Biyopsi Nedir Biyopsi İgnesi

Biyopsi Nedir? Biyopsi İğnesi

Biyopsi "parça almak" anlamına geliyor. Vücudumuz­daki herhangi şüpheli bir kitlenin veya görüntünün tam olarak ne olduğunu anlayabilmek, yani tanı koyabilmek için gerekli bir işlem. Bu konuda birçok yöntem uygulana­bilir. Ama sonuçta yapılan iş o bölgeden örnek almak ve bunu patoloji laboratuvarına göndererek tanı konmasını sağlamaktır.

Parça almadan kesin tanı koyulamaz mı? Her başvuran hastadan biyopsi almak gerekiyor mu?
Her kitleden veya görüntüden mutlaka örnek almak gerekmiyor. Hastayı muayene ederek veya mamografi-ultrason gibi görüntüleme yöntemlerini kullanarak, çok bü­yük bir oranda tanı koymamız mümkün. Bu işlem sadece tanı konusunda şüpheye düştüğümüzde veya o kitleye, gö­rüntüye bir cerrahi girişimde bulunmayı düşündüğümüzde uyguladığımız bir yöntem.

Kansere bıçak vurulmaz" efsanesinin doğruluğu nedir? Gerçekten kansere bıçak vurulmaz mı?

Böbrek biyopsi

Bu söylem oldukça eski bir anlayışın ürünü. Geçmiş za­manda özellikle cilt kanserlerinde bilinçsizce alman biyop­siler, kanserin gidişatının hızlanmasına sebep oluyordu. Usulüne uygun olmadan yapılan her şey zararlıdır. Eğer biyopsi sırasında çevredeki normal dokulara kanser hücre­si saçılırsa biyopsi tabii ki zarar verir. Benzer şekilde kitle­nin bir kısmının alındığı biyopsilerden sonra kanser teşhis edilmesine rağmen, kitlenin geri kalanı alınmazsa problem olur.

Artık biyopsiler çok bilinçli ve dikkatli uygulanıyor. O nedenle eğer doktor biyopsi öneriyorsa hasta bunun ken­disine zarar verecek bir işlem olmadığını bilmeli ve dokto­runa güvenmeli. Bu konunun toplumda neredeyse bir ka­nun gibi algılanmasında biz hekimlerin de sorumluluğu var. Çünkü yapılacak işlemin gerekliliği ve yöntemi açık bir şekilde anlatıldığında hastalar biyopsiye kolayca ikna oluyorlar. Hâlbuki "biyopsi" sözcüğü ilk anda bütün has­talarda bir irkilmeye sebep oluyor. Ama nasıl bir şey oldu­ğunu ve kendilerine bir zarar gelmesinin söz konusu olma­dığını anladıklarında derhal işbirliğine yanaşıyorlar.

Biyopsi Sonucu

Ben size cümleyi tersinden okuyayım: "Biyopsi yap­mazsak ne olur?" Biyopsiyi yapma sebebimiz, bir kitledeki kanser şüphesidir biliyorsunuz. Diyelim hastaya biyopsi önerdik, hasta da biyopsiyi kabul etti. Biyopsi sonucu kanser gelmezse, artık bu kitle ile ilgili şüphelerimiz bir sü­reliğine de olsa ortadan kalkacak. Bu durumda yaptığımız biyopsinin hastaya zaten bir zararı yok. Ama eğer kitle kanser ise biz zaten o kitleyi tamamen çıkartacağız ve ar­kasından da gerekiyorsa ilaç veya ışın tedavisi gibi destek tedavilerine başlayacağız.

Peki, aslında kanser olan bir kitleye hasta biyopsi yaptırmazsa ne olacak? Biz tam tanıyı koyamadığımız için kitleyi belirli sürelerle takip etmeye başlayacağız. Bu süre içinde de kanser ilerleyecek ve sonunda artık tedavisi zor veya imkânsız bir aşamaya gelecek. Bu durumda kanserin varlığını öğrenip de tedavi etme ihtimali yok oluyor. Bence kendi hayatına kastetmekle aynı anlama geliyor bu du­rum.

Şimdi soruyorum size, kanser ihtimali varken biyopsi yaptırmak mı daha kötü, yoksa yaptırmamak mı?

"Parça alma" denilince, hemen insanın aklına kesici aletler ve acı geliyor. Kesici aletler var mı, yani bıçak vur­mak mı gerekiyor? Peki, acı duyuluyor mu?
"Parça almak," yani biyopsi için tek bir yöntem yok. Bunları iki ana gruba ayırabiliriz: Birincisi "açık" veya "cerrahi" biyopsiler. Bisturi, makas gibi kesici aletler bu yöntemde kullanılıyorlar. İkincisi ise "minimal invaziv" dediğimiz, iğne ile olduğu gibi daha küçük girişimlerle ya­pılan biyopsiler. Her iki yöntemde de hastanın acı hisset­memesi için elimizden geleni yapıyoruz.

"Açık biyopsi" ne demek?

Açık biyopsi, şüpheli kitlenin tamamını veya bir kısmı­nı bisturi, makas, koter gibi cerrahi aletler kullanarak çı­kartmak demektir. Cerrahi yollarla alınan biyopsidir. Bu biyopsinin avantajı, eğer kitlenin boyutu uygunsa tamamı­nın çıkarılabilmesidir. Böylece hem tanı konur hem de kit­lenin tamamı çıkarılarak tanısı ne olursa olsun tedavi edil­miş olur.

Kitlenin tamamını almadan bir kısmını da alarak bi­yopsi yapılabilir. Bu işlem genellikle kitlenin tamamının biyopsi şartlarında çıkartmanın imkânsız veya gereksiz ol­duğu durumlarda kullanılır.

Uyuşturuyor musunuz? Aspirasyon biyopsisi

Mutlaka. Genellikle "lokal anestezi" dediğimiz, bölge­sel uyuşturmayı tercih ediyoruz. Burada hasta uyutulmu­yor, sadece girişim yapılacak bölgenin etrafı iğne ile cilt al­tına ilaç verilerek uyuşturuluyor. Bu yöntemde hastalar kendilerine dokunulduğunu hissederler ama ağrı hisset­mezler. Böylece hasta ile sohbet ederek ve gerektiğinde bi­raz daha uyuşturarak işlem yapılıyor.

Gerekirse hastayı tamamen uyutmak da mümkün, an­cak bu yöntem hasta çok sıkıntıya girmedikçe tercih edil­mez.

İğne ile parça alınılabilir mi? Nasıl yapılıyor iğne ile parça alma işlemi, ne gibi faydası var?
İğne ile parça almak biraz evvel de bahsettiğim gibi "minimal invaziv" adı verilen çok daha basit bir yöntem. Bu işlem için kullanılan iğnelerin bir kısmı bildiğimiz ilaç enjekte ederken kullanılan ince iğneler. Bir kısmı ise daha özelleşmiş biraz daha kalın iğnelerdir. Her ikisinin kulla­nım yerine de duruma göre karar veriliyor.

Kalın olan iğne (kor biyopsi) ile biyopsi yapılırken az da olsa bölgesel uyuşturmaya ihtiyaç olur. Ama ince iğne­lerde böyle bir problem yok. İnce iğne ile doku parçası alınmaz, sadece o bölgeden hücre örnekleri alınır. Kalın iğ­ne ile bir kısım doku parçası alınır. Genellikle ultrason ile örnek alınacak bölgeyi önceden saptıyoruz. Daha sonra yine ultrason kılavuzluğunda monitörden görerek iğneyi örnek alınacak bölgeye en yakın yerden memeye sokuyo­ruz ve hücre örneklerini enjektörün içine topluyoruz. Ult­rason görüntüsünden de doğru yerde olup olmadığımızı kontrol ediyoruz. Eğer bu bölge içi sıvı dolu bir yer, yanı kist ise sıvının yok olduğunu izleyebiliyoruz.

Tecrübeli bir patoloji uzmanı (hatta onlara "sitolog" demeliyiz) bu örneklere bakarak, bize bir kanser olgusuyla karşı karşıya olup-olmadığımızı kesine yakın doğrulukla bildirebilir. İğne ile örnek almanın en büyük yararı cerrahi yönteme göre çok daha kolay uygulanmasıdır. Çok fazla hazırlığa gerek kalmadan yapılabilir. Öte yandan memede bir keşi izi kalmamış olur.

Ayrıca memeye iğne batırılması sanıldığı ve korkuldu­ğu gibi acı veren bir işlem değildir. Kalçamızdan yapılan iğnenin acıtmasının birinci sebebi, bizim kalçamızı kasmamızdır. Memenin kasılması mümkün olmadığından acı da o oranda azdır.

Sonuç olarak da iğne ile yapılan örneklemeler, hemen hemen açık biyopsi kadar doğru bilgi verir.
Ancak yine de seçilecek olan biyopsi yönteminin her hastaya göre değişebileceğini söylemem gerekir. Hiçbir za­man "başkasına bu yöntemle yapılmış, bana neden başka yöntem uygulandı" düşüncesine kapılmamak gerekir. Her hastalık her hastada aynı şekilde görülmediği gibi aynı şe­kilde de tedavi edilmez.

"iğnenin geçtiği yerlere kanser hücresi ekilir" diyorlar, gerçekten örnek alırken kanseri memeye yaymak söz ko­nusu mu?

Bu da biyopsi konusundaki efsanelerden bir tanesi. Özelikle normal enjektörlerle yapılan "ince iğne aspirasyon biyopsisi"nde kanser hücresi ekilme riski öylesine dü­şük ki pratikte bu oranı sıfır olarak kabul ederiz.

'Kor biyopsi" dediğimiz, görece olarak kalın iğne ile yapılan biyopsilerde düşük oranlarda da olsa kanser hücresının meme cildine dökülme ihtimali her zaman var. An­cak yine de bu durum endişe verici olarak algılanmamalı ve gerekiyorsa biyopsi mutlaka yaptırılmalı. Çünkü biyopsi sonrası kanser olmadığı anlaşılırsa, zaten ortada ekilecek bir kanser hücresi de yok demektir. Eğer sonuç kanser olarak gelirse de zaten ya memenin tamamı ya da kitle alı­nacağından biyopsi sırasında iğnenin geçtiği meme cildi de ameliyatta çıkarılıyor.

Dolayısıyla da görüldüğü gibi sonuç kanser olsa da ol­masa da aslında yapılan biyopsi ile etrafa kanser hücresi yaymak pek söz konusu değil. O nedenle özellikle bu ko­nuda söylemek istediğim şey, eğer cerrah biyopsi önerdiyse hiçbir şüphe duymadan yaptırılmalı.

Eğer şüphelenilen kitle ele gelmiyorsa, sadece filmlerde görülüyorsa nasıl örnek alınıyor?
Böyle durumlar için teknolojinin daha yoğunlukla kul­lanıldığı biyopsi yöntemleri mevcut; örneğin "tel ile işaret­leme" veya özel adı "ROLL" olan yöntemler de kullanılı­yor. Özellikle muayene ile ele gelmeyen, ancak sadece ma­mografi veya ultrason ile saptanan kitlelerde tercih edili­yor. Kitleye mamografi veya ultrason eşliğinde bir tel yer­leştiriliyor. Sonra da ameliyathanede bu telin kılavuzlu­ğunda cerrah kitleyi çıkartıp incelenmek üzere patolojiye yolluyor.

ROLL yönteminde ise kitlenin olduğu yere tel yerine yine mamografi veya ultrason eşliğinde radyoaktif madde veriliyor. Ameliyathanede özel bir alet yardımıyla orası tespit edilip çıkartılıyor.
Bu yöntem "gama prob" gibi özel aletlere gereksinim duyduğundan bizde olduğu gibi henüz belirli merkezlerde kullanılıyor. Ancak avantajları göz önüne alındığında za­manla daha da yaygın olarak kullanılacağı muhakkaktır.

Biyopsi için daha kolay yöntemler yok mu, teknoloji böylesine ilerlerken?
Aslında gelişen teknolojiye paralel olarak sürekli yeni ilerlemeler kaydediliyor; örneğin "mamatom" adı verilen yöntem, uygun şartlarda kitlenin tamamının alınmasını sağlıyor. Böylece hem tanı konuyor hem de kitlenin tama­mı çıkarıldığı için tedavi edilmiş oluyor.

Ancak unutmamak gerek ki her yeniliğin hemen tıbbın hizmetine sunulması mümkün olmuyor. Gerçekten tüm dünyada kabul edilen bir yöntem olabilmesi için yıllarca süren araştırmalar gerekiyor. Sonrasında da bilim dünyası­nın ortak kararı ile yaygın olarak kullanılmaya başlanıyor.

Alman örnekler nereye gidiyor ve sonuçlar nasıl değer­lendiriliyor?
Alınan tüm örnekler belirli işaretler konduktan sonra patoloji laboratuvarına gönderiliyor. Burada birtakım kimyasal işlemlerden geçirildikten sonra özel boyalarla boyanıyor. Sonrasında da mikroskoba uygun bir şekilde kesiliyor. Tüm bu işlemlerden sonra bir patoloji uzmanı tarafından inceleniyor. Bazen farklı kimyasal maddeler ve­ya boyalar kullanarak özel işlemler uyguluyor ve çıkan so­nuçları ayrıntılı bir rapor ile bildiriyor.

Bu süreçte hastaya en zor gelen şey beklemek, ancak sonuçların doğru bir şekilde değerlendirilebilmesi için be­lirli bir süreye gerek var. Herhangi bir yemeği hazırlayabil­mek için nasıl belirli bir süreye ihtiyaç varsa, burada da doğru sonuçlara ulaşabilmek için parçanın laboratuvarda belirli işlemlerden geçmesi gerekiyor. O nedenle biraz sa­bırlı olunmalı.

Ameliyat sırasında da parçalar değerlendirilebiliyor de­ğil mi?


Gerçekten de ameliyat sırasında bazı patolojik değerlendirmeleri yapmak mümkün. Özellikle açık biyopsi yapmanın gerekli olduğu durumlarda bu yöntem sıklıkla kullanılıyor. Patolog cihazlarıyla ameliyathanede bekliyor. Cerrah parçayı çıkarınca kısa bir ön hazırlıktan son­ra hemen orada patolog tarafından değerlendiriliyor. Eğer kanser varsa hasta uyandırılmadan ameliyata de­vam ediliyor ve daha önce kararlaştırılmış ameliyat uy­gulanıyor.

Ancak bu yöntem kendi özellikleri nedeniyle her za­man tam faydalı olamıyor. Esasen "kanser var" diye rapor edilirse, kanserin varlığından şüphe etmeye gerek yok. An­cak eğer "kanser yok" denirse, bu durum her zaman kan­serin olmadığı anlamına gelmeyebilir. O nedenle de ameli­yatta değerlendirilen parçalar, ameliyat sonrasında ayrıntı­lı olarak incelenmek üzere tekrar işlemden geçiriliyor.
Ancak bu ayrıntılar hasta ile konuşulması gerektiğin­den, hasta ameliyata girerken bu ihtimali bilerek girmeli.

Bu sonuçlarda geçen bazı terimlerin açıklamalarını an­latmanız mümkün mü, yani hastanın sonucu eline aldığı zaman doktora göstermeden önce kendi başına biraz da olsa değerlendirme yapabileceği kadar? Raporun hasta tarafından anlaşılmaya çalışılması çok sık rastladığımız bir durum. Aslında gayet insani bir tepki. Alınan raporun hayatını kökten bir biçimde etkileme ihti­mali insanları daha da hassas, sabırsız ve hoşgörüsüz yapı­yor. Ancak burada herhangi bir açıklamanın ne raporda yer alması ne de raporu veren patoloji laboratuvarı tara­fından yapılması doğru değil, çünkü o rapor sadece pato­logun önüne gelen bir parçanın sonucudur.

Hâlbuki böylesi önemli kararlar sadece önünüze gelen örnekle değil; hastanın hastalığına ait geçmişi, ailesinin ve kendisinin tıbbi öz geçmişi, muayene ve diğer laboratuvar (kan, idrar, film vb.) bulguları ile birlikte değerlendirildi­ğinde bir anlam taşır. Yoksa tek başına bu faktörlerden bi­risi ile karar verebilmek mümkün değil.

O nedenle gerek mamografi, ultrason gibi filmlerin ve gerekse de patoloji, kan vb. tahlillerin hastayı gören dok­tor dışında bir başkası tarafından yorumlanması hiçbir şe­kilde etik değil.

Ayrıca bu tür raporlarda sadece sonuca bakarak yo­rum yapmak çok büyük bir yanlış, çünkü sadece birkaç kelimeyi bilerek raporları yorumlamak büyük bir endişeye sebep olabilir. Veya tam tersinden bakarsanız yanlış olarak rahatlamaya da sebep olabilir. Zaten mamografi ve ultra­son konusunda da değindiğimiz gibi kısmi bilgiler, hasta­nın doktora gitmekten vazgeçip kendi kendini takip etmek gibi büyük bir yanlışa da yol açabilir.

Tüm bu nedenlerle bu konuda alınan raporların en kı­sa sürede hastayı değerlendiren cerraha iletilmesi en ideal yoldur.

Mesela "biyopsi temiz çıktı" denir. Ne demek biyopsi­nin temiz çıkması?

Bu deyim, alınan parçada kansere rastlanmadığını be­lirtmek için kullanılıyor. Çünkü bir kitle ortaya çıktığında hem hasta hem de doktor öncelikle o kitlenin kanser olup olmadığını bilmek ister. O nedenle de bu tür patoloji ra­porlarında özetin de özeti, "kanserin var olup olmadığıdır.

Yıllar geçse bile bu sonuçları saklamak gerekir mi? Doktor muhakkak biyopsi raporunu görmek istiyor, "te­miz çıktı" bilgisi neden yeterli değil?

Biyopsi raporları o organımızın bir çeşit nüfus cüzdanla-rıdır, çünkü az evvel de bahsettiğim gibi "temiz çıktı" bi­limsel bir deyim değil. Gerçi "kanser yok" anlamına geli­yor, ancak her şey bu kadar da basit değil. Raporun özetine akarak bir karar vermek hiçbir zaman mümkün olmaz.

Çünkü raporun ayrıntılarında örnek alınan parçaya ait birçok bilgi saklıdır. Bunlar tüm hekimlerin aynı şeyi anla­maları için tıbbi olarak ifade ediliyorlar. Oraya, o örneğin halen kanser olup-olmadığının dışında, yakın bir gelecekte böyle bir risk taşıyıp-taşımadığını belirten ayrıntılar da ya­zılıyor.

Tüm bu nedenlerle, raporun sonuç kısmını ezberleyip de sonra onu atmak doğru değil. Doktorunuz her zaman raporun tamamında yazılanları isteyeceğinden herhangi bir organınıza yönelik yapılan biyopsilerin raporlarını ömür boyu saklamak gerekiyor.

Biyopsi sonucunda iyi huylu tümörler saptandı, bu tü­mörler kanser riskini artırabilir mi? Biyopsi sonucunda selim (iyi huylu, kanser olmayan) tümör saptanması kapsamlı bir konu. Çünkü daha önce de belirttiğim gibi bazı tümörlerde kansere dönüşme riski oldukça düşük. Kist, fibrokist, fibroadenom adı verilen se­lim tümörlerin kansere dönüşme riski çok yüksek değil. Ancak bu riski sadece tümörün kendisine bağlı olarak dü­şünmemeliyiz.

Örneğin birinci derece akrabalarda meme kanseri var­lığı, hastanın diğer memesinde kanser varlığı veya genetik yatkınlık gibi durumlarda bu selim tümörlerin de kansere dönüşme riskinde artış olur. Aynı şekilde bu tür tümörleri olan hastalardan yoğun hormon tedavisi görenlerin de ris­kinde göreceli bir artış söz konusu.

Ancak bazen de kendisi selim olmasına rağmen kanser habercisi tümörler vardır. Bunlar arasında atipik duktal hiperplazi ve atipik lobüler biperplazi özellikle kanser açı­sından riski yüksek tümörlerdir. Yakın takibi ve diğer risk faktörlerinin titizlikle değerlendirilmesi gerekiyor.

Bir ya da birkaç defa meme biyopsisi yaptırmanın rolü nedir?

Genel olarak gördüğümüz; birden fazla biyopsi yapılan kadınlarda meme kanseri görülme sıklığında az da olsa bir artış olduğu yönündedir.

Bu konu, yapılan biyopsinin mekanik etkisine ek ola­rak birkaç defa biyopsi yapılmasını gerektirecek kadar şüphelenilen kitlelerin varlığı açısından önemli. Aslında ilerleyen teknolojiye bağlı olarak, görüntüleme işlemleri­nin gelişmesine bağlı olarak, biyopsi oranlarında kısmi de olsa artış oldu. Çünkü eskiden göremediğimiz ve belki de hastanın hayatı boyunca farkına varamayacağı kitleleri, yeni yöntemler sayesinde görür hale geldik. Bu gördükleri­mizi yok sayamadığımız için de gereksiz biyopsi oranların­da az da olsa bir artış söz konusu.

"Kanser öncesi hücre" nedir? Biyopside bu hücrelere rastlanması ne anlama gelir?

"Kanser öncesi hücre" deyimi, henüz kendisi kanser ol­mayan ama vücutta bırakıldığında kansere dönüşeceği bi­limsel olarak kanıtlanmış hücrelerdir.

Örneğin biyopsilerde bahsettiğim ve atipik duktal hi­perplazi ve atipik lobüler hiperplazi adını verdiğimiz deği­şiklikler, henüz kanser olmamalarına rağmen, yerinde bı­rakıldıklarında aylar, yıllar içinde kansere dönüşmeleri ne­redeyse mutlak olan değişikliklerdir. Özellikle duktal karstnoma in situ ve lobüler karsinoma in situ adını verdiğimiz ve kanser başlangıcı kabul edebileceğimiz tümörlerde Kanser, artık var kabul edilir ve kansermişçesine tedavi edilir.. Bu tür hücrelerle karşılaştığımızda sıklıkla açık bi­yopsi ile o kitlenin tamamını çıkartırız. Böylece olası bir kanserin de önüne geçilmiş olur.

Mamografi Nedir Mamaografi Cihazi

Mamografi Nedir

Mamografinin faydaları, Mamografi Hangi aralıklarla çektirilebilir?


Mamografi sayesinde, 50 yaş üzeri kadınlarda, kanserli dokunun hissedilebilir büyüklüğe ulaşmasından iki yıl ön­ce yüzde 85-90 oranında saptanabildiğini söylemem sanı­rım yeterli; yani mamografi meme kanserinin erken teşhi­sinde oldukça önem arz ediyor. Bu da hem tedavi yöntem­lerinin daha çeşitli olmasına hem de tedavi sonrasındaki yaşam süresi ve konforunun artmasına olanak sağlıyor.

Tarama amacıyla 40-50 yaş arasında iki-üç yılda bir, 50 yaştan sonra ise her yıl mamografi çektirilmesi ülke­mizde de genel kabul görmüş bir yaklaşımdır.

Madem bu kadar etkili neden başka tetkikler de yaptır­mak gerekiyor?

Çünkü her ne kadar mamografi hassas bir yöntem ise de tüm kanserleri saptama yeteneği yok. Bazen kanser var olduğu halde, hatalı olarak yokmuş gibi görüntü verebilir. Bazen de kanser olmadığı halde sanki kanser varmış gibi görüntü verebilir. Ayrıca mamografiyi çeken teknisyenin ve değerlendiren radyologun deneyimli olması, mamografi cihazının kalitesi ve kontrollerinin yapılmış olması da çok önemli.


O nedenle her zaman sadece mamografi yaparak tanı konulamaz.

Peki ya radyasyon? Memeye ışın almanın zararı yok mu? Mamografi çektirme sıklığı kanser riskini artırır mı?
Mamografi ile memeye radyasyon veriliyor, ancak bu­nun bilinen bir zararı yok. Bugüne kadar önerilen süreler­le mamografi çektirdiği için meme kanserine yakalanmış bir kadın olmamıştır. Bu nedenle doktorun önerdiği sıklık­la mamografi çektirmekten korkmamalı.

Mamografi çektirmeye gelirken açlık-tokluk ya da sıvı alımı ile ilgili herhangi bir şeye dikkat etmek gerekiyor mu?
Mamografi yapılırken aç veya tok olmanız fark etmez. Aynı şekilde tetkik öncesi herhangi bir ilaçlı sıvı içmek de gerekmiyor. Ancak mamografi çektirmek için belden yu­karısının çıplak olması gerektiğinden, iki parçalı kıyafetle gelmek giyinip-soyunurken rahatlık sağlar. Ayrıca görüntü bozukluklarına sebep olacağından parfüm, deodorant vb. kozmetik kullanılmadan gelinmesi uygun olacaktır.

Mamografi Merkezleri

Adet döneminde de çektirilebilir mi? Mamografi çeki­minde önemli midir?

Mamografi gerektiğinde her zaman çekilebilir, ancak âdet döneminde ortaya çıkan ödem ve hassasiyetin orta­dan kalkmasını beklemek açısından, mamografinin âde­tin bitiminden bir hafta sonra yapılması daha uygun ola­caktır.

Mamografi nasıl çekiliyor? Sanırım biraz acıtıyor, me­meyi sıkıştırmak mutlaka gerekli mi?
Aslında biraz ağrıya sebep olmakla birlikte, memenin sıkıştırılmasının faydaları oldukça fazla; örneğin memeyi sabitleyerek görüntünün bulanık çıkmasına engel oluyor. Ayrıca dokunun ezilerek incelmesi sayesinde daha az rad­yasyon alınmış olunuyor. Ama asıl önemlisi meme dokusu sıkıştırılıp incelince, normal ve anormal dokuları ayırt et­mek daha kolay oluyor.

Mamografi Çekim

Mamografi çektirmek mutlaka gerekli mi? Başka rahat­sızlıkların olması mamografi ya da ultrason çektirmeye engel midir?
Eğer cerrah muayene esnasında mamografiye gerek görmüşse veya yıllık rutin kontrollerde mamografi çektir­mek için uygun yaşlarda (40 yaş ve yukarısı) ise mamog­rafi çektirmek mutlaka gereklidir. Hamilelik gibi özel du­rumların dışında mamografi çektirmenin bir zararı olmaz.

Ultrason nasıl çektirilir? Ultrasonda da açlık-tokluk ya da sıvı alımı gibi herhangi bir şeye dikkat etmek gerekiyor mu? Adet döneminde olup-olmamak ultrason çekiminde önemli midir?
Ultrason kulağımızın duyamayacağı kadar yüksek fre­kanslı ses dalgaları ile çalışıyor. Dokulara çarpıp geri dö­nen ses dalgalarının yansıması ile elde edilen görüntüyü kullanıyor. Meme ultrasonunda aç veya tok olmak önemli değildir. Aynı şekilde ilaçlı sıvı vb. almaya da gerek yoktur. Yine iki parçalı giysi dışında özel bir hazırlığa gerek ol­maz.

Bu yöntemde memeler sıkıştırılmadığı için âdet döne­mindeki hassasiyet nedeniyle ağrıya sebep olmaz. Ancak yine de ödemin bitip memelerin normal boyutlarında ol­ması açısından âdet bittikten sonraki hafta daha tercih edilebilir.

Yine de hatırlatmalıyım ki ultrason da mamografi gibi gerektiğinde her zaman çekilebilir

Ultrasonu kimlerden istiyorsunuz?

Ultrason, mamografi yapılmayan hamilelik, bebek em­zirme gibi durumlarda tercih edilmekte. Aynı zamanda meme dokusunun yoğun olduğu 40 yaş öncesi durumlar­da da ultrason ilk tercih edilecek olan yöntem. Ayrıca ma­mografi yapılan hastalarda da genellikle ek olarak ultra­son kullanılıyor. Koltuk altlarının değerlendirilmesinde ve iğne ile parça almak (biyopsi) gerektiğinde de ultrason kullanılıyor.

Ultrason ve mamografide daha önceden çekilmiş film­ler varsa getirilmesi gerekli midir?
Evet, ister ultrason olsun, isterse mamografi olsun, eski tetkiklerin film çekimine birlikte getirilmesi çok önemli. Çünkü hem filmi değerlendirecek olan radyolog hem de cerrah mutlaka eski filmler ile yenilerini karşılaştırmak is­ter. Bu durum, meme şikâyeti olan ve doktora başvuran her kadının uyması zorunlu bir kanun olarak kabul edil­meli ve uygulanmalı.

Başka ne gibi film teknikleri var meme için? Teknik alanda bu konu ile ilgili gelişmeler var mı?

Meme filmleri için gelişen teknolojiye paralel olarak ilerlemeler var muhakkak; örneğin "dijital mamografi" sayesinde doz ayarı, büyütme vb. birtakım işlemler yeni­den film çekmeye gerek görmeden bilgisayarda halledilebiliyor. Ayrıca banyonun kötü çıkma ihtimali de ortadan kaldırılmış oluyor.

Benzer olarak, Bilgisayar Destekli Tanı Sistemi'nde ise dijital mamografi görüntüsü üzerinde özel bilgisayar yazı­lımları kullanılarak, meme kanseri yönünden şüpheli alan­ların cihaz tarafından otomatik olarak tespit edilmesi mümkün olmakta.

Şimdilerde kullanımı gittikçe yaygınlaşan "meme MR"ı ve daha başka teknolojik ilerlemeler, yakında meme taramalarında hayatımıza büyük kolaylıklar sokacaktır diye umut ediyoruz.
Ancak şunu da hemen eklemeliyim ki "her yeni çıkan yöntem eskilerinden mutlaka daha üstündür" şeklinde de düşünülmemeli. Bazı kadınlar "doğrudan gidip meme MR'ı çektireyim, mamografi ile neden uğraşayım" diye düşünüyorlar. Hâlbuki meme MR'ının kullanım yeri ile mamografininki bir değil.
Her türlü teknolojik ilerlemeye rağmen, günümüz iti­bariyle en faydalı tarama yöntemi tüm dünyada mamografidir.

Türkiye'de birçok görüntüleme merkezi var. Hastane­lerde ve hastane dışındaki görüntüleme merkezlerinde has­taların dikkat etmesi gereken noktalar var mı?
Gerek hastanelerde gerekse hastane dışı görüntüleme merkezlerinde en önemli konu, bu merkezlerdeki cihazla­rın demode olmamaları, bakım ve kontrollerinin düzenli olarak yapılıyor olmaları, ölçümlemelerinin standartlara uygun olmalarıdır.

Burada asıl akılda tutulması gereken konu, çekilen filmleri hastayı kontrol eden cerrahın görmesidir. Hasta­nelerde istenen filmler için doktorun yazdığı istem kâğıdı gerekli olduğundan, çekilen filmlerin cerraha ulaşması da­ha olası. Ancak görüntüleme merkezlerinde çekilen filmle­ri sadece bir radyolog değerlendirip raporunu yazıyor, ama bu yeterli değil. Bu filmin ve raporunun mutlaka bir genel cerrah veya bir meme cerrahı tarafından hastanın tıbbi hikâyesi, aile geçmişi ve muayene bulguları ile birlik­te değerlendirilmesi gerekiyor.

Meme Kanseri Tanisi ve Teshisi

Meme Kanseri Tanısı

Diyelim memede bir şişlik var, ağrılı ya da ağrısız ve doktora muayeneye gidildi, muayene esnasında mutlaka belden yukarısının tamamen çıplak mı kalması gerekir? Bu durum bazı kadınların doktora gitmesini engelleyebiliyor. Muayene için hastanın belden yukarısının mutlaka çıp­lak olması gerekir; ister doktorun muayenesinde olsun, is­ter kendi kendine muayenede olsun. Belden yukarısının çıplak olmadığı durumlarda muayene yanlış ve eksik yapı­lıyor demektir. Gerçek muayene için belden yukarısının ta­mamen çıplak olması mutlak gereklidir.

Bunun sebebi ise meme dokusunun göğsün ortasındaki "iman tahtası" denilen kemikten, dış tarafta ön koltuk altı Çizgisine kadar, yukarıda köprücük kemiğinden aşağıda meme altı çizgisine kadar uzanması-dır. Ayrıca koltuk altlarını muayene etmeden, o meme mu­ayenesi tamamlanmış sayılmaz.
Hekimin, hastanın mahremiyetine sonsuz derecede saygı duyduğu hatırdan çıkarılmazsa, hasta kendini güven içinde hekimine emanet edebilir. Aksi takdirde bazı belirti­ler gözden kaçırılabilir ki bu ortaya çıkabilecek en kötü sonuç olacaktır.

Sadece muayene ile meme kanseri teşhisi konulabilir mi?

Sadece muayene ile meme kanserinin teşhis edildiği du­rumlar da olabilir, ama bunlar istisnai durumlardır. Tek başına muayene, tek başına mamografi veya tek başına kendi kendini muayene gibi alternatifler hep bir tarafı ek­sik kalmış yöntemlerdir.

O nedenle de kendi kendini muayene, cerrahın muaye­nesi ve gerektiğinde ultrason, mamografi gibi görüntüleme yöntemlerinden asla vazgeçilmemelidir.

"Meme kanseri" teşhisinin konulabilmesi için başka hangi yöntemler kullanılıyor? Mesela memeden parça alı­mı yapılıyor mu ve bu mutlaka gerekli midir?

Cerrahın muayenesi en önemli aşamalardan birisi, an­cak beraberinde gerekirse ultrason ve mamografi de yapı­labilir. Bazen mamografinin de yeterli olmadığı durumlar­da MR gibi yöntemlere başvurulabilir. "Parça almak," ya­ni "biyopsi" ise gerektiğinde asla kaçınılmaması gereken bir yöntem.
Aslına bakarsanız, özellikle şüpheli durumlarda kesin sonuca sadece biyopsi ile ulaşabiliyoruz. O yüzden biyopsi yaptırmaktan rahatsız olmamak gerekiyor. Ancak bu, "her meme hastasına biyopsi gereklidir" anlamına gelmez. Ön­celikle doktora güven duymak, hem muayene aşamasında hem de ileri tetkik ve tedavi aşamalarında en önemli faktör.

Bazı kadınlar, meme kontrolünde herhangi bir şey çık­sın ya da çıkmasın ilgili bölüme gitmeden ve herhangi bir doktora danışmadan meme ultrasonu ve mamografi çekti-rebiliyorlar. Özellikle şimdi Aile Sağlığı Merkezleri var ve buralarda herhangi bir ücret ödemeden bu tür testleri yap­tırmak mümkün. Bu konuda ne söyleyebilirsiniz?

Belki de bu söyleşinin tüm temelini bu soru oluşturu­yor, çünkü hakikaten karşımıza böyle hasta sık geliyor; çoğunlukla da geç kalmış olarak. Herhangi bir görüntüle­me merkezinde ultrasonunu ve/veya mamografisini çekti­riyorlar, sonra da bir cerraha göstermeden kaldırıp bir ke­nara koyuyorlar. "Neden çektirdiniz" diye sorduğunuzda, genelde "her yıl çektirmem gerektiği için" yanıtını alıyor­sunuz. "Peki, bunu bir uzman gördü mü" sorusunun yanı­tı ise "hayır" oluyor.

Sanırım burada biraz evvel bahsettiğiniz "doktora çıp­lak görünme" kaygısının da etkisi var. Filmi çektirmekle bütün sorunun çözüldüğüne inanıyorlar. Hâlbuki gerçek bir taramanın üç ana basamağı var: Kendi kendini muaye­ne, cerrahın muayenesi ve görüntüleme. Daha ileri tetkik­ler gerek görüldüğünde yapılacaktır.

Bahsettiğiniz Kadın ve Aile Sağlığı Merkezleri'nde uy­gulama aslında ideale yakın. Memesini kontrol ettirmek için başvuranları öncelikle bu konuda eğitim almış bir pratisyen hekim, bazen de aile hekimi muayene ve kontrol ediyor. Daha sonra eğer gerekli ise ultrason ve/veya ma­mografi istiyor. Çekilen bu filmler hastaya veriliyor, ancak filmlerin raporları görevliler tarafından doktora tekrar gir­meden önce hastaya veriliyor. Doktor sonuçları inceleyip, hastanın risk faktörleri ve muayene bulgularına göre öne­rilerde bulunuyor. Gerektiğinde hastayı bir meme cerrahı­na veya genel cerraha yönlendiriyor.
Zaten aklımızdan çıkarmamamız gereken bir konu var: Tarama veya kontrol etmek, kanser olmayı engelle­mez, ama erken yakalanmasını sağlar. Bu da tedavi seçe­neklerini artırır, tedavi şansını ve sonuçta da daha uzun ve konforlu bir yaşam şansını verir.

Meme Tarama Programı nedir? Nasıl uygulanır?

"Tarama" herhangi bir şikâyeti olmayan kişilerde kan­ser gibi hastalıkları saptamak için kullanılan muayene ve tetkikleri kapsayan bir deyim. Birçok Avrupa ülkesinde ve Amerika Birleşik Devletleri'nde meme kanserinin erken ta­nınmasına yardımcı olmak üzere meme tarama program­ları geliştirilmiş durumda.

Ülkemizde de Sağlık Bakanlığı bünyesinde Sağlık Ba­kanlığı olarak, WHO'nun "Herkese Sağlık Programı" he­defleri doğrultusunda "Kanser Erken Teşhis ve Tarama Merkezleri Projesi" hayata geçirildi ve tüm illeri kapsa­mak hedefiyle çalışmalarına devam etmekte.

Bu programların "doktor muayenesi" ve "mamografi" olmak üzere iki ana parçası var.
Sadece memesinde herhangi bir sorun olduğunu düşü­nen kadınlar mı doktora başvurmalı, yoksa sorun olsun ya da olmasın her kadın düzenli aralıklarla kontrollerini yaptırmalı mı?
Amerikan Kanser Derneği herhangi bir şikâyeti olsun-olmasın, 20-30 yaş arasındaki kadınların her üç yılda bir, 40 yaşından sonra ise her yıl düzenli olarak doktora baş­vurarak meme muayenesi yaptırmasını öneriyor. Daha ön­ce de bahsettiğim gibi Türkiye'de meme hastalıkları meme cerrahları ve genel cerrahlar tarafından takip ediliyor. Ma­mografi ise her kadının 40 yaşından itibaren iki-üç yılda bir, 50 yaşından sonra ise her yıl düzenli olarak yaptırması ve sağlığı elverdikçe tüm hayatı boyunca devam etmesi ge­reken bir tetkik olarak öneriliyor.

Doktor mutlaka meme kontrolü yapmalı mı, yoksa mamografi ve ultrason yeterli mi?
Bir cerrahın sadece ultrasona veya mamografiye veya bunların raporlarına bakarak karar vermesi düşünülemez. Evrensel hasta değerlendirmesinin esasları; öncelikle hastanın hastalığının hikâyesinin alınmasını, sonrasında da ayrıntılı bir muayene yapılmasını gerektirir. Ult­rason, mamografi, kan tahlilleri, biyopsi gibi işlemler yar­dımcı muayene yöntemleridir. Ancak hastanın hikâyesi ile muayenesinden sonra gerekli olanlar istenir.
Bu nedenle cerrah hastasını mutlaka muayene edecek ve sonrasında da gerekli gördüğü tetkikleri isteyecektir.

Birçok kadında âdet döneminde memede sertleşmeler meydana geliyor. Rahimde oluşan iyi huylu kistler gibi memede de oluşan iyi huylu kistler var mı? Bunları nasıl ayırt edecekler?
Memelerde de tıpkı rahimdekiler gibi iyi huylu yani se­lim kistler vardır. Zaten tarif olarak bakacak olursak kist "içi sıvı dolu kesecik" anlamına geliyor. "Meme kisti" de­nildiğinde akla selim kitleler gelir. Bunların kanserleşme riskleri de oldukça azdır.

Özellikle âdetten önceki birkaç günlük dönemde me­melerde geçici bir ödem oluşuyor. Bu büyümeye bağlı ola­rak zaten var olan şişlikler ve memenin doğal yapısındaki düğümler (nodüller) ele daha da büyümüş olarak gelebilir. Benzer şekilde ele gelmeyecek kadar küçük şişlikler de ele gelecek kadar büyüyebilir.

Burada önemli olan, âdet bittikten sonra bu şişliklerin küçülmesi veya kaybolması. Eğer kendi kendine aylık kontroller ve yıllık doktor ziyaretleri aksatılmazsa, bu şiş-liklerdeki farklılıkları kolaylıkla ayırt etmek mümkün.

Kendi kendini muayene

"Meme kontrolümü yapıyorum, ama bir şey anlamı­yorum" diyen kadınlar var, hatta bu nedenle kendilerini muayene etmekten vazgeçiyorlar. Bu konuyu biraz daha açabilir miyiz, kendi kendini muayene aşamaları nelerdir?

Neden kendi kendilerini muayene etmediğini sorduğu­muz kadınların hemen tamamı, "ben nasıl anlayacağım ki" diyor. Ama bu muayeneleri sürekli yapıp da aklına ta­kılanları doktoruna sormalarının bir çözüm olduğunu söyleyince de asıl korkunun "ya kanser bulursam" oldu­ğunu itiraf ediyorlar. Hâlbuki asıl korkulması gereken "var olanın bulunması" değil, "var olan bir kanseri gör­mezden gelmeye çalışmak" ve böylece "kanserin ilerleme­sine sebep olmaktır."

Bu nedenle her kadının 20 yaşından itibaren kendi kendini muayene etmesi gerekiyor. Deneyimlerimizden bi­liyoruz ki; kendi kendini muayene etmeye ikna edilen ve bunu yapan kadınlar korkularının yersiz olduğunu anlı­yorlar ve aylık kontrollerini aksatmadan yapmaya başlı­yorlar. Bu çekincede kendi kendini muayene etmeyi bil­memenin de çok büyük bir etkisi olduğunu da yadsıyamam. Bu muayenenin kendi kendine internet veya yazılı basından alınan bilgilerle öğrenilmesi mümkün değil.

İdeal olarak kendi kendine muayene eğitimlerinin ka­dınlara uygulamalı olarak verilmesi gerekiyor. Aslında tam olarak yaygın olmamakla birlikte, gerek sağlık mü­dürlükleri ve gerekse de sivil toplum kuruluşları eliyle dü­zenlenen eğitim seminerlerinde yapılan uygulamalı eği­timler var. Bu konuda öncelikli hedefin bu tür eğitimleri meme merkezleri, sağlık ocakları gibi kadınlarla birebir karşılaşılan kurumlarda yaygınlaştırılması olmalı diye dü­şünüyorum.

Meme muayenesi hem gözle hem de elle yapılmalı. Ayakta ve yatarak uygulanabilir. Memelerin kendisi, me­me başları, meme cildi, meme altı bölgeleri ve koltuk alt­larına dikkat edilmeli. Bunun için iyi ışıklandırılmış bir ortam ve belden yukarısının tamamen çıplak olması ge­rekir.

Öncelikle gözle meme muayenesinden bahsedeyim. Gözle muayene ayna karşısında yapılmalı:


1. Öncelikle her iki kolunuz serbestçe yanlara sarkık durumda ve omuzlarınız dik olarak ayna karşısına geçin. Başlangıçta önden memelerin büyüklüğüne, simetrisine, derisinin rengine ve şekline, meme başının duruşuna, me­me altı bölgelere bakın. Daha sonra aynı özel­liklere her iki yandan dönerek tekrar bakın. Burada özel­likle her iki memenin birbirinin aynı büyüklükte olmaya­bileceğini unutmayın. Bu durumun normal olduğunu da­ha önce söylemiştim.

2. İkinci aşamada, her iki kolunuzu başınızın üzerine kaldırarak hem önden hem de her iki yandan tekrar memeleri, meme başlarını, meme altı bölgeleri ve bunlara ek olarak koltuk altlarını gözle inceleyin.

3. Daha sonra ellerinizi her iki yandan leğen kemiğini­zin üzerine koyarak kuvvetlice bastırın. Bu sırada omuzla­rınızı hafifçe çıkararak öne doğru eğilin. Yine önden ve daha sonra da her iki yandan olmak üzere me­melerinizi, meme başlarını ve meme cildini inceleyin.

Şekil ve büyüklük önemli

Muayenede memelerin şekli, büyüklükleri, dış hatları, çekinti ve kızarıklık gibi özellikleri dikkatle incelemeli. Bu muayeneler sırasında memelerden birinde diğerine göre belirgin bir büyüme, meme derisinde çekinti, portakal ka­buğu gibi selülitli bir görüntü, kızarıklık ve meme başın­dan kendiliğinden gelen bir akıntı gibi farklılıklar görüldü­ğünde, derhal bir meme cerrahına veya genel cerraha baş­vurulmalı.

Gözle muayene bitince sıra elle muayeneye gelir: Elle muayeneyi ayna karşısında, duşta veya yatarken yapabi­lirsiniz, ancak yatarak yapılan meme muayenesi en rahat yöntemdir. Ayrıca meme dokusunun tamamını gö­ğüs duvarı üzerine yayarak muayene etmek mümkün olacağından herhangi bir kitleyi saptamak daha kolay olacaktır. Burada öncelikle sağ meme muayenesini tarif edeceğim.
Sonuçta her iki memenizi ve her iki koltuk altınızı mu­ayene etmeden muayeneniz tamamlanmamış demektir.

1. Muayene için öncelikle düz bir yere sırt üstü uza­nın ve sağ kürek kemiğinizin altına küçük bir yastık ve­ya katlanmış bir havlu vb. koyun. Böylece göğüs duvarı yukarı itilecek ve meme dokusunun daha belirgin olarak ortaya çıkacaktır. Sağ elinizi de başınızın altına koyun . Bu yöntemde de memelerin kendisi, meme başları ve koltuk altı bölgelerini muayene edeceksiniz.

2. Muayene­de sağ memeniz için sol elinizi kullanın. Elini­zin 2. 3. ve 4. parmaklarının uçtaki boğum­larının yastıkçık bölümleri ile tüm meme dokusunu küçük dairesel hareketler çi­zerek muayene edin. Bu esnada her bölgede memenize yaptığınız baskı şiddetini hafiften kuvvetliye doğru artırıl­malısınız. Böylece hem yüzeysel hem de derin olarak me­me dokusunu kontrol etmiş olacaksınız. Eğer uygulanacak baskının şiddeti konusunda şüpheniz varsa, bu durumu cerrahınıza sorarak açıklığa kavuşturabilirsiniz.

3. Her muayene edilen bölge bitince bir sıra dahilinde hemen yan bölgeyi muayeneye geçmeli ve böylece meme dokusunun tamamını atlamadan kontrol etmelisiniz. Me­menin bir tarafından başlayarak aşağı-yukarı çizgi çizer gibi bir sıra izleyerek, meme başından dışarı doğru gidip gelerek veya memenizin merkezin­den dışarı doğru veya dışarıdan merkeze doğru bir spiral Çizerek muayene etmek, belirli bir muayene sı­rası alışkanlığı kazandırır. Memenizi yukarıda köprücük kemiğinin altından başlayarak aşağıda meme altı kıvrımı­na kadar, iç kenarda iman tahtası kemiğinden başlayarak koltuk altı bölgesine kadar muayene etmelisiniz. parmaklarınızın hareketini kolaylaştırmak amacıyla par­laklara vücut losyonu, vücut yağı veya sabun sürebilirsiniz. Muayene sırasında meme başı ve etrafındaki koyu renkli alanı da muayene etmelisiniz.

Koltuk altını muayene şart

4. Koltuk altı muayene edilmeden meme muayenesinin bitmeyeceğini unutmayın. Koltuk altı muayenesini otura­rak yapın. Öncelikle muayene edilecek taraf kolunuzu ha­fifçe yukarı kaldırılarak sağ koltuk altınızı sol elinizin, sol koltuk altınızı ise sağ elinizin 2. 3. ve 4. parmaklarının uç­taki boğumlarının yastıkçık bölümleri ile hafiften kuvvetli­ye bastırarak kontrol edin. Kolunuzu tamamen yukarı kaldırdığınızda parmaklarınızın koltuk altını tam olarak hissetmeleri engellenecektir. Daha sonra kolunuzu aşağıya indirerek muayeneyi tekrarlayın

Tüm bu işlemleri, sol meme için sol kürek kemiğinizin altına bir yükselti koyduktan sonra sol elinizi başınızın al­tına alarak ve sağ elinizi kullanarak tekrarlamalısınız

Kendi kendini muayene yeterli mi?

Kendi kendini muayeneye hangi yaştan itibaren başlan­malı ve hangi yaşa kadar devam etmelidir?

Kendi kendini muayeneye 20 yaşında başlanmalı ve ha­yatın sonuna kadar devam etmelidir.
Bu muayenenin belirli bir zamanı var mı, yoksa istenil­diği zaman yapılabilir mi?
Kendi kendine muayene; âdet gören kadınlarda âdetin bitiminden sonraki hafta, menopoza giren kadınlarda her ayın aynı günü, emziren kadınlarda emzirmeyi takiben ve doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda ise yeni kutuya başlamadan önceki gündür.

Sadece kendi kendine muayene yeterli midir? Kendi kendine muayenenin mutlaka belirli zamanlar­da yapılması gerekiyor. Aksi takdirde aslında var olma­yan bir kitle varmış gibi algılanabilir. Benzer şekilde as­lında büyüklüğü hiç değişmeyen bir kitle gelişigüzel za­manlarda yapılan muayenelerde farklı büyüklüklerde al­gılanabilir.

Kendi kendine muayene hastanın gereksiz paniğe ka­pılmasına yol açabiliyor. Ama tam tersine gereksiz bir öz güvene sebep olarak doktor kontrollerini aksatmasına da sebep olabiliyor. Bu muayene asla bir meme cerrahının ve­ya genel cerrahın muayenesinin ve mamografinin yerini tutmaz. Bu nedenle de düzenli doktor kontrollerini ve ta­ramayı aksatmamak gerekiyor.

Görüntüleme

"Sadece kendi kendini muayene etmek yetmez" demiş­tiniz. Beraberinde meme ultrasonu ve mamografi de mut­laka yapılmalı mı?
Elle muayenede hissedilemeyen kitlelerin saptanması ve özelliklerinin anlaşılması için bu yöntemlere ihtiyaç var. Özellikle rutin taramada mamografi ve gerektiğinde ultra-son çekilmeden muayene tamamlanmış sayılamaz.

Mamografiden başlayalım. Bu konu hakikaten efsane­lerle dolu. Nedir bu mamografi?
Mamografi aslında bir çeşit meme röntgeni. Oldukça düşük dozda ışın kullanarak memedeki normal dokuları normal olmayan dokulardan ayırt etmemizi sağlıyor.

Herkese yapılabilir mi? Kimler mamografi çektirebilir, kimler çektiremez?


Normalde 40 yaşına kadar meme dokusunun özelliğin­den dolayı mamografinin faydası kısıtlıdır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO)'nün önerisine göre 40 yaşını geçen her kadın herhangi bir şikâyeti olmasa bile iki-üç yılda bir ma­mografi yaptırmalı. 50 yaşından sonra ise her yıl mamog­rafi önerilmekte.

Ancak tüm bunlar "40 yaşından önce mamografi çektirmek yanlıştır" şeklinde yorumlanmamalı. Eğer hastanın gerek kendi hikâyesi, gerekse aile hikâyesi şüp­he uyandırıyorsa (örneğin hastanın annesinin meme kan­seri olması), muayene bulgularında da şüphe varsa 40 yaşından önce de mamografi istenebilir. 30'lu yaşların sonlarına doğru sonraki yıllarda çekilecek filmlere temel olması açısından bir kez mamografi çektirmenin bir sa­kıncası olmaz. Bu yaş sınırlarının dışında gerekmedikçe mamografi çektirilmez. Yine hamilelik gibi herhangi bir şekilde radyasyona maruz kalması sakıncalı olanlar da mamografi çektirmemeli. Ama özel şartlar sağlandığında gerektiğinde hamilelere de mamografi çekilebileceğini hatırlatalım

Dogum Kontrol Haplari ve Meme Kanseri

Doğum Kontrol Hapları ve Meme Kanseri

Doğum kontrol hapı kullanımının da meme kanserini artırdığı yolunda söylentiler var, doğru mu? Kullanım sü­resi önemli mi, böyle bir risk varsa tabii? Doğum kontrol hapı kullanımı da oldukça tartışmalı bir konu. Meme kanserine neden olup-olmadığı konusun­da çok çeşitli araştırmalar var. Bunların bir kısmı kanser sebebi olduğunu ileri sürerken, bir kısmı da tam tersi ka­nıtlar ortaya koyuyor. Son zamanlardaki ortak görüş, beş yıl süreyle doğum kontrol hapı kullanmanın meme kanse­ri riskini bir miktar da olsa artırdığı yönünde. Ancak kul­lanımı kesildikten beş yıl sonra risk, ilacın hiç kullanılma­dığı dönemdeki oranlara geriliyor.

Aynı durum menopoz sonrası kullanılan hormon des­tek tedavileri için de geçerli. Bugün uzmanlar beş yıl sü­reyle kontrollü olarak hormon desteğinin herhangi bir za­rarı olmadığı konusunda birleşiyorlar. Ancak riskin yük­sek olduğu durumlarda, hem doğum kontrol haplarının hem de menopoz sonrası hormon destek tedavilerinin kul­lanılmaması daha güvenli.

Zaten ailede meme kanseri varlığı gibi konularda ka­dın hastalıkları uzmanları ile cerrahlar birlikte hastayı de­ğerlendirmeli ve karar vermeliler.

Sonuç olarak, bu ilaçların ilgili doktorun kontrolünde güvenle kullanılabileceğini tekrar vurgulamak isterim.

Hareketsizlik, beslenme düzeni, sosyoekonomik düzey bu hastalığın görülme sıklığını etkiler mi? Düzenli egzersiz yapılması ve sağlıklı ve dengeli beslenilmesi meme kanseri riskini azaltır mı?

Hareketsizlik ve sosyoekonomik düzey, meme kanseri için düşük de olsa risk faktörü. Özellikle menopoz sonrası aşırı şişmanlık meme kanseri riskini iki katına kadar artı­rabiliyor. Benzer şekilde yüksek hayat standardı da meme kanseri riskini artırabiliyor.

Beslenme ise yine tartışmalı bir konu. Tıpkı hormon ilaçları gibi her iki yönde de iddialar var. Özellikle yağlı gı­daların tetikleyici rolü üzerinde duruluyor. Aslına bakarsa­nız, yüksek hayat standardının getirdiği yeme alışkanlıkla­rı bu riski artırıyor. Hepsini toparlarsak, meme kanseri ris­kini biraz da olsa azaltmak için dengeli beslenme, düzenli egzersiz ve kilo alımını kontrol etme tavsiye edilir.

Peki, alkol ve sigara kullanımı yakalanma riskini nasıl etkiliyor?


Alkol alımı konusunda bir fikir birliği mevcut. Günlük olarak 15 gram ve üzerinde alkol alımında risk, yüzde 50 oranına kadar artabiliyor.
Sigara içmek ise tartışmalı bir konu. Hatta bazı araştır­macılar sigara dumanına pasif olarak maruz kalanların, aktif içicilerden daha fazla risk altında olduğunu belirti­yorlar.

Pratikte sizin hastalarınızda en sık gördüğünüz risk faktörleri nelerdir?
Aslında şaşırtıcı gelecek ama hastalarımızda bu klasik sebeplerin çoğu yok. Yani hastalarımızın neredeyse yüzde 60-70'i daha önce memesinde herhangi bir şikâyeti olma­yan, en az iki doğum yapmış, bebeklerini en az bir yıl emzirmiş, doğum kontrol hapı veya menopoz sonrası hor­mon ilacı kullanmamış, 14-15 yaşında âdet görmeye baş­layıp, 40'lı yaşlarında menopoza girmiş kadınlar. Çoğu­nun ailesinde hiç meme kanseri olan akrabası da yok.

Bu da meme kanserinde genetik yatkınlığın önemini gösteren diğer bir işaret aslında.

Hamilelikte meme kanseri görülebilir mi, risk oranı ne­dir? Meme rengi değişikliği hamilelikte de oluyor, bu da kanser belirtisi midir?

Gerek hamilelik sürecinde, gerekse doğumdan sonraki ilk bir yıl içerisinde meme kanseri olabilir. Ortalama her 3 bin-10 bin gebelikte 1 meme kanseri görülüyor. Klasik bil­gilerimize göre erken yaşlarda doğum yapmak ve birden fazla doğum yapmak meme kanseri riskini azaltıyor.
Hamilelikte memenin büyümesi ve özellikle meme başı etrafındaki bölgenin renginin koyulaşması doğal bir süreç; bunların kanserle ilgisi yok. Ancak bu belirtiler kanserde de olabileceği için bazen gebeliğe bağlanıyor ve fark edilmeyebiliyor. O nedenle hamilelik sürecinde doktor kont­rollerinin aksatılmaması gerekiyor.

Risk analizi nedir? Her yerde yapılıyor mu?

Risk analizinde, bahsettiğimiz tüm bu etmenler değer­lendirilerek, kadınların bireysel kanser riski hesaplanıyor. Sadece aile öyküsü veya kadının kendi öz geçmişi değil, gerekirse ileri genetik testler de yapılıyor. Bu uygulamalar için özel bilgisayar programları kullanılıyor, ancak bu iş­lem sanıldığı kadar basit değil.

Meme kanserinin sık görüldüğü İskandinav ülkelerinde çok daha yaygın bir şekilde uygulanırken, ülkemizde bunu uygulayan pek az merkez var. Çoğunlukla eksik ya da yanlış değerlendirmeler yapılmakta. Çünkü bu risk değer­lendirmesi uygun yapılmadığında riskin tam doğrulukla algılanması mümkün değil. Bu da yanlış analiz ve yanlış risk düzeyi hesaplamalarına sebep oluyor. Sonrasında da tanı ve tedavi yönlendirmeleri (erken tarama, ilaç, cerrahi gibi) yanlış yapılıyor. Özellikle genetik testlere dayanan danışmanlık çok daha ileri tecrübe gerektiriyor.

O nedenle gerçekten yüksek riske sahip kadınların da­ha özenli bir seçimle, kendilerini bu merkezlere teslim et­melerini tavsiye ediyoruz. Devlet hastaneleri arasında he­nüz risk analizi yapılabilecek organizasyon tam anlamıyla gerçekleştirilemedi, ama Marmara Üniversitesi gibi mer­kezlerde bu poliklinik başarıyla yürütülmektedir. Umarız bu uygulamalar yurt çapında daha yaygın hale gelir.

Kadında ve erkekte risk faktörü değerlendirmesi aynı mı?
Tüm meme kanserlerinin yüzde 99'u kadınlarda görül­düğünden bu programların ana hedefi kadınlardır.

Kanserin her iki memede de görülebilme sıklığı nedir?

Kanserin her iki memede görülme sıklığı binde 3 ile 12 arasında değişir. Burada yelpazenin geniş olmasının sebebi tanım ile ilgili. Bazı araştırmacılar her iki memede kanser tanımını "aynı anda her iki memede de ortaya çıkan" ola­rak kabul ederken, bazıları da "bir yıl süreyle arka arkaya iki memede çıkan" kanseri kabul ederler.

Kansere benzer belirtiler veren meme hastalıkları neler­dir?
Aslında her belirti kanser şüphesi uyandırabilir. Örnek vereyim: "Fibroadenom" adını verdiğimiz ve doğurganlık Çağında kadınlarda sıklıkla gördüğümüz selim hastalık, ele bir kitle gibi gelecektir. Bazen 10 cm.'yi bulan dev bo­yutlarıyla fibroadenomhr ele kansermiş gibi gelebilir.
Aynı şekilde meme başı akıntıları meme kanserinde de görülebiliyor. Ama aslında bunların yüzde 95'i selim se­beplerle ortaya çıkmakta. Özellikle meme başı ve meme cildini tutan egzama benzeri deri hastalıkları meme kanse­ri sanılabilir.

Bazen de bir iltihap veya apse meme kanseri gibi belirti verebiliyor. Sadece hasta tarafından değil, doktorlar tara­fından da mamografilerdeki veya ultrasondaki bazı gö­rüntüler meme kanseri şüphesi uyandırabilir. Böyle du­rumlarda MR veya biyopsi gibi daha ileri tetkikler istiyo­ruz.
Toparlarsak, her türlü belirti meme kanserini düşündü­rebilir. Bu nedenle, "memesinde herhangi bir değişiklik gören her kadın, kontrol zamanını beklemeksizin bir genel cerraha veya meme cerrahına başvurmalı" diyoruz. Ancak her belirtiyi ciddiye almayı önerirken, bunların çok büyük bir çoğunluğunun da kanserle ilgisi olmayan selim sebep­ler olduğu akıldan çıkarılmamalı.
Özetle "memedeki her belirtiyi dikkate alın ve cerraha başvurun ama bu süreçte de hayatı kendinize zehir etme­yin" demek istiyoruz.

Erkeklerde Meme (Gogus) Kanseri

Erkekler de meme kanseri

Türkiye'de yaşa­yan erkeklerin meme kanseri riski nedir? Erkekler böyle tanı ile karşılaştıklarında şaşırıyor mu? Erkekler nasıl tep­ki veriyorlar?

Tüm meme kanserlerinin yaklaşık yüzde l'i erkeklerde görülüyor. Meme kanseri, erkeklerde görülen tüm kanser çeşitlerinin binde 2'sinden ve ölümlerin ise binde 14'ünden sorumlu.

Erkeklerle ilgili deneyimler genel olarak sınırlı, ancak çoğunlukla geç kalmış olarak geliyorlar; çünkü kendilerin­de meme kanseri olabileceğine ihtimal vermiyorlar. Meme dokuları da az olduğundan kanser genellikle göğüs duva­rına sıçramış oluyor. Bu da hem tedaviyi güçleştiriyor hem de yaşam sürelerini kısaltıyor ve ölüm oranlarını artırıyor. Genellikle doktorun yanılmış olacağını düşünüp, doktor doktor dolaşıyorlar. Sonra da ikna olduklarında tedaviye daha kolay adapte oluyorlar. Sanırım bu da "meme" kavramının kadında yarattığı etkiyi erkeklerde yaratmaması ile ilgili.

Türkiye'de kadınlarda ve erkeklerde görülme yaş aralı­ğı nedir?
Türkiye'de de tüm dünyada olduğu gibi genellikle ileri yaşlarda meme kanserine yakalanılıyor. 40 yaşından itiba­ren görülme sıklığı artmakla birlikte, 65 yaş ciddi bir sınır. 65 yaşın üzerinde meme kanserine yakalanma riski 65 yaş altındakilere göre yaklaşık altı kat artıyor. Meme kanserle­rinin ortalama yüzde 60-65'i 50 yaş üzerindeki kadınlarda görülüyor, yüzde 25'i de 40-49 yaş aralığında görülüyor.

Ancak tabii ki tüm insanlar, meme dokusunun oluştu­ğu ergenlik yaşlarından itibaren hayatlarının sonuna ka­dar risk altındalar.

Erkeklerde Göğüs Kanseri

Kimler meme kanserine yakalanır? Kimler meme kan­seri açısından risk taşıyor? Bu riskleri ortadan kaldırmak mümkün mü?

Bu konu hakikaten karmaşık ve tartışmalı, çünkü ger­çek sebep ve riskler bilinse, tedavi de tam anlamıyla yapı­labilecek. Yine de klasik olarak yüksek, orta ve düşük risk faktörleri olarak ayırmak mümkün.

Aslında meme dokusunun erkeklere göre daha fazla ol­ması ve kadınlık hormonları nedeniyle kadın olmak en büyük risk faktörü. Yüksek risk faktörleri arasında meme ve yumurtalık kanseri oluşturmayı kolaylaştıran bazı gen­lerin varlığı en ön sırada.

Ayrıca memeye yapılan biyopsilerde, kanser olma riski fazla olan bazı iyi huylu belirtilerin bulunması da önemli­dir. Bu nedenle daha önce yapılmış biyopsi raporlarının ömür boyu saklanması gerekiyor. Yine daha önce savaş ve­ya tıbbi amaçlı tanı veya tedavi gibi çeşitli sebeplerle göğüs duvarına ışın tedavisi alınması da yüksek risk faktörüdür.

En önemli faktör genlerimiz gibi duruyor öyleyse?


Örneğin "BRCA 1" ve "BRCA 2" adını verdiğimiz genlerin varlığı, meme kanseri riskini yüzde 60-85 oranın­da artırıyor. Gerçekten de yapılmakta olan birçok bilimsel çalışma, genetik imzamızın belki de tek faktör olacağını iddia ediyor. Bu bir yandan da umut verici bir gelişme: Genetik mühendisliği sayesinde belki de yakın zamanda daha anne karnındayken bir insanda meme kanseri geli-şip-gelişmeyeceğini kestirebileceğiz. Bunu başardığımızda, genetik müdahalelerle kanserin oluşumunu da engellemek mümkün olacaktır.
Ancak tüm bunlar aynı zamanda tıbbi etik açısından tartışmalı konular.

Erkeklerde de genetik faktör etkili mi?
Evet. Erkeklerde de genetik mutasyonla meme kanseri arasında bir ilişki var.

Orta derecede risk faktörleri nelerdir?
Bunların başında yaş geliyor. 40-50 yaşından sonra risk artmaya başlıyor ve 65 yaşından sonra en yüksek seviyele­re ulaşıyor. O nedenle 40 yaşından sonra her yıl düzenli olarak doktor kontrolü yapılmasını öneriyoruz.
Ailedeki kadınların meme kanserine yakalanmaları ve­ya hastanın kendisinin daha önce meme kanserine yaka­lanmış olması da önemli. Yoğun bir meme dokusuna sa­hip olmak veya biyopsi ile bazı iyi huylu meme hastalığı tanısı konması da riski orta derecede artırır.

Erkeklerde memede kitle

Ailemizdeki kadınlarda bu hastalık varsa bu bizim de yakalanma riskimizin yüksek olduğunu gösterir mi?
"Ailemizdeki kadınlar" derken, öncelikle birinci ve ikinci derece akrabaların bizi daha çok ilgilendirdiğini be­lirtmeliyim. Akrabalık derecesi uzaklaştıkça risk de azalı-yor. Burada bahsettiğimiz anne, teyze, anneanne, kız kar­deş, kendi kızı gibi yakın akrabalar. Özellikle bu akrabalar meme kanserine 40 yaşın altında yakalanmışlarsa veya birden fazla akrabada görülmüşse risk biraz daha fazladır. Erkek tarafındaki meme kanserleri de önem arz eder.

Şu ayrımı özellikle vurgulamak istiyorum: Evet, meme kanserinde ailesel geçiş söz konusudur, ancak bu, "ailesin­de meme kanseri olan her kadın mutlaka meme kanserine yakalanacaktır" olarak algılanmamalı. Çünkü aslında me­me kanserinde ailesel geçiş, yüzde 10-15 civarında; yani her 8-10 meme kanserli kadından sadece l'inde ailesel ge­çiş var. Diğerleri bireysel olarak bu hastalığa yakalanmış­tır.

Bu nedenle ailesinde meme kanseri olanların hemen endişeye kapılmalarına gerek yok. Normal takiplerini yap­tırdıkları sürece korkacak bir sebep yok. Ayrıca daha önce bir memesinde kanser gelişmiş kadınlarda yeniden meme kanseri gelişme riski normale göre iki-dört kat artacaktır. Böyle hastaların planlı kontrollerine daha dikkat etmeleri­ni öneriyoruz.

Erkeklerde memede şişlik ve sertlik

Ailedeki meme dışındaki kanserlerin, meme kanserine etkisi var mı?
Ailedeki kadınlarda meme kanseri ile birlikte veya tek başına yumurtalık kanseri görülmesini de meme kanseri açısından bir risk faktörü olarak algılayabiliriz. O nedenle daha yakın bir takip gerektirir.

Bir de ailede farklı kanser hastaları (akciğer, prostat, bağırsak vb.) sıklıkla görülüyorsa, o zaman bu ailede kan­sere bir yatkınlık var demektir. Bu durum aile bireylerinde meme kanserine de yakalanma olasılığını akla getirir.

Düşük risk faktörlerinden de bahseder misiniz?

Düşük derecede risk faktörleri arasında genellikle hor-monal faktörler yer almakta. İlk âdetin 12 yaşın altında görülmesi, menopoza 55 yaşından sonra girilmesi, meno­pozdan sonra uzun süreli ve kontrolsüz hormon kullanıl­ması, hiç doğum yapmamak, geç yaşta doğum yapmak, emzirmemiş olmak gibi.

Fertil çağ süresi ne demektir? Bu sürenin uzun olması meme kanseri riskini nasıl etkiler?
"Fertil çağ" doğurganlığın var olduğu dönemin adı. Kabaca ilk âdetin görülmesi ile âdetten kesilme dönemi arasındaki süreçtir. Bu dönemde kadınlık hormonları ak­tiftir. Meme kanserinin oluşumunda da özellikle östrojen ve progesteron hormonları çok etkin rol oynar. Dolayısıy­la bu dönemin uzun sürmesi, kadının daha uzun süre bu hormonların etkisinde kalmasına sebep oluyor. Sonuçta meme kanseri riskinde göreceli bir artış oluyor.

Kadınlarda doğurma yaşı önemli mi? Hiç doğum yap­mamış kadınlarda görülme sıklığı nedir?
Hiç doğum yapmamak ve 35 yaş sonrasında doğum yapmak riski az da olsa artırır. Ancak bu durum da tek başına ciddi bir risk faktörü sayılmaz.

Doğumdan sonra bebeği emzirmenin nasıl bir etkisi var?
- Hamile kalmak, doğumdan sonra bebeği emzirmek gi­bi durumlar, kadınlık hormonlarının salgılanmalarında değişikliklere neden oluyor. Bu dönemlerde özellikle östro­jen salgılanması azaldığından, memeler bu hormonların etkisine daha az maruz kalıyor. Böylece meme kanseri ris­kinde bir azalma bekleniyor. Daha fazla doğum yapan ka­dınların ve çocuklarını uzun süre emziren kadınların meme kanseri riskinin daha az olduğunu kabul ediyoruz. Ama emzirmenin tek başına mı, yoksa hamile kalma süre­ciyle birlikte mi etki ettiği konusu tartışmalı.

Meme Kanseri Gorulme Orani

Türkiye'de ve dünyada meme kanserinin görülme sıklığı nedir? Meme kanserinde ölüm ve iyileşmenin Türkiye'deki oranı nedir?

Meme kanseri dünyada kadınlar arasında en sık görü­len kanser türü. Ölüme sebebiyet verme açısından ise akci­ğer kanserinden sonra ikinci sırada. 40 ile 79 yaş arasın­daki kadınların ölümlerinin birinci sorumlusu meme kan­seri. Örneğin, 30'lu yaşlara dek meme kanseri, ortalama her 2 bin kadından l'inde görülürken, 50'li yaşlarda bu oran 54 kadında l'e, 70'li yaşlarda 14 kadında l'e, 80'li yaşlarda ise 10 kadında l'e kadar yükseliyor. Kabaca dün­yada her yıl, 1 milyon kadında yeni meme kanseri saptanı­yor. Her yıl 375 bin kadın meme kanserinden ölüyor.

Bizim ülkemizde çok düzenli kayıtlar olmamakla bir­likte, Batı Anadolu'da yapılan küçük ölçekli bir araştırma­da her 100 bin kadından l'nde meme kanseri saptanmış. Ancak meme kanserinin görülme sıklığı, ırk ve etnik fark­lılıklar gösteriyor. Genel olarak bizim de içinde bulundu­ğumuz kuzey yarımkürede meme kanseri görülme sıklığı, batıdan doğuya ve kuzeyden güneye doğru azalıyor. Yani ispanya'da Türkiye'ye göre daha fazla meme kanseri gö­rülüyor.

Aynı mantıkla Norveç'te İtalya'ya göre daha fazla gö­rünüyor öyle mi? Peki, Türkiye'de bölgelere göre bir de­ğerlendirme yapabilir misiniz?

Norveç, İtalya örneğinde haklısınız. Kuzey ülkeleri bu konuda en yoğun mücadelenin yapıldığı yerler. Türkiye'de de bu mantıkla Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Marma­ra ve Ege'ye göre daha az görülmesi beklenebilir. Ancak bu konuda elimizde kesin bir veri yok.

Bu durumda "meme kanseri ülkemiz için önemsiz bir hastalıktır" diyebilir miyiz?
Bunu söylemek mümkün değil. Diğer kanser türlerin­den daha farklı olarak, memenin özellikle kadınlar açısın­dan ifade ettiği sosyal önemi de göz önüne alındığında, yakalanma sıklığı görece düşük bile olsa, meme kanseri Türkiye'de de önemli bir hastalık.

Dünyada kanser hastalarının her geçen yıl daha da ar­tacağı söyleniyor, meme kanseri için de aynı şeyi söyleye­bilir miyiz? Diğer kanser çeşitlerine oranla meme kanseri tedavisindeki başarı oranı daha mı yüksek, yoksa daha mı düşüktür?

Kanser hastalarında genel bir artış olması gayet nor­mal aslında. Özellikle 90'lardan itibaren 50 yaşın üzerin­deki kadınlarda meme kanseri saptanmasında belirgin bir artış söz konusu. Her şeyden önce insanlar artık kanser olacak kadar uzun yaşıyorlar. Hormon tedavilerinin kul­lanımının artması, menopoz sonrası şişmanlığın artması ve fiziksel aktivitenin azalmasının da meme kanserinin görülme sıklığının artışında etkisi olduğu düşünülüyor. Modern dünyada kanser yapan maddelerle temasımız ar­tıyor. Meme kanseri için konuşacak olursak, dünyada gö­rülme sıklığı geçmiş yıllara göre binde 5 oranında artmış durumda.

Bu endişe verici bir durum değil mi?

Hayır. Bu artış kimseyi endişelendirmesin, çünkü son yıllarda meme kanserinden ölümlerde de ciddi azalma var. Yine Amerikan istatistiklerine göre 90'larda yüzde 33 ci­varında olan meme kanserinden ölüm oranları, 2000'li yıllarda yüzde 26,7'ye kadar gerilemiş durumda.

Bu güzel bir haber. Verdiğiniz rakamlara göre meme kanserinden ölüm oranları, yüzde 1 ile 2 oranında düşmüş görünüyor. Bu azalmanın sebepleri neler?

En önemli faktör, meme kanserinin artık daha fazla ko­nuşulur olması. Böylece hastalar daha bilinçli hale geliyor­lar. Kendi kendilerini daha ciddi kontrol ediyorlar, herhan­gi bir sorun olduğunu düşündüklerinde derhal bir cerraha başvuruyorlar. Hiçbir sorunları olmasa bile düzenli kont­rollerini aksatmıyorlar. Yıllık olağan kontrollerin ve mamografik taramaların artması sayesinde, meme kanseri daha sık ama daha erken dönemde yakalanır oldu. Böyle­ce meme kanseri, daha ele gelen bir kitle oluşturmadan bi­le saptanabiliyor. Hem erken dönemlerde saptanması hem de teknoloji sayesinde tedavi ve seçeneklerinin gelişmesi de etkili tedavi sağlıyor.

Tüm bunlar birleştiğinde meme kanseri elli sene önceki kadar korkulan bir hastalık olmaktan çıkmış durumda.

"Erken dönemde ya da belli bir döneme kadar hiçbir belirti göstermeme gibi bir durum söz konusu olabilir" de­miştiniz. Burada düzenli kontrollerin yararı bir kez daha ortaya çıkıyor. Erken teşhisin önemi nedir?
Düzenli kontroller ve gelişen teknoloji sayesinde meme kanseri daha erken dönemde yakalanmaya başlandı. Mamografi sayesinde 50 yaş üzeri kadınlarda, kanserli doku­nun hissedilebilir büyüklüğe ulaşmasından iki yıl önce yüzde 85-90 oranında saptanabilmekte.

Örnek vereyim: Düzenli mamografi ile saptanan bir meme kanserinin ortalama boyutu 1,1 cm. iken tesadüfen saptanan bir tümörün ortalama boyutu 3,6 cm. Mamog­rafi ile sağlanan erken tanı, kansere bağlı ölüm oranını yüzde 20 ila 70 oranında azaltabilir. Erken dönemde ya­kalanan meme kanserinin, hem tedavisi daha kolay yapılı­yor hem de daha iyi kozmetik sonuçlar alınıyor. Doğal olarak ölüm oranları da düşüyor.

Yapılan çalışmalara göre koltuk altı lenf düğümlerine sıçrama yapmamış, yani erken dönemde yakalanmış me­me kanserinde beş yıllık genel yaşam süresi yüzde 83 iken, lenf düğümlerinde sıçrama varsa genel yaşam süresi yüzde 73'e kadar geriliyor. Kanserin sıçradığı lenf düğü­mü sayısı arttıkça genel yaşam süreleri yüzde 15-20'lere kadar düşüyor.

Fibroadenom Nedir Memede Fibroadenom

Fibroadenom Nedir, Memede Fibroadenom

Kist ile fibroadenomun farkı nedir?

Basit bir tarifle kistler, "içi sıvı dolu keseciklerdir" diye­biliriz. Fibroadenomun kistten farkı, "içinde sıvı değil, hücrelerin olması." Bu nedenle kistleri daha yumuşak ola­rak hissederiz. Bugün ortalama her 14 kadından l'inin memesinde kist vardır. Bunların da yarısında kistlerin sayı­sı birden fazla veya tekrar oluşmuş (nüks) kistlerdir. Kist­leri 35 yaşın üzerindeki kadınlarda daha sık görüyoruz.

Fibroadenoma ise kanserden sonra en sık rastlanılan içi hücre dolu, yani "solid" kitlelerdir ve 30 yaşın altında­ki kadınlarda ortaya çıkar. Ortalama her 100 bin kadın­dan 32'sinde görülür.

Her kist kanser riski taşır mı? Fibroadenom Ameliyatı

Kist de fibroadenom da kanser riski taşır, ancak bu risk özellikle kistlerde o kadar düşük ki istatistiksel olarak yok sayabiliriz. Fibroadenomun kanserleşme riski biraz daha fazla olmakla birlikte, yine de oldukça düşük.

O zaman hangi şişliğin önemli olduğu nasıl bilinecek?
Bunu değerlendirecek kişi cerrahtır. Cerrah hastanın yaşını, ailesinde veya kendisinde bulunan risk faktörlerini, kitlenin özelliklerini, hareketliliğini, süresini, üzerindeki cilt değişiklikleri, büyüklüğündeki değişiklikleri ve ağrı ile olan birlikteliğini göz önüne alarak, mamografi ve gerekti­ğinde diğer tetkikleri inceleyerek karar verebilir.

Erken teşhiste şişlik haricinde en önemli belirti nedir?
Buna tek bir yanıt vermek mümkün değil. Özellikle me­me başı ve meme cildindeki değişiklikler kanser açısından bizi uyarır. Meme başından akıntı veya meme başının içe çökük olması çok önemli. Aynı şekilde meme başında veya cildinde görülen renk ve şekil değişiklikleri, iltihabi görün­tüler, meme cildinin portakal kabuğu gibi gözenekli bir hal alması, ilerlemiş meme kanserinin belirtileri olabilir.

Meme başından gelen her akıntı önemli midir? Fibroadenom Kitle

Meme başı akıntısı kadınları en çok endişelendiren ko­nulardan birisi, meme başı akıntılarının önemli bir kısmı, yüzde 90'ı doğal sebeplere bağlı, yani "fizyolojik"tir. Do­ğal akıntıları her iki meme başındaki birçok kanaldan sık­makla sarı, yeşil veya süt renginde görüyoruz.
Doğal olmayan, yani "patolojik" akıntıların en sık se­bebi ise süt kanallarındaki genişleme. Bu genişlemeler ge­nelde meme iltihaplan sonrasında oluşuyor. Meme başı akıntısı, sanıldığının aksine, nadiren kansere işaret eder aslında. Meme başı akıntısı, meme kanserinde yüzde 4-5 oranında ortaya çıkan bir bulgu.

Kanser varsa nasıl bir akıntı olur? Değerlendirmede bu akıntının rengi önemli mi?
Özellikle 40 yaşın üzerindeki kadınlarda, tek bir meme başından ve tek bir kanaldan sıkmakla değil, ama kendiliğinden gelen akıntı, kanseri daha çok akla getirmeli. Akın­tıyla birlikte meme başının etrafındaki koyu renkli bölge­de şişlik ele geliyorsa, çok daha dikkatli olmalı. Akıntının şeffaf veya kanla karışık olması kanser ihtimalini oldukça artırıyor.

Meme başında ve memenin derisinde olan değişiklikle­ri biraz daha açabilir misiniz?


Özellikle bu bölgelerdeki egzama benzeri değişiklikler bazen kanserin ilk belirtisi olabiliyor. Ortalama yüzde 2 oranında görülüyorlar. O nedenle meme başında ve meme derisinde değişiklikler olanlar derhal bir cerraha başvur­malı. Eğer iltihap varsa tedavi ile gerileyecektir. Ama uy­gun antibiyotik tedavisine rağmen iyileşme olmazsa, kan­ser şüphesi artar.

Burada meme başının içe çökmesinden de bahsetmek istiyorum. Bu çökme meme kanserinin bir belirtisi olabilir. Kansere bağlı çökmeleri genellikle tek bir memede görü­yoruz. Ancak meme başı doğal olarak da içe çökebilir; ör­neğin soğukta... Bazen de doğuştan itibaren yapısal ola­rak meme başı çöküktür. Meme iltihabı geçiren kadınlar­da da meme başı içeri çökebiliyor; bu ayrımı yapmak önemli.

Nasıl yapılacak bu ayrım? Fibroadenom solid
Bu ayrımı, hastanın özgeçmişini sorgulayarak yapıyo­ruz. Daha önce böyle bir çöküntü olup olmadığını, varsa ne kadar zamandan beri var olduğunu öğreniyoruz. 40 yaşın altındaki hastalarda genellikle muayene ve ultrason yeterli oluyor. 40 yaşın üzerinde ise bunlara mamografiyi de ekliyoruz.

İltihap ile kanser arasında bir ilişki var mı?

Meme iltihaplarını her yaştaki kadında görebiliyoruz. Özellikle de hamileliğe bağlı iltihap sıklıkla ortaya çıkabi­lir. Hamilelik süresince veya lohusa döneminde bebeğin emmesine bağlı iltihaplar sıklıkla görülüyor. Bebeğin emerken meme başını zedelemesi, annenin tecrübesiz ol­ması ve sütün tamamının boşaltılamayıp memelerde birik­mesinin, bu tür iltihaplarda çok büyük etkisi var. Uygun tedavi ile iltihabı apseye dönüşmeden engellemek müm­kün.

Ama uygun antibiyotik tedavisine rağmen, iki hartada iyileşmeyen veya iyileşme belirtisi göstermeyen iltihaplara çok dikkat etmek gerekiyor, çünkü bunlar daha önce de söylediğim gibi meme kanserinin belirtisi olabilir.

Meme büyüklüğünde de bir değişiklik oluyor değil mi? Bir şikâyet olsun ya da olmasın kadınların kendi başlarına düzenli meme kontrolü yapmaları gerekir mi, memelerinin büyüklüğüne gözlerinin alışması açısından? Sadece meme büyüklüğü açısından değil, aynı zamanda memenin normal yapısına alışmak açısından da düzenli meme kontrolü gerekiyor. Kadınlar genellikle "kendi ken­dimi muayene edip de ne olacak, ben hiçbir şey anlamıyo­rum ki" diyor. Hâlbuki bir cerrah, senede bir kere muaye­ne ettiği kadının memesini, onun kendisinden daha iyi ta­nıyamaz.

Yeri gelmişken, her iki memenin büyüklüklerinin aynı olmadığını ve birinin diğerine göre biraz daha büyük ola­bileceğini hatırlatmak isterim. Hasta kendini bildi bileli büyüklük farkı varsa bu normaldir ve herhangi bir şeyin belirtisi değildir.

"Her kadın kendi kendini düzenli olarak muayene et­meli" diyorsunuz, yani?

Evet. Başlangıçta farkı anlamayabilir, ama eline gelen şişlikleri doktoru ile görüşüp ne olduğunu öğrenebilir. Böylece sonraki muayenelerde neye dikkat edeceğini bi­lecek ve zamanla kendi memesine aşina olacaktır. Ondan sonra da eline farklı bir şey geldiğinde derhal fark ede­cektir.

Aslında "ben anlayamam" sözünün altında "ya elime bir şey gelirse" endişesi yatıyor. Hâlbuki eline bir şey gele­cek diye korkmak doğru değil.

Meme Agrisi ve Meme Kanseri Belirtisi

Meme ağrısı bir kanser belirtisi midir?

Aslında bu soruyu şöyle sormalıyız: Her meme ağrısı gerçekten memeye ait bir ağrı mıdır?
Gerçekte meme polikliniklerine başvuran kadınların yarısından fazlasında meme ağrısı yakınması var, ama bu ağrıların tamamı meme dokusunun kendisinden kaynak­lanmıyor.

Meme ağrılarını, "döngüsel" (yani âdet görmeye bağlı; regl) ve "döngüsel olmayan" olarak ayırabiliriz.
Döngüsel ağrılar, her âdet kanamasından önce başla­yıp âdetin bitmesi ile kaybolurlar. Bu ağrıların çoğunu sa­dece âdet döneminin şiddetli geçmesine bağlamak müm­kün. Bu dönemde kadınlar memelerde bir büyüme ve ağırlık hissediyorlar. Âdet kanaması başlayınca bu büyü­me ve beraberindeki ağrı da kayboluyor. Bazen de kist, fibroadenom gibi selim, yani "kanser olmayan" kitlelere bağlı ağrılar olabiliyor. Döngüsel ağrılar çoğunlukla her iki memede birden ve memelerin üst dış kısımlarında his­sedilir.

Döngüsel olmayan ağrıların ise âdet kanaması ile ilgisi olmaz. Ağrı genelde tek bir memededir. Meme dışında o bölgede var olan kalp, akciğerler, kemikler, kaslar ve kıkırdaklara ait sorunların yarattığı ağrılar gelişebiliyor. Bazen boyun fıtığı, kireçlenme gibi ağrılar memeye de yansıyabi­liyor. Bazen de memede yerleşmiş iltihap, apse gibi sebep­lerle de ağrı olabiliyor.

Döngüsel olsun-olmasın psikolojik ağrıları da göz ardı etmiyoruz. Görüldüğü gibi bu ağrıların çoğu doğrudan doğruya memeye ait değiller. Yapılan araştırmalar meme kanseri olan hastaların ortalama yüzde 5-6'sında ağrı ol­duğunu gösteriyor. Yani meme kanseri olan her 100 ka­dından sadece 5 veya 6'sında ağrı şikâyeti var.

Meme ağrılarında öncelikle ağrının tipini, şiddetini ve hastanın yaşını göz önünde bulunduruyoruz. Eğer 35 ya­şın altında, orta derecede döngüsel ağrı tarif ediyorsa ve muayenesinde de herhangi bir anormallik yoksa endişe et­memesini öneriyoruz. Ancak 35 yaşın üzerinde ise muaye­ne, mamografi ve ultrasonografi yaptıktan sonra karar ve­riyoruz.

Her metne ağrısında mutlaka cerraha başvurulmalı mı?


Özellikle ağrının devamlı olduğu ve beraberinde şişlik, kızarıklık ve benzeri şikâyetlerin de olduğu durumlarda cerraha hemen başvurmakta fayda var. Eğer tedavi edecek herhangi bir problem yoksa hastanın günlük yaşantısını bozmadığı sürece, basit ağrı kesiciler kullanması yeterli oluyor. Ama eğer bu ağrı yüz üstü yatamamak, birini kucaklayamamak gibi sorunlar yaratıyorsa, daha uzun süreli bir tedavi planlıyoruz.

Memesinde herhangi bir şişlik eline gelen her kadın kanser midir? Şişliğin ağrılı mı olması iyi, ağrısız mı olma­sı?
Belki de meme kanseri ile ilgili bilinmesi gereken en önemli ayrıntı şişlik konusu, çünkü eline şişlik gelen her kadının aklına önce kanser geliyor. Aslına bakarsanız me­me kanseri hastalarının yüzde 70'inde ele gelen bir şişlik bulunur. Ancak burada yanlış yorumlanmaması gereken bir konu var: "Her şişlik olan 100 kadından 70'i meme kanseridir" demek istemiyorum, "kanserde yüzde 70 şiş­lik vardır" diyorum. Hâlbuki kanser olmayan, yani "se­lim" şişlikler, kanserin neden olduğu şişliklerden çok daha sık görülüyor.

En çok rastladığımız selim şişlikler; memenin normal dokusuna ait yumrular, kistler ve fibroadenomlardır. Ge­nel olarak şişliğin ağrısız olması, kanser açısından daha dikkat çekicidir. Ancak her ağrısız şişlik kanser belirtisi olmadığı gibi şişlik ağrılı diye de kanseri dışlamak doğru değil.

Meme Kanseri ve Gogus Kanseri Nedir

Meme Kanserinin Genel Tanımı, Tarihi, Görülme Sıklığı

"Meme kanseri" nedir ve belir­tileri nelerdir? "Göğüs kanseri" ile "meme kanseri" aynı mıdır, aradaki fark nedir?

Öncelikle tarif ile başlamak daha uygun olacak, çünkü yaygın bir yanlış olarak "göğüs kanseri" deyimi kullanılıyor. Ancak "göğüs" anatomik olarak karın boşluğumuz ile boynumuz arasındaki bölge­nin tamamına verilen isimdir. Bu bölgede kaslarımız, ka­burgalarımız ve içerideki boşlukta ise kalbimiz, akciğerle­rimiz, önemli damarlar ve sinirler gibi organlar bulunur. Memelerimiz ise göğüs bölgesinde bulunur; yani birer "dış" organdırlar. Kanser de "göğsümüzün" değil, "me­melerimizin" kanseridir.

Yaygın olarak yapılan yanlışlar doğru kabul edilir. Bu ayırımı yapmanın ne önemi var peki?
"Göğüs kanseri" deyimi, hangi doktora gidecekleri ko­nusunda hastaların kafasını karıştırıyor aslında. Memesin­de bir sorun olan hastalar yanlış olarak göğüs hastalıkları, dahiliye ve bazen de kadın hastalıkları ve doğum uzmanı­na başvuruyor.

Memesinde bir sorun olan hasta, hangi branş doktoru­na başvurmalı?

Meme hastalıklarıyla genel cerrahlar ilgilenirler. Son yıllarda genel cerrahların arasında sadece meme hastalık­ları ile ilgilenen "meme cerrahları" oluşmaya başladı. Bu nedenle hastaların bir genel cerraha veya bir meme cerra­hına başvurmaları gerekiyor.

Doktora başvuranlarda ne gibi meme yakınmaları olu­yor?
Meme polikliniklerine başvuran hastaların en sık gör­düğümüz yakınması, meme ağrısıdır. Ayrıca ele bir şişlik gelmesi, iltihap, meme başından akıntı gelmesi, meme ba­şının içeri çökmesi, meme başında veya derisinde renk de­ğişiklikleri, egzama benzeri yakınmaları da sıklıkla görü­yoruz.

Göğüs Kanser ve Memede Kanser

Meme kanserinde bu yakınmaların hepsi görülür mü?
Hayır görülmez, bu yakınmaların biri veya birkaçını bir arada görmek mümkün. Meme kanseri olan hastaların eline sıklıkla bir şişlik geliyor. Aslına bakarsanız meme ağ­rısı çok görülen bir belirti olmasına rağmen, meme kanse­rinde az rastladığımız belirtilerden birisi.
Yalnız şunu özellikle belirtmeliyim ki herhangi bir ya­kınma olmaksızın da meme kanseri ortaya çıkabilir.

"Belirti vermeyebilir de" diyorsunuz yani?
Evet. Bazen hiçbir belirti olmadan da meme kanseri ya­kalayabiliyoruz. Yıllık olağan kontroller sırasında yapılan muayenelerde veya çekilen mamografilerde saptanabiliyor. Aslında bunlar şanslı hastalardır diyebiliriz. Böyle ele bir şişlik gelmeden, herhangi bir belirti vermeden yakalanan meme kanserlerinin tedavisi, genellikle çok daha başarılı oluyor. Çünkü oldukça erken dönemlerde yakalanmış olu­yorlar.

İnsanlar şanslarını biraz da kendileri yaratırlar. Bu du­rumda kendi kendisini muayene eden ve önerilen sıklıkla kontrollerini yaptıranlar daha şanslılar.
Evet, tam anlamıyla böyle gerçekten. Bu nedenle bu söyleşi sırasında kendi kendine muayenenin ve yıllık ola­ğan kontrollerin önemini sıklıkla vurgulayacağım.