Acil Hipertansiyon Hipertansif Aciller

Acil Hipertansiyon Tedavisi, Hipertansif Aciller, Hipertansif Acil

Dr. Yahya SAĞLIKER, Dr. Mustafa BALAL

Kan basınçları belirgin düzeyde yüksek olan hastalarla sık karşılaşılır ve bu hastalan acil olarak tedavi etmek gerekebilir. Hipertansif krizler herhangi bir yaşta ve birçok nedene bağlı olabildiği gibi en sık neden primer hipertansiyonun yetersiz tedavisidir.

Hipertansif aciller (hypertensive emergency), akut ya da ilerleyici hedef organ hasarı nedeni ile kan basıncının, genellikle parenteral ilaçlarla hemen düşürülmesi gereken durumlardır. Gecikilmemesi gereken hipertansif durumlar (hypertensive urgency) ise kan basıncının belirgin derecede yükselmiş olduğu ancak hedef organ hasarının bulunmadığı ve kan basıncını saatler içinde çoğunlukla ağız yolundan ilaç vererek düşürmek gereken durumlardır. Acil bir durumla, gecikilmemesi bir durumun ayırımı zor ola bilir. En akılcı yaklaşım hastaları böyle bir ayırıma tabi tutmadan tümünü acil kabul etmektir.

Kısa bir süre öncesine kadar, habis hipertansiyon terimi papilla ödemi varlığında kullanılırken (Keith-Wagener-Barker sınıflandırılması 4.retinopati), hızlanmış hipertansiyon teriminde gözdibinde kanamalar ve eksudalar bulunduğunda (Keith-Wagener-Barker sınıflandırılması 3. retinopati) kullanılmaktaydı. Her iki koşulda da KB'da belirgin bir yükselme ve diastolik kan basıncı çoğunlukla 140 mmHg üzerinde olması söz konusuydu. Fundus muayenesindeki farklılıklar klinik özellikler yada prognoz açısından farklılıklar ifade etmediğinden 'hızlanmış habis hipertansiyon" teriminin benimsenmesi önerilmiştir.

Etiyoloji

En sık neden şiddetli primer hipertansiyonun yetersiz tedavisidir. Bu hastaların çoğu da sigara kullanıcısıdırlar. Yüksek reninli feokromositoma, renovasküler, vaskülitler primer hipertansiyon renal parankimal hastalıklarda sık görülen diğer nedenler arasında sayılabilir.

Patofizyoloji

Hızlanmış habis hipertansiyonda vasküler lezyonlar myointimal proliferasyon, ve fıbrinoid nekroz olarak sayılabilir. Myointimal proliferasyon hipertansiyonun süresi ve şiddeti ile paralellik gösterir. Damar düz kas hücresinin hipertrofısi ve kollajen birikimi medial incelmeyle sonuçlanır. Medial ve intimal incelme lümen çapında ve lümen - duvar oranında azalma ile sonuçlanır. Bu lezyonlar geridönüşümlü olmakla birlikte uzun süren şiddetli hipertansiyonda lümen daralması ile sonuçlanır. Lümen daralması ile birlikte hedef organ hasarı ortaya çıkar ve bu bulgular en iyi fundoskopik muayenede tesbit edilir.

Benign hipertansiyonu olan hastaların bazılarında hızlanmış habis hipertansiyon görülürken diğerlerinde görülmemesinin nedeni tam olarak açık değildir. Bazı araştırmacılar bunun vasküler zararlanma ile ilişkili olduğunu düşünürken, bazı araştırmacılar da hormonal değişikliklerle ilişkili olduğunu düşünürler. Gerçekten de bu hastaların büyük bölümünde plazma renin aktivitesinde ve aldosteron sekresyonunda artma olduğu görülmüştür. Bunların çoğunda kan basıncı ACE inhibitörleri ile düşürülebilir.

Klinik Özellikler

Hızlanmış habis hipertansiyonda çeşitli semptomlar ve işaretler bulunabilir. Ancak başta siyah erkekler olmak üzere böbrek, kalp ve beyin hasarı ortaya çıkana dek hiçbir şikayeti olmadığını ifade eden hastalarda nadir değildir. Diyastolik kan basıncının 140 mmHg üzerinde olması, göz dibinde exuda, hemoraji, papil ödemi olması, baş ağrısı, konfüzyon, stupor, görme kaybı, konvülzyon, koma, oligüri, azotemi, bulantı kusma sayılabilecek bulgular arasında yer alır. Bazan akut myokard infarktüsü, serebrovasküler olay veya torakal ve abdominal arterlerde yırtılma ile hastalar bize gelebilir, bazan abdominal arterlerde majör bir fibrinoid nekroz, habis hipertansiyonun ilk bulgusu olarak akut batın tablosunu karşımıza çıkarabilir.

Laboratuar incelemeleri

Hızlanmış habis hipertansiyonda, olasılıkla fibrinoid nekroz bulunan arterlerden dolayı eritrositlerde parçalanma ve intravasküler pıhtılaşmayla birlikte mikroanjiopatik hemolitik anemi görülebilmektedir. İdrarda protein ve eritrositler tesbit edilebilir. Hastaların yarısında sekonder hiperaldosteronizmi yansıtan hipopotasemi bulunabilir. İntrarenal iskemiye cevap olarak hastaların çoğunda plazma renin aktivitesi artmıştır. EKG'de sol ventrikül hipertrofisi, sol ventrikül yüklenmesi ve lateral iskemi tesbit edilebilir.

Acil tedaviye başlandıktan sonra ikincil nedenler yönünde araştırmalara hemen başlanmalı, bu amaçla kan ve idrar örnekleri alınmalıdır.
Prognoz

Tedavi uygulanmadığında, hızlanmış habis hipertansiyon bulunan hastaların çoğu altı ay içinde ölür. Tedavi uygulanmadığında bir yıllık sağ kalım % 10-20 civarındadır.

Hipertansif Acillerde Tedavi

Kan basıncının hemen düşürülmesi gerekir. Hipertansif ensefalopatisi olan hastalar hızla tedavi edilmelidir. Burada cevaplanması gereken en önemli soru ne kadar sürede, ne kadar kan basıncı düşürülmelidir?. Ensefalopatisi olan hastalarda serebral otoregülasyonun bozulmaması için diyastolik kan basıncını %25 civarında veya en çok ortalama arteriyel kan basıncını 30 mmHg düşürmek gerekmektedir. Kan basıncının hemen normale düşürülmesine gerek yoktur ve oldukça sakıncalıdır. Ani serebral hipoperfüzyon, şok hatta myokard infarktüsü görülebilir.

Parenteral ilaçlar Diüretikler

Antihipertansif bir ilacın yanında, genellikle furosemid yada bumetamid olmak üzere güçlü bir diüretik intravenöz yoldan verilmektedir. Başlangıçta verilmese bile öteki antihipertansifler ilaç kullanıldıktan sonra diüretiklere yinede gereksinim duyulacaktır, çünkü basınçta düşmeye böbrekte reaktif sodyum retansiyonu eşlik etmekte ve diüretik ilaçların olmadığı kombinasyonların etkinliği azalmaktadır. Öte yandan kan basıncının yaptığı natriürez ve bulantı kusmanın yaptığı volüm eksikliğinde diüretikler tehlikeli olabilir ve bu olgularda serum fizyolojik infüzyonu kan basıncını düşürebilir.

Nitroprussid

Nitroprussid verildiğinde kan basıncı her zaman düşer, ancak arada sırada yanıt elde etmek için başlangıç dozu olan 0.25 ug/kg/dk'nın çok üstüne çıkmak gerekir. İlaç kesildikten sonra dakikalar içinde antihipertansif etki kaybolur. Bu ekzojen nitrat görüldüğü kadarı ile endojen nitrik oksidle aynı şekilde etki göstermektedir. Doğrudan arteriolar ve venöz dilatördür. Otonom ve merkezi sinir sistemi üzerinde etkisi yoktur. Nitroprussid kan akışının iskemik alanlar dışına yönlenmesine neden olabilir ve koroner hastalığı bulunanlarda miyokardial hasar boyutlarını genişletebilir. Nitroprussid büyük serebral arterleri genişleterek serebral kan akışını ve dolayısıyla intrakranial basıncı artırabilir. Ancak sistemik basınçtaki azalma serebral kan akışındaki yükselmeyi hafifletir ve ansefalopati bulunan hastaların çoğunda iyi yanıt alınmaktadır. Nitroprussid kullanan hastalar yakından takip edilmeli ve siyanür toksisitesi unutulmamalıdır.

Nitrogliserin

Myokardial iskemi bulunan hastalarda ağır hipertansiyon olsun yada olmasın, koroner vazodilatasyon için İV nitrogliserin kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. Nitrogliserin kalp debisini azaltır, nitroprussid gibi serebral vazodilatasyona neden olur ve kafa içi basıncı artırır.

Diazoksit

Direnç arterleri genişletirken kapasitans venlerde dilatasyona yol açmaz. Kan beyin engelini geçemediğinden serebral dolaşım üzerine etkisi yoktur. İlaç intravenöz yoldan 15-30 dakika içinde yavaş infüzyonla ya da her 5-10 dakikada bir 75-100 mg'lık boluslar halinde vermek emniyetlidir.

Hidralazin

Doğrudan vazodilatör olan hidralazinin parenteral bir ilaç olarak ana üstünlüğü hekim içindir. Etki oldukça yavaş ortaya çıkar ve uzun sürelidir. Ayrıca intravenöz yoldan verildiği gibi intramüskülerde kullanılabilir. Kalp debisinde önemli boyutta kompansatuar artış olması bu ilacın tek başına kullanılmasını engellemektedir.

