyumun yaklaşık %40-%60'ını içerir. Bu iyonların ana deposu olarak işlev gören inorganik ara madde, fizyolojik işlevlerin devamı için bu iyonların ekstraselüler sıvılarda uygun konsantrasyonlarda bulunmasına yardımcı olur(27, 69).


Kemik hücreleri, kemik yapım ve yıkımı, mineral düzenlenmesi ve kemik onarımı gibi değişik işlevleri gerçekleştirebilmek için, yapısal, işlevsel ve yerleşim yeri açısından özel hücrelere farklılaşırlar. Bu hücreler mezenşimal ve hematopoetik kök hücrelerden köken alırlar. Mezenşimal kök hücrelerden preosteoblastlar, osteoblastlar, kemik yüzey döşeyici hücreler ve osteositler gelişirken hematopoetik kök hücrelerden kemik iliği monositleri, preosteoklastlar ve osteoklastlar gelişir (27, 28, 221).


Osteoblastlar kemik yüzeyi boyunca uzanırlar ve birbirleri ile sıkıca bağlıdırlar. Osteoblastların en belirgin işlevi organik kemik ara maddesinin yapımı ve salınımıdır. Ayrıca ekstraselüler sıvı ile kemiksel sıvı arasındaki elektrolit akışının düzenlenmesinde ve organik ara maddenin mineralizasyonunda da bir rolü olabilir. PTH, 1,25 hidroksi vitamin D3, PGE2 ve İL-11 gibi sistemik hormonlar ve lokal sitokinler, osteoklastları aktive edici faktörlerin salgılanması için osteoblastları uyarabilir (221).


Kemik-yüzey hücreleri, olgun iskelette birçok kemiğin yüzeyini kaplayan uzamış ve düzleşmiş ince hücrelerdir. Metabolik olarak inaktiftirler bu nedenle daha az organel ve stoplazma içerirler. Yüzey osteositleri (surface osteocytes) ya da dinlenen osteoblastlar (resting osteoblasts) olarak da adlandırılırlar (27, 69).


Olgun insan iskeletindeki kemik hücrelerinin %90'ından fazlasını osteositler oluşturur. Kendi çevrelerini, mineralize olabilen organik ara madde ile çevrelerler, periosteum ve endosteum hücreleri ile birlikte tüm ara maddeyi kaplarlar. Kemiğin iç ve dış yüzeylerini kaplayan osteositlerin, bağlantılı olduğu osteoblastlar ve kemik-sıra hücreleri ile birlikte oluşturduğu bu geniş hücre ağı, kemik üzerinde oluşan deformasyonlara karşı çok hassastır ve elektriksel akımlar oluşturarak kemik yapım -yıkımını ve ekstravasküler sıvı ile kemik ara maddesi arasındaki iyon akışını düzenlerler (27).


Osteoklastlar genellikle kemiğin endosteal ve periosteal yüzeylerinde ve seyrek olarak Havers kanallarında bulunurlar. Süngerimsi yüzeylerde Howship lacuna'ları olarak adlandırılan karakteristik çukurları oluştururlar. IL-ip, TNFa, l,25(OH)2 vitD3, PTH ve IL-6 osteoklast farklılaşması ve işlevlerini arttıran temel faktörlerdir (23). Aktive olduklarında en belirgin özellikleri, rezorbsiyon bölgesinde karmaşık katlantılar oluşturmasıdır. Bu kıvrımlı, fırçamsı kenar, ara maddenin yıkımında önemli bir role sahiptir (257).


Osteoklastların en erken gerçekleştirdiği aktivitelerden biri kemik dokunun inorganik kısmını çözmektir (8, 259).


Osteoklastlar kemik yüzey boyunca bir yıkım alanından diğerine hareket ederler. Hücrenin rezorbtif aktivitesi tamamlandığında, yeniden aktif osteoklastlar oluşturmak üzere mononükleer hücrelere dönüşebilir ya da programlı hücre ölümüne uğrayabilir (27).


Kemik dokunun mineralizasyonu, organik ara maddedeki çözünür kalsiyum ve fosfattan katı kalsiyumfosfatın oluşumu olarak tanımlanabilir. Kalsiyumfosfat öncelikle zayıf kristalize olmuş apetit yapıda meydana gelir. Zamanla apetitin kristalize yapısı artar fakat asla jeolojik doğal hidroksiapetit ya da in vitro koşullarda kalsiyumfosfattan hazırlanan sentetik hidroksiapetit kadar yüksek kristalize duruma ulaşmaz (27).


Kollajen fıbrilleri ile mineralizasyon arasında çok yakın ilişki vardır (45). Kollajen fıbrilleri içindeki artan sayıdaki boş alanlarda beliren mineraller, ara maddenin artarak ilerleyen mineralizasyonunu sağlar, fıbriller arası küçük açıklıklarda genişleyen ve uzayan kristal yapılar oluşur ve sonuçta fıbriller arası boşluklar mineraller ile depolanır. Mineralizasyon ilerlerken, mineral konsantrasyonları artar, su ve kollajen olmayan protein konsantrasyonları azalır fakat kollajen konsantrasyonu ve organizasyonu değişmeden kalır. Artan mineralizasyon ve ara madde organizasyonu ile birlikte kemik kristalleri olgunlaşır, örgümsü kemik lameller kemiğin yerini alır ve sonuç olarak kemik dokunun sertliği artar (27).


Kemik, yeniden şekillenme süreçleri ile yaşam boyu kendini yenileyebilen dinamik, aktif bir dokudur. Kemiğin yeniden şekillenmesi, dokunun iki temel hücresinin hem hücresel hem de hücreler arasındaki doğru etkişimine bağlıdır. Bilindiği üzere bu hücreler kemik ara maddesini harap eden, çok çekirdekli osteoklastlar ve osteojenik işlevlere sahip osteoblastlardır. Yeniden şekillenme sürecinde diğer önemli hücre grubu ise, mekano-sensoriyal işlevleri olan ve osteoblastlardan gelişen osteositlerdir (221).


Yeterli kemik kitlesinin sağlanmasında osteojenik ve rezorbtif işlevler arasında düzenli bir denge olması zorunludur (221).


BMP, farklılaşmamış mezenşimal hücrelerin kondroblastlara ve osteoblastlara farklılaşmasını ve böylece önce kıkırdak ve sonrasında kemik oluşumunu sağlayan bir kemik proteini grubudur. İlk olarak klonlandığı 1988'den bu yana en az 15 alt grubu belirlenmiştir. BMP'ler arasında BMP-1 hariç diğerlerinin hepsi TGF-P süperailesine aittir. BMP-1,4 ve 6 osteoblastalar tarafından en çok üretilen kemik proteinleridir. BMP-3 kemik yapımında negatif düzenleyicidir (211). BMP-2,4 ve 7'nin kırık çevresinde ve özellikle de periosteumda farklılaşmamış mezenşimal kök hücrelerinde tespit edilmesi kemik oluşumunda kritik rolü olduğunun göstergesidir. RhBMP-2 ve RhBMP-7'nin çeşitli kemik defektlerinin dolmasında etkili olduğu bilinmektedir (188, 265).


http://zehirlenme.blogspot.com