Septisemi Kan Zehirlenmesi Nedir

Septisemi Nedir (Kan Zehirlenmesi)

Tıpta Kan Zehirlenmesi Septisemidir. Hastalık yapan mikroplar vücutta bir sürü oluşturabilir. Çok çabuk üreyen mikropların sürüler halinde kana karışma olası­lığı vardır. Bazı bulaşıcı hastalıklarda bakterilerin sıklıkla ka­na karıştıkları vakalara çok sık rastlanmaktadır. Eğer vücu­dun direnci güçlüyse sürüler halinde üreyen mikroplara karşı koyabilir, ama organizmanın direnci zayıfsa mikropların kana karışmasını engelleyemez. Bu takdirde ortaya septisemi ya da kan zehirlenmesi hastalığı çıkar.

Mikroplar, bulaşmanın başladığı yerde, yani mikrop ka­pan yaralarda, bademciklerde, dişlerde, sümük bezlerinde, safrakesesinde, böbreklerde ve rahim gibi odak noktalarında ka­labilir.
Kimi zaman mikropların giriş yerinin saptanması, mik­ropların başka yerlere sürüklenebilmesi olasılığı nedeniyle ola­naksızdır. Septisemi, kimi zaman ilk odak noktasından çok uzaklarda da (örneğin kalp kapaklarında) ortaya çıkabilir.

Hastalık yapan tüm mikroplar kan zehirlenmesine yol aça­bilirler. Fakat genellikle, iltihaplara neden olan mikropların septisemiye yol açtığı bilinmektedir.
Belirtiler: Hastalığın seyri son derece renkli ve çok çeşit­lidir. Hastada genellikle uyuşukluk, yorgunluk hali görülür. Hastanın ateşi sabahları çok az yükselir, ama akşama doğru 40-42 dereceye kadar çıkarak titreme nöbetleri yapar. Vücut serindir, tırnaklarda morarma vardır ve deride hafif, noktalar halinde kırmızı döküntüler oluşabilir. Dil kurudur. Terleme eğilimi ve nabzın giderek hızlanması hastalığın en belirgin özel­liğidir.

Bunlardan başka sarılık, kusma, ishal, eklem şişmeleri ve böbrek iltihapları da oluşabilir. Kalp ve dolaşım oldukça zor­lanır.
Seyri: Hastalığın seyri hastanın durumuna, vücudunun di­rencine, asıl hastalığa ve mikropların cinsine göre çok deği­şiktir.
Tedavi: İlk yapılacak şey mikropların yok edilmesidir. Septisemiye neden olan mikroplu yerlerin ameliyatla alınma­sından önce antibiyotik tedavisi gereklidir. Kanın bakteri öl­dürücü gücü fazla olduğundan kan nakline başvurulabilir. Bu arada kalbin ve dolaşımın zarar görmemesi için gerekli önlem­ler de alınmalıdır. Tam yatak dinlenmesi, sıvı gıdaların bol verilmesi iyileşme döneminde oldukça yararlıdır.

Dezenfeksiyon Dezenfekte Nedir

Dezenfeksiyon Nedir, Sterilizasyon ve Dezenfekte

Dezenfeksiyon, mikropların yok edilmesini sağlar ve hastalık mikroplarının yayılmasını önler. Hastanın vücudu, kullandığı eşyalar ve odası sık sık dezenfekte edilmelidir. Dezenfeksiyon, hastalık süresince yapılan ve hastalıktan sonra yapılan olmak üzere ikiye ayrılır. Dezenfeksiyon maddeleri de fiziksel ve kim­yasal olmak üzere ikiye ayrılabilir.
Fiziksel dezenfekte maddeleri olarak soğuk, kuru, sıcak, güneş ışınları, kaynar su ve buhar sayılabilir.
En önemli kimyasal dezenfekte maddeleri formalin, alkol, kireç, süblime, zefirol ve krezol bileşikleridir.

Seçilecek dezenfekte maddesinin cinsi hastalığa, dezenfek­te edilecek maddelere ve kişilere göre değişir.

Soğuk, bakterileri öldürmez, ama üremelerini engeller. Kuru sıcaklık ise bakterileri ancak 180-200 derece ısıda öldü­rebilir. Güneş ve yapay morötesi ışınlarının mikrop öldürücü özellikleri vardır. Bu nedenle deniz kıyılarmda ve dağlarda hava temizdir. Örneğin, verem mikrobu güneş ışığında 1-3 saat içinde ölür.

Ellerin dezenfeksiyonu için hasta odasında içinde kimyasal dezenfekte maddesi bulunan bir tas ve fırça, hasta odasının önünde de içinde sıcak su bulunan bir tas, sabun ve fırça bu­lunmalıdır. Dezenfekte edildikten sonra elleri bir kâğıt havlu­ya kurulamak uygundur. Bu havlular toparlanarak yakılabi-lir. Hastaya bakan kişi ellerini, dezenfekte etmeden önce yü­züne sürmemelidir. Hastanın kullandığı tabak, çatal, bıçak, ka­şık ve bardak gibi şeyler hastanın odasında sodalı suyla yıkan­malı ve odadan çıkartılmamalıdır. Hastalık geçtikten sonra da bu öteberi kaynatılmalıdır.


Bulaşıcı hastalıkların çoğunda hastanın idrarı, dışkısı ve balgamı da dezenfekte edilmelidir. Bunların üzerine bol mik­tarda kireçkaymağı dökmeli ve iki saat bekletildikten sonra tuvalete boşaltılmalıdır.
Hastanın kullandığı sargı bezi, pamuk, tülbent ve gazlı bez gibi öteberi mutlaka yakılmalı ya da kireç içine atılmalıdır. Hastanın odası her gün krezol bileşikli suyla silinip havalandırılmalıdır.
Hasta iyileştikten, hastaneye kaldırıldıktan ya da öldük­ten sonra odası iyice temizlenip dezenfekte edilmeli ve havalandırılmalıdır.

Bütün eşyaların da teker teker dezenfekte edilmesi gerekir. Yatak ve yorgan çarşaflarının bir süre güneşte bırakıldık­tan sonra kaynatılıp yıkanması uygundur.
Cüzam, çiçek, kolera, veba, zehirli sıtma, poliyomiyelit, tifüs, tifo, paratifo, dizanteri, lekelihumma, şarbon, papağan hastalığı, difteri, kızıl, menenjit, sarılık gibi hastalıklardan son­ra dezenfeksiyona mutlaka önem verilerek mikropların öldü­rülmesi ve yayılmasının önlenmesi gereklidir.

Bebeklerde Cocuklarda Asi Plani Zamani

Bebeklerde Çocuklarda Uygulanacak Aşı Planı ve Zamanları

Yeni doğan bebekler: Gerekli olduğu takdirde verem aşısı (BCG).
3. aydan itibaren birer ay ara ile: Difteri ve tetanos 2 en­jeksiyon, aynı ara ile iki kez polio (çocuk felci aşısı).
12. aydan itibaren: Kızamık aşısı.
2. yaş: Difteri ve tetanos aşıları yenilenir, 3. polio yapılır.
6. yaş: Difteri ve tetanos aşısı yenilenir.
10. yaş: Polio.
11-15 yaş arası: Kızlar için kızamık aşısı.
Her 5 yılda bir: Polio.
Her 10 yılda bir: Tetanos (süresi içinde yapılmamışsa).

Mikroplardan Korunma Yollari Hakkinda

Mikroplardan Korunma Yolları, Mikroptan Korunmak İçin

İnsan organizması her mikrobu aynı şekilde, ya da her zaman kabul etmez. Sağlıklı kişilerde dıştan giren mikroplara karşı koruyucu güçler vardır. Bu güçler, alınan gıda maddelerine, vücudun direncine, o kişinin geçirdiği hastalıklara ve ruhsal etkenlere göre değişiktir. Dışarıdan giren belirli mikroplara karşı organizmada bulunan mikroplar da belirli bir şekilde ve bölgesel olarak tepki gösterirler. İnsan vücudunda hastalık yapmadan yaşayabilen kör mikroplar da bulunabilir.

Dayanıklılık, organizmanın direnç yeteneği olup kalıtım yoluyla geçen, ırk, yaş ve cinselliğe bağlı olan bir özelliktir. Ör­neğin, kızıl hastalığı yalnızca beyazlarda görülür. Bebeklerde tifüse hiç rastlanmaz. Dayanıklılık vücut büyüklüğüne bağlı değildir. Örneğin, tifüs çocuklarda, büyüklerde olduğundan çok daha hafif seyreder. Dayanıklılığı etkileyen etkenlerin ba­şında beslenme, meslek ve iklim gelir.

Bağışıklık hastalık koruyucusu olup daha önceden vücu­dun belirli mikroplara alışık olması anlamına gelir. Bağışık lık vücut dokularının yeteneklerinden biridir ve vücuda giren mikroplara karşı gösterilen direnç, aynı mikrobun ikinci giri­şi halinde yeniden hızlandırılır; böylece mikropların vücutta hastalık yapması dokular tarafından önlenmiş olur.

Bağışıklık iki türlü oluşturulur. Bunlardan biri aktif di­ğeri pasif bağışıklıktır. Aktif bağışıklık, zayıflatılmış mikrop­ların aşı aracılığıyla vücuda verilmesiyle, pasif bağışıklık ise, hastalık mikrobunun başka bir odakta üretilerek serum ha­linde verilmesiyle sağlanır. Bazı bağışıklıklar uzun süreli ba­zıları ise kısa sürelidir. Örneğin, çiçek aşısı uzun süreli bağı­şıklık sınıfına, kuduz serumu kısa süreli bağışıklık sınıfına girer.

Hastalığa karşı duyarlık hastalığın cinsine, ırka, cinse, ya­şa, geçirilmiş önceki hastalıklara ve ruhsal duruma sıkı sıkı­ya bağlıdır. Yetersiz beslenme, vitamin eksikliği, kronik ze­hirlenmeler, sinir sistemi ve metabolizma hastalıkları bulaşıcı hastalığa yakalanma olasılığını büyük ölçüde artıran etken­lerdir.
Hastalığın hazırlık ya da kuluçka dönemi mikropların vü­cuda girişi ile başlar ve hastalık belirtilerinin ortaya çıkma­sıyla sona erer. Bu dönemin süresi hastalık mikrobunun cin­sine göre değişiktir. Organizmanın bu sırada oluşturduğu sa­vunma önlemleri vardır. Hastalığın seyrine şekil veren de bu önlemlerdir. Kuluçka döneminin sonuna doğru solunum ve dış­kı yoluyla mikroplar yayılmaya başlar ve insanlara geçer. Bazı durumlarda mikrobu alan kişiler önceden aşılanmış olsalar bi­le hastalığa tutulmaktan kurtulamayabilirler. Hiçbir çocuk mikroplu hastalıklardan tamamen korunamaz. Ne var ki, be­lirli hastalıklara karşı aşı yoluyla bağışıklık sağlanmış kişi­lerde hastalık seyri hafiftir. Vücudun da mikroplara karşı aldı­ğı birtakım önlemler vardır. Vücut hastalık yapıcı antijeni ta­nıdığı takdirde hemen harekete geçerek antikor üretimine hız verir. Antikorlar mikropları öldürücü, akyuvarlar ise ölü mik­ropları yok edici vücut bekçileridir. Antikorlar lenf bezleri ta­rafından üretilip kana verilirler. Lenf bezlerinin bazı hastalık­larda şişmesinin nedeni de budur. Eğer vücut hastalık etkeni olan antijeni tanımıyorsa, göstereceği tepki yavaş olacağı için, hastalık etkeni olan mikropların vücuda yerleşmesinden sonra tepki başlar, ama iş işten geçmiş olur ve mikroplarla gerektiği gibi savaşamaz. Septisemi vakalarının çoğunda, vücut gereken tepkiyi gösteremez ve sürüler halinde kan dolaşımına giren mikropların ürettiği zehirli maddeler kanın zehirlenmesine ne­den olur.


Bulaşıcı hastalıkların genel belirtileri: Ateşin birdenbire yükselmesi o kişinin bir hastalığa yakalanma olasılığıyla kar­şı karşıya kaldığını gösterir. Hazırlık dönemi içinde bulaşıcı hastalık için ayrı ayrı olan özellikler henüz kendini belli etmez. Bu dönemde yalnızca ateş, titreme, üşüme, halsizlik, solunum güçlüğü, dolaşım bozukluğu ve ishal gibi genel belirtiler var­dır. Böyle durumlarda hastalığın başlaması beklenmeden ön­lemler alınmalıdır.

Koruyucu önlemler

Mikroplu hastalıklarda doktorun görevlerini şöyle sıralamak mümkündür.

1. Hastane tedavisini öngörmek.
2. Mikrop yayılmasını önlemek.
3. Hastalık önleyici önlemleri almak.
Bulaşıcı hastalıklarda, hastalığın cinsi ilgili yerlere bildi­rilmelidir. Kolera, lekelihumma, veba, çiçek, tifüs gibi has­talıklarda hasta hemen ayrılmalıdır. Diğer mikroplu hastalık­larda hasta evde de tedavi görebilir. Bu durumda hasta odası ayrılmalı, hastayla mümkün olduğu kadar az kişi temas et­melidir.
Bazı mikroplu hastalıklarda sağlıklı aile bireylerinin işe ya da okula gitmeleri hastalığın yayılma olasılığı karşısında tehlikeli olabilir. Bu yönden de önlemlerin alınması yerinde olur.
Hastaya bakan kişi hasta odasına girerken temiz bir ön­lük takmalı, odadan çıkarken ellerini dezenfektanlı suyla iyice yıkamalıdır. Eğer damlacıkla mikrop (difteri, verem) kapma olasılığı varsa, ağzına ve burnuna bir maske takmalıdır. Di­ğer aile bireyleriyle yakın ilişki kurmamalı ve kesinlikle ye­mek pişirmemelidir. Eğer hastaya özel bir oda ayıracak durum yoksa, hasta hemen bir hastane tedavisine yöneltilmelidir.

Diğer önlemler, hastanın sürekli kontrolünü ve hastalık üzerine bilgi verilerek aile bireylerinin aydınlatılmasını içerir. Tifüs, paratifo, kolera, veba (pestis), boğmaca, lekelihumma gibi hastalıklarda aile bireylerine hemen aşı yapılmalıdır.

Mikrop Nasil Bulasir Mikrop Bulasma

Mikrop Nasıl Bulaşır, Bulaşan Mikroplar

Mikroplar hayvanlar ya da insanlar tarafından bulaştırılır. Bu nedenle de mikroplu hastalıklara bulaşıcı hastalık adı veril­miştir. Mikrobun asıl geçiş kaynağı taşıyıcılardır. Taşıyıcı, has­talığa yakalanmadığı halde mikrobu taşıyarak başkalarına bu­laştıran kişidir. Ayrıca, bulaşıcı hastalara bakan kişilerin de bi­rer taşıyıcı haline gelmeleri olasılığı vardır. Bazı mikroplar ak­sırık, öksürük gibi durumlarla havaya bırakılırlar. Mikrobun bu şekilde bulaşma olasılığına damlacık bulaşması adı verilir.

Mikropların Doğrudan Bulaşma Yolları

Mikropların doğrudan bulaşması, insanlarla yapılan doğrudan temas ya da hastaların çıkarttıkları salgılar (sidik, kan, irin, balgam, tükürük, vb.) sonucu gerçekleşir. Öksürük, aksırık ve konuşma sırasında mikroplu tükürük damlacıkları havaya sa­çılır ve bir süre havada kalır. Soluk alma sırasında damlacık­larla havaya yayılan mikroplar sağlam insanın vücuduna girer. Damlacıklarla bulaşan mikroplar genellikle göğüs hastalıkları­nın nedenidir. Bazı bulaşıcı hastalıkların mikrobu da insanla­ra doğrudan temasla geçer (kızıl, difteri, tifüs). Bazı hastalık mikropları temasla bulaşmaz (sıtma, kuduz, veba). Bulaşıcı hastalığa yakalananların ayrılmaları gerekir.

Dolaylı olarak geçen (taşınan) mikroplar

Kimi zaman mikroplar canlı ya da ölü taşıyıcılar tarafından bulaştırılır. Taşıyıcı, insan ya da hayvan olduğu gibi gıda mad­deleri ya da cansız şeyler de olabilir. Sağlıklı kişiler çoğu za­man bilmeden mikrop taşırlar. Örneğin, doktorlar ve hemşi­reler herhangi bir bulaşıcı hastalığı kolaylıkla yayabilirler, hat­ta bu hastalıklara kendilerinin yakalanma olasılığı daha faz­ladır. Bu nedenle hastanelerde temizliğe son derece büyük önem verilir. Mikroplu ya da bulaşıcı bir hastalık geçirmiş olan kişiler, aynı hastalık mikrobunu yıllarca taşıyarak yayabilirler.

Hastalığa kendileri yakalanmadıkları halde hastalığı taşı­yan ve yayan kişiler vardır. Böyle kişiler hastanelerde, çocuk yuvalarında ve gıda ile ilgili işyerlerinde çalıştırılmamalıdırlar. Bulaşıcı hastalığı olan kişinin kullandığı her şey hastalık mik­robunu taşır. Bu hastaların kullandığı öteberinin mutlaka de­zenfekte edilmesi gereklidir. Ayrıca, bulaşıcı hastalığı olan ki­şilerin artıklarında da kesinlikle mikrop bulunur. Bakıcılar hasta yemeğinden kalan artıkların diğer yiyeceklerle karışma­masına çok dikkat etmelidir.

Hayvanlar, asalaklar, böcekler ve sinekler mikrop taşıyıcı olarak çok önemlidirler. Özellikle, sinekler hastalıkları çok uzaklara kadar taşıyabilirler. Kuduz, veba, sıtma gibi hasta­lıkların etkenleri hayvanlar, asalaklar ve sineklerdir. Örneğin, kuduzun yayılmasında her çeşit hayvanın, vebanın yayılmasın­da fare ve asalakların, sıtmanın yayılmasında sivrisineğin, diğer bulaşıcı hastalıkların yayılmasında sineklerin, kole­ranın yayılmasında gıdaların ve suların önemi büyüktür. Hava ve toz da birer taşıyıcıdırlar. Damlacıkla bulaşan hastalıklarda etken hava ve tozdur. Mikroplar vücuda, vücu­dun giriş kapıları olan ağız, burun, kulak, solunum yolları ve cinsel organlardan girer. Ayrıca, deride oluşan yaraların da birer mikrop yuvası oldukları gerçektir. Nitekim, yaraların il­tihaplanması, yaralı bölgenin mikroplanmış olduğuna bir işa­rettir.

Mikroplu Hastaliklar Hastalik Mikroplari

Mikroplu Hastalıklar, Hastalık Mikropları Hakkında Bilgiler

Hastalık taşıyan mikropların ve salgıladıkları maddelerin etki­si sonucu organizmada oluşan hastalıklara bulaşıcı hastalık­lar adı verilir. Hastalık oluşmadan önce, insan organizması ile hastalık mikrobu arasında çetin bir savaş olur. Savaşı kaybe­den taraf çekilmeye zorunludur. Savaşı mikroplar kazanırsa organizma hastalanır, organizma kazanırsa hastalık görülmez.
Bulaşıcı hastalıklar, kalp ve kan dolaşımı hastalıkları ile kanserden sonra ölüme neden olan hastalıklar arasında üçün­cü sırayı alır.

Bundan başka, birçok bulaşıcı hastalık, hastalığın tedavi edilmesinden sonra kalp, akciğer ve karaciğer gibi organlarla dolaşım sisteminde birtakım kronik bozukluklar bırakırlar. Gelişmiş, uygar ülkelerde modern tıp tedavileriyle bulaşıcı has­talıkların önü her ne kadar alınabilirse de, geri kalmış ya da az gelişmiş ülkelerde bu tür hastalıklar yaygınlaşma eğilimin­dedir. Hastalığın yayılmasını önlemek tıbbi olduğu kadar siya­sal ve ekonomik yönden de önemlidir. Yaygın bulaşıcı hasta­lıklar sorunu ancak tüm ülkelerin ortak çalışmaları sayesinde çözümlenebilecektir.

Bitkisel ve hayvansal türden sayısız hastalığın nedeni olan yüz­lerce mikrop vardır. Bunlar tek hücreli, kısa ömürlü, bölüne­rek çoğalabilen, ancak mikroskopla 500-1000 defa büyütüldük­ten sonra görülebilen canlı organizmalardır.

Bitkisel asıllı mikroplar bakteri adını alır ve ancak 19. Yüzyılın sonlarında hastalık oluşturan mikroplar oldukları saptanmıştır. Fransız kimyager Luiz Pastör'ün ve Alman doktor Robert Koch'un başlattığı çalışmaların geliştirilmesiyle Bak­teriyoloji bilimi doğmuştur. Bazı bakteriler hastalık yapıcı, ba­zıları ise yararlıdır. Bakteriler şekillerine göre yuvarlak, vir­gül, çubuksu ve dalgalı olarak sınıflandırılırlar. Bakteriler he­men hemen her yerde, havada, çoğunlukla tozda, suda, toprak­ta ve yiyecekler üzerinde bulunurlar. Bazı bakteriler çoğalma sırasında zehirli maddeler salgılarlar (difteri, tetanos), bazıla­rı ise, zehirli maddeleri kendi yapılarında oluştururlar. Bakteri öldükten sonra bu zehirli maddeler organizmaya yayılır ve has­talığa yol açar. Kolera ve dizanteri bakterileri bunun en güzel örneklerindendir. Protozonlar az gelişmiş, tek hücreli hayvan­sal canlılardır. Bunlar tropikal hastalıklara neden olan mikrop­lardır. Her ne kadar tropikal hastalıkları iyileştirici ilaçlar var­sa da, pratikte tropikal bölgelerin kendine özgü koşulları ne­deniyle mikropların dağılmasını önlemek oldukça güçtür.

Virüs cinsi mikroplar, hastalık yapıcı en küçük mikrop­lardır. Virüsler canlı ve cansız varlık arasındaki sınırda bu­lunurlar ve ancak elektron mikroskop ile görülebilirler. Virüs­lerin neden olduğu hastalıklar günümüzde büyük bir çaba ile araştırılmaktadır. Çünkü virüsler, henüz tedavisi saptanama­mış hastalıkların nedeni oldukları gibi bitki ve hayvanlarda oluşturdukları hastalıklarla da ekonomiye büyük zararlar ver­mektedirler.

Etkileri ve yaşam koşulları nedeniyle virüsler, temelde bakteri ve protozonlardan farklıdır. Bakteri ve protozonlara karşı etkin ilaçlar (sulfamit ve antibiyotikler) bulunduğu halde virüslere etkili olabilecek bir ilaç henüz geliştirilmemiştir. Bu­gün için virüslere karşı en etkili görünen silah, aşılarla bağı­şıklık sağlanılmasıdır.

İskorbut Nedir C Vitamini Eksikligi

İskorbüt Nedir (C vitamini eksikliği)

C vitamininin tüm orga­nizmada çok yönlü etkisi vardır. Bu nedenle C vitamini eksik­liği, vücut maddelerinin, özellikle büyüyen destek dokunun yapısını, kan dokusunun yapısını ve kılcal kan damarlarının ça­lışmalarını etkiler. C vitamininin en büyük görevi vücudun hastalıklara karşı direncini artırmaktır. Eksikliğinde bağdokusu, kıkırdak, kemik ve diş yapısında bozukluklar, gelişim bo­zuklukları, dirençsizlik, karın ve baş ağrıları, kansızlık, kabız­lık gibi hastalıklar görülür.

İskorbüt Hastalık Belirtileri: Dişetinde kanama, derialtı kanamaları sonu­cunda çürük oluşumu, hayati önemi olan organların içine ka­namalar görülür.
Süreci: Kemikleri örten zarın içine olan kanamalardan ötü­rü kol ve bacaklarda aşırı duyarlılık ve ağrı olur.

İskorbüt Tedavisi: Taze sebze, patates, meyveden oluşan bir gıda rejimi uygulanır. Ayrıca, damardan ya da ağızdan C vitamini ve­rilir. Günlük C vitamini gereksinimi 10-20 miligram kadardır. Bu miktar normal diyette bulunan C vitamininden azdır. Bu nedenle de sebze diyeti önerilir.

Beriberi Hastaligi Nedir B1 Vitamini Eksikligi

Beriberi Hastalığı Nedir (B 1 vitamini eksikliği)

Thiamine adını da alan B-1 vitamini suda eriyebilen B vitamin gurubunun bir üyesidir. Bir insanın günlük B-1 vitamini gereksinmesi 1-2 miligram­dır. Bol karbonhidratlı rejimde ve alkolizmde B-1 vitaminine gereksinim artar. Süt ve süt türevlerinde, mercimek, fasulye, diğer sebzelerde, fındık, ceviz ve fıstıkta bulunur. B-1 vitamini karbonhidrat metabolizmasındaki pirüvik asitin parçalanma­sında rol oynar, karaciğerde glikojenden glikoz yapımını hız­landırır, yani ensüline paralel bir etkisi vardır. Su metaboliz­masındaki rolü de önemlidir. B-1 vitamini eksikliğinden ötürü ortaya çıkan Beriberi hastalığı genellikle kabuğu alınmış pi­rinç, kamış şekeri ve kepeksiz unla beslenen ülkelerde çok sık görülür.
Belirtileri: Beri beri hastalığı başlıca üç tipi vardır:

1. Kuru beriberi: Kişi zayıftır. Başlıca yıkım organlara gi­den sinirlerde olduğu için önce bacaklarda güç azalması başlar. Hastada yürüme bozuklukları ortaya çıkar. Kaslar erir ve kemik refleksleri kaybolur. Sonunda hasta yatalak olur.
2. Yaş beriberi: Genel olarak kabuğu alınmış pirinçle bes­lenenlerde görülür. Alınan karbonhidrat miktarı arttıkça B-l vitaminine olan gereksinim de artar. Eksikliği nedeniyle kas­larda biriken pirüvik asit ve laktik asit yerel kan damarlarının genişlemesine neden olur. Bu takdirde dolaşım hızı azalaca­ğından kalp kaslarında gevşeme görülür. Hastada zayıflık ve dokularda sıvı toplanması (ödem) başlar. Hasta aniden kalp yetmezliğinden ölebilir.
3. İnfantil beriberi: Beriberi tablosu içindeki annenin sü­tü ile beslenen bebekte görülür. Bebek huzursuzdur ve ödem-li görünür. Kronik şekillerinde ishal, zayıflama, gelişim bozuk­lukları görülür. Hiç beklenmedik anda bebekte morarma ve taşikardi ortaya çıkar ve bebek 2-3 gün içinde ölür.

Beriberi Tedavisi: Ne tür olursa olsun beriberinin genel tedavisi B-l vitamini kürünün uygulanmasıyla mümkündür. Koruyucu doz olarak günde 5 miligram B-l vitamini verilmelidir. Hem teda­vide hem de korunmada B-l vitamininin B kompleks vitaminleriyle birlikte verilmesi öngörülmelidir.

Gece Korlugu A Vitamini Eksikligi

Gece körlüğü (A vitamini eksikliği)

A vitaminini yağda eriyen ve balıkyağı, balık, süt, tereyağı, yumurta sarısı ve yeşil sebzelerde bol miktarda bulunan bir maddedir. Aynı zamanda, önvitamin olarak pancar, domates, hurma, ceviz yağı ve şeftali portakal gibi meyvelerde bulunur. A vitamini özellikle göz için çok gerekli bir maddedir. Eksikliğinde, retina tabakasında bu­lunan rodopsin maddesi üretilemez. Zamanla görme moru de­nen bu madde ışık etkisiyle solar ve gece körlüğüne yol açar.
Belirtileri: Alaca karanlıkta göz görmez. Kornea tabakası­nın saydamlığı azalır.
Seyri: Vücut bulaşıcı hastalıklara karşı direncini yitirir ve zamanla kornea tabakası delinerek körlüğe yol açar.

Gece Korlugu Tedavisi: A vitamini yönünden zengin bir diyet uygulanır. Ayrıca, A vitamini verilir.

Gut Hastaligi Nedir Eklem Hastaligi

Gut Hastalığı Nedir (Eklem Hastalığı)

Gerçek bir eklem hastalığı olan gut, kalıtsal rahatsızlıklar sonucu eklemlerde, özellikle 40-50 yaşlarındaki erkeklerde görülen bir hastalıktır. Fakat menopoz sonrası, kadınlarda da görülebilir. Ürik asit, hücre çekirdeklerinin yıkım ürünü olduğu için, fazla protein alan kişilerde ürik asit oluşumu artar. Genellikle, ürik asit kristalleri idrarla dışarı atılır. Ürenin kana karışması, vücutta fazla miktarda ürik asit oluşumu ya da ürenin böbrekler tarafından yeterli miktarda atılamaması sonucu ürik asit kristalleri eklemlerde birikim yapar ve gut hastalığı ortaya çıkar. Tipik gut hastalığı ge­nellikle ayak başparmağında görülür, ama dizde ve el parmak­larında da rastlanabilir.


Gut Hastalık Belirtileri: Ayak başparmağı ani gelen bir sancı ile kızarır ve hassaslaşır. Parmak parlak kırmızı bir görünüm alır.

Süreci: Ani gelen sancı birkaç gün içinde geçer. Ağrı sıra­sında hafif ateş, iştahsızlık görülebilir, ama hastanın genel sağ­lık durumunda bir değişim olmaz. Birkaç krizden sonra belir­tiler tamamen ortadan kalkmış görünür ve hastalık kronik döneme girer. Tedavi edilmediği takdirde hastalıklı eklem şekilsizleşir ve eklem çevresinde yumrular oluşur.

Gut Hastalığı Tedavisi: Böbreğin ürik asit atımı hızlandırılır. Genel ola­rak proteini az olan bir rejim izlenir. Alkollü içkilerden, ıspa­nak ve çilekten sakınılması gereklidir. Vücutta ürik asit üre­timini azaltıcı ilaç verilebilir, ancak bu ilaç akut krizlere yol açabilir. Ayrıca, ilaç kriz sırasında kullanılmamalıdır.

Sismanlik Hastaligi Nedenleri Tedavisi

Şişmanlık Hastalığı, Şişmanlık Nedir, Şişmanlık Hakkında

Derialtı yağdokularının artması nedeniyle or­taya çıkan ve vücuttaki fazla kiloyu oluşturan, doğrudan bes­lenme bozukluğuna bağlanabilen bir metabolizma bozukluğu­dur. Aslında şişmanlığın tek nedeni aşırı yemektir. Genel bir tanımla, şişmanlık, alınan kalori miktarının yakılandan fazla olmasıdır.
Kalıtsal eğilim, kötü beslenme, anormal iştah, ruhsal özel­likler ve hareket azlığı da şişmanlığın nedenleri olabilir.

Şişmanlık Belirtileri: Özellikle sırt, kol ve bacakların üst kesimlerin­de aşırı yağ birikimi, yüzün yuvarlak bir hal alması, ruhsal dengenin ve vücut hareket yeteneğinin düzensizleşmesi, bula­şıcı hastalıklara karşı vücut direncinin azalması, kalp ve dola­şım sistemlerindeki bozukluklar şişmanlık belirtileridir.

Şişmanlık Tedavisi: Genellikle zayıflama, diyet uygulaması ve sporla sağlanmalıdır. Aşırı şişman olan bir kişi yağsız et ve balık, yumurta, meyve, şekersiz unlu maddeler, tuzlu bisküvi yemeli, ama kızartma, yağlı besin maddeleri, ekmek, patates, tatlı ve pastaları yemekten kaçınmalıdır. Şişman olan kişi günde 30-40 gram yağ, 100-120 gram et ya da balık, 80-100 gram karbonhid­rattan fazlasını almamalıdır. Son yıllarda yapılan araştırma­lar, karbonhidratların şişmanlığa neden olduğunu ortaya koy­muştur. Bu araştırmalarda Eskimoların çok bol miktarda yağ yedikleri halde şişmanlamadıkları, buna karşın aynı miktar karbonhidrat alanların, bazal metabolizmaları alınan fazla kar­bonhidratı yakabilecek kapasitede değilse, şişmanladıkları ör­nek olarak gösterilmiştir. Bu nedenle, alınan günlük yiyecek miktarındaki kalorinin düşük düzeyde olmasına dikkat edil­melidir. Ayrıca, bu tür bir diyet zayıflamadan sonra bile kor­kusuz ve tehlikesizce uygulanabilmektedir. Salık verilen bu diyet:

Sabah: Bol yağda kızarmış sosis, (salam, yumurta, böbrek) şekersiz ekmek, tereyağı ve bol miktarda yağlı peynir.

Öğle: Yağlı et, (omlet, sosis), salata, (yeşil sebzeler), bol miktarda elma ve portakal.

Akşam: Sabah ve öğle diyetinin karışımı bir diyet.
Çoğunlukla tatlı içkilerden, reçel ve pastalardan kaçınma­lıdır. İstenildiği kadar su içilebilir ve yağlı gıdalar alınabilir. Böylece bir diyet uygulamasında dikkate alınmış olan asıl ko­nu, şişman kişinin aldığı gıdadaki kaloriyi düşürmektir.
Ayrıca, dokualtı yağ tabakasının birikimini önlemek ama­cıyla vücudun hareketini sağlamalıdır. Bu da ancak sporla mümkün olabilmektedir. Fazla şişman kişilerin mümkün ol­duğu kadar çok yürümeleri gereklidir. Zayıflama gerçekleşme­ye başladıktan sonra da diğer spor hareketleri uygulanmalıdır. Özellikle karın eritici hareketlerin büyük yararı olmaktadır. Dikkat edilecek tek husus, zayıflama sırasında vücudun besin­siz kalmaması ve diyetin düzenli olarak uygulanmasıdır.

Zayiflik Nedir Zayiflama Nedenleri

Zayıflık Hastalığı, Zayıflık Nedenleri, Zayıflık Nedir

Vücudun yetersiz beslenmesi sonucu ortaya çı­kan bir organizma bozukluğudur. Vücut az beslenince yağ do­kusu erir ve bu nedenle kilo kaybı olur. Zayıflık, çocukluk dö­neminde vücut yapısına bağlı olarak görülebilen bir özelliktir. Ayrıca, zayıflık, büyüme döneminde vücut gelişiminin geçici bir belirtisi olarak ve bulaşıcı hastalık ya da kansızlık (akciğer tüberkülozu, Addison hastalığı, öldürücü kansızlık) gibi durum­larda görüİen uzun süreli az beslenme sonucu ve iştahsızlık ne­deniyle de ortaya çıkabilir. Çocukluk döneminde görülen za­yıflık (Çocuklarda Zayıflık), iç salgı bezlerinde ya da merkez sinir sisteminde görü­lebilecek hastalıklardan ve kandaki gıda maddelerinin alışve­rişindeki aksaklıklardan ötürü ortaya çıkmaktadır. Kandaki gıda alışverişi bozukluğu, kötü beslenme, ishal, mide kapağın­da görülen kramplar, mide-bağırsak kanalındaki yapı bozuk­lukları zayıflık için yeterli nedenlerdir.

Zayıflama Belirtileri: İştahsızlık ve aşırı kilo kaybı, boyun lenf bez­lerinde görülebilecek hafif şişkinlikler.

Zayıflık Tedavisi: Özel bir beslenme planı uygulanmalı, gıdalara vitamin eklenmeli ve genellikle kalorisi yüksek gıdalar seçilmelidir. Ancak, tüm bu tedavinin bir doktor kontrolunda yapıl­ması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Aslında, zayıflığın nedeni saptanmalı ve nedene göre bir tedavi yöntemi uygulanmalıdır.

Metabolizma Doku Hucre Anasayfa

Metabolizma ve Metabolizma Hastalıkları

Bazal Metabolizma, Katabolizma ve Anabolizma

Zayıflık, Zayıflık Hastalığı Nedenleri

Şişmanlık, Şişmanlık Hastalığı Hakkında Bilgiler

Gut Hastalığı (Eklem Hastalığı)

Gece Körlüğü (A Vitamini Eksikliği)

Beriberi Hastalığı (B1 Vitamini Eksikliği)

İskorbüt (C Vitamini Eksikliği)

Yaşam Nedir, Sağlıklı Doğal Yaşam Hakkında

Hücre Nedir, Hücre Çeşitleri ve Görevleri

Doku Nedir, Doku Çeşitleri; Bağdoku, Epitel, Kasdoku...

Vücud Nedir, İnsan Vücudu Yapısı, Vücud Tipleri

Vücudun Enerji İhtiyacı

Metabolizma Nedir Hastaliklari Bozukluklari

Metabolizma Nedir, Metabolizma hastalıkları

Vücudun oluşumu, korunması, verimi ve çalışması için ener­jiye gereksinmesi vardır. Bitkilerin güneş ışığını enerji kay­nağı olarak kullanmaları gibi insan ve hayvan da enerji kay­nağı olarak besinleri kullanırlar. Besin maddeleri sindirim or­ganlarında basit birer yapı taşı haline dönüştürüldükten son­ra çeşitli yollarla vücut doku ya da hücrelerine iletilirler. Doku ya da hücrelere ulaşan yapı taşları, ilişkin olduğu bölgenin yapı taşı haline dönüşürler. Bir kısım besin maddeleri de enerji sağlamak amacıyla vücut tarafından yakılırlar. İşe yaramayan ya da kullanılmayan maddeler vücut dışına atılırlar. Bu metabolizma süreci, organizmanın her hücresinde gerçekleşti­rilebilir. Hücrelere besin maddesi ve oksijen, organizmanın ta­şıt yolları olan kan damarları aracılığıyla kan tarafından taşı­nır. Hücrelere gelen besin maddeleri hücreler tarafından yakı­lırlar ve enerjiye dönüştürülürler. Hücrelerdeki yanma sırasın­da oksijen tüketimi olur. Yanma sırasında ısı, karbonhidroksit ve su oluşur. Bu oluşumlar yine hücre tarafından kana ve­rilirler.

Bitkiler güneş ışığı enerjisi yardımıyla ve boya maddele­rinin etkisiyle havadaki karbonhidroksiti alıp suyun içine ok­sijen vererek karbonhidratları (şeker, nişasta) oluştururlar. Bitkisel gıda alan insanlar bu karbonhidratları oksijen yardımıyla yakarlar, karbonhidroksit ve suya dönüştürürler. Böyle­ce, bitkiler için hayati önem taşıyan karbon dioksit sürekli ola­rak havaya verilmiş olur. İnsan ve hayvanlar etli gıda alsalar bile, olayların ilkesinde bir değişim olmaz. Çünkü et de işlen­miş bitkisel besin maddesinden başka bir şey değildir. Enerji yönünden bakılacak olursa, etli besinler enerjinin boşuna har­canmasına neden olur. Ama ne var ki, insanlar, karbonhidrat­ların yanı sıra daha başka maddelere de gereksinme duyarlar. Bunlardan biri olan proteinler çoğunlukla hayvansal besinler­den sağlanabilir. İnsan metabolizması çeşitli nedenlerden bo­zulabilir ya da düzensizleşir. Buna ilişkin olarak, metaboliz­manın bozulması ya da hastalanması tüm vücudu etkiler. Çe­şitli metabolizma bozuklukları genellikle vücudun başka yer­lerinde kendini belli eder. Aşağıda, metabolizma bozuklukla­rının neden olduğu hastalıkların basitçe açıklanmasına çalışı­lacaktır.