Labetolol

İntravenöz yolda ister tekrarlanan boluslar ister sürekli infüzyon yoluyla olsun, emniyetli ve etkili bir şekilde uygulanan kombine alfa-β bloker labetolol, dolayısız vazodilatörler gibi kafa içi basıncını yükseltmediğinden kan basıncının acil düşürülmesinde en seçkin ilaç olarak kabul edilmektedir. Etkisi 5 dakika içinde başlar 3-6 saat kadar sürer. Labetolol baskın 3 blokör özelliği nedeni ile sol ventrikül işlev bozukluğunun ağırlaşabilmesi dışında parenteral antihipertansif gerektiren hemen her durumda kullanılabilir. Öte yandan bir başka alfa-β bloker olan karvedilol'ün konjestif kalp yetmezliğinde faydalı olduğu bulunmuştur.

Esmolol

Kardioselektif bir B bloker olan esmolol kandaki esterazlar tarafından hızla metabolize edilir. Etki süresi ve yarı ömrü kısadır. Etkileri hemen başlar ve özellikle anestezide entübasyondan sonraki hemodinamik bozuklukların önlenmesinde kullanılır.

Enalaprilat

Enalapril adlı ilacın aktif, serbest şeklinin intravenöz preparatı olan enalaprilat konjestif kalp yetmezliği durumlarında ACE inhibisyonunun gerektirdiği durumlarda kullanılır. Başlangıçta verilen 0.625 mg'lık doz daha yüksek dozlar kadar etkilidir.

Kalsiyum Kanal Blokerleri

Çeşitli dihidropridin kalsiyum kanal blokerlerinin intüravenöz formülasyonları sürekli uygulandığında kalp debisini çok az artırıp kalp hızında çok az değişikliğe neden olarak kan basıncını sabit ve ilerleyici bir şekilde düşürür.

Oral ve Sublungial ilaçlar

Gecikilmemesi gereken hipertansif durumların tedavisinde kullanılacak ilaçlar aslında hipertansif acillerin tedavisinde kullanılacak ilaçlardır. Oral ilaçlar daha az etkili oldukları halde, dozları ayarlanamadığından kan basıncında ani düşmeye ve daha önce vurgulayarak saydığımız yan etkilere yol açma olasılıkları daha yüksektir. Bu nedenler hipertansif acillerin hepsinde güvenli, hızlı ve etkili tedavi yaklaşımı daha akılcıdır ve bu ilaçlar kullanılırken iyice düşünülmelidir.

Dis Curukleri İmmunolojisi Antiserum

Diş Çürüklerinin İmmünolojisi

Diş çürükleri insanların en yaygın hastalıklarından biridir. Gelişmiş ülkelerde değişik organizasyonlarının çürük oranlarını azaltmaya yönelik gayretlerine rağmen çürüğün prevalansı nüfusun % 95'inden daha fazladır. Bu nedenle, pratik amaçlar için, çürük, gelişmiş ülkelerin problemi gibi gözüküyorsa da, bunda bakteriyel diş hastalıklarının tedavi masraflarının yüksekliği, kısa vadede insanlar tarafından zaman alıcı ve verim­lilik kaybı gibi algılanmasının da etkisi vardır.

Çürük sonuç olarak bakteriyel (Str. mutans, L. acidophilus, vs) diş enfeksiyonudur. Bu enfeksiyondan korunma için, aşılama çalışmaları 1930'lu yıllarda başlanılmış olması­na rağmen önemli başarılar elde edilememiştir. Aşı çalışmaları germ free deney hay­vanlarının (bu hayvanlarda, mikropsuz ortamda, mikropsuz yemlerle beslendiklerin­den çürük oluşmuyor) araştırmalarda kullanılır olmasıyla tekrar aşı çalışmalarını yü­reklendirmiş fakat günümüze kadar kimi fasılalarla çalışmalara devam edilmiştir. An­cak, hayvan modellerinde Kock postulatını uygulayabilmek için uygun hayvan türünün kullanılması gerekir. İnsanda çürük yapan bakteri susu her hayvanda aynı etkiyi göstermeyebilir.

Hayvanlardaki deneysel çalışmalarında, Streptokokların, Lactobasillerin ve Actino-myces türlerinin çürük etkeni olabilecekleri gösterilmiştir. İnsanlarda en önemli çürük etkeni Str. mutans olarak değerlendirilmiştir. Etken, aynı zamanda deney hayvanların­dan ratlar, hamsterler, maymunlar ve gerbiller (uzun kuyruklu bir çeşit fare) de çürük oluşturabilmektedir.

Çürüğün tespit edilemediği vakalarda, bakteri plaklarında Str. mutans mikrobiyolojik olarak bir dereceye kadar ortaya konabilir. Ayrıca kimi fissür çürüklerinde Str. mutans bulunmayabilir. Kimi durumlar da plakta yoğun miktarda Str. mutans tespit edilmesi­ne karşın çürük olmayabilir.

Az ve hafif çürüklü hastalarla, çok ve ileri çürüklü hastalarda Str. mutans'ın tüm hücre antijenlerine karşı serum IgG antikor titreleri karşılaştırılan bir çalışmada diş çürüğü etiyoloji yönünden Str. mutans ile doğrudan bir ilişki bulunurken, Str. sanguis, Str. sali-varius, L. casei, L. acidophilus veya Actinomyces viscosus arasında bağıntı kurulamamıştır.

Serum IgG antikorları, az ve hafif çürüklü hastalarda yüksek, çok ve ileri çürüklü has­talarda düşük bulunurken, parotis kökenli mukozal slgA antikorları, az ve hafif çü­rüklü hastalarda düşük, çok ve ileri çürüklü hastalarda yüksek bulunmuştur. Mukozal antikor titreleri serum antikorları ile karşılaştırıldığında daha değişken olmaktadır.


Hayvanlardaki koruma çalışmaları, Str. mutans'ın hücre duvarı 1/11%,antijenlerinin en önemli immünojenik determinantlar olduğunu ortaya koymuştur. Bu antijene karşı oluşan antikorlar IgGl iken tüm hücre antijenlerine karşı oluşan Ig G' 1er, IgGl ve IgG2 olmuştur.

Diş çürüklerine karşı dirençte genetik faktörler önemli rol oynamaktadır, insanlarda in vitro yapılan bir araştırmada, çürüğe dirençli (HLA-DRW pozitif) olanlarda, Str. mutans I/II antijenlerinin 1-10 ng ile yardımcı T lenfosit aktivasyonu sağlanırken, çü­rüğe meyilli (HLA-DRW negatif) olanlarda aynı test, 1000 ng ile gerçekleştirilebilmiş­tir. Bu çalışma çürüğe dirençli /sağlıklı olanlarda az miktarlardaki Str. mutans'lann bile immün sistemi uyararak bağışıklık sağlaması ile açıklanabilir. Bununla birlikte bu olayların immün regülasyonlarının oldukça komplike olduğu da unutulmamalıdır.

Lokal ve sistemik aşılama çalışmalarında, hayvan modelleri içerisinde en fazla ratlar kullanılmıştır. Birkaç grupta aşılarla tükürük antikorlarının stimülasyonu çürüklerde-ki azalma ile ilgili sonuç verebilmiştir, insanlarda mukozal bağışıklık (tükürük slgA'lar) Str. mutans ile doldurulmuş kapsüllerin aşı olarak (yutulması- sindirilmesi ile) kullanılması ile uyarılabilir. Bu konuda, doğrudan insanlar üzerinde uzun süreli çalış­ma yapılmamıştır. Lokal antikorlar kısa ömürlü olduklarından uzun süreli immünizas-yon ve sürvelans temeline dayanan aşılama çalışmalarına ihtiyaç vardır. Bu şekilde aşı­lanmış kişilerde Str. mutans sayısında azalma tespit edildiğinden, bu veri, tükürük an­tikorlarının bu bakteri üzerinde etkili olmasıyla açıklanabilir.

Lokal olarak salgılanan antikorlar genellikle düşük titreli ve kısa ömürlüdürler. Bu yüz­den ağızda lokal/mukozal bağışıklık oluşturmak istenildiğinde, sekonder antijenik uyarımların ya sindirim sisteminden (daha fazla antijeninle) veya parenteral verilerek sistemik immünitenin oluşturulması gerektiği rapor edilmektedir. Zira, mide-barsaklarda biyolojik olarak parçalanan maddelerin içerisinde, oral yolla verilen antijenler, sadece lokal olarak salgılanan tükürük antikorlarını artırmakla kalmaz aynı zamanda serum Ig G, Ig A ve Ig M antikorlarının da sentezini artırarak tükürük, dişeti cebi vs yolla ağız içi seviyeleri yükseltilebilir.

Diş çürüklerinde en etkili sistemik aşılama çalışmaları ilk olarak 1969'da maymunlar­da yapılmıştır. Daha sonra Lehner ve ark (1976 ve 1980) rhesus maymunlarında Str. mutans bakterilerini Freund'un inkomple adjuvantı ile homojenize ederek derialtı yolla aşılayarak % 75-80 diş çürüklerinde azalma bildirmişlerdir. Hem IgA hem de Ig G leri ölçmelerine karşın, çürük azalışı ile serum Ig G arasında daha iyi bir ilişki tespit etmişlerdir. Pasif bağışıklık denemeleri ile de IgG'lerin daha etkin olduğunu gözlemiş­lerdir. Araştırıcılar, monoklonal antikorlarla da denemeler yapmış ve insanlara uygun miktarlarda monoklonal antikorlar verilerek çürüklerin azaltılabileceğini belirtmişler­dir (Challacombe ve Shirlaw 1994).

Antiserumlar, Antiserum


Bağışık serumlar, antiserumlar, hiperimmün serumlar veya gammaglobulinler olarak bilinen biyolojik maddeler, enfeksiyonu geçirmiş insan yada fazla sayıda aşılanarak hi-perimmünize edilmiş hayvanlardan elde edilen yüksek titrelerde antikor bulunduran kan serumlarıdır. Antibiyotiklerin kullanılmadığı dönemlerde yaygın olarak yararla­nılan antiserumlar, halen viral (kuduz, viral hepatit ve bakteriyel bazı hastalıklar-tok-sikasyonlar (tetanoz, botulismus, gazlı gangren difteri) ile yılan-akrep sokması gibi ze­hirlenme vakalarında ve anti Riı uyuşmazlıklarında vazgeçilmez yol olarak uygulan­maktadır. Antiserumlarla pasif bağışıklama yapılmaktadır.

Tetanoz antitoksini. Önceleri yoğun olarak atlarda hazırlanan antitoksinler kullanıl­mış ise de serum hastalığı riskinden dolayı kullanım azalmıştır. Günümüzde insan se­rumundan elde edilen tetanoz immünglobulinleri (250 IU, İM) kullanılmaktadır.

Difteri antitoksini. At veya sığırlarda hazırlanan difteri antitoksini, koruma amacıyla 500-3000 IU, tedavi amacıyla 15.000-100.000 IU kullanılır.

Kuduz Antiserumu. At ve merkeplerde hazırlanır. Sık aşılanmış insan gammaglobulin-leri de kullanılır. Ağır ısırık durumlarında aşı ile birlikte 20 kg canlı ağırlık için 10 mi, ve yara çevresine 10-20 mi olacak şekilde enjekte edilir.

Yılan ve Akrep Antiserumları. Hayvanların yılan-akrep toksoidleri ile immüninizasyo-nu ile üretilen bu serumlar, ampul veya şişelerde liyofilize edilerek saklanır. Isırığın de­recesine göre 1-5 ampul kadar, yarısı yara bölgesine, yarısı kasiçi verilir.

Hepatit B gammaglobulinleri. İnsan konvansiyonel gammaglobulinleri 0.02-0.04 ml/kg her;abı ile kullanılır.

Polivalan Gazlı Gangren Serumu. Atlarda hazırlanan antiserum, yaralanmalardan ko­runmak amacıyla 100 mi kasiçi, derialtı ve yara çevresine verilerek uygulanırken, teda­vi amacıyla 250-400 mi antiserum 800 mi serum fizyolojik ile karıştırılarak İV verilir.

Meningokok Pnomokok Tuberkuloz Asisi

Aşılar

Tüberküloz Aşısı (BCG), Tüberküloz Aşı

Attenüe Mycobacterium bovis susundan hazırlanan BCG canlı aşısı, toplumda aşılanmamış­lar a oranla 8-9 kat (koruma gücü % 30-80) bağışıklık sağlar. Liyofilize canlı aşı, 2-8°C'de 1 yıl kadar dayanır. Eriticisi ile sulandırılan aşı 24 saat içerisinde kullanılmalıdır. Aşı, bebeklere mümkün olduğunca erken yapılır. Aşı sol omuz derisi içine (intrakutan) 0.05 mi, erişkinlere ise 0.1 mi yapılır. Aşılamadan sonra 6-8 mm'lik bir papül oluşur. 15-20 dakika içerisinde kaybolur. Aşı yerinde skatriks dokusunun olması aşının çalıştığını/immün sistemi uyardığını gösterir. BCG ile aşılananlara 2-3 ay sonra PPD yapılırsa deri testi pozitif çıkar.

Difteri, Tetanoz, Boğmaca Karma Aşısı


Coynebacterium diphteria ve Clostridium tetani toksoidleri ile Bordotelîa pertussis ölü
hücrelerinden ibaret 3'lü bir aşıdır. DTB aşısı, 3 aylık -3 yıl yaşlarındaki çocuklara 4-8 hafta aralıklarla her seferinde intramuskuler yolla 1 mi dozunda 3 kere uygulanır. Bir yıl sonra 4. aşı, ve 6 yaşında tekrarlanır. Daha sonra 5'er yıl arayla tetanoz tekrarlana­rak bağışıklık sürdürülür.

Çoçuk Felci Aşısı

İki çeşidi bulunmaktadır. 1. Sabin Aşısı. (Trivalan oral live poliomyelitis virüs vaccine, TOPV) Z. Saik aşısı, (inaktif trivalan polio aşısı).

Bağışık annelerin yavrularının 5- aylığa kadar poliovirusa karşı maternal antikorlar yardı­mıyla korunabildiği belirtilmiştir. Ülkemizde oral yolla Sabin aşısı kullanılmakta ve DTB aşıları ile birlikte 3 kere yapılmaktadır. Enfeksiyonun bulaşma şekli fekal oral yol olduğun­dan bu aşılama ile ağız, burun, barsak mukozalarında da bağışıklık sağlaması sebebiyle ter­cih edilmektedir. Riskli bölgelerde 6 ay sonra tekrarlanmaktadır. Son olarak 4 yaşında tekrarlanarak ömür boyu % 95 bağışıklık sağlamaktadır. Salgın durumunda daha önceden aşılanmamışlara bir doz sabin aşısı, hamilelere (riski hakkında yeterli bilgi olamamasına rağmen) de salgın durumlarında 1 doz oral yolla aşılanmaları önerilmektedir.

Kızamık Aşısı

Civciv embriyo fibroblast hücre kültürlerinde hazırlanan attenüe kızamık virüs aşısı, 6 aylık­tan büyüklere yapılabilir. Salgın olmayan zamanlarda çocuklar için en uygun aşılama yaşı >15. aydır. Aşı zorunlu olarak 6-15- aylar arasında yapılmış ise 15- aydan sonra tekrarlan­malıdır Aşı 0.5 mi derialtı enjeksiyonla verilir. Aşı virüsünün kuluçka süresi saha virusun-dan çok daha kısa (7gün) olduğundan, patojen suş ile temas etmiş olanlara bile 72 saat içe­risinde yapılırsa koruyucu olabilmektedir.

Kabakulak Aşısı

Kabakulak aşısı, 12 aylıktan büyük herkese yapılabilir. Aşı, civciv embriyo fibroblast hücre kültürlerinde üretildiğinden yumurta ve tüy allerjisi olanlara bile güvenle uygulanabilir.

Canlı virüs aşılarında bakteriyel kontaminasyonlardan korumak için antibiyotikler kulla­nılır. Hekime ve sağlık personeline allerjik reaksiyonların teşhisinde yardımcı olması bakı­mından aşıya katılan antibiyotiklerin ne(ler) oldukları aşı üreticisi kurumlar ve firmalar tarafından aşı ambalajı üzerinde belirtilmelidir.

Kızamıkçık Aşısı

İnsan diploid hücre kültürü veya ördek embriyo fibroblast hücre kültüründe hazırlanan kıza­mıkçık (virüs) aşısı, 12 aylıktan büyüklerde güvenle kullanılabilen ve %95 koruma gücünde bir aşı olup, ömür boyu bağışıklık sağlar. Daha önce enfeksiyonu geçirmemiş veya aşılanmamış anne adaylarının hamile kalmadan 3 ay önce aşılanmaları, özellikle gebelik döneminde çıkabilen "Rubella Sendromu" nun önlenmesi açısından gereklidir.

Suçiçeği Aşısı

Attenüe suçiçeği virüs aşısı, kolda deltoid bölgenin derialtına 0.5 mi (4350 pfu) dozunda uy­gulanır. Koruma gücü oldukça yüksek (>% 95) bir aşıdır Saha virüsünü almış olanlara bile 3 güne kadar aşı yapılabilir.

Kuduz Aşısı

Pastör'den bu yana değişik metotlarla (Kelev, Semple, Hücre kültürü aşıları, Rekombinant aşılar) ölü ve canlı kuduz aşıları üretilmiştir. Aşı virusu, (Pastör'ün elde ettiği) hala Fiks vi-rus'tur. insanlarda yaygın olarak, inaktif HDCV (human diploid culture virüs) Kuduz aşısı kullanılmaktadır. Kuduz şüpheli vakalarda, 0., 1., 3., 7., 14- 28. ve 90. günlerde intramus-kuler yolla 1'er mi dozunda uygulanır.

Grip Aşısı

Dünya'nın değişik yerlerinde gribe (Influenza'ya) sebep olan Influenza A viruslarının fark­lı serotiplerinden hazırlanan inaktif aşılar olup, eylül-kasım aylarında derialtı yolla uygu­lanır. Koruma güçleri, bölgede seyreden virüsün serotiplerine bağlıdır.

Hepatit B Aşısı

Günümüzde viral hepatit B için 2 çeşit aşı kıllanılmaktadır.

a, HP plasma aşıları. Bu aşılar, kronik hepatitti hastaların kan serumlarında hepatit B virüsünün core (çekirdek) antijeni (HbsAg)terinin purifiye edilip yoğunlaştırtlıp, for­molle inaktive edildikten sonra aliminyum hidroksid'e adsorbe edilerek hazırlanır. Koruma gücü % 90-94 kadardır. Fransa'da "Hevac B" Almanya'da HB Vax MSD Behring "Japonya'da HB Vaccine Green Cross" isimleriyle bulunmaktadır.

b. Rekombinant DNA Astları. Biyoteknolojik ürün olan bu (Vektör) aşılar, virüsün HbsAg genlerinin Saccaromyces cereviceae genomuna yerleştirilmesi sonucun­da hepatit B virüsünün HbsAg antijenleri mayaya sentezlettirilmektedir. Kül­türden saflaştırılan antijenler, aliminyum hidrokside adsorbe edilerek aşı olarak kullanılmaktadır. Koruyuculuğu % 98-100 olan bu aşılar, İngiltere'de "Engerix-B-Smith Kline", Almanya'da "H-B-Vac II Merck MSD" isimleriyle satılmaktadır.

Tifo Aşısı

Tifo ve Paratifo Ave B suşlart ile hazırlanan aşı, 4 hafta aralıkla 2 kere 1' er mi dozunda de­rialtı yolla yapılır. 3 yıl korur. Gerekirse 3 yılda bir doz tekrarlanır. Gebeler, 2 yaşından küçüklere, allerjik ve kronik hastalığı olanlara kontraendikedir.

Kolera Aşısı

Vibrio cholera'nın değişik serotiplerinden hazırlanan aşı, 4-6 hafta aralıklarla 2 kere (çocuk­lara 0.5 mi, erişkinlere 1 mi) intramuskuler yolla yapılır.

Tifüs Aşısı

Çeşitli Rickettsia suşlarından hazırlanan inaktifbir aşıdır. Salgın durumlarında 0.5 mi ile başlanır. 1 mi ve 1 yıl sonra 1.5 mi halinde uygulanır.

Veba Aşısı

Yersinia pestis aşı susundan hazırlanan inaktifbir aşıdır. Intramuskuler olarak 4 hafta ara­lıklarla 3 kere ve 6 ay sonra tekrar hatırlatma dozu yapılır.

Hemofilus İnfluenza Aşısı Tip B

H. influenzae B polisakkarid aşısı olup, riskli yörelerde >Z4 aylıktan büyük çocuklara yapıl­ması ve 18 ay sonra tekrarlanması gerekir.

Pnömokok Aşısı, Pnomokok Aşısı Nedir

Çocuklarda ve 60 yaş üstü erişkinlerde çok rastlanan Str. pneumoniae enfeksiyonları için ha­zırlanmış polivalan purifiye kapsül polisakkaridlerinden ibaret birsubünit aşıdır. Derialtı veya kasiçi yolla 0.5 mi olarak uygulanır.

Meningokok Aşısı

Neisseria meningitis'in A, Q W-135 ve Yalt tiplerinin kapsül polisakkaridlerinden hazırla­nan tatravalan subünit bir aşı olup, derialtı yolla 0.5 mi yapılır. Klinik olarak %85-95 fay­dalı olduğu bildirilmiştir.

Asilar ve Serumlar Anasayfa

İmmünoppofilaksi ve İmmünoterapi

Asilar Meningokok Pnomokok Tuberkuloz.....

Diş Çürüklerinin İmmünolojisi

İmmünoppofilaksi ve İmmünoterapi

İmmünoppofilaksi ve İmmünoterapi

Hekimliğin temel görevi, koruyucu hekimlik yapmaktır. Enfeksiyöz ve bulaşıcı karak­terdeki hastalıklarla mücadelede hijyen ve bağışıklama esastır. Bu temel korunma ted­birleri pratik olduğu kadar ekonomiktir de. Başarı için, insanların gerekli temel sağlık eğitimini almaları, devletlerin bunu sağlamaları ve daha sonra profilaktik aşılamaları uygulamaya geçirmeleri gerekir. Yaygın aşılamalarla toplumdaki enfeksiyonlara du­yarlı bireylerin sayısı azaltıldığı gibi enfeksiyon zincirinin mikrop aleyhine kırılması­na, üreyebilecek duyarlı konakçı bulamamasına ve nihayet enfeksiyonun bölgeden, ülkeden eradikasyonu sağlanabilir. Örneğin insan çiçek hastalığı 1979 yılında dünya­da eradike edilmiştir. Çocuk felci (polio) için WHO tüm ülkelerde aşılama çalışmaları­nı desteklemekte ve izlemektedir.

Aşı, hangi enfeksiyon için kullanılacaksa, o enfeksiyonu yapan tür ve veya cinste mik­roorganizmanın konakçıya zarar vermeyecek, bağışıklık sistemini koruyucu seviyede uyarabilecek şekilde öldürülmüş (ölü-inaktif aşı), zayıflatılmış (aktif, attenüe, canlı aşı) hücrelerinden, hücre artıklarından (ekstrak-subunit aşı) veya toksinlerinden (tok-soid aşı) hazırlanabildiği gibi immünojenik yapılarının sentetik olarak üretilmesi (sen­tetik peptid aşıları) veya bu yapıların sentezinden sorumlu genlerin hastalık yapma­yan mikroorganizmalara aktarılması (biyoteknolojik-rekombinant-vektör aşılar) ile de hazırlanabilmektedir.

1. Ölü-inaktif aşılar.


A. Bakteriyel aşılar. Tifo, boğmaca, kolera, paratifo, tifüs, meningokok, pnö-mokok vs.
B. Viral aşılar. Kuduz, Saik polio, İnfluenza.

2. Canlı-Attenüe aşılar.

A. Bakteriyel aşılar. BCG, vs.
B. Viral aşılar. Kızamık, kızamıkçık, kabakulak, Sabin polio,

3. Toksoid aşılar. Tetanoz, botulismus, difteri,
4. Subünit aşılar. Haemofilus influenza, pnömokok, meningokok, E.coli CSIII.
5. Sentetik peptid aşıları
. Viral hepatit B, Polivirus VP1 proteini.
6. Rekombinant aşılar. Bu aşılar henüz araştırma düzeyinde olup, E.coli K12 suşla-rını, Vaccinia virusları, Saccaromyces mayalarını taşıt/vektör olarak kullanarak genetik ilavelerle başka mikroorganizmaların bazı immünojenlerinin vektör mikroorganizma hücresi üzerinde sentezlettirilmesi/oluşturulması esasına da­yanmaktadır, insanlarda Hepatit B virüsünün core antijeni (HbsAg) genlerini Saccaromyces cereviceae genomuna yerleştirerek, mayaya hepatit B antijeni sen-tezlettirilmiş ve bu antijenler aşı olarak kullanılmaktadır. Hayvanlarda uygulan­mak üzere bazı aşılar geliştirilmiştir. (Örneğin 2 farklı virüs geni tavuk çiçek vi­rüsü genlerine rekombine edilerek 3 etkene birden aşı üretilmiştir).

Polivalan ve Kombine Aşılar. Aşılama kampanyalarında bir enjeksiyonla birkaç hastalı­ğa karşı bağışıklık sağlamak üzere üretim aşamasında farklı aşılar biraraya getirilerek üretilir. Bu aşılara kombine aşılar denir. Bir hastalık, bir mikroorganizmanın farklı suşları tarafından oluşturuluyor ve biribirlerine karşı koruma sağlamıyorsa (örneğin grip virus-ları) birden fazla susu birarada bulunduran aşılar yapılır. Bunlara da polivalan aşı denir.

Aşıların İstenmeyen Etkileri. Aşılamalardan sonra aşının türü ve aşılanan insanın ge­nel durumuna göre az yada çok bazı yan etkiler olabilir. Yukarıda bahsedildiği gibi aşı, mikroptan hazırlanır. Ölü bile olsa ihtiva ettiği yapılar insanın immün sisteminde has­talığın küçük bir modelini oluşturarak (antreman yaptırarak) bağışıklık sağlayacaktır. Aşılanan kişiyi rahatsız edebilecek ve dikkate alınması gereken yan etkiler
a. Lokal reaksiyonlar,
b. Sistemik reaksiyonlar ve
c. Aşı şoku olarak sıralanabilir.

Ateşli hastalık geçirenlere, zayıf kondüsyonlulara, kanserlilere, immün yetmezliği olanlara ve genel olarak aşılamadan umulan faydanın olmayacağı kişilere normal in­sanlar için üretilen aşıların yapılması kontraendikedir.


Son yıllarda immün yetmezlik bulunanlarda, kanserlilerde, otoimmün hastalığı olan­larda, AIDS'lilerde kullanılmak üzere canlı (adenovirus, kızamık, kabakulak, kızamık, kızamıkçık, çocuk felci, varicella-zoster, tifo, BCG, vb), ölü (grip) toksoid (tetanoz), subünit (Hepatit B) ve polisakkarid (Meningokok- H. influenza tip B, Pnömokok) aşılar geliştirilmiştir. Ancak bu aşılarından sağlıklılardaki kadar koruma beklenmemekte, hatta immün sistemi uyarabilmeleri bile önemli kabul edilmektedir. BCG aşısı, vesica ürinaria kanserlerinde terapotik amaçla bile kullanılmaktadır.

İmmun Sistem İmmun Sistemi Hastaliklari

Ağız Boşluğu ve İmmün Sistem, İmmün Sistemi Hastalıkları

Ağız boşluğu, yeme, içme, konuşma, nefes alıp-verme ve sevgi gösterme gibi birçok durumun yanısıra sigara içme, parmak emme, gibi farklı şekillerde insanın çevre ile en fazla temasta olan, mikroorganizmaların vücuda ilk ve en yaygın giriş yolunu oluştu­rur. Geçici ve kalıcı floranın sürekli etkisinin yanısıra potansiyel patojen mikroorga­nizmalarla karşılaşır. Bu dengenin konakçı lehine korunması, sağlığın sürdürülmesine yardım eder.

Ağız mukozası, spesifik (sistemik ve lokal kazanılmış bağışıklık) ve nonspesifik (doğal direnç-müsinler, lizozim, laktoferrin, laktoperoksidaz vs) savunma mekanizmalarının birlikte çalışmaları ile korunur. Ağız, barsaklar ve akciğerler gibi diğer mukozal bölge­leri aynı özellikleri taşır. Barsaklardan en önemli farkı, ağızda dişlerin olmasıdır. Diş ve dişeti mukozası arasındaki birleşme yerleri, mukozal yüzeylere serum proteinleri­nin geçişine yardım eder. Fakat besinlerle diş ve mukozanın etkileşimleri, ağız muko­zasındaki epitellerin tahribatına yol açabilir. Tahrip olmuş epiteller, çok mikroorganiz­ma ile de uğraşır. Mikroorganizmaların etkin olduğu durumlarda periodontal enfeksi­yonlar (periodontitis) şekillenir. Ağız mukozası, diğer mukozal bölgelerdeki immün savunma sistemlerinin yanısıra, küçük ve büyük tükürük bezleriyle gelen lokal ve sis­temik immün sistem ile gingival ve mukozal dokuların içerisinden veya krevikular sıvıdan kaynaklanan sistemik bağışıklık ürünlerine sahiptir.

Ağız mukozası, florada bulunan birçok mikrobik antijenle sürekli karşılaşır. Mukozal yüzeydeki herhangi bir yetmezlik aşırı mikrop girişine maruz kalmayla sonlanır (örneğin travma veya inflamasyon). Bakteriyel veya diğer mikrobiyel antijenler lenfo­sitler için mitojenik (çoğalmayı stimüle edici) maddeler (LPS, PG, endotoksin, kapsül, pilus, flagella vs) ihtiva ederler. Bu antijenler mukozal yüzeylerden temizlenmezse veya tekrar antijenlerle artmış olarak uyarım devam ederse, lokal olarak (tükürük bez­lerinden, mukoza altı lenfoid dokulardan-MALT) aktive olan T ve B lenfositleri değişik sitokinler (INF, IL-1, IL-3, TNF, vs) salabilirler. Ayrıca nötrofiller ve makrofajlarda dev­reye girerek lokal olarak yangı reaksiyonları ile sonuçlanır.
Aerobik flora bakterileri, patojenlerin adhezyonlarını önledikleri gibi saldıkları hidro­jen peroksitlerle anaerobik bakteriler üzerinde de olumsuz etki sergilerler.

Antijenik Uyarım

Mukozadaki antijenik uyarımlara en uygun ve etkin tepki mukoza altı lenfoid dokular­da (MALT) ki B lenfositleri tarafından salgısal IgA'lar sentezlenerek verilir. S IgA'lar, mik­roorganizmaları opsonize ederek, PMNU in işlerini kolaylaştınlar. Ayrıca komplement sistemin etkisiyle bakterilerin doğrudan parçalanmalarını sağlayarak inaktive ederler.

Dişeti Cebi

Dişeti cebi sıvısının hep ağız boşluğuna doğru akması, bölgenin enfeksiyon etkenlerin­den temizlenmesine, içerdiği antikorlar (özellikle Ig A, Ig G ve Ig M) la bakterilerin inaktive edilmeleri sağlanır. Dişeti yangılarında cepteki sıvı miktarında ve içerdiği hücre miktarında artışlar olur. Dişeti cebindeki epitel hücrelerinin seçici geçirgenliği (pinositoz) vardır.
Dişeti cebinde en hakim hücreler kaynağını kandan alan nötrofiller (PMNL) dir. T ve B lenfositleri de önemli görevlerde rol alırlar.

Tükürük ve Antikorlar

Tükürük ağız içi mukozayı yıkaması ve emme/yutkunma ile buradaki bakterileri mi­deye doğru göndermesi (midede de HCL'ten geçirilerek öldürülmeye çalışılması) başlı-başına önemli bir koruyucu mekanizmadır. Normal insanlarda tükürük kanallarından ağız boşluğuna doğru sürekli akış, beze ve kanala mikrop girmesini önleme bakımın­dan da gereklidir. Tükürük içerdiği lizozim enzimi ile aerob ve fakultatif anaerob Gram pozitif bakteriler üzerinde bakteriolitik etkiye sahiptir. Ne varki, diş sağlığını olumsuz etkileyen bir çok bakteriye (P gingivalis, Lactobasiller, Str. salivarius, Str. mitis, Peptostreptokoklar, Veillonella'lar vs) bu etkisini gösterememektedir.

Tükürüğün, % 40'ı parotis bezinde, % 40'ı submandibular bezlerde, %10'u sublingual bezlerde ve % 10' u minör tükürük bezleri (ağız mukozası içerisinde yüzlercedir. Özel­likle labial ve bukkal mukozada bulunurlar)' nde yapılır ve ağıza salınır. Toplam tükü­rük içerisindeki oranı çok az miktarda olmakla birlikte tükürüğe önemli katkısı olan krevikular sıvıyıda unutmamak gerekir. Günlük tükürük miktarı yaklaşık 750-1000 ml'dir. Tükürükteki immünglobulin (Ig) A' nın % 90-5'i salgısal IgA (dimerik yapılı) karakterindedir. Az miktarı (5-10) monomerik IgA'dır. İki alt tipi (1 ve 2) bulunan slgA'nın birbirine oranı (sIgAl:sIgA2) yaklaşık 55:45 dir. Değişik sekresyonlardaki s IgA miktarı değişmekle beraber, daima Ig G'den fazladır. Bir litre tükürükteki slgA, IgG ve Ig M miktarları sırasıyla 200, 1 ve 1 mg'dır.

Parotis bezi sekresyonundaki proteinlerin yaklaşık % 3'ü Ig A antikorlarından oluşur. Stimüle tükürükteki IgA miktarı stimüle edilmemiş tükürüğe oranla 3 kat daha düşük bulunmuştur. Ancak, stimülasyonda kullanılan stimülan da önemlidir. Örneğin ami­laz tükürük akış hızını 16 kez, laktoferrin ise 5 kez artırır.
İnsan tükürüğünde Ig G'nin artması, genellikle bezlerdeki kronik bir yangının (enfek­siyonun) veya otoimmünitenin (Sjögren's sendromu) göstergesi kabul edilir. Tavşan-lardaki deneysel çalışmalarda, tükürük bezine albumin enjeksiyonu sonucunda albu-mine karşı IgA'lar sentezlendiği, adjuvantla birlikte albumin verildiğinde ise zamanla Ig G'lerin artmaya başladığı tespit edilmiştir.

Lenf Düğümleri, Lenf Düğümü, Lenf Düğümleri İltihabı

Ağız içi bağışıklıkta ağız dışı (submandibular, submental, retrofarengeal ve servikal lenf bezleri) ve ağız içi (palatinal, lingual ve farengial tonsiller ile submukozal düğümcükler (salivary gland lymphoid tissue=DALT, mucosa associated lymphoid tissue^MALT), lenf bezlerinin önemi çok fazladır. Antikor sentezi lenf bezlerindeki (bezciklerinde) plas-ma hücrelerince yapılır. İlk tepki buralarda gösterilir ve lenf düğümleri arasındaki lenfa­tik (beyaz kan dolaşımı da denilir) dolaşımla kendi aralarında çok iyi bir yardımlaşma gösterilir. Buradaki antikorların fazlası kan dolaşımına drene edilir.

Tükürük slgA' lapının Görevleri

Tükürükte normal şartlarda komplement birimleri ve fagositik hücreler bulunmadı­ğından, S IgA'ların mikroplar üzerine opsonizasyon ve komplement fikzasyon gibi et­kileri fazla değildir. Ig A'mn tespit edilebilen ana görevleri;

1- Bakteriyel toksinlerin, enzimlerin ve virusların nötralizasyonu.
2- Diş ve epitel yüzeylere bakteriyel tutunma-yapışmanın (adhezyon) ve üreme­nin önlenmesi,
3- Antijenleri bağlayarak, çiğneme ve müsinlerin de yardımıyla ağız boşluğundan uzaklaştırılması, ve
4- Diğer (non spesifik savunma sistemleri ile etkileşerek oluşturduğu diğer) görevler.

a. slg A ve Müsinler. Ig A, müsinlere sisteinlerin aracılığıyla bağlanır. Moleküler ağırlıkları fazla olduğundan (400.000 dalton) müsinlerle kompleks oluştururlar ve aglutinasyon aktivitesine sahiptirler. Oral immünize edilmiş ratlarda intestinal goblet hücrelerinin müsin salgıladığı gösterilmiştir. Ayrıca antijen + antikor kompleksleri ve Ig E + mast hücre reaksiyonları da müsin salgılanmasını uyara-bilir. Ağız içi çalışmalarda henüz gösterilememiş olmasına rağmen, tükürük glikoproteinlerinin bakterilerin adhezyonlarını önlemeleri, benzer mekanizma ile etkidiklerini göstermektedir.

b. slgA ve Laktoferrin. Laktoferrin ortamdaki serbest demiri bağlayarak bakterio-statik etki oluşturan bir proteindir. Demir, patojen bakterilerin üremeleri için gerekli olan bir maddedir. Bu etki mekanizması, slgA'ların yardımıyla arttırıla­bilir. Purifiye kolostral IgA kullanılarak, laktoferrin miktarı artırılmış ve bu da demirin bağlanması ile sonuçlanmıştır.

c. slgA ve Lizozim. Kolostrumdan saf olarak elde edilen Ig A'ların, komplement ve lizozimin varlığında E.coli'nin üremesini önlediği gösterilmiştir. Halbuki IgA'sız bu etki oluşmamaktadır. Bu gözlemler, hernekadar ağız içi boşluğunda komp­lement miktarı çok düşük olsa da benzer mekanizmaların buradada olabileceği­ni desteklemektedir. Tükürükteki müsinlerin fazlalığı lizozim aktivitesini önle­yebilmektedir.

d. slgA'lar ve Laktoperoksidaz. s IgA'lar , laktoperoksidazların antimikrobiyel et­kilerini arttırırken, serum IgG ve IgM'lerinin etkisiz kalması, mukozal bağışık­lıkta IgA'ların önemini göstermektedir.

Pulpitis, Odontojenik Kist (Odontojenik Kistler) ve Granülom Nedir

Pulpa oldukça sert yapıdaki dentin ile çevrili olduğundan, buraya ulaşan herhangi bir mikroorganizma pulpanın yangılanmasına (pulpitis) sebep olur. Yangı ile artan eksu-dat özelikle diş köküne-kök kanal pulpasına baskı ve nihayet buradan periapikal böl­geye sızacaktır. Bunun sonucunda da apse, odontojenik kist ve /veya granülom gelişe­cektir. Granülom hücre aracılı aşırı duyarlılık reaksiyonudur. Kist, ise içi sıvı dolu et­rafı epitel hücrelerden ve makrofaj artıklarından ibaret kapsülle çevrilmiş patolojik oluşumdur.

Alerjik Reaksiyon Gelisen Alerjik Reaksiyon

Allerjik Reaksiyon, Gelişen Alerjik Reaksiyon

Allerjik reaksiyonlar, konakçının aleyhine gelişen anormal doku zararlarına sebep ola­rak hastalanmasına ve ölmesine yol açan immünolojik reaksiyonlardan ibarettir. Aşırı duyarlılık reaksiyonları (ADR) olarak da bilinir. Dört temel tipi bilinmektedir. Bunlar­dan ilk 3'ü humoral gelişen, 4. ise sellüler gelişen ADR'dur.

Tip 1 Aşırı Duyarlılık Reaksiyonu. Anafilaktik tip aşırı duyarlılık da denilen reaksi­yon, daha önceden uyarılmış konakçının (en az 10 günden sonra) ikinci veya çoğul tekrar karşılaşmasından sonraki dakikalar içerisinde (1-30 dakika) özellikle insanlarda solunum sistemini etkileyerek anafilaksi ve ölümle sonlanır. Allerji bir türün tüm bi­reylerinde görülüyorsa anafilaksi adını alır.

Çabuk tip allerjide denilen bu ADR, konakçının allerjenle ilk karşılaşmasında Ig E sen-tezlemesi ve sentezlenen Ig E'lerin vücuttaki mast hücrelerine eozinofiller tutunması ile hassas hale gelir. Birincide herhangi bir klinik belirti oluşmaz.

İkinci allerjen girişinde Ig E'lerin antijen bağlayan fragmanlarına (Fab bölgelerine) allerjenin tutunması mast hücreleri uyararak sitoplazmada yoğun olarak bulunan ve içlerinde histamin, serotonin, bradikinin, SRS-A, ECF-A gibi vazoaktif aminleri bulun­duran granüller degranüle olurlar (patlar). Salınan vazoaktif aminlerin farmakolojik özelliklerine göre farklı klinik seyirde anafilaksi şekillenir. Çoğu kez, deride, trakeada hızla gelişen yangı ile karşılaşılır. Erken müdahale edilmelidir. Ayrıca solunum analep-tikleri (anafilakside ilk ve en etkili ilaç deri altı yolla 1/1000'lik epinefrin çözeltisinden 0.3-0.5 mi verilmesidir. Anafilaksinin şiddetine, hastanın çocuk yada erişkin olmasına göre doz ayarlaması ve gerekirse 20-30 dakika aralıklarla tekrarı gerekebilir. Kardiyo-vasküler kollapsla şoka girenlere intravenöz yapılması daha etkili sonuç verir) ve anti-histaminikler, kortikosteroidler ve kromolin sodyum gibi ilaçlardan da yararlanılır. Ör­neğin, histaminlere karşı antihistaminikler etkilidir. Solunum yetmezliği durumunda traketomi kaçınılmazdır.

Tip 2 Aşırı Duyarlılık Reaksiyonu. Sitotoksik Hipersensitivite. Komplement sistemin yönlendirdiği ADR'unda, allerjide etkili antikorların (Ig G) hücre yüzeyine tutunması halinde komplement de olaya karışarak hücrenin lize olmasını sağlar. Özellikle hemo-litik anemilerde, ABO kan grubu uyuşmazlıkları ve Rh uyuşmazlıklarında bu meka­nizma gelişir. Penisilin, fenasetin ve kinidin gibi ilaçlar eritrositler üzerine bağlanarak antikor sentezini uyarabilir. Bu gibi otoantikorlar (IgG) sitotoksik ADR'nu başlatabilir.

Tip 3 Aşırı Duyarlılık Reaksiyonu. Immünkompleks Tip Hipersensitivite. Vücutta spesifik antijenleri ile reaksiyona giren bazı antikorları oluşturduğu immün kompleks­ler, RES tarafından atılamayınca, dokularda (eklemlerde, böbreklerde vs) birikerek fonksiyon bozukluklarına sebep olurlar. Otoimmün hastalıklar da benzer reaksiyonlar oluştuğundan bazı bilim adamları otoimmünite içerisinde incelemektedirler. Eklemler­de artritis, böbreklerde nefritis, ve damarlarda vaskulitis gibi kronik hastalıklara sebep olmaktadırlar. Beta hemolitik streptokok enfeksiyonları bu grup allerjik reaksiyon ola­rak değerlendirilmektedir.

Tip 4 Aşın Duyarlılık Reaksiyonu. Geç Tip Aşırı Duyarlılık. İlk tarif edildiğinde 12 saatten sonra gelişen reaksiyonları tasnif etmek için geç tip/gecikmiş tip allerji denil­miştir. Ancak ilk üç reaksiyondan, antikorlardan ziyade T lenfositlerinin makrofajların bir tepkisinin sonucu şekillenmesiyle de ayrılır. Tüberküloz taramalarında kullanılan PPD tüberkülin testi bu temele dayanan bir allerjik reaksiyondur. Aynı zamanda hücre içi mikroorganizmalara vücudun hücresel bağışıklığının ölçülmesinde de kullanılabilir. Kontak hipersensitivite veJones-Mote hipersensitivitesi gibi çeşitleri bulunmaktadır.

PPD tüberkülin testinde, deri içi (0.1 mi, 5 Ünite PPD-S) enjekte edilen Mycobacterium bovis'in purifiye protein derivatlarına karşı derideki hücrelerin 72 saat içerisindeki tep­kisi ölçülür. Hiçbir tepki oluşmayanlar bağışık olmayıp risk altında kabul edilirler. 10 cm ve daha fazla bir reaksiyon oluşanlar incelemeye değer, daha az olanlar şüpheli de­ğerlendirilir.

Dişhekimliğinde yaygın olarak kullanılan; siman kaide materyalleri, restoratif silikat­lar, fenol, iyot, timol, krezatin, formaldehit, sodyum hipoklorit, hidrojen peroksit, benzalkonyum klorid, bazı lokal anestezikler, civa bileşikleri, gümüş sülfit ile bunların birkaçının karışımı ile hazırlanmış kimi dolgu patlarının köpeklerdeki denemelerde de­ri reaksiyonlarını artırdıkları (geç tip aşırı duyarlılık) ve deri testlerinde pozitifliğe se­bep oldukları ileri sürülmektedir.

Periapikal dokulardaki geç tip aşırı duyarlılık reaksiyonlarında, enfeksiyöz ajanlar ka­dar, buradaki dentin artıklarının, mikroorganizma toksinlerinin, pulpa dokularının ve kullanılan materyallerin başlatıcı rol oynadığı çeşitli araştırıcılar tarafından belirtil­miştir.

Antijen Nedir Antijen Antikor Antijenler

Antijen Nedir, Antijen Antikor, Antijenler

Antijen, vücuda verildiğinde/girdiğinde kendine özgü bir immün tepki oluşturabilen her türlü maddeye verilen isimdir. Antijen, konakçıda allerjik reaksiyonlara sebep olu­yorsa allerjen adını alır. Yabancı maddenin uyarım yapabilme özelliği antijenik, gücü ise antijenite ile tanımlanır. Antijen koruyucu bağışıklık oluşturabilen özellikte ise immünojenik, immünojenite gibi tanımlar kullanılır. Bazı maddeler, moleküler ağırlıklarının küçük olmasından ötürü immün sistemi uyaramazlar. Ancak bir kısım maddelere bağ­lanarak ve adsorbe edilerek uyarım yeteneği kazanırlar ki, bu tür maddeler hapten adı verilir. Haptenler, küçük moleküllü antijenik determinantlar olarak da tanımlanırlar.

Antijenlerin Özellikleri

1. Vücuda yabancı olmalıdır. Vücuda yabancılık, immün sistemin prenatal dö­nemdeki öğretisi sırasında immün gözetim (self tolerans, doğal tolerans) bakı­mından temel özellik olup, kendi antijenlerine immün cevap oluşturmaması ile yakından ilişkilidir. Bir antijen ne kadar yabancı özellikte ise o kadar iyi immün uyarım yapar.

2. Moleküler Ağırlığı Yeterince Büyük Olmalıdır. Bir maddenin immün sistemi uyarabilmesi için 10.000 daltandan hatta 100.000 daltondan büyük olması ge­rekir. Örn. Penisilinler, normalde haptenik karakterdedirler. Ancak serum pro­teinlerine bağlanarak aşırı immüniteye (alerjiye) sebep olabilirler.

3. Kimyasal Yapı Kompleksliliği ve Stabilite. İyi bir antijen protein yapısında ol­malıdır. Kompleks ve stabil yapıda olması immünitenin daha uzun sürmesini ve daha fazla antikor sentezini uyarması ile sonlanır. Homopolimerler, heteropoli-merler nazaran daha zayıf antijenite sergilerler.

4. Antijenik Epitoplar. Epitoplar, bir yabancı maddedeki asıl antijenik kısımlar olup, bunların iyi sergilenmesi ve immün sistem hücrelerince iyi tanınması ba­ğışıklığın derecesini ve gücünü arttırır.

5. Antijen Miktarı. İmmün sistemi uyaracak miktarda olmalıdır. Bazı antijenlerin azı uyaramazken çok olması immünolojik felce sebep olur.

6. Vücuda Veriliş Yolu. Aşılar genellikle kas içi veya deri altı enjeksiyonla verilir. Bazıları ağız yoluyla verilir. Deneysel şartlarda en iyi uyarım yolu İV yol olmak­la birlikte, her etkenin doğal enfeksiyon şekli ve bağışıklık oluşturabilme veya bağışıklıkta etkili sistem (sellüler, humoral, mukozal vs) dikkate alınarak en uy­gun yoldan verilmelidir.

7. Konakçının Yaşı, Cinsiyeti. Erişkinler, yenidoğanlardan ve gençlerden daha iyi immün tepki gösterirler. Yaşlanma ile birlikte azalabilir. Bazı türlerde dişiler er­keklerden daha iyi bağışıklık oluştururlar.
Antijen Çeşitleri
Antijenler, elde edilişlerine göre; doğal ve sentetik antijenler, kimyasal yapılarına göre: protein, Lipoprotein, lipopolisakkarid (LPS), ait oldukları canlılara göre; bitki, hayvan, insan, mikroorganizma vs, gibi sınıflandırılabilir.

Vücudun kendi yapılarına şelf antijen (otoantijen) denir. Aynı türün farklı bireylerini-nin dokuları birbirleri için alloantijen (izoantijen) dir. Türler (örneğin, insan-maymun, tavşan, at, hayvan-bakteri, vs) arası antijenlere ise heterofil antijen denilir.

Mikroorganizma Antijenleri

Bakteriyel Antijenler. Bakterileri hücre duvarları, kapsülleri, flagelları, pilusları, toksin­leri, türler arasında farklılıklar gösterir. Bu sebeplerle bir tür bakterinin bu yapılarına farklı antikorlar sentezlenecektir. Bazı bakterilerde ortak/benzer antijenik yapılardan dolayı kros-çapraz korumalar olabilmektedir.

Viral Antijenler. Viruslar, bakterilere göre daha basit yapıda olduklarından antijenik de­terminantları daha azdır. Viruslarda kapsid en önemli antijen olarak bilinir. Kapsid üzerindeki yapılar viral antijenlerin farklılığını gösterir.

Mantar Antijenleri. Mantarların hifa ve sporları bir tür içerisinde bile farklılıklar sergi-leyebilmektedir.
Paraziter Antijenler. Bakteri ve virüs antijenlerine nazaran çok çeşitli ve daha kompleks yapıda olmaları, biyolojik sikluslarının çokluğu ve bu aşamalarda farklı antijenite gös­termeleri, parazitlerin çok sayıda lenfosit populasyonunu uyarmalarına ve yetersiz ba­ğışıklık oluşmasına yol açmaktadır.

İnsan kan serumunun 100 ml'inde yaklaşık olarak 1240 mg Ig G, 280 mg Ig A, 120 mg Ig M, 3 mg Ig D ve 0.03 mg Ig E bulunur. İmmünglobulinlerdeki farklılıkta en önem­li özellik ağır zincirlerindedir. Ig G' de (gamma), Ig Ada (alfa), Ig M'da (mü), Ig D'de (delta) ve Ig E'de (epsilon) yapısındadır. Hafif zincirleri ise kappa ve lambda olmak üzere 2 çeşittir. Bir immünglobulinde ancak bir çeşit hafif zincir bulunabilir.

Ig M. Genellikle primer immün cevapta başka bir ifade ile konakçı bir mikroorganiz­ma ile ilk kez enfekte olduğunda yada aşı mikrobu ile ilk kez karşılaştığında sentezle-nir. Pentamer yapıda olup, moleküler ağırlığı 900.000 daltondur. Bakteri ve viruslara karşı bağışıklıkta en etkili antikorlardır. Kanda 5-6 gün sonra parçalanır.

IgG. İnsanda 4 alt tipi (IgGl, IgG2, IgG3 ve IgG4) bulunur. Moleküler ağırlığı 150.000 daltondur. Plasentayı geçebilen tek antikor çeşididir. Kanda 23 gün kadar aktif kalabi­len en uzun ömürlü Ig türüdür. Parazitlere karşı sentezlenen bazı Ig G'ler allerjide et­kindir. Sistemik humoral bağışıklıkta önemli görev yaparlar.

Ig A. Mukozal antikorlar olarak bilinen Ig A'lar dimerik yapıda (400.000 dalton) iken aktiftirler. Mukozalar altındaki lenfoid dokulardan sentezlenirler. Ağız, göz, trakea ve bağırsaklar gibi mukozal dokuların korunmasında etkili antikor çeşidini oluştururlar.

Ig E. Anafilaktik tip allerjilerde etkili olan reajinik antikorları oluştururlar. Moleküler ağırlıkları, 190.000 daltondur.

Ig D. Antikor görevi görmedikleri kesin olarak bilinmemektedir. Virjin B lenfositleri­nin yüzeyinde Ig M'ler gibi reseptör görevi görürler.

İmmunoloji Nedir Alerji Klinik İmmunoloji

İmmünoloji Nedir, Allerji ve Klinik İmmünoloji

İmmünoloji Ders Notları

Canlılar, doğada bulunan patojen etkenlerden ve yabancı maddelerden kendilerini ko­rumak ve bunları ortadan kaldırabilmek için birçok mekanizma ile donatılmıştır. Ba­ğışıklık, genel anlamda hastalık yapıcı mikroorganizmalara ve yabancı maddelere karşı vücudun genel ve özel tüm savunma sistemleri ile karşı koyması olarak tanımlanabilir. Bir canlıdaki bağışıklık temel olarak 2'ye ayrılarak incelenebilir: 1. Doğal Direnç ve 2. Kazanılmış Bağışıklık.

Bağışıklık, sistemik (tüm vücudu ilgilendiren) ve mukozal (sadece mukozalardaki reaksiyonları ilgilendiren) bağışıklık olarak da ayrılabilir.

1. Doğal Direnç


Bireylerin yapısı ve kalıtsal karakterleri ile ilişkili olarak vücuda giren tüm yabancı maddelere, bütün imkanları ile karşı koyması doğal direnç kapsamı içerisinde ince­lenir. Doğal bağışıklık, nonspesifik bağışıklık, yapısal direnç de denilen bu savunma hattı, canlının genetik, anatomik (deri, tüy, mikroflora, vs), hücresel (makrofajlar, nötrofiller) ve sıvısal (komplement, interferonlar, mukozal salgı ve sıvılar, inflamatuar/yangısal reaksiyonlar) yapısı ile ilgili savunma sistemlerinden oluşur. Hemen he­men her tür yabancı maddeye karşı ilk verilen tepki doğal dirençle ilgilidir. En belirgin reaksiyon fagositoz olup, aşırı fagositik aktivite sonucunda yangı bölgesinde kalan ölmüş makrofaj (PMNL) hücreleri iltihap halinde görürüz. Oldukça önemli olan komp­lement sistemin çalışmasını çoğu zaman farketmeyiz.

Doğal bağışıklık sistemi (her ne kadar tam olarak kazanılmış bağışıklık reaksiyon­larından ayrılamaz ise de) nin başaramadığı veya yetmediği olaylara kazanılmış bağışıklık sistemi yardım ederek vücudu yabancı etkenlerden korumaya çalışırlar.

2. Kazanılmış Bağışıklık

Doğal savunma hattını geçen etkenlere karşı spesifik reaksiyonlar oluşturarak alt etme özelliklerine sahip olan kazanılmış bağışıklık sistemi devreye girer. Bu sistem lenfositler (B ve T lenfositleri) ve bunların etkene özgü ürettikleri maddelerden (antikorlar, lenfo-kinler) ibarettir. Kazanılmış / Özgül/ Edinsel bağışıklık olarak da bilinen bu bağışıklık şekli, bir kere karşılaştığı mikroorganizmanın tüm yapılarını ve bunların diğerlerinde ayrılabilen yönlerini (antijenik determinantlarını-epitoplarını) öğrenerek nasıl mücadele edilebileceğini hafızasına yerleştirmesi ve bir dahaki sefere hazırlıklı olması ile doğal ba­ğışıklıktan ayrılır. Ayrıca doğal bağışıklıktan üstün olan yönünü de bu özellik sağlar. Ör­neğin, kızamık, kabakulak gibi hastalıklara karşı oluşan bağışıklık ömür boyu sürer.

Doğal Dirençte etkili Sıvısal Faktörler

A. İnterferon Nedir, İnterferonlar, İnterferon kullanımı (INF). Mikroorganizma ile enfekte olmuş hücreler (lenfositler, makrofajlar, fibroblastlar vs) tarafından sentezlenen, düşük moleküler ağırlıklı glikoprotein yapısında maddeler olup, enfekte olmamış hücrelerin uyarılarak tedbir almalarını, uyarılmalarını hatta bu hücrelerin enfeksiyona direnmelerini sağlarlar. Alfa, beta ve gamma INF'lar olmak üzere 3 çeşidi tespit edilmiştir. INF-a ve INF-P'nın etkileri dolaylı olup, diğer hücrelere bağlanarak antiviral et­kili maddeler sentezlettirerek görev yaparlar. Interferonlar, sentezlendiği türe özgü olup, başka tür canlıda inaktiftirler. Ancak mikroorganizmaya spesifik ol­madıklarından bir çok etkene karşı immün sistemi stimüle ederek immünmodülatör aktivite gösterirler.

B. Komplement Sistem. Komplement sistemi, insan ve hayvanların kan serumla­rında doğal olarak bulunan Clq'den C9'a kadar olmak üzere 20 kadar protein yapısında alt komponentten oluşan bir sistemdir. İmmünite için mutlak olması gereken bu sistem, 2 şekilde uyarılarak aktifleşir.

1. Klasik Aktivasyon. Vücuda giren mikroorganizmalara antikorların bağlan­ması önemli bir başlatıcı olarak uyarır. Komplement sisteminin Clq kompo-nenti antikor + antijen kompleksindeki mikrop üzerine tutunur, olaya C4, C2'nin katılması C3'ünde bağlanması ile C5-C9'a kadar devam eder ve canlı hücrenin parçalanması (lizis) ile sonlanır.


2. Alternatif Aktivasyon. Bazı durumlarda (bakteri endotoksinleri, slgA'lar, zimozan, hücre duvarı polisakkaridleri vs) komplement sistem, C3'ün bağlan­ması uyarılır ve buradan itibaren klasik aktivasyon yolunu izleyerek devam eder ve lizis ile sonlanır. Buna alternatif veya properdin yada by-pass aktivas­yon yolu denilir.
Komplement sistem, 20 halkalı bir zincire de benzetilebilir. Her hangi bir alt komponentin eksikliği veya bulunmaması sistemin çalışmamasına dolayısıyla doğal ve aktif bağışıklıkta önemli aksamalara sebep olur. Genetik olarak kom­plement eksikliği olanlar birçok hastalığa yakalanırlar.

C. Lizozim. Muraminidaz olarak da bilinen bu enzim, tüm vücut sekresyonlarm-da (gözyaşı, tükürük vs) ve makrofaj hücrelerinde bulunur. Lizozimin, Gram pozitif bakterilerin hücre duvarlarında bulunan PG tabakasını parçalayıcı fonk­siyonu vardır.

D. Laktoferrin (lactoferrin) Sütte yoğun olarak bulunan laktoferrin patojen bakterilerin beslen­mesi sırasında ortamdaki demiri bağlayarak üremelerine mani olarak etkir.

Kazanılmış Bağışıklık

1. Aktif Kazanılmış Bağışıklık (AKB). Konakçının immün sisteminin bizzat uğraşa­rak öğrendiği ve hafızasına kaydettiği bu bağışıklık şekli, ağırlıklı olarak B ve T lenfositlerinin aktivasyonlarının sonucudur. Bu sebeple, AKB'hğı Humoral (Sıvı­sal) ve Sellüler (Hücresel) Bağışıklık olarak incelemek daha doğru olacaktır.

A. Humoral (Sıvısal) Bağışıklık; Mikroorganizmalarla, aktif bir uyarım sonu­cunda B hücrelerinin plasma hücrelerine dönüşmesi ve mikroorganizmanın değişik yapılarına karşı antikorların (IgG, IgA, IgM, Ig E, ve Ig D) sentezlen-mesi ile enfeksiyonun durdurulması ve mikroorganizmaların atılması ile il­gili kısmı kapsayan bağışıklıktır. Doğal bağışıklığın ve Sellûler bağışıklığın yardımlaşarak çalışması ile gerçekleşir. Antikorlar, sentezlenmelerine sebep olan etkenlerle ve onların toksinleriyle hem vücut içinde (in vivo) hem de vücut dışında (in vitro) reaksiyon verme yeteneğindedirler. Ayrıca mikroor­ganizmaların opsonizasyonlarında, virusların nötralizasyonunda, komple-mentinin aktivasyonunda, allerjik reaksiyonlarda, tümör gelişmesinin ön­lenmesinde, antikorlara bağımlı infertilite (kısırlık) de, transplantların atıl­masında (doku reddi) vb birçok immünolojik olayda rol alırlar. Her tepkinin sonunda bellek B lenfostleri oluşur.

B. Sellüler (Hücresel) Bağışıklık, Reaktif Sellüler; Değişiklikler Vücutta makrofajlar veya B lenfositleri tara­fından uyarılan bazı durumlarda da (sitotoksik T lenfositleri) doğrudan aktive olan T lenfositleri, lenfokinler (immünmediatörler, immüntoksinler vs) üreterek, immün sistemi düzenlerler ve tüm hücrelerin aktif bir şekilde çalış­masını sağlayarak vücudun enfeksiyondan kurtulmasını sağlarlar. Yardımcı T (CD + , T4) lenfositleri karşılaştığı antijenleri, duruma göre B- lenfositleri­ne, sitotoksik T (CD8, T8) lenfositlerine, makrofajlara, K (killer) ve NK hüc­relerine dağıtarak işlemelerini sağlar. Baskılayıcı T lenfositleri ise, immün tepkinin dozunu ayarlar ve reaksiyonu sonlandırır. Her tepkinin sonunda bellek T lenfostleri oluşur.

C. Null Lenfositleri, Lenfosit Nedir; Vücutta B ve T lenfositlerinden başka 3. bir lenfosit çeşidi Null lenfositleridir. Tüm lenfositler içinde oranı % 1 civarındadır. K ve NK hücrelerinin bu lenfositlerini uyarımlar sonucunda farklılaşmış/diferensiye olmuş şekilleri olduğu sanılmaktadır. Özellikle antikorlara bağımlı hücresel sitotoksisitede ve kanser immünitesinde bu hücrelerin önemli rolleri bulun­maktadır.

2. Pasif Kazanılmış Bağışıklık. Pasif bağışıklık anneden plasenta veya süt ile alınan antikorlarla, hücrelerle (doğal KPB) olabildiği gibi tetanoz ve kuduz antiserum-ları, yılan, akrep antitoksinleri ile Rh uyuşmazlığı sonucu düşükleri önlemek için uygulanan anti-D antiserumları gibi durumlarda bizzat tedavi için enjeksi­yonla da (yapay KPB) kazanılabilir. Gamaglobulin veya hiperimmün serum uy­gulamaları yapay KPB kapsamındadır. Pasif bağışıklık, alınan antikorların mik­tarı ve biyolojik yarılanma ömürleri ile ilgili olarak kısa süreli bağışıklık sağlarlar.

3. Mukoza! (Lokal) Bağışıklık. Vücudun mukozaları (ağız, barsaklar, göz, ürogeni-tal sistem)'nda gerçekleşen savunma sistemleri ve bu sistemlerin tepkileri lo-kal/mukozal bağışıklık içerisinde incelenir.
İmmün sistem, kendinden olanı (şelf antijenleri), kendinden olmayan (non-self) anti­jenlerden ayırd etmeyi, fötal dönemde öğrenir. Böylelikle kendi antijenlerine (MHC-büyük doku uyuşum antijenleri) immün tolerans (hoşgörü) gösterir. Bu tolerans, sağ­lıklı canlılarda, ileri yaşlara kadar sürer. Kimi organlarda zamanla oluşan atrofiler ve yaşlanmayla gelişen bazı hastalıklar/kazalar ve bunlara müdahaleler, otoimmün tepki­lerin (otoimmünite) ortaya çıkmasına zemin hazırlar.

Ağız yoluyla alınan, vücuda yabancı bir çok besin maddesi (besin, ilaç, vs) ne karşı ağızda ve özefagusta bazı lokal tepkiler oluşabilecektir. Midedeki HC1 havuzundan geçen bu besinler, öncelikle antijenik yapılarında değişikler oluşmaktadır. Besinlerle alınan maddelerin % 0.002'sinden daha azı orijinal antijenik yapısı ile kalmakta ve emilmektedir. Besinlerin, ağızda başlayan parçalanma işi, mile ve barsaklarda enzimatik ve mikrobiyel fermentasyona tabi tutularak devam etmektedir. Barsaklardaki villuslarda mukozal bir çok immün tepkileşim de gerçekleşmektedir. Besinlerden canlı için anormal derecede immün tepki oluşturanları genellikle ishal, lokal allerji gibi olay­larla ya kısa sürede atılmakta veya emilenlere karşı sistemik tepkiler devam ederek genel allerji oluşmaktadır.

Antikor Sentezi


Bir canlı, antijen özelliği gösteren bir madde ile ilk kez karşılaşıp, makrofajların ve do­ğal bağışıklık maddelerinin yardımıyla işlenerek B lenfositlerine sunulduğunda, fötal dönemde kuşlardaki bursa Fabricius (memelilerde kemik iliği) tan geçerek olgunlaşan ve milyonlarca farklı antijene reaksiyon verebilecek çeşitlilikte B hücrelerinden en uy­gun biri ile temasa geçerek, uyarılmasına, proliferasyon ve diferensiasyon sonucunda plasma hücrelerine dönüşmelerine sebep olur. Plasma hücreleri bu antijene karşı spesi­fik antikorlar (1. uyarımda IgM) üretir. Bellek B hücreleri ile antijenin özelliklerini kaydeder. Buna klonal seleksiyon denir. Burnet tarafından teori halinde açıklandığın­dan Burnet'in Klonal Seleksiyon Teorisi olarak bilinmektedir. Monoklonal antikorla­rın üretilmesinden sonra teori, doğrulanmış ve antikor sentezi için tek açıklayıcı yol olarak kalmıştır. Aynı canlı bir süre sonra aynı antijenle tekrar karşılaşırsa bu sefer daha hızlı biçimde antikor (Ig G) sentezleyecektir. Bu sebeple bazı (inaktif) aşılar 2 veya daha fazla yapılarak daha iyi bağışıklık sağlanır.

İmmunoloji Alerjik Klinik İmmunoloji Anasayfa

İmmünoloji, Allerji ve Klinik İmmünoloji

Antijen Nedir, Antijen Antikor

Allerjik Reaksiyon