Ailevi Akdeniz Atesi Tedavisi Hakkinda

Ailevi Akdeniz Ateşi Tedavisi

Ailevi Akdeniz ateşinin günümüzdeki en etkin tedavisi kolşisindir. Kolşisin hem atakların ortaya çıkmasını hem de amiloidoz gelişimini önler. Kolşisinin temel etkisi nötrofiller üzerinedir. Nötrofil kemotaksisini inhibe eder, nötrofillerin adezyonunu önler.

Düzenli şekilde kolşisin alan hastaların yaklaşık yarısında kolşisin atakları tamamen ortadan kaldırırken, %40-45’inde atak sayısı ve şiddeti anlamlı şekilde azalır. Vakaların %5 kadarındaysa kolşisin atakları baskılamakta yetersiz kalır ancak bu vakalarda da amiloidoz gelişimini önlediği gösterilmiştir. Kolşisin amiloidoz gelişimini önlemenin ötesinde amiloidozu olan vakalarda ilerlemeyi durdurabilir hatta proteinüriyi normale döndürebilir.
Kolşisine dirençli vakalarda interferon, talidomid ve anti-TNF ilaçlar kullanılabilmektedir.

Yaşam kalitesi

Uzun yıllar sağlığın değerlendirilmesinde yalnız morbidite, mortalite ve beklenen yaşam süresi gibi niceliksel kavramlar dikkate alınmıştır. Bu kavramlar herhangi bir fizyolojik veya ruhsal hasarın ya da işlev bozukluğunun bireyde nesnel olarak saptanan etkisini açıklamaya yöneliktir. Son yıllarda bu yaklaşımın sağlıklılığı değerlendirmede yeterli olmadığı, bireyin öznel değerlendirmesinin ve farkındalık oranının da çok değerli olduğu görüşü önem kazanmıştır. Bu düşünce ile hastayı daha bütüncül olarak ele almak ve fiziksel, ruhsal, sosyal açıdan iyilik halini değerlendirmek için yaşam kalitesi kavramı ortaya çıkmıştır.

Dünya Sağlık Örgütü sağlığı sadece bir hastalık ya da sakatlığın olmaması hali olarak değil, aynı zamanda fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak tam bir huzur ve iyilik hali içinde olmak şeklinde tanımlamaktadır. Tanımda yer alan ‘tam bir huzur ve iyilik hali içinde olma’ vurgusu yaşam kalitesi ile ilişkilidir.

Yaşam kalitesinin tanımı

Dünya Sağlık Örgütü yaşam kalitesini: ‘kişinin yaşadığı kültür ve değer sistemleri çerçevesinde amaçları, beklentileri, standartları ve ilgileri ile ilişkili olarak yaşamdaki pozisyonunu algılayış biçimi’ şeklinde tanımlamaktadır. Sağlığın niceliksel değerlendirilmesinin aksine, yaşam kalitesi kişinin öznel olarak yaşamdan memnuniyetini, genel iyilik halini ve işlevselliğini yansıtan bir kavramdır

Sağlıkta yaşam kalitesi


Sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi kavramı ilk kez 1948 yılında Dünya Sağlık Örgütünün anayasasındaki sağlık tanımında yer almıştır. Burada ‘hastalık yoktur hasta vardır’ ilkesinden hareketle, hastayı bütüncül olarak ele alma, fiziksel,ruhsal ve sosyal açıdan etkilenme durumunu ölçme girişimi olarak geliştirilmiştir. Hekimler açısından yaşam kalitesi kavramının günlük uygulamalar içine dahil edilmesi rutin pratikte gözardı edilen hastanın yaşantısına hastanın gözüyle bakabilmeyi mümkün kılmaktadır. Bu bütünsel yaklaşım hastalıkla ilişkili yaygın ama göz ardı edilen sorunları da ortaya koyarak hastanın önceliklerini de belirler. Böylelikle hastanın tedaviye uyumu artar ve hasta-hekim ilişkisi daha gerçekçi bir zemine oturur. Bu özellikle kronik hastalıklar için çok önemlidir

Kronik hastalıklarda yaşam kalitesi

Sağlık alanındaki hızlı gelişmeler sonucunda insanların yaşam süresi uzamış ve buna bağlı olarak kronik hastalıklarla daha uzun süreler yaşama zorunluluğu doğmuştur.

Kronik hastalıklar kısa dönemde yaşam kalitesinde fiziksel etkinliği bozmakta, uzun dönemde ise ruhsal işlevselliği etkilemektedirler. Gerçekte çoğu kronik hastalıkta genel yaşam kalitesi normal populasyondan çok farklı değildir. Bunun nedeni kronik hastalığa uyum sürecinin yaşam kalitesinde ilerleyici bir bozulmanın ortaya çıkmasına engel olmasıdır. Ama kronik hastalıklarda genel yaşam kalitesi çok etkilenmemiş olsa da her hastalık kendi özellikleri gereği yaşam kalitesinin alt alanlarını belirgin şekilde bozabilmektedir.

Kronik hastalıklarda duygusal durum yaşam kalitesinin tüm alanlarını etkileyebilmektedir. Asemptomatik hastaların yaşam kalitesi normal populasyonki ile benzerdir. Görünür semptomların olduğu hastalarda sosyal işlevsellik daha fazla etkilenirken, kısıtlayıcı belirtileri olan hastalarda öncelikle fiziksel işlevsellik bozulmaktadır

Sonuç olarak tıbbın giderek ilerlediği günümüzde, sadece hastalıkların ortadan kaldırılması değil, hastaların yaşam kalitelerinin iyileştirilmesi de hedeflenmektedir. Bu nedenle yaşam kalitesinin ölçülmesi giderek daha fazla önem kazanmaktadır.

Kronik hastalıklara eşlik eden psikiyatrik bozukluklar

Hastalık tıbbi açıdan öncelikle fizyolojik ve organik süreçleri etkileyen bir durumken, hasta açısından biyolojik, ruhsal, sosyal, çevresel, ailesel, psikososyal ve psikoseksüel yönleri olabilen çok boyutlu bir olgudur. Hastalık bir yaşam, kimlik ve varoluş krizidir.
Günlük yaşamını sağlıklı bir biçimde sürdüren birey, sağlığın kaybı ile birlikte hasta rolünü üstlenmektedir. Hastalık ister basit, isterse yaşamı tehdit eder nitelikte olsun bireyde bağımsızlığı kaybetme korkusu, gelecek endişesi, ölüm korkusu, beden bütünlüğünü kaybetme korkusu ve suçluluk duygusu gibi sonuçlar doğurabilmektedir. Hastaya ve hastalığa göre değişmekle birlikte anksiyete, depresyon,regresyon, kızgınlık, yas tepkisi ve inkar gibi duygusal tepkiler ortaya çıkabilmektedir. Bunlar arasında en sık görülenler depresyon ve anksiyetedir.

Hastalığa eşlik eden depresyon ve anksiyete hastanın tedaviye uyumunu bozmakta, yaşam kalitesini etkilemekte, tedavi süresini ve maliyetini arttırabilmektedir. Hekimler depresyon ve anksiyeteye yol açabilecek durumları iyi tanımalı, anksiyete ve depresyon gelişmişse düzeyini belirleyip hastayı uygun tedavilere yönlendirmelidirler

Yorgunluk

Yorgunluk bireyin fonksiyonlarını yapabilmesine ve kapasitesini kullanmasına engel olan, tüm bedenini etkileyen hafif bir tükenmişlikten, katlanılamaz bir bitkinliğe kadar değişebilen, hoş olmayan subjektif bir semptomdur.

Yaşam kaliesini olumsuz etkileyen yorgunluk semptomu, subjektif bir bulgu olduğundan ve spesifik bir tedavisi olmadığından genellikle kliniklerde dikkate alınmamaktadır

Amerika’da yapılan bir çalışmada sağlıklı genel populasyonda yorgunluk prevalansının %14 ile %20 arasında olduğu tahmin edilmiştir(45). Kronik hastalıklarda yorgunluk sık görülen bir bulgudur. Hemodiyaliz hastalarında yapılan bir çalışmada en çok yakınılan ve günlük yaşam aktivitelerini en çok etkileyen faktörün yorgunluk olduğu ve bu grupta prevalansının %92.5’e ulaştığı gösterilmiştir(44). Ankilozan Spondilit hastalarında yorgunluğu inceleyen bir başka çalışmada yorgunluk prevalansı %76.5 bulunmuş ve yorgunluğun hastaların fonksiyonel kapasitelerini belirgin şekilde etkilediği bildirilmiştir