Diyabetli Hasta Bakimi

Diyabetli Hastanın Bakımı Sorunları

IDDM'li ve NIDDM'Iİ hastaların sorunları genel olarak benzerdir. Ba­kımın amacı, kan şekerini normal sınırlarda tutmak, komplikasyonları önlemek ya da en aza indirmektir.

Hastanın Sorunları

Glikoz, yağ ve protein metabolizması ile ilgili olarak gelişen bes­lenme bozuklukları, Sıvı kaybı, Gereksiz enerji harcamaları, Uyumsuzluk Vasküler ve nörolojik komplikasyonlardan dolayı deri bütünlüğü nün bozulması, Yaralanma ve enfeksiyon Hastalığın gidişi tedavisi, kan ve idrarda glikoz belirlenmesi ve ki­şisel hijyeni ile ilgili yalnış bilgiler, Başa çıkamama Bilgi eksikliği Komplikasyonlar olarak özetlenebilir.

Bakımın amaçlarına ulaşabilmesi için hemşirenin diyet, ilada teda­vi, labaratuvar testleri ve hijyenik bakımla ilgili olarak gerekli bakımı vermesi gerekir.

Diyabetli Hastanın Eğitimi

Diyabetli hastanın tedavi ve bakımında en önemli rolü hastanın kendisi oynar. Diyabetli hastalarda geleneksel bakım, istendik bir metabolık kontrol düzeyine ulaşmak ve sürdürmek amacıyla, uygu­lanacak eğitim programlarına uyum gösterme üzerine temellenmiştır.

Bu görüşün altında yatan varsayımlar şunlardır; . Birey hastalığına ilişkin daha fazla bilgiye sahip olursa hastalığını daha iyi yönetir.

Eğitim programları gerekli bilginin ulaştırılması için etkin bir yoldur. Eğitim ile sonuç arasında metabolik kontrol gibi doğrusal bir bağ­lantı vardır.

Diyabetli hastanın sağlıklı kalabilmesi ve yardıma gereksinim duy­madan yaşabilmesi için, hastalık konusunda eğitimi şarttır. Eğitim hasta ve ailesinin bilgilerinin değerlendirilmesi ile başlar. Diyabetli­ye kendine bakabilmesini açıklamak güç değildir. Kendi bakımını yapabilmekte istekli kuralların açıklanması değil, bu kuralları gerek­tiği biçimde uygulayabilmesidir. Hemşire, yapacağı eğitimi planlar­ken; hastanın yaşını, cinsini, sosyo-ekonomik durumunu, eğitimini, hastalığı algılayışını, inançlarını ve hasta ailesini göz önünde bu­lundurmalıdır. Diyabetli hastaların eğitim programı içinde kesinlikle ele alınması gereken konular

Diyabetin tanımı, nedenleri, belirtileri, temel komplikasyonlar. Kan ve idrarda glikoz saptamaları.

Kişisel hijyen (ayak bakımı, diş ve deri bakımı, genital temizlik), Diyabetin tedavisi
Ensülin çeşitleri, etkileri, uygulama metodları, komplikasyonları, ensülin, diyet ve egzersiz ilişkisi, ensülin pompaları, ensülin kalem­leri,
OAD, çeşitleri etkileri, yan etkileri,
Diyet; içeriği öğün sayısı, besin seçiminde dikkat edilecek nokta­lar.
Egzersiz sıklığı, yoğunluğu, egzersiz ile gıda alımı ve ensülin do­zu arasındaki ilişkiler.
Diyabetin akut ve kronik komplikasyonları, Diyabetin seyrinde görülen, ancak diyabete özel olmayan kompli­kasyonlar,
Akciğer tüberkülozu belirtileri ve bulguları, korunma ve tedavisi, Ayak enfeksiyonları belirti ve bulguları,
Diyabetli olduğunu belirten bir kimlik taşıması, başvurulabilecek kaynak ve yerler

Adrenal Kortikal Fonksiyon Testleri

Adrenal Kortikal Fonksiyon Testleri

Plazma Kortizol Düzeyi Testi


Plazma kortizol düzeyi en sık RIA yöntemi ile kontrol edilir. Gün bo­yu episodik değişmeler gösterir. Çünkü plazma kortizol düzeyine, hastanın tedavi amacıyla ya da diyetle aldığı tuz ve potasyum mik­tarı, anksiyete ve stres etki edebilir.

Bu nedenle sadece kortizol düzeyinin saptanması, tanıda çok önemli bir yer tutmaz. Diürnal ritmin saptanması, yani gün boyu belli aralıklarla genel olarak 08.00; 17.00; 24.00 saatlerindeki se­rum kortizol düzeyine bakılması uygun olur. Normal değerleri; Saat 08.00'de 5-24 mg/dl.
Saat 16.00-17.00'de 3-12 mg/dl.
Saat 22.00-24.00'de 3 mg/dl altındadır. Test yapılacak hastaların; . Gece rahat ve sakin uyumaları . Psikolojik olarak rahat olmaları gerekir. . Anksiyete ve stres durumları varsa hekime bildirilmelidir. Test için hastadan sabah saat 08.00'de ve günün diğer yukarıda belirtilen saatlerinde periferik venöz kan örneği alınarak laboratuva-ra gönderilmelidir.

İdrarla atılan serbest kortizolun değerlendirilmesi

Adrenal kortikal fonksiyonlarının belirlenmesinde, özellikle hiperkor-tisolizmin tanısında önemli bir testtif. Böbreğe gelen, bağlı ve ser­best kortizol içeren kandan glomerüler filtrata sadece kortizol geçe­bilir, idrardaki serbest kortizol düzeyini yaş, şişmanlık vb. faktörler etkilemez. Hastanın 24 saatlik idrarı toplanır. Laboratuvara gönderi­lir. Normal değeri 6-20 mg/24 saattir. Kortizol düzeyinin artmış ol­ması, genelde Cushing Sendromu ile birlikte olur.

Üriner 17. Hidroksikortikosteroid (17-OCHS) Bakılması

Kolay yapılan bir testtir. Hastanın 24 saatlik idrarının toplanarak la­boratuvara gönderilmesi gerekir.
Normal değeri 24 saatlik idrarda yetişkin kadınlarda 7-2Ö mg, yetiş­kin erkekte 4.5-14 mgr.'dir.
Cushing Sendromunda değer artar, hipopitüarizm ve addison has­talığında değer azalır.

Üriner (idrarda) 17-Ketosteroidlerin (17-KS) Bakılması

17-KS testesteron ya da östrojenin yıkım ürünüdür. Kadınlarda 17-KS böbrek üstü korteks hormonlarından kaynaklandığı, erkeklerde ise 17-KS %50-70'inin testis steroidlerinin ürünü olduğu kabul edil­mektedir. Normal değerleri yaşa ve cinse göre değişiklik gösterir. Erişkin bir kadında 24 saatte 5.0-17.0 mg. erkekte ise 8.0-12.0 mgr.dır.

Testin yapılması için 24 saatlik idrar örneği toplanır ve laboratuvara
gönderilir.

Plazma Adtenocorticotropic Hormone (ACTH) Düzeyi

Hastanın aç olması gerekir. Sabah 8.00'de periferik venöz kan ör­neği alınır ve laboratuvara gönderilir. Radyoimmünessey yöntemiy­le değerlendirilir. Normal değeri 25-100 pg/ml.'dir. Tanıda önemli bir yer tutar. Değer yüksekse hipofiz tümörü ve ekto-pik ACTH sendromu, adrenal hiperplazi, normalin altında ise adre­nal karsinom ya da adenom düşündürür.

Stimülasyon Testleri

Genellikle hormonal yetersizlik durumlarının belirlenmesi için yapı­lır. Hipotalamik, hipofizeradrenal eksenin yedek kapasitesi ve bu­nunla birlikte stres yaratan uyaranlara yeterli yanıt verebilme yete­neğinin araştırılmasıdır. Bu testler aşağıda özetlenmiştir.

Corticotropin Releasing Hormon (CRH) Stimülasyon Testi

Bu test yapılmadan önce hasta tartılmalı ve vücut ağırlığı bilinme­lidir.
İşlem sırasında hasta yatar pozisyonda olmalıdır. Hastanın ACTH ve plazma kortizol değerlerini belirlemek için peri­ferik venöz kan örneği alınır. 1 mg/kg hesabı ile CRH hastaya IV yolla verilir. Vital bulgular kontrol edilmelidir. Hipotansiyon ve ateş basması meydana gelebilir.


Uygulamadan sonra 15, 30, 45, 60, 90 ve 120. dakikalarda kan örnekleri alınır ve eldeki tüm kanlar laboratuvara gönderilir. Hasta rahatlatılır.
Normalde ACTH ve buna uygun kortizol salgılanması, 30-60 dakika içinde artar ve birkaç saat yüksek düzeyde devam etmelidir.

Paratiroit Fonksiyon Testleri

Paratiroit Fonksiyon Testleri

Total Serum Kalsiyum Düzeyi

Serumda iyonize ya da noniyonize halde bulunan kalsiyumu belirle­mek için yapılır. İyonize kalsiyumun doğrudan (direkt) ölçülmesi sı­nırda olguların tanınmasında yardımcı olur. İyonize kalsiyum ölçülemeyen laboratuvarlarda, kuşkulu olgularda kalsiyum ölçümlerinin tekrarlanması önerilir.

Total plazma kalsiyum düzeyi, plazma protein konsantrasyonları değişimleri ile ilişkilidir.
Kalsiyum değerlendirilmesi yapılacak hastanın hazırlığında dikkat edilmesi gereken noktalar;
Hastanın en az 8 saat öncesinden aç olması gerekir. Kan alımından önce en az 30 dakika sırtüstü dinlendirilmelidir. Periferal venöz kan örneği alınıp laboratuvara gönderilmelidir. Normal değeri 8-11 mg/100 mi. yada 4.8-5.2 mEq/L'dir. Kalsiyum değerinin yüksek olması, hiperparatiroidizm, düşük olması ise hipo-paratiroidizmi düşündürür. Hastada açık ya da manifest (gizli) teta-niler görülür. Normal kalsiyumun % 50'si iyonize kalsiyum olarak organizma tarafından kullanılır. Alkalozda iyonize kalsiyum oranı azalır.

Serum Alkalin Fosfataz Ölçümü

Alkalin fosfataz serumda ufak miktarlarda bulunan bir enzimdir. Normal değeri 2.0-5.0 Bodansky ünitesidir. Serumdaki alkalin fosfat değerlendirilmesi kemik ya da karaciğer hastalıklarının tanısına yardım eder. Hastadan periferik venöz kan örneği alınır. Laboratu­vara gönderilir. Hiperparatiroidizmde, osteomalazide, gebelikte ve D vitamini alındığında normal değerin üzerindedir. Ayrıca allopuri-nol, bazı androjenler, erythromisin, oral kontraseptivler vb. ilaçların kullanılması, serum alkali fosfataz değerinin yükselmesine neden olur.

Serum Fosfor Değerlendirmesi

Serumda bulunan inorganik fosforun değerlendirilmesi için yapılır. Normal değeri 4.0-5.4 mEq/L'dir.Hipoparatiroidizm, üremi ve alkalozda düzeyi yükselir. Hiperparatiroidizm, osteitisde ise değeri aza­lır. Normal durumlarda serum fosfor düzeyi serum kalsiyumun yarı­sıdır. Serum kalsiyumu ile serum fosforu arasında karşıt bir ilişki vardır. Serum fosfor düzeyini dilantin, heparin, pıtuitrin ve vitamin D. gibi ilaçlar yükseltir.

Testin yapılması için hastadan periferik venöz kan örneği alınıp la­boratuvara gönderilmesi yeterli olur.

Salkowictch Testi

Bu testle, idrarda kalitatif olarak kalsiyum miktarı belirlenir. Normal değeri, 24 saatte 75-175 mgr.'dır.


Hipertiroidizm, hiperparatiroidizm, asidoz, hipervitaminoz D'de de­ğer artar. Hipoparatiroidizm, vitamin D yetersizliğinde ise değeri azalır. Böbrek yetmezliğinde deney yanlış sonuç verebilir. Testin yapımında dikkat edilecek noktalar; . Hasta 3-6 gün süreyle düşük kalsiyumlu yiyeceklerle beslenir. 7. günü sabah saat 8.00'den başlayarak 24 saat süreyle toplanan idrar, laboratuvara gönderilir. İdrar toplama kabı temiz olmalı ve içi­ne 5 mi. HCI asit konulmuş olmalıdır.

Elisworth-Howart Testi

Sağlıklı kişilerde uygulanabilen bir testtir. Enjekte edilen paratiroid hormonunun aktivitesinin belirlenmesi için yapılır. Test yapılacak kişi aç olmalıdır. Uygulamadan önce her saat başı 3 idrar örneği alınır. 200 ünite 2 mi. standart parathormon IV yolla uygulanır. Uygulamadan başlayarak her saat başı olmak üzere 5 idrar örne­ği alınır.

Alınan idrar örnekleri labaratuvara gönderilir. Sağlıklı kişilerde idrarda fosfat 5-6 kat artmasına karşın hipoparati-roidizmde IV parathormon uygulamasından sonra idrardaki hor­mon miktarının, öncekine oranla 10 kat daha fazla olduğu görülür.

Serum Parathormon Düzeyi

Parathormon düzeyinin belirlenmesi amacıyla hastadan venöz kan örneği alımr. Hastanın aç olması gerekir. Normal değer 2000 Pg (Pikogram)/ml.dir. Hiperparatiroidizmde değer yüksektir. Radyoim-münessey yöntemiyle değerlendirilir.

Kalp Damar Hastaliklarinda Tani

Kalp Damar Hastalıkları ve Hemşirelik Bakımı

Kalp Damar Hastalıklarında Tanı

Kan Testleri


Kalp hastalıklarının tanısı için sıklıkla kullanılan kan testleri şunlardır.
Eritrosit Sayımı: Eritrosit sayısı normalde 4-6 milyon/mm3 olup, dokuların yetersiz oksijenlenmesine neden olan hastalıklarda artar, akut eklem romatizması ve subakut bakteriyel endokarditte genel­likle azalır.

Lökosit Sayımı: Normalde lökosit değeri 5-10 bin/mm3 olup kalbin enfeksiyon hastalıklarında ve miyokart enfarktüsünü izleyen gün­lerde artar.

Eritrosit Sedimantasyon Hızı (ESR): Eritrositlerin bir saat içindeki çökme hızı ESR olarak adlandırılır. Normal değeri 1 saatte 6-20 mm'dir. Akut eklem romatizması, miyokard enfarktüsü ve kalbin enfeksiyon hastalıklarında artar.

Protrombin Zamanı: Normalde 11-12.5 saniye olan bu süre, kumadin ve benzeri antikoagülan ilaç alan kişilerde uzar. Pratikte antikoagülan ilaç dozunu ayarlamak için kullanılır. Pıhtılaşma Zamanı: Normalde 3-8 dakika olan bu süre, heparin ve benzeri antikoagülan ilaç alan kişilerde uzar. Pratikte antikoagülan ilaç dozunu ayarlamak için kullanılır.

Serum Lipid Çalışmaları: Atherosklerotik hastalıkların tanı ve tedavisinde kullanılan testlerdir. Bunların başlıcaları ve normal değerleri aşağıda-verilmiştir.

Total Lipid = 400-1000 mg/dl. . Fosfolipid =150-380 mg/dl. . Trigliserit= 40-150 mg/dl. . Kolesterol =150-250 mg/dl.

Lipidler (kolesterol, trigliserid ve fosfolipid) kanda proteinlerle birleşerek taşınırlar. Bu protein ve)ipid kombinasyonuna lipoprotein adı verilir.

Kolesterol taşındığı kombinasyonun yoğunluğuna göre ikiye ayrılır. Düşük dansiteli üpoproteinter (LoVv Dansity Lypoproteins = LDL) ve yüksek dansiteli lipoproteinler (High Dansity Lypoproteins = HDL). LDL damar duvarında kolestrol birikimine neden olurken HDL bu kolesterolün birikimine engel olmaktadır. Kandaki toplam kolesterolün yaklaşık % 70'i LDL'dir. LDL'nin kanda 130 mg/dl altın­da olması uygundur. 16Q mg/dl LDL için yüksek düzey olarak kabul edilir.
Kan lipitlerine bakılmadan önce kişinin iki hafta normal diyet alması ve en az 12-14 saat aç bırakılması gerekir. Eğer olanak varsa en az üç hafta hastaya tiroit ilaçları, steroit, kontraseptif ve kan lipitleri­ni düşürücü ilaçlar verilmemelidir.

Kan Kültürü: Kardiyovasküler sistemin enfeksiyon hastalıklarında enfeksiyon ajanını tanımlayabilmek amacı ile' yapılır. Bu işlemde hastadan alınan venöz kan örneği uygun besi yerine ekilir. Üreme olduğu takdirde mikroorganizmanın duyarlı olduğu antibiyotiği sap­tayabilmek amacıyla antibiyogram da yapılır.

Kan Gazları: Kalp hastalıklarının tanı ve değerlendirilmesinde P02 ve PC02 değerlerine bakılır.

Kandaki oksijenin basıncı anlammda kullanılan P02'nin azalması hipoksi olarak adlandırılır. Alveol havasında P02 103 mmHg iken
bu oran arterial kanda 75-100 mmHg, venöz kanda ise 35-40 mmHg'dir.
PC02 : kandaki karbondioksidin basıncı olup dinlenme anında al-veoler havada ve venöz kanda 40 mmHg, arteriyal kanda ise 35-3Ş mmHg'dir.
Kanda PC02'nin herhangi bir nedenle yükselmesi hiperkapni, azal­ması ise hipokapni olarak adlandırılır.

Serolojik Testler: Sifilitik aortada tanı için VDRL (Veneral Disease Research Laboratories = Veneral Hastalıkları Araştırma Laboratu-var testi) yapılır.

Kan Üre Nitrojeni (BUN): Kardiyovasküler hastalıklar zamanla böbrek fonksiyonlarını da etkileyebilir. Bu nedenle böbrek fonksi­yonlarının bir göstergesi olan BUN değeri kan testlerinin rutinleri arasında yer alır. Normal değeri 8-28 mg/dl'dir.

İdrar Muayenesi

Kardiyovasküler hastalıkların böbrek fonksiyonlarına etkisi olup ol­madığına ya da beraberinde glomerulonefrit, hipertansiyon ya da diyabetes mellitus gibi sistemik bir hastalığın bulunup bulunmadığı­na karar verebilmek için idrar şekeri, idrarda protein ya da daha ileri idrar tetkikleri yapılabilir.

Kardiyak Enzim Çalışmaları

Kreatinin Fosfokinaz (CPK) : Bu enzim kalp kası hücrelerinde fazla miktarda bulunmaktadır. Kalp kasında bir hasar olduğu za­man 6 saat sonra kanda CPK değeri yükselmeye başlar, 18 saat sonra en üst düzeye ulaşır ve 2-3 gün içinde normale iner. CPK tek başına kalp kası hasarı tanısı için yeterli değildir. Çünkü iskelet ka­sında da bulunan bu enzimin değeri ağır egzersizlerde ve intramüs-küler enjeksiyonlarda da artabilmektedir. Normal değeri 5-75 mU/ml'dir.

Serum Glutamik Oksaloasetik Transaminaz (SGOT): Sıklıkla Serum Aspartat Transaminaz (AST) adı da verilen bu enzim kalp ve karaciğer hücrelerinde yüksek konsantrasyonlarda, iskelet kası, böbrek ve pankreas hücrelerinde ise daha az bulunmaktadır. Miyokart hücresi harabiyetini izleyen 6-10 saat içinde kanda AST değeri yükselmeye başlar, 12-48 saat içinde en yüksek değerine ulaşır, 3-4 gün içinde ise normal değerine iner. Anstabil anjina, pe-rikardit ve romatizmal kalp hastalıklarında değeri yükselmez. Nor­mal değeri 12-36 U/ml ya da 5-40 IU/l'dir.

Laktik Dehidrogenaz (LDH): LDH kalp, karaciğer, böbrek, iskelet kası, beyin, akciğer gibi organizmanın birçok dokusunda bulunmak­tadır. Miyokard enfarktüsünü izleyen 24-72 saat içinde kanda LDH düzeyi yükselmeye başlar. 3-4 gün içinde en yüksek değerine ula­şır ve yaklaşık olarak 14 günde normal değerine iner. Bu durumda LDH, miyokard enfarktüsünün erken tanısı için kullanılabilir bir tet­kik değildir. Ancak elektroforez yöntemi ile LDH-1 den LDH-5'e ka­dar 5 LDH izoenzimi ayrıştırılabilir. LDH-1 kalp kası hücresi ile erit­rositlerde yoğun olarak bulunan izoenzimdir. Bu nedenle miyokard enfarktüsü geçiren hastalacda tanı için daha özel bir gösterge olabi­lir. LDH'ın normal değeri 90-200 U/ml dir.

Alfahidroksibütirad Dehidrogenaz (HBD) : Bu enzim miyokard enfarktüsü geçiren hastalarda LDH gibi seyir gösterir. Normal de­ğeri 114-290 U/ml'dir.

Grafik Teknikler

Fonokardiyografi: Genellikle kalp seslerinin kalıcı bir kaydı olması amacıyla uygulanan bu tetkik işleminde hastanın göğsüne yerleşti­rilen özel bir mikrofon ile en düşük vibrasyonlu kalp sesleri bile özel bir kağıda kaydedilebilir.

Ekokardiyografi: Ultrasonik ses dalgalarının transduser aracılığıy­la toraks ve kalbe iletilmesi ve dokulardan yansıyan dalgaların özel bir kağıda kaydedilmesi esasına dayanılarak gerçekleştirilen bu iş­lemle perikardiyal efüzyon, mitral kapak hastalıkları, subaortik ste-noz, kardiyomiyopati, kalp tümörü ve konjenital kapak hastalıkları­nın tanısı konabilir.

Elektrokardiyografi (EKG): Kalbin her sistol ve diyastolünde rn+yo-kartda oluşan elektriksel impulsların özel bir kağıda kaydedilmesi işlemidir. Elektrokardiyograf adı verilen araçlarla uygulanan bu tet­kik işleminde ortaya çıkan traseye elektrokardiyogram denir. İşlem sırasında hastanın dört ekstremitesine birer elektrot bağlanır. Beşinci elektrot ise hastanın göğsünde belirli yerlere yerleştirilir. Göğüs ve ekstremitelerdeki elektrotların değişik kombinasyonları ise "lead" olarak adlandırılır. Elektrokardiyogram 12 lead'den olu­şur.

Eforlu EKG: Stres ya da efor sırasında EKG de oluşabilecek deği­şiklikleri saptamak amacıyla uygulanan bu tetkik işleminde kalp atımları maksimum düzeye kadar yükseltilir. Bunun için gefeken efor, iki basamaklı bir merdiven, kondisyon bisikleti ya da yürüme bandı kullanılarak sağlanır. Bu sırada hastada göğüs ağrısı, dispne ileri derecede taşirkardi ya da tansiyon arteriyelde düşme olursa teste devam edilmez. Hasta tetkike geldiği sırada en az dört saat boyunca sigara da dahil olmak üzere hiç bir şey yememiş ve içme­miş olmalıdır. Testten önce hastanın EKG'si çekilir ve yaşam bul­guları ölçülerek kaydedilir. Test sırasında da hastanın kalp atımları monitörden izlenir, tansiyonu ise aralıklı olarak ölçülerek kaydedilir. Testten sonra hastanın durumu normaie dönünceye kadar her 5-10 dakikada bir EKG çekilir ve yaşam bulguları ölçülerek kaydedilir.

Holter Monitörü: Standart EKG kalp vurumlarını kısa bir zaman için kaydetmektedir. Holter monitörünü takan hastanın EKG'sini ise tüm gün boyunca ve daha uzun süre kaydedebilmek olasıdır. Böy­lece rutin EKG'de kaydedilmeyen htm bozuklukları, hasta evde ve işteyken kaydedilebilir. Holter monitörü aynı zamanda pace ma-ker'ın ve farmakolojik antiaritmik' tedavinin etkinliğini değerlendir­mede hekime yardımcı olur.

Radyolojik Teknikler

Floroskopi: Bu teknikte hasta karanlık bir odada önünde röntgen tüpü bulunan bir ekranın arkasında oturur.Hekim ekranın diğer ta­rafından bakarak, kalp, akciğer ve büyük .damarların hareketlerini değerlendirir.

Göğüs röntgeni: Bu işlem ile kalbin şekli, büyüklüğü, kenarlarının durumu, mediyasten ve diyafragma gibi toraks yapıları değerlendiri­lebilir.

Kalp Sintigrafisi: Kalp hastalıklarının tanısında kullanılan güvenli bir yöntemdir. Bu tetkik işleminde hastaya IV yolla radyoaktif mad­de enjekte edildikten sonra bir radyasyon dedektörü aracılığıyla kalbin imajı kağıt üzerine kaydedilir. Kalp sintigrafisi ile koroner ar­terlerin kanlanması, ventrikül fonksiyonları, perikardiyal efüzyon olup olmadığı, miyokartda iskemi ve enfarkt alanı olup olmadığı de­ğerlendirilebilir.

Anjiyokardiyografi: Anjiyokardiyografi, kalp kateterizasyonu sıra­sında hastaya arter ya da ven yolu ile radyoopak madde verilerek gerçekleştirilir. Enjeksiyondan sonra seri halinde filmler çekilebilir ve bu filmler sineanjiyografik teknik ile tekrar izlenebilir. Radyo­opak madde kalp katerizasyonu tekniği ile direkt olarak koroner ar­terlere verilirse işlem koroner anjiyografi olarak adlandırılır. Anjiyokardiyografi, kalbin, valvüllerin ve büyük damarların durumu­nu gözle görülür hale getirebilir. Bu nedenle anjiyokardiyografi kalp cerrahisinden önce, değerlendirmelerin yapılabilmesi için gerekli bir tetkik işlemidir.

Kalp Kateterizasyonu: Kalbin ve çevresindeki büyük damarların değerlendirilmesine olanak tanıyan bir teknik ve bir tetkik işlemidir. İşlem, periferal bir ven ya da arter aracılığıyla kalbe ince, uzun ve bükülebilir bir kateterin sokulmasını içerir. Kateter aracılığıyla kalp boşlukları ve büyük damarlardaki basınçlar ölçülebilir, radyoopak madde enjekte edilerek koroner anjiyografi yapılabilir, kalp boşluk­larından kan örnekleri alınarak, P02, PC02 ve pH ölçümleri gerçek­leştirilebilir. Daralmış koroner arterler genişletilebilir (PTCA= Perkü-tan Koroner Anjiyoplasti) ve daralmış kalp kapakları genişletilebilir (Balon Valvüloplasti).

Kalp kateterizasyonu ile yapılabilen ölçümlerin başlıcaları aşağıda verilmiştir;

Santral Venöz Basınç (CVP): Superior Vena Kavanın basıncıdır. Normalde 2-14 cm H20'dur.

Sol Ventrikül Basıncı: Sol ventrikülün sistol sırasındaki basıncıdır. Normalde 90-140 mmHg'dır.

Pulmoner Arter Basıncı: Pulmoner arterin basıncı olup normal de­ğeri 15-28/5-16 mmHg'dir.

Pulmoner Kapiller Uç (Wedge) Basıncı: Pulmoner venüilerdeki basınç olup, bu ölçüm indirekt olarak sol ventrikülün basıncını gös­termektedir. Normalde 6-15 mmHg'dir.

Arteriyal Basınç: Sistol sırasında kanın arter çeperine yaptığı ba­sınçtır. Aort basıncına eşdeğerdir. Normal değerleri 90-140/60-90 mmHg'dir. Bu değerler kişilerin yaşına ve aktivite durumlarına göre değişebilir.

İşlemin Uygulanışı ve Hemşirelik Bakımı

- Hasta işlemden önce 6-8 saat süre ile aç bırakılır, işlemden 3 saat öncesinden kadar sıvı besinler alınabilir.

- İşlemden yarım saat önce hastaya premedikasyon yapılır.
- Hasta işlemin yapılacağı özel odaya alınır. Bu oda ameliyathane koşullarında hazırlanmıştır.
- İşlemden önce kişinin iyot alerjisi olup olmadığını anlamak için de­ri testi yapılır.
- Kalp atımlarının izleneceği EKG monitörü bağlanır.
- Hastaya lokal anestezi uygulanarak kateterin sokulacağı damar çıkarılır.
- Sağ kalpte çalışılacaksa steril radyoopak kateter antekübital ya da femoral venden superior ya da inferior vena kavalar yolu ile sağ at-riuma kadar ilerletilir. Daha sonra triküspit kapak yolu ile sağ ventri-küle geçirilir. Bu sırada kateterin ilerleyişi floroskopi ile izlenir.
- İşlem süresince oluşabilecek aritmiler açısından hastanın kalp atımları monitörden izlenir, kan basıncı kontrol edilir.
- Sol kalp kateterizasyonu için kateter, femoral ya da brakial arter yolu ile aortadan kalbe iletilir, ya da sağ kalp kateterizasyonu sıra­sında interatrial septum delinerek sol atriuma geçilir.
- Kalp boşluklarına girildikten sonra p02 PC02 ve pH ölçümleri için kateterden kan örnekleri alınır.
- Radyoopak boya, kateter yolu ile verilerek kalp ve büyük damar­ları gösteren seri filmler çekilir.
- Radyoopak madde, kişide alerjik reaksiyon gelişmesine neden olabilir. Bu açıdan hastada ileri derecede taşikardi, solunum sıkıntı­sı belirtileri izlenir.
- Sağ ve sol kalp ile ilgili çalışmalar tamamlanınca kateter çekilir. Damara girilen bölge kapatılır. Bölgeye basınç uygulanır.
- Kişiye kateter uygulanan eksteremitesini birkaç saat (8-12 saat) hareket ettirmemesi söylenir.
- İşlemden sonra ilk 4-6 saat yaşam belirtileri sık izlenir. Ponksiyon yapılmış olan bölge kanama açısından kontrol edilir.
- Kateter yapılan bölgenin altında periferal nabız olup olmadığı izle­nir.
- işlemin yapıldığı ekstremite renk ve ısı açısından diğeri ile karşı­laştırılır.
Kalp kateterizasyonunu komplikasyonları ise şunlardır:
- Ventriküler fibrilasyona kadar varabilen aritmiler,
- Kateter tarafından kalbin delinmesi,
- İşlem sırasında damarlardan kopan aterosklerotik plakların dola­şıma katılması ile miyokart infarktüsü ya da felç,
- Tromboz, emboli, anevrizma ya da kanama gibi periferik arter komplikasyonları,
- Anaflaktik şoka kadar varabilen alerjik reaksiyonlar,
- Enfeksiyon

Elektrofizyolojik Çalışmalar (EPS): Elektrofizyolojik çalışma kal­bin elektriksel aktivitesini değerlendirmeye yönelik invazif bir me-toddur. Elektrofizyolojik kateter dört elektrottu, distalinde kaydedici­si ile birlikte pace makeri de bulunan bir kateterdir. Kateter floros­kopi klavuzluğunda femoral, bazilik ya da subklavian ven aracılı­ğıyla kalbe gönderilir. Yapılan çalışmalar kalp ritim bozukluklarının mekanizmasını anlayabilmeye yöneliktir. Elektrofizyolojik çalışma ile supraventriküler ve ventriküler htm bozuklukları arasında farklı­lıklar ayırdedilebilir, sinoatriyal ya da atrioventriküler düğümlerin fonksiyon bozuklukları değerlendirilebilir, hastanın pace-maker ge­reksinimi olup olmadığı belirlenebilir, aynı zamanda antiaritmik ilaçların kalp üzerindeki etkileri değerlendirilebilir.

Kemik İligi Depresyonu (Miyelosupresyon)

Kemik İliği Depresyonu (Miyelosupresyon) Nedir?

Kemik iliği depresyonu, kemoterapinin ve radyoterapinin yaşamı tehdit eden bir yan etkisidir. Kemoterapide kullanılan sitotoksik ilaç­ların bazılarının az, bazılarının daha çok yan etkisi vardır. . Kanın şekilli elemanları (eritrosit, lökosit ve trombosit) kemik ingin­deki stem hücrelerinde yapılır. Bunların ortalama yaşam süreleri farklıdır.

Eritrositler120 gün
Lökositler 4-5 gün
Trombositler 9-10 gün

Kemoterapi sonrası kan elemanlarının üretimi baskılanınca, kan­da sayıları azalır ve fonksiyonlarına ilişkin yan etkileri ortaya çıkar. . İlk yan etki en kısa yaşam süresi olan lökositlerin azalması ile başlar. Ortalama olarak tedaviden 7 gün sonra başlar ve tedaviden üç hafta sonra normale döner. Ancak sitotoksiklerin bazıları 2-3 gün gibi kısa, bazıları ise 4-6 hafta arasında değişen geç yan etki­lere de neden olabilmektedir.

Enfeksiyon

Lökopeniye bağlı enfeksiyon kemik iliği depresyonunun en ciddi komplikasyonudur.
Nötrofiller, vücudun ilk savunma hattı olduklarından (bakterileri lokalize ve fagosite eder), enfeksiyon riskini belirlemek için hastanın nötrofil sayısının bilinmesi önemlidir.

Kemik iliği baskılanan hastalarda enfeksiyonların çoğunun nedeni
bakteri, virüs ve mantar olabilir.
Tedavide uygun dozda antibiyotikler ve antifungal ilaçlar verilir.
Nötropeninin şiddetli olduğu durumlarda, beyaz küre transfüzyonları
yapılabilir.
Koruyucu izolasyon tekniği uygulanır.
Hasta mümkünse ayrı odaya alınır, ziyaretçi kısıtlanır, enfeksiyonlu
kişilerle teması önlenir.
Hasta ayrı odaya alınamıyorsa kendisini koruması amacıyla maske
taktırılır.
Hastaya yapılan tüm işlemlerde aseptik teknik uygulanır. Hastaya, hijyenik kurallara dikkat etmesinin, yeterli uyumasının, ye­terli ve dengeli beslenmesinin gereği anlatılır ve hastanın bu kuralla­ra uyup uymadığı yakından izlenir.
Enfeksiyon belirtileri yakından izlenir.

Anemi

Anemi dolaşımdaki kanda eritrosit sayısının azalmasıdır. Kanserli hastalarda görülen anemi nedenleri; Kemoterapi/radyoterapi sonrası kemik iliğinin geçici olarak baskılanması
Trombositopeni nedeniyle kanama Kemik iliğine tümör hücrelerinin infiltrasyonu Demir eksikliği, gastrointestinal kanama vb. kanser dışı nedenler sayılabilir.
Oksijen, eritrosit içinde bulunan hemoglobine bağlanarak dokulara taşınır.
Kemoterapi/radyoterapi sonrası kemik iliği baskılandığından erit­rosit sayısı azalır ve dokulara yeterli oksijen taşınamadığından hi-poksi belirtileri ortaya çıkar.
Hastanın cildi soluktur, kaslarda zayıflık ve yorgunluk hissi vardır. Doku hipoksisi nedeniyle hasta depresif, umutsuz ve sinirli olabilir, baş ağrısı ve anjiyo tipi ağrıdan yakınabilir. Vücut oksijen gereksinimini karşılayabilmek için solunum sayısını ve kalp hızını artırır.
Tedavinin temel amacı; aneminin düzeltilmesidir. Genellikle hemoglobin düzeyi 7-9 mg altına indiğinde kan trans-füzyonu yapılmaktadır.
Oksijen tüketimini azaltmak amacıyla hasta istirahat ettirilir. Yaşam bulguları düzenli izlenir. Dengeli beslenmesi sağlanır.

Yorgunluk- Halsizlik

Kanserli hastada yorgunluk ve halsizliğin olası nedenleri arasında anemi, stres, uykusuzluk, vb. birçok neden sayılabilir. Yorgunluk ve halsizliğe neden olan bu belirtilerin fizyolojik neden­leri arasında, metabolitlerin vücutta birikmesi, hastalık ve uygula­nan tedavi nedeniyle tüm vücut fonksiyonlarının ve psikososyal de­ğişikliklerin olması sayılabilir. Tüm bu nedenler dikkate alınarak hastanın bakımı planlanır.

Kanamaya Eğilim

Kanserli hastalarda hastalık sürecinin kendisi ya da uygulanan te­davinin etkisiyle oluşan kemik iliği depresyonu sonucu, trombosito-peniye bağlı kanamaya eğilim ciddi sorunlardan biridir. Hastada yaygın peteşiyal ve subkutan kanamalar sık görülür. İdrar hematüri yönünden izlenmelidir.

Bu hastalarda sık sık gözdibi muayenesi yapılır ve düzenli trom-bosit transfüzyonları gerekebilir. İntramüsküler enjeksiyonlardan, sert diş fırçalarından kaçınılmalı, hasta travmalardan korunmalıdır. Kanserli hastalarda yaygın damar içi pıhtılaşma (DIC) görülebilir. Yukarıda sözü edilen tüm nedenlerle hemşire, hastanın trombosit sayısını bilmeli, düşük olduğunda kanama belirtileri yönünden has­tayı izlemelidir.
İlerlemiş Kanserli Hastaların Bakımı
Çoğunlukla kanserin ilerlemiş durumlarında hastalar, ağrı, halsizlik, dispne ve inkontinans gibi semptomlardan yakınırlar. Ayrıca bulantı-kusma, konstipasyon, iyileşmeyen yaralar gibi sorunlar da sık görülmektedir.

Bu sorunlara kanserin kendisi ya da uygulanan tedavi (daha önce değinildiği gibi) neden olmaktadır.

Ağrı

Kanser tanısı olan hastaların üçte ikisinin ağrısı olmaktadır. Ağrı kanserin kaynaklandığı dokuya göre farklılık gösterir.

Kemik ağrısı; Genelde şiddetli olup, kontrol altına alınması güç­tür. Ağrı sürekli olup, genellikle hareket edince ve ağırlık-kaldırınca artar.

Viseral ağrı: Karaciğer, mide, uterus, vb. organların ağrısı, ba­sınç ve gerginlik hissi veren sürekli ve kunt tiptedir.

Sinir ağrısı: Sinirlere baskı ya da sürekli izlem sonucu oluşur. Bası nedeniyle oluşan ağrı, sızı şeklinde ve süreklidir ve daha son­ra zonklama şeklinde olur. Zonklama sinirlerin tahribi sonucu görülür. Sinirlerin tahribi sonucu oluşan ağrılar pek sık görülmez, bu tür ağrı yüzeyel yanma ya da batma şeklindedir.

Yumuşak doku ağrısı: Bazen enfeksiyon sonucu olur, zonklayıcı türdedir ya da ağrılı kas spazmı olabilir. Sıklıkla ilerlemiş kanserler­de hipoproteinemi venöz staz ya da konjestif kalp yetmezliği sonu­cu yumuşak doku ödemi oluşur. Lenfatiklerin kompresyonu ya da metastaz nedeniyle lenf ödemi oluşur.

Ağrının Değerlendirilmesi

Ağrının doğru değerlendirilmesi uygun tedavinin ilk aşamasıdır. Ağrı sübjektiftir ve ağrının değerlendirilmesinde, sosyo-kültürel, psikolojik etkenler dikkate alınmalıdır. Kanserli hastalarda yapılan birçok çalışmada ağrının şiddetini etkileyen psikolojik faktörler in­celenmiştir.

İlerlemiş kanserli hastalarda bu faktörler ağrının şiddetini artırır. Uy­gun tedavi için fiziksel olmayan faktörlerin de bilinmesi gerekir. Ağrının şiddeti, niteliği, yoğunluğu, yeri, ne zaman başladığı, akut ya da kronik oluşu saptanır, kaydedilir.

Ağrı değerlendirme ve izleme formlarının geliştirilip kullanılması etkili ve sistemli bir ağrı kontrolü yapılabilmesi için son derece ya­rarlıdır.

Ağrı tedavisi

En etkili tedavi yöntemi ilaç tedavisidir. Dünya Sağlık Örgütü baş­langıçta narkotik olmayan analjeziklerden başlayıp üç basamak şeklinde, birinden diğerlerine geçilmesini önermektedir. Hafif ağrı olduğunda aspirin, parasetamol Orta şiddetli ağrı olduğunda, genelde kodein kullanılır.

Kanserli Hastalarin Beslenmesi

Kanserli Hastaların Beslenmesi

Kanserli hastaların beslenmesine ilişkin temel amaçlar; . Beslenme yetersizliklerini önlemek ve düzeltmek, . Kilo kaybını en aza indirmek, . Sıvı-elektrolit dengesini sağlamak ve sürdürmektir. Bu amaçları gerçekleştirmeye yönelik yapılması gerekenler; . Yeterli protein ve kalori alımının sağlanması; kalori ve protein yönünden yeterli ve dengeli bir diyet normal hücrelerin onarımı için gereksinim duyulan besinleri sağlar ve kanser tedavisinin yan etki­lerini azaltan immün sistem işlevlerini üst düzeyde korur. Yeterli protein ve kalori alımını sağlamak için et, balık, yumurta, süt verilir.

Bu besinler en az üç kez alınmalı, ayrıca her öğünde A ve C vitami­ninden zengin meyve sebze yer almalıdır.

Hastanın az ve sık yemesi sağlanmalıdır. Yemek arasında rahatla­tıcı ve hoşa giden bir atmosfer yaratılmasına ve yiyecek kokularının en aza indirilmesine özen gösterilmelidir. Yemekler arasında egzer­siz yapılması da iştahın açılmasına yardımcı olabilir. Gerekirse hastayı tüple, parenteral ya da hiperalimantasyon yoluyla besleme yoluna gidilir.
Kanserli hastalarda, hasta özellikle radyoterapi ve kemoterapi alı­yorsa günlük alması gereken sıvı miktarı normale göre 1000-1500 mi. artırılır. Çünkü hızlı hücre yıkımı sonucu oluşan artıklar, böbre­ğin yükünü artırmaktadır. Eğer sıvı miktarı artırılmazsa, artan ürik asit böbrek tübülüslerinde kristaller biçiminde çökerek böbrek yet­mezliğine neden olur. Bu durum, nedenleriyle hastaya açıklanmalı, yanında sürekli sıvı bulundurulmalı, kendi kendine içemeyen hasta­lara yardımcı olunmalı ve ağızdan alamayan hastalara ise IV yolla sıvı verilmesi yoluna gidilmelidir.

Ozofajit ve Konstipasyon Nedir

Özofajit

Özofagus mukozası ağız ile aynı yapısal özelliği taşıdığından baş boyun göğüs kısmına uygulanan radyoterapi ve kemoterapinin tok-sik etkisinden ağız mukozası gibi etkilenir. Stomatitte alınan önlemler alınır.

Konstipasyon Nedir

Kanserin kendisi, ağrı kontrolünde kullanılan narkotikler, beslen­me değişikliği, hiperkalsemi, dehidratasyon, hastanın yatağa ba­ğımlı olması/egzersiz azlığı ve bağırsak hareketlerini yavaşlatan kemoterapötik ilaçların (vincristin, vinblastin gibi) kullanılması ve depresyon, kabızlığa neden olabilir.

Kabızlığın önlenmesi için; hastanın düzenli defekasyon alışkanlığı kazanmasının sağlanması ve defekasyon gereksiniminin hemen gi­derilmesi gerekir.
Taze meyve (soyulmadan) sebze, salata, fındık, fıstık, mısır, üzüm gibi lifli besinler verilir.
Hastaya bol su içirilir.

Sınırları içinde hareketi sağlanır.
Vincristin vb. kemoterapötik ilaçların beraberinde laksatifler verile­bilir.

Hasta 48-72 saat içinde bağırsaklarını boşaltmaz ise laksatif, su-pozotuar verilir ya da lavman hekim istemi ile yapılır.

Diyare

Diyare de konstipasyon gibi gastrointestinal sistemdeki tümörler, radyasyon/kemoterapi gibi kanser tedavisi sonucu olabilir. Diyare önlenemediği zaman, elektrolit sıvı ve asit-baz dengesizlik­leri ortaya çıkabilir. O nedenle önlem olarak;

Bol kalorili ve proteinli besinler verilir.
Gastrointestinal sistemi uyaran ve irrite edebilen tahıl, fındık, yağlı besinler, taze meyve suları, çiğ sebzeler, acı ve baharatlı ve gaz yapan yiyecekler, çay, kahve ve alkollü içecekler verilmez. Sigara yasaklanır.
Diyare olduğunda yukarıda belirtilen önlemlerin yanı sıra, yağsız peynir, yoğurt, pirinç lapası, muz, elma (pektin içerdiğinden antidi-yarektiktir), ayran, balık, tavuk, haşlanmış patates, beyaz ekmek verilir.
Diyare ile birlikte halsizlik ve yorgunluk varsa, potasyum düzeyi düşmüş olabilir. Potasyumdan zengin (muz, patates, balık gibi) be­sinler verilir. Bol su içirilir.

İştahsızlık-Kaşeksi

İştahsızlık (anoreksi) kanserli hastalarda, hastalığın ya da rady-otera-pi/kemoterapinin etkisi nedeniyle sık görülen bir sorundur. . Enfeksiyon, bulantı-kusma, ateş, stres, vb. durumlar enerji tüketi­mini artırır, kilo kaybı, malnütrisyon ve kaşeksi gibi sorunlara yol açar

Cerrahi tedavi sonrası; baş-boyun bölgelerinde yapılan radikal cerahide çiğneme ve yutmanın bozulması, parsiyel gastrektomi sonrası dumping sendromu, hipoglisemi, ince barsak, kolon ve pankreas kanserleri, safra yetersizliği nedeniyle yağ malabsorbsi-yonu iştahsızlık gelişebilir.
Yetersiz beslenmeye stres, enfeksiyon, vb. enerji tüketimini artıran nedenler eklenince, kaşeksi ortaya çıkar. . Kaşeksi, klinik olarak anoreksiya, erken tokluk, kilo kaybı, sıvı elektroit dengesizlikleri ile karakterizedir.

Stomatit Nedir

Stomatit Nedir

Ağız mukozasının inflamasyonudur.

Kemoterapi, radyoterapi ve birçok sistem hastalıkları oral sorunla­ra yol açmaktadır.
Kemoterapi, hızlı çoğalma özelliği olan ağzın yumuşak dokusunda (stomatit) ve müköz membranlarda (mukozitis) ülserlere ve enfla-masyona neden olabilmektedir.
Lezyonlar ağrılıdır, kanama ve sekonder enfeksiyonlara yol açabi­lir.

Hastanın yemek yemesi ve konuşması etkilenebilir. Ağız bakımı son derece önemlidir. Ağız temiz, yumuşak ve nemli tutulur.
Yemeklerden önce ve sonra % 5'lik bikarbonat solüsyonu ile ağız çalkalanır.

Ağız mukozasında pıhtı varsa, lezyon iyileşmeden pıhtıya doku­nulmaz. Daha sonra yarı yarıya sulandırılmış hidrojen peroksit ile yumuşatılır, çok ağrılı olduğu için çok dikkatli davranılır. Daha son­ra ağız bikarbonatlı solüsyon ile düzenli aralıklarla çalkanır ve kuru­muş dudaklara vazelin likit vb. yumuşatıcılar sürülür. Kurumuş dudaklara yumuşatıcı sürülmezse çatlar ve enfeksiyona giriş kapısı olabilir.

Lezyonlar çok ağrılı olduğunda, sistemik analjezik verilir ya da anestetik solüsyonlarla düzenli aralıklarla ağız çalkalanır.
Dişler yumuşak diş fırçası ile fırçalanır.
Diş etlerinde kanama varsa, dişler gaz bezi ile temizlenir.
Takma dişler iritasyona neden oluyorsa çıkarılır.
Sigara, alkol, baharatlı, acılı, asitli ve sert, sıcak soğuk besinlerin
tahriş edici etkisi olduğundan hasta bunlardan kaçınmalıdır.
Süt vb. yumuşak besinler verilir ve bunlar ılık olmaldır.
Hastaya bol su verilir.

Bulanti ve Kusma Tedavisi

Bulantı ve Kusma

Kemoterapi alan hastada görülen bulantı-kusma, doğrudan ilacın yan etkisi olduğu gibi psikojenik ya da başka nedenlerle olabilir. . Bulantı-kusma, hastada kemoterapiyi reddetme, elektrolit sıvı dengesizlikleri ve dehidratasyon gibi ciddi sorunlara yol açabileceğinden tedavi öncesinden önlemlerin alınması gereklidir. Kemoterapötik ilaçların emetik potansiyellerine göre sıralanışı aşağıda verilmiştir.

Kemoterapiye bağlı akut bulantı-kusma genelde tedaviden sonra 1-3 saat içinde başlar ve 6 saat içinde durur.

Diğer nedenlere bağlı bulantı ve kusmalar, daha önce başlayabildiği gibi, günlerce hatta haftalarca sürer. . Bulantı ve kusmanın tedavisi nedene göre farklılık gösterir. . Kemoterapi protokolleri yanı sıra, kombine antiemetik tedavi protokolleri uygulanır.

Ağır bulantı-kusmaya neden olacağı bilinen ilaçların verilmesinden 30 dakika önce antiemetik ilaçlar, önleyici olarak verilir. . Tedaviden sonra kusma olduğunda ilaç yarı dozunda 2-3 saatte bir 3-4 kez tekrarlanarak verilebilir. Psikojenik kökenli bulantı-kusmaları kontrol altına almak daha zordur. Bu nedenle tedaviden bir gün önce sedatifler verilirse kısmen etkili olabilir.

Bulantı-kusmanın ilaçla tedavisi dışında bazı önlemler alınarak da kontrol altına alınması sağlanabilir. Örneğin; Çevrenin kokusuz ve temiz olması;
Hastanın müzik dinlemesi, televizyon izlemesi ya da kendisini meşgul edecek bir uğraşın sağlanması

Az ve sık beslenmesi, şekerli, yağlı ve ekşi yiyeceklerin verilmemesi. Soğuk içecekler, yağlı yemekler yerine sindirimi kolay olan beyaz peynirli sandviç, bisküvi verilir. Sıcak yiyecekler bulantıya eğitimi artırır.

Ağız, stomatit sorunu yok ise limonlu su ile çalkalanır. Hastaya kemoterapiden 1-2 saat önce ve sonra ağızdan yiyecek-içecek verilmez.

Kendini yormayacak şekilde egzersiz/yürüyüş yapması gibi önlemler yararlı olabilir.


Hasta kusarken desteklenir, kusmuğu aspire etmesi önlenir, kusma sonrası uygun ağız bakımı verilir.