Alkolizm Alkol Madde Bagimliligi Hakkinda

Analitik – Psikodinamik Yaklaşımlar

Alkolizm ve Alkol Bağımlılığı Hakkında

Psikodinamik yaklaşım kuramlarını, ilk çocukluk yıllarında şekillendirdiğini varsaydığı ruhsal güçlerin arasındaki dinamik dengeye dayandırır, insanın kendiliğini de temsil eden ego, içten gelen dürtü­leri (id) toplumun beklentilerini temsil eden süperegoyla dengeleye­rek kişinin ruhsal anlamda çevresiyle uyumlu biçimde yaşamasını sağlar. İd'den gelen dürtüler hiçbir biçimde sosyal olarak sekilenme­miş, yalnızca istekleri temsil eden dürtülerdir. Temel istek olarak ya­şamın farklı dönemlerinde farklı vücut bölgelerine yönelmiş cinsellik anlaşılır (libido). Süperego ahlaki eğitimi temsil eder. Oluşumunu, ço­cuğun yetiştirilmesi sırasında ona benimsetilen ahlaki değerlerle ger­çekleştirir. Temelde süperego çocuğu yetiştiren ailenin ve daha geniş anlamda yine çocuğun içinde yetiştiği toplumsal değerlerin sesidir. İsteklere karşı takındığı eleştirel tutum ve cezalandırıcı yapısıyla be­lirgindir. Süperegonun en belirgin cezalandırıcı eylemi suçluluk duy­gusudur. Ego, Id'den gelen cinsel dürtüleri süperegonun cezalandırıcı tutumundan korunmak amacıyla toplumun kabul edebileceği isteklere dönüştürerek dengeyi korumaya çalışır. Bunu yapamadığı durumlar­da ise istekleri bastırma gibi savunma mekanizmaları kullanarak bi­linçten uzak tutmaya çalışır. Toplumun isteklerine uygun hale getirilemeyerek bilinç altında tutulmaya çalışılan dürtüler kendilerini ifade edebilmek için alışılmışın dışında yollar kullanmaya başladıklarında işte bunlar nevrotik semptomları oluşturur.

Bağımlılık için analitik yaklaşım, kullanılan maddenin [alkol] kim­yasal etkilerini, psikolojik bir gereksinimi karşılamak için arzuladıkları yolundadır. Arzulanan, güvenlik duygusu veren, kendini kanıtlamayı sağlayan bir şeyi ele geçirmedir. Bağımlılık için arzulama emredici ol­duğu gibi doyurulma çabalarının yetersiz kalacağını da anlatır. Alko­lün kimyasal etkisi sıradan insanlar için sedatif etkiyken bağımlı bu sedatif etkiden yukarıda sözettiğimiz mutlak güvenlik ve elegeçirme duygusuna ulaşır. Artık isteklerini doyurmak için başka bir çabaya gereksinimi kalmayacaktır. Bağımlı olduğu alkolün elde edilmesi adeta temel istekleri karşılarken yaşamın diğer ilgi alanları yavaş yavaş kaybolmaktadır.

"Alkol sarhoşluğu, inhibisyonların ve gerçeği sınırlayıcı görüşlerin bi­linçten, içgüdülerden daha önce çıkmalarıyla karekterizedir; öyle ki içgüdü­sel eylemleri gerçekleştirme cesareti gösteremeyen bir kimse alkolün yardı­mıyla hem doyum hem de avunç bulur. Süperego ruhun alkolde eriyebilen bölümü olarak tanımlanmıştır. Bundan dolayı alkol her zaman gam dağıtı­cı gücü nedeniyle övülmüştür. Bazı kimselerde inhibisy onların azalmasıyla bazılarında ise gerçekten zevk verici düşlemlere çekilmekle, engeller doka küçük ve arzuların gerçekleşmesi daha yakın görünür." (Fenichel)

Alkolün etkileri yukarıdaki biçimiyle tanımlandığında, insanların süperegonun cezalandırıcı duygularına kapılmadan isteklerini ger­çekleştirebilmek için alkol aldıkları söylenebilir ancak niye bazılarının alkolik olduğu belli değildir.

Analitik kuram, bağımlılık ortaya çıkaran bireylerin çocuklukla­rında, oral dönemde, ruhsal zedelenmeler yaşadıklarını ve alkol alı­mının oral karakterlerinin, oral narsistik döneme bir gerilemesi oldu­ğunu savunur. Anlatılmak istenen, erken çocukluk döneminde, içgüdüsel cinsel (libidinal) isteklerin henüz ağız yoluyla ifade edildi­ği, çocuğun en önemli haz kaynağının beslenmek olduğu, erken be­beklik dönemlerinde yaşanmış olan bazı sorunlar nedeniyle psikoseksül gelişim o döneme (oral dönem) ait takıntılar içerir. Hâlâ yetişkin bağımlı için de en önemli haz ağız bölgesiyle ilgilidir. Alkol yalnızca ağızdan alınıyor olması nedeniyle değil, ağızdan alınan bir maddenin sıkıntıyı dağıtıcı, haz verici adeta sorunları ortadan kaldıran etkisiyle tam da sorunların yaşandığı döneme ve o döneme ait sorunlara (hiç­bir zaman bilinçli değil) iyi gelmektedir. Bebeklik yıllarında alması gereken güven duygusunu ve sütle alacağı doymuşluk hissini yıllar sonra alkol vermektedir ona.

Kişi tüm yaşamı boyunca hiç kimsenin kendisine vermediği gü­ven duygusunu alkolle bulmuştur. Yaşamının diğer etkinliklerini sür­dürmek için yaptığı duygusal yatırımları yavaş yavaş çekebilir. Enin­de sonunda temel ihtiyacı, temel doyum maddesi alkol olacaktır. Bebek için süt olduğu gibi.
Temel güven duygusu ilk bir yaş içinde oluşur. Çocuk dünyanın güvenli bir yer olup olmadığına bu dönemde annesiyle olan ilişkisi doğrultusunda karar verir. Alkolün sağladığı güvenlik hissi, kendine güven duygusu, tam da bunu yerine koymaktadır.


Görüldüğü gibi analitik yaklaşım alkolizmin hastalık modelinin karşısında, gelişimsel faktörlerden yola çıkarak alkolizmi açıklama çabasındadır. Ortaya konanlar, alkoliklerin intrapsişik çatışmalarına alkolle çözüm aradığını anlatmaktadır. Genetik geçişin farkedilmesiyle birlikte, alkolizmin tek nedene bağlı olmayan bir olgu olduğu dinamik psikiyatri içinde de gündeme gelmiştir, ilk bebeklik yılların­dan sonra çocukluk döneminde de ailenin tutumunun alkolizm için hazırlayıcı olduğu vurgulanmıştır. Anne ya da baba tarafından erken dışlanma, aşırı korumacılık, erken sorumluluk verme davranışları al­kolizme zemin hazırlayabilir. Tüm bu davranışlar çocuk için ileride kendine güvenli bir yapı geliştirmesini engelleyici tutumlardır. Erken­den aileden dışlanma ve erken sorumluluk alma, alınan sorumluluk­lar nedeniyle yükün altında ezilmeyi getirecektir. Aşın kollayıcı tavır ise yine sorumluluk alma konusunda deneyimsizliği hazırlayacaktır. Temelde alkoliğin bilinçaltı isteği korunmak ve kollanmaktır. Bunun dışarı vuruluş şekli ise bu isteğe karşı savunma mekanizmalarıyla şe­killenen narsistik/grandiyöz tavırdır. Erkenden sorumluluklar alın­maya başlandığında başarısızlığa karşı özsaygısını ve ailenin suçla­masını karşılayacak tutumdur bu. Alkolizm tüm bu yapılanmayı karşılar. Buradaki anlamıyla alkolizm, yalnızca alkolü önlenemez bi­çimde arzulamak değildir. Bir taraftan alkol sayesinde kazanılan ken­dine güven duygusu, rahatlama ve başarısızlıkla ilgili duyulan huzursuzluğun yatışması diğer taraftan sürekli alkol alıyor olmak yüzünden aksayan işlerin yakınlar ve arkadaşlar tarafından idare edi­liyor olması. Ortaya çıkan yaşamla ilgili tüm değişiklikler bilinçaltı is­tekleri karşılar niteliktedir. Alkolizm gerçekleştiği anda çevrenin kişi­den beklentileri düşmeye başlar. Adeta bir hastalık durumu söz konusudur artık. Sürekli devam eden bir hastalık. İster istemez yakın çevresi alkoliği kollamaya başlayacaktır. Ama bu çözüm bir yandan da çatışmayı alevlendirmektedir. Aile tarafından erken sorumluluk verilmiş olmakla ya da aşın kollayıcı tavırla şekillenen süperego ne­deniyle; başkalarının yardımına muhtaç hale gelmesiyle, suçluluk duygusunu ve değersizlik hislerini şiddetle yaşayacaktır. Huzursuz­luğu ortaya çıkan iki düşünce bilinç altında adeta şöyle der:

"Ben değersizim kimse beni korumuyor
Ben değersizim bir işe yaramıyorum"


İkinci cümleyi telkin eden biraz da suçluluk duygusudur, ilk cümle ld'den gelen temel libidinal isteğin temsilcisidir. Ve astada iki cümle de aynı şeyi anlatmaktadır: "Ben sevilmiyorum". Alkolün kim­yasal etkisi iki düşüncenin karşı karşıya gelmesinden doğan huzur­suzluğu ve ben sevilmiyorum cümlesinin telkin ettiği depresyonu ya­tıştırır. Alkolizm sonucu ulaşılan yaşam biçimi ise tüm bu çatışmaların hem nedeni hem çaresi olmaya devam eder. Bu bir kısır döngüdür, bağımlıyı içine çeken bir girdaptır adeta. Son ana kadar sürdürülen grandiyöz tutum ise "Ben sevilmiyorum" bilinçaltı inanana bilinçli savunmadır: "Benim kimsenin sevgisine ihtiyacım yok" ya da oral-narsistik ifadeyle, bir bebek gibi "herkes beni sevmek zorunda".

Yalnızca gelişimsel özelliklerin bu biçimde alkolizm tablosunu ortaya çıkarıp çıkarmayacağını bilemiyorum. Yapılan araştırmalar alko­lizm gelişmeden önce, alkolizmin gelişebileceğini önceleyen özgün bir kişilik yapısı saptayamamıştır. Alkoliklerin, alkolizm gelişmeden önce yaşam sorunları karşısında daha başarısız olduklarına dair bul­gular da yoktur.


Bu yorumlar için öncelikle üzerinde durulması gereken, yalnızca gelişimsel etkenleri ele alıyor oluşudur. Daha önemlisi alkolizmin bir dizi olgunun sonucu olarak görülmesidir. Psikodinamik yaklaşımlar AA'nın tekniklerini inceleyerek tedavi anlayışına adapte ettiğinde an­lamlı tedavi başarılarına ulaşabilmiştir. Hastalık modeli ile psikodina­mik yaklaşımın temel farkı alkolizmin tek başına bir olgu olduğu ve belirleyici olanın arzulanan yaşam biçimi değil, önüne geçilemez al­kol alma isteği oluşudur. Alkolizmin gelişimi açısından kuram doğru olabilir ama hastalık modelinin ortaya koyduğu; alkolizm bir kez ge­liştikten sonra üzerinde durulması gereken şey alkolizmin kendisidir, altında yattığı varsayılan nedenler değil.

Hastalık modeli bir taraftan da alkolizmin psikolojik açıdan incelenemez gibi algılanmasına neden olmaktadır. Oysa alkolizmin anla­şılabilmesi için psikolojik yapılanması da son derece önemlidir. Psi­kodinamik psikiyatrinin katkısı alkolizme yatkınlığın biyolojik yatkınlık kavramından bireysel yatkınlık kavramına taşınmasını sağ­lamakla olabilir. Yatkınlığı belirleyen, biyolojik özellikler kadar psi­kolojik yapılanmadır da. Bireyin bedensel ve ruhsal yapısını bireyi oluşturan bir bütün olarak ele alırsak dinamik psikiyatrinin de katkılarıyla bireysel yatkınlıktan sözedebiliriz. Her birey için temelde sa­hip olduğu biyolojik özelliklerle birlikte o özellikleri nasıl kullanaca­ğına dair edindiği yaşam deneyimi de varoluşunu belirleyicidir.

Alkolizm, birbirinden farklı birçok etken tarafından belirlenen di­namik sürecin ortak sonuçlar kümesiyse, bu etkenler içinde psikolo­jik yapılanma mutlak yeralmalıdır. Genel bir psikolojik yapılanma ta­rif etmektense bireylerin psikodinamik süreçleri üzerinde durmak ise yine en gerçekçi tutum gibi görünmekte